• Sonuç bulunamadı

Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon, s 205.

Berna Akyüz Sizgen

16 Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon, s 205.

17 Aktaş, “Rahatsız Olalım Artık, Dünya Çürüyor” (söyleşi), (http://www.radikal.com.tr/kitap/rahatsiz-

asi bir kişilik yapısı sergiler. İlk ve has aşkı Ali tarafından terk edilmiş olmak, en yakın dostunun ölümüne tanıklık etmek, eşi Osman’ın zaman içinde gördüğü asıl yüzünden duyduğu hoşnutsuzluk Şebnem’in ileriki yaşamını da çocukluğu kadar olumsuz kılar. Şebnem’in tüm bu çirkinlikler arasında sahip olduğu tek güzellik ise, annesinden devralmış olduğu düşünülebilecek fiziksel güzelliğidir. Şebnem, uzun yıllar yaşamın bir anlamı olması gerektiğini düşünmüş, bu anlamı bulma çabası içinde olmuştur. Bu arayış, onu pek çok olumsuz durumun içine düşürür. Bunların sonucunda, yaşamın bir anlamı olmadığına ikna olur. Yaşadığı bazı olayların da etkisiyle, insanlığın çürü- müşlüğünü ve hatta bu çürümüşlüğü görmezden gelmeyi katlanılamaz bulur. Kendi yaşamına da mal olsa, bu çürümüşlüğü ifşa etmeye karar verir. İstanbul emniyet mü- dürü ile yaşadığı pornografik ilişkiyi gizli kamera görüntüleriyle kamuoyuna izletmeyi planlar. Bu planı yürütmeye koyduktan sonra öldürüleceğinden emindir. Yaşayacağı son bir gece için has aşkı Ali’ye sığınır. Ali’nin kendisine yönelik saf, gerçek aşkını görünce yaşamın anlamının da böylesi bir aşk, sevgi olabileceğini düşünür. İçindeki ölüm arzusu, yaşamak arzusu ile yer değiştirir. Kuzeninin de hiçbir çıkar gözetmeksizin, cesaretle kendisine yardım etmesi ile Şebnem, “en azından üç kişiyiz” düşüncesine kapılır. Yaşamın anlamlılığına ikna olur. Ali ile birlikte “Belki taptaze bir dünyaya uyanacakları yüz yıllık bir uykuya yatarlar.” (s. 463).

Yeşil Peri Gecesi romanında Şebnem’in yaşamının büyük bir kesitine yer verilir.

Geriye dönüş tekniğiyle genişletilen zaman dilimi, romanın yazılış nedeni olarak belirtilen çürümenin sergilenmesi açısından işlevseldir. Yazar, çürümeyi, Şebnem’in yaşamının ilk yıllarından ve onun en yakın çevresinden başlatır. Yazarın da belirttiği gibi, bunda kendisinin aile kurumunu sorunlu bir yapı olarak görmesi etkilidir.18 Aile

çevresinde başlayan bu çürüme, zaman içinde Şebnem’in yaşamının hemen her döne- minde ve alanında görülecektir. Belirtilmesi gereken bir nokta da söz konusu çürümenin yalnızca Şebnem özelinde düşünülemeyecek olmasıdır. Yazar, bu çürümenin toplumun neredeyse bütününde yaşandığını düşünmekte ve düşündürmektedir.

Nihilist bir bakışın, duruşun bir romana yansıması muhtemel boyutlarından biri “uyum sağlayamama ya da değişime ayak uyduramama” olacaktır. Uyum sağlayama- yan ya da değişime ayak uyduramayan birey, kendisiyle, yakın çevresiyle ve toplumla çatışma yaşayacaktır. Yaşanacak çatışma, Yeşil Peri Gecesi romanındaki gibi bireyin yaşam algısını tümüyle farklılaştıracak bir etken olabilir. Şebnem’in anne babası, ken- disi bu tür bir uyum sağlayamama sürecinin de başaktörleridir. Mutlu bir evlilikleri, sevgi dolu bir aile ortamları varken, baba Cavit’in geçirdiği kaza, tüm yaşamlarını kökten değiştirecektir. Yakışıklı, sağlıklı, genç bir mühendis olan Cavit, geçirdiği kaza sonrası yüzünün yarısını, kolunun birini kaybeder, kaslarına hâkim olma yetisini belli

18 Aktaş, “Rahatsız Olalım Artık, Dünya Çürüyor” (söyleşi), (http://www.radikal.com.tr/kitap/rahatsiz-

ölçüde yitirir, görünüşü bir ucubeye döner. Eşinden, kızından, tüm insanlardan, onlara görünmekten kaçınarak yaşamaya başlar. Eşinin kendisine dokunma çabalarını şiddetle reddeder. “Artık babamın ömrü bu karanlık odada, takıl tukul gibi, ayağa takılan lü- zumsuz bir eşya gibi geçiyor.” (s. 128) Ailedeki mutluluk ortamı birdenbire tamamen tersine döner. Şebnem’e göre, babası mağdur rolünü benimser. Temelde Cavit’le ilgili bu “yeni duruma uyum sağlayamama” hâli, yalnızca bireysel bir mağduriyet duygu- suna yol açmaz. Anne Hülya’nın eşi ve kızını terk edip sonrasında pek çok erkekle birlikte olması sürecini de başlatır. Ancak, asıl önemli olan, Şebnem’in yaşamındaki yıkıcı ve onarılamaz etkisidir. Henüz çocuk yaşta oldukça sert bir sevgisizlik duva- rına çarpmasına, annesiz ve manevi anlamda babasız kalmasına yol açar. Kötü üvey baba, yatılı okul deneyimleri de yine bu olayla ilgilidir. Şebnem’in çekirdek ailesinin üyeleri yeni duruma uyum sağlayamamış, ailenin dağılmasını önleyememişlerdir. Şebnem’in yaşamındaki ve yüreğindeki en büyük düğümlerden biri olan, babası has- tanede ölüm döşeğindeyken, annesinin evlerinde amcası ile birlikte olması da yine bu olayla ilişkilidir. Ancak, Şebnem tüm bu yaşananları “kader” olarak açıklamaktan uzaktır. Onun annesine yönelik büyük öfkesi, olup bitenlerin kader sözcüğüyle değil de annenin kişiliğiyle ilgili oluşundan kaynaklanır. “Demek ki neymiş? Her şey bir kazayla başlamış. Kader! Ne yani, naturamızın hiç mi suçu yok çöküşümüzde?” (s. 264) diyen Şebnem, asıl sorumlunun insan naturası, doğası olduğunu düşünmektedir.

Şebnem, bu olayla birlikte çocuk dünyasının en önemli aktörü olan babasını, ilgisine muhtaç olduğu annesini, ailesini yitirmiş olur. Bu kaybın verdiği boşluğu doldurma çabası ise, onu yaşamın kötü yüzüyle karşı karşıya getirecektir hep. “Benim, koştuğum her adamda babamı arıyor oluşumun bu kadar basit ve kaba bir bilgi olması, bilginin doğruluğunu ortadan kaldırmıyor.” (s. 285) Babasını, manevi boyutta yitirmiş olmak, Şebnem’in pek çok erkekte onu aramasına, onu yitirmekten doğan boşluğu bir başka erkekle doldurmaya çalışmasına yol açar. Ayrıca, Şebnem, annesinin asıl onu terk ettiği düşüncesini, “içindeki büyük kist” (s. 250) olarak görür. Kaybettiklerinden doğan boşluk, bu büyük kistle dolmuş gibidir. Osman’la olan evliliğini “Osman’ın annesi oldum” (s. 286) şeklinde değerlendirişinde, Osman’ın ruhunda da varlığını bildiği aynı boşluğun etkili olduğunu dile getirmiş olur.

Nihilizmde arayış önemli bir kavramdır. Kişi edilgin ya da radikal nihilist çizgiye ulaşıp kendi değerlerinin yaşamdaki anlamsızlığını ve bunun sonrasında da daha üstün değerlerle donanmış aşkın bir yaşam olasılığının yokluğunu ya da yaşamın değersizliğini kabul etmeden önce, yaşamı kendisi için anlamlı kılacak değerler arayışı içinde olur. Şebnem’in de böylesi bir arayış içinde olduğu zamanlar vardır. Ancak, onun arayışı basit bir biçimde “babasının boşluğunu dolduracak bir erkek”ten ibaret değildir. Çünkü içindeki boşluğun yalnızca bireysel kayıplarından kaynaklanmadığının farkındadır. İlerleyen yıllarla birlikte, benzer bir boşluğun çok daha genel bir düzlemde hemen

herkes için geçerli olduğunu düşünecektir. “Ezcümle, herkes varlığındaki boşluğu doldurmak istiyor. Dolduramadan ölüyor. Ama uğraşma boşuna, o boşluk dolmaz! Var olmanın boşluğu o! Dolsa biz, biz olmayız!” (s. 286) şeklindeki satırların devamında Cioran’ın “Doğmuş olduğum için kendimi bağışlayamıyorum.” sözüne yer verilir. Şebnem de, has aşkı Ali de Cioran’ı “Sanki benim adıma konuşmuş.” (s. 287) şeklinde değerlendirirken, benzer bir duygu iklimindedirler.

Diken, Karamazov Kardeşler romanından yola çıkarak ılımlılığın nihilizm kav- ramıyla ilişkisine dikkat çeker ve adı geçen romanda, şeytan tarafından talep edilen ılımlılığın, “paradoksal, vasat, içinde kötülük olmayan bir şeytan”19 olduğunu belirtir.

Yeşil Peri Gecesi’nde bu ılımlılık arzusu hem Şebnem için hem de yakın akrabaları

için söz konusudur. “Benden de nefret ediyorlar, ama sessiz, uslu, temiz, üstelik babası ölümle pençeleşen küçük bir kızdan nefret etmek ayıp geliyor ikisine de. Bu yüzden kendilerini suçladıklarını, bana iyi davranmak için çabaladıklarını görebiliyorum.” (s. 78) Şebnem’in sözünü ettiği bu yoğun, ancak ılımlı tavırlarla bastırılmaya, gizlenmeye çalışılan nefret, babaannesine ve yengesine aittir. Babaannenin Şebnem’e “korkunç şeyler” olan elbiseler dikmesi, elbiseyi giydirirken “Hayret, utanmayı bilirmiş!” (s. 79) demesi, ılımlı olmak adına gizli tutulmaya çalışılan nefretin göstergeleridir. Ancak, “en sarhoş edici duygulardan biri” (s. 77) olan nefret, ılımlı olma çabasına eninde sonunda galip gelecektir. Babaannenin talimatı üzerine, uyuz olduğu bahanesiyle, Şebnem’in saçlarını kör bir makasla kökünden kesip banyo kazanında yakan yenge bunun iyi bir örneğidir. Şebnem, henüz bir çocuk oluşunun etkisiyle bu nefretle başlangıçta çatışmaz. Hatta “beni aptal bilmeleri daha iyi” (s. 82) diyerek farkında değilmiş gibi davranır.

“Acıyı, çatışmayı ve antagonizmayı kabul edememe hâli”20 olan nihilizm, bazı

bireylerde toplumla, zamanla ve mekânla uzlaşamamayı doğurabilir. Diken, bu kabul edememe durumuna rağmen, mücadele genlerinin susturulmak istenmesini nihilizmin başlangıç itkilerinden biri olarak değerlendirir. Egemen güçler bu uzlaşamama hâlini bastırmak için ılımlı olma formülüne başvurarak, söz konusu uzlaşamamayı yaşayan kişiyi makul ya da ılımlı olmaya yönlendirirler. Şebnem’e hayatı boyunca dayatılan ılımlı ya da makul olması talebi bununla ilişkilidir. Şebnem, yaşamının önemli bir kısmında mağdur rolünü benimsemiş, buna uygun düşecek biçimde, içindeki öfkeye rağmen, makul tavırlar sergilemeyi başarmıştır. “Onca aşağılanma ve aşağılanmayı sindirme tecrübesi” (s. 153) bu başarının göstergesidir. Ancak, Diken’in tespitine uygun biçimde Şebnem aptal ya da mağdur rolünü sürdürürken içinde biriken büyük öfke onu nihilist tavırlara yönelten bir etken olacaktır.

Şebnem’in içinde biriken büyük öfke, hınç doğuracaktır. O, özellikle kocası Osman’ın etraflarında olup biten pek çok şeyi görmezden gelmesine öfkelidir. Osman’ın müzik gru-

19 Diken, Nihilizm, s. 11.