• Sonuç bulunamadı

Haşim’in tahtakurusunun işini yaparken gösterdiği titizliği ve çalışkanlığı tasvir ettiği bu parça ile

Zıt Tiplerin Çatışması ve İkili Karşıtlıklar

14 Haşim’in tahtakurusunun işini yaparken gösterdiği titizliği ve çalışkanlığı tasvir ettiği bu parça ile

Maeterlinck’in karıncaların teşebbüslerini gerçekleştirirken izledikleri yolu tasvir ederken Hubert isimli bir bilginden yaptığı alıntı arasında büyük bir benzerlik görülmektedir: “Hele karıncalar büyük teşebbüslere giriştikleri zaman onların kafasında bir idenin doğduğu ve idenin gerçekleştirildiği sanılır.

Uzanmış yatan bir adam, bir tahtakurusu için nedir? Muhakkak Himalaya dağları gibi korkunç bir girinti ve çıkıntı âlemi! Her kımıldanışında bin tahtakurusunu ezip patlatma- ya muktedir olan bu müthiş avın burnu ucundaki tatlı kan damlasını emmek için küçük böceğin silahı nedir? Ezilirken parmağa bulaştırdığı yalnız bir iğrenç koku zerresi! Ne müthiş cesaret!

Genelde görüntüsüyle insanda tiksinti uyandıran tahtakurusu, Haşim’in bu dikka- tiyle birlikte birden bir kahramana dönüşür ve onunla ilgili olumsuz kanaatlerimizde büyük bir değişme olur. Benzer durum “Kargalar” başlıklı yazıda da15 görülür. İnsanoğlu

ile kargalar arasında kıyasıya devam eden savaşın sonunda zeki olduğunu düşünüp üstünlük taslayan insanın bütün çabası boşa çıkarılır:

Hani bu sene kargalara harp ilan edilmişti? Ya bu tepemizde sürü sürü uçuşan kara kuşlar ne? Her sabah gözlerimi, semalardan gelen paslı sesler gıcırtısıyla açıyorum. Sanki binlerce çelik makas, semaların laciverdîsini doğramak için mütemadiyen açılıp kapanarak, havada cehennemî bir gürültü ile şakırdıyor. Bahar geleli, kargalar hudutsuz bir neşe içinde! Sanki insan silahına karşı yeni galebelerini tes’id ediyorlar. Vapura gitmek için geçtiğim tarlaya konan kargalar, şimdi gelip geçenden zerre kadar korkmuyor, bilakis bu tank gibi madenî bir zırhla her tarafı kaplı kuşların yuvarlak kanlı gözü ve çelikten gagası, garip bir tehditle insana doğru çevriliyor! Öyle ya! Galip mağluba başka türlü mü bakacak?

Bir başka yazı, hava durumuyla ilgili Kandilli Rasathanesi’nin yanlış tahminleri karşısında horoz ve kedinin önsezilerinin doğruluğunun ispatı üzerinedir:

Kedi diliyle ellerini ıslatıp tüylerine sürmeye başlayınca mutlaka yağmur yağacak demektir.

Onlardan biri yuvanın üstüne birbirine sarılmış, dolaşmış ve küçücük odanın yapılmasına yahut o odada köşe veya yanlarına konabilecek kirişçiklere elverişli iki ot filizi bulup çıkarınca bu bütünün parçalarını inceler ve sonra büyük bir beceriklikle toprak parçalarını gövdenin uzunluğunca boşluğa yerleştirir ve başkalarının başlayıp bıraktıkları işlerdeki bütün materyelleri her taraftan hatıra gönüle bakmaksızın uygun bir surette alır, kafasına koyduğu bir ideye bu kadar bağlıdır ve onun bıkmaksızın arkasını ko- valar, gider, gelir, döner, dolaşır ve planı öteki karıncalar tarafından görülür bir hâle getirilinceye kadar uğraşır. Karıncalığın bir öteki kısmında büyük bir odanın çatısını yapmak için mahsus konulmuşa ben- zeyen saman çöpleri vardır. Bir işçi bu durumun faydasını sezer, yerin bir iki santimlik kısmında dikine uzanmış bulunan bu parçalar kavuşarak uzun bir (Parellelogramme-mütevaziüladla) teşkil ederler, usta böcek bütün bu kereste materyalinin köşelerine ve bunlardan yapılan döşeme tabanlarına uzunluğunca toprak koymuştur. Aynı işçi, sonra bu materyali birbirine ters yönetlerde birleştirerek birçok sıralar yapar, öyle ki odacığın çatısı çok belli bir hale gelince ve öteki ağaçtan destek için dikine bir duvar olarak faydalanma imkânını görünce temelleri atar, öteki karıncalar yetişerek birincinin başladığı işi beraberce bitirirler.” Maeterlinck, Karıncaların Hayatı, s. 21)

Zira kedi yağmurlu havanın yaklaştığını hissedince ıslak tüyleriyle kendine su geçmez bir muşamba hazırlar.

Horoza gelince, o güneşin aldanmaz bir nöbetçisidir; gece, karanlıklarda ve yağmur bu- lutlarından sıyrılmak üzere olduğunu herkesten evvel sezen ve haber veren odur. Tecrübeye müstenit olan bu izahattan sonra, gerek kedinin ve gerek horozun karnında bir rasathane tertibatı mevcut olduğuna iman ettim. İş böyle olunca, Kandilli sırtları üzerinde bize her gün hava haberlerini ters vermek üzere kurulan faydasız müessese yerine bir

Denizli horozu ikame etmek daha muvafık olmaz mı?16

Haşim benzer şekilde yeni mimari yapıları eleştirirken de Şark mimarisinin ayrıl- maz bir parçası olarak gördüğü güvercinlerin sanat zevkini ispatlar. Kubbe ve minare olan yerlere küme hâlinde toplanan güvercinlerin, yeni yapılaşmadan uzak durmalarını onların güzel sanatlar karşısındaki incelmiş zevklerine bağlar:

Halbuki güvercinler, ne yabancı banka binalarının sahte arabesklerine ne de evkaf hanlarıyla vapur iskelelerinin kubbelerine ve süslü saçaklarına aldanıyorlar. Düyûn-ı Umumiyenin damları üstüne bir güvercinin konduğunu henüz bir kimse görmemiştir. Güvercin, hayret edilecek bir anlayışla usta Sinan ve Kasım’ı âciz taklitçilerinden ayırmakta zerre kadar tereddüt göstermiyor. Büyük mimarlarımızın bazen fikir danışması için, güzel sanatlar kuruluna bir güvercinin

de aza seçilmesi acaba uygun olmaz mıydı?17

Bu tür yazılarda, günlük hayatta iç içe olduğumuz, fakat fazla üzerinde durma- dığımız hayvanlar yeni bir dikkatle anlatılır. İnsanla hayvanın zekâ bakımından yer değiştirdiği bu yazılar Haşim’in lirik duyguların anlatımında olduğu kadar ironik dil kullanmakta, mizah yaratmakta da başarılı olduğunu göstermektedir. Kendi zevkleri için hayvan ve bitkilere acımasız davranan, uygun olmayan muamelelerde bulunan insanlar karşısında ise Haşim’in üslubu oldukça sertleşir.

Haşim’in yurt dışına çıktığı zaman ziyaret ettiği yerler arasında hayvanat ve botanik bahçelerinin ön planda yer aldığı görülmektedir. Yabancı bir memlekette ka- pıldığı, bunun da ötesinde çocukluk günlerinden itibaren içinde büyüttüğü gurbet ve yabancılık duygusu ve zaman içerisinde kazandığı çevreci duyarlılık belli ki Haşim’i bu tür mekânlara yöneltmiştir. Burada amaç, eğlenceli vakit geçirmekten ziyade acı çeken, gurbetzede canlılarla empati kurmak ve onlarla hem-dert olmaktır. Doğal çevresinden koparılıp getirilmiş, özgürlüğü kısıtlanmış bu canlılarla kendisi arasında kurduğu yakınlık dikkat çekicidir.

Paris’e gittiğinde trenden iner inmez banyo ve kahvaltı faslından sonra doğru hayvanat bahçesinin yolunu tutar. Eylül sonunda gittiği bu yerde; ağaçlar durgun ve karanlık, havuzun suları bulutlu havanın akisleriyle kirli ve katran rengindedir. Gur-

16 “Horoz”, age., s. 175.

bet ve ıztırap bahçesinin eşiğine ayak bastığını düşünür. Uzak ülkelerden getirilmiş hayvanları; bu hapishanenin içinde kederli, hasta, düşünceli, dargın hâlleriyle, onlara insanî özellikler yükleyerek anlatır:

Evvela kuşların bulunduğu tarafa saptım. Birer büyük oda genişliğindeki kafeslerinde Hind-i Çini’den getirilmiş leylek biçiminde birtakım tüyleri dökük kuşlar, boyunlarını çekmiş, ni- hayetsiz bir hüzün içinde düşünüp durmakta. Bu bedbahtların kafesi yanında, açık bir saha üzerinde dikili kazıkların ucundaki halkalara tünemiş renkli papağanlar, kafeslerde mahbus hasretli kuşların havaya dağıttığı anlatılmaz elemi bir dereceye kadar tadil ediyor. Daha biraz ötede, başka bir büyük kafesi dolduran ufak Senegal kuşları, renkli tüyleriyle bir sonbahar bahçesinin keskin çiçeklerini andırıyor. Bu masum mahlûklar, bulutlu havayı bir akşam başlangıcı zannederek dalları üzerinde sıralanıp uyumağa hazırlanıyorlar. Daha ötede, yine büyük bir kafeste hasta ve dargın akbabalar var. Hepsi de yüzlerini duvara çevirmiş uyuyor gibi duruyor. Yusuf Ziya, Paris hayvanat bahçesinde akbabanın çirkin ve mağmum başını görseydi, neşeli gazetesine onun ismini vermeğe mümkün değil razı olmazdı.

Maymunlar tarafına geçtim:

İki genç şempanze, mahbeslerinin demir parmaklıkları arkasında birbirine sarılmış, ağlayan ve hıçkıran felaketzedelerin sallanışıyla mütemadiyen sallanıyor. Ne hazin şey!

Kafesinde tek başına yaşayan bir goril –biraz açılmak ve ısınmak için olacak– ikide bir tavandan sarkan trapeze birkaç jimnastik hareketi yaptıktan sonra tekrar büzüldüğü köşeye dönüyor. Hele diğer bir kafeste bir Cezayir maymunu ailesinin hatırası, yüreğinde daima kanayan bir yara halinde kalacak. Anne bir aylık yavrusunu bağrı üzerinde sıkmış ısıtmaya çalışıyor ve dalgın, boş, ümitsiz gözlerle bu esmer ve yabancı semaya bakıp düşünüyor. Ne tâli’siz bir anne çehresi!18

Hayvanat bahçesinden çıkarken Fromier’nin bir ayı yavrusu avcısıyla iri bir ayı annesinin kanlı kucaklaşmasını temsil eden tuncu önünde durur. Bu manzara karşı- sında Haşim “Esir ve gurbetzede hayvanların şifasız ıztırabından akan zehirle dolan ruhum, serbest canavarın zâlim insan üzerindeki zaferini gösteren bu trajik şaheseri seyretmekle bir parça ferahladı” diyerek teselli bulmaya çalışır.

Frankfurt’ta insanın içini daraltan bulutlu havalarda klinikteki odasından çıkarak kendisini sokağa atan Haşim, Almanca bilmemekten gelen bir yalnızlık duygusuyla yine hayvanat bahçesine koşar. “Bu gurbet memleketinde, yağmurlu havada, demir kafeslerin arkasında, yaşlı gözlerle kendilerini seyre gelenlere dalgın dalgın bakan dilsiz hayvanlara, bir kardeş acısıyla bakar.”19

18 “Hayvanlar Arasında”, Bize Göre İkdam’daki Diğer Yazıları, s. 53-54. 19 “Bulutlu Hava”, Frankfurt Seyahatnamesi Mektuplar-Mülakatlar, s. 30-31.

Batı’da gözlemlediği bu gurbetzede hayvanların dışında Haşim, memlekette günlük hayatın içinde hayvanlara gösterilen kötü muameleye sürekli dikkat çeker ve gerekli önlemlerin alınmasını ister. “Şehremininden Bir Rica” başlıklı yazısında20

belediye başkanından canlı hindi, kaz ve tavukların yeşil salata gibi ayaklarından deste hâlinde bağlanarak taşınmasına önlem alması için ricada bulunur. “Hayvanlara İşkence” yazısında21 Yüksek Kaldırım’da küçük bir tekne ve kirli bir su içinde halka

parayla gösterilen aciz fok balığının gördüğü işkenceye ve insanların merhametsizli- ğine dikkat çeker. “Kediler Mezbahasında” yazısında,22 bir ortaöğretim kurumunun

laboratuvarında tetkik için hayvanların acımasızca katledilmesine şiddetli tepki gösterir. Haşim leyleklerle ilgili iki yazı kaleme almış, bir kitabına da “Gurabahane-i Lak- lakan” ismini vermiştir. Bize Göre’de yer alan “Leylek” başlıklı yazıda,23 leyleklerin

İstanbul’a artık seyrek uğradıklarını söyleyerek Mısırlıların bu muhterem kuşları arse- nikli yemlerle öldürmelerine öfkelenir. Haşim’e göre, ressam ve şairi birtakım karışık hayallere davet etmek üzere yaratılmış bir kuş olan leylek tabiatın önemli bir parçasıdır:

Leylek, yaz mevsiminin kuşu değil, bizzat yazdır. Kırmızı gagasının takırtısı, sese inkılap etmiş bir sıcak temmuzdur. Bir baca üstünden ufka irtisam eden bir leylek şekli, muhay- yileye neler hatırlatmaz: Maviliği içi bayıltan sonsuz, derin bir sema... Yeşil bir vadide gizlenmiş minareli, küçük, beyaz bir şehir... Yarasaların uçuştuğu, kavak ağaçlarının hafif hafif sallandığı yeşil bir akşam... Sıcak bir Asya gecesi: Damların yan duvarlarına dayanarak, gizli gizli konuşan ve doğacak bakır bir ayı bekleyen siyah zülüflü, kırmızı dudaklı, altın ve mercan gerdanlıklı kadınlar... Alçak bir gece semasına serpilmiş büyük yıldızlar... Bütün bu yıldızlar içinde bir leyleğin düşünen gagası...

“Gurabahane-i Laklakan” başlıklı yazıda24 ise Bursa’da ziyarette bulunduğu

Grégoire Bay isminde Türk sanatlarına düşkün, Türk dostu bir zatın, köşkünün bah- çesinin bir köşesine sakat, ihtiyar leylekler için yaptırdığı, leyleklerin barınma yeri anlamına gelen “Gurabahane-i Laklakan” Haşim’in en çok dikkatini çeken yerdir. İronik bir üslupla Türklere dışarıdan, romantik bir tavırla bakan bu kişiyi eleştirirken Haşim, leyleklerin bulunduğu yere gelince birden değişir ve samimi bir üslupla yine bir gurbet duygusu sezdiği bu kuşları şöyle anlatır:

Filhakika kanatları kırık bir leylek, beyaz elbiseler giyinmiş bir hasta gibi uzakta, ağaçların arasında melül melül dolaşıyor ve ikide bir, dallar ve yapraklar arasında görünen maî ve serbest sema parçalarına kırmızı, yuvarlak gözleriyle durup bakıyordu.

20 “Şehremininden Bir Rica”, Bize Göre İkdam’daki Diğer Yazıları, s. 178-179. 21 “Hayvanlara İşkence”, Bize Göre İkdam’daki Diğer Yazıları, s. 167-168. 22 “Kediler Mezbahasında”, Gurabahane-i Laklakan Diğer Yazıları, s. 61-63. 23 “Leylek”, Bize Göre İkdam’daki Diğer Yazıları, s. 32-33.

Haşim, hayvanlarla birlikte bitkiler karşısında da son derece duyarlıdır. Frankfurt’ta bir botanik bahçesindeki limonlukta cins cins hurma ağaçlarının, bir kanepeye dizilen beş ihtiyar Alman’ın keyfi için sergilenmesini bencilce bulur.25 Bitkiler karşısında

insanda rikkat uyandıran bir başka yazısı ise “Bir Ağaç Karşısında”dır.26 Karanfil

almak için bir çiçekçi dükkânına giren Haşim, burada beklerken “sessiz bir hayat ile nefes aldığı hissedilen karanlık yapraklı, bodur bir hurma ağacından başka hiçbir şeyle meşgul ol”maz. Limonlukta hapsedilen bu ağaç ona göre asıl yetiştiği, muhtaç olduğu coğrafyadan, hava ve ışıktan, kuş ve böcek ziyaretinden uzak düştüğü için mesut değildir:

Rüzgârlı, karanlık gecede, bahçenin ağaçları vahşi gürültülerle hışırdıyor; bu ağaçlardan niceleri kırılan bir dalın yarasıyla kanıyor, niceleri gizli bir böceğin zehriyle için için ölüyor, niceleri can çekişmekte, niceleri anlaşılmaz acıların kıskacına yakalanmış, kıv- ranmaktadır. Fakat bunu hiç kimse bilmiyor, çünkü rüzgârlı, karanlık gecede hepsi aynı gürültü ile sallanıp hışırdıyor. Çöllerin serbest bir ağacı iken, ırsî bir terbiye ile yavaş yavaş ateş kenarında yaşamaya mahkûm uyuşuk bir kedi zilletine indirilmiş, bu şimdi çiçeksiz, meyvesiz, aşksız ağacın her dokusu, duyulmak için ağız ve sesten başka bir şey istemeyen bin karanlık feryat ile dolu olduğunu pek muhtemel gördüm.

Dar saksıya gömülen kısa kütükten çelik süngüler gibi fışkıran yapraklar, korkunç bir ız- tırap ile gerilmiş büyük bir elin bana doğru uzanan sert parmakları gibi göründü ve demir kafes arkasında yatan hasta aslanın sıtmalı, büyük, sarı gözlerini andıran nebatî gözlerle, mahbus ağacın bana bakmakta olduğunu, tüylerim ürpererek düşündüm.

“Bir Ağaç Karşısında” yazısında “Maeterlinck’in anlattığı akıllara hayret verici müşahedelerden sonra, bir ağacı mesut veya muztarip tasavvur etmekte hiçbir garabet kalmıyor” diyerek Maeterlinck’in hayvan ve bitkiler üzerine kaleme aldığı denemeleri hatırlatır.

Haşim’in kendi ikliminden uzakta, dar bir saksı içerisinde ıztırap çektiğini dü- şündüğü hurma ağacına bakışıyla Japon sanat eleştirmeni Okakura Kakuzo’nun,

Çayname’de çiçeklere bakışı arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Kakuzo, şöyle der:

Saksıda çiçek yetiştirmekte bile insanoğlunun bencilliğinin izleri vardır. Neden bitkileri kendi yuvalarından alıp [onların] tamamen yabancı bir ortamda büyümelerini isteriz? Bu da kafeslere tıktığımız kuşlardan şarkı söylemelerini ya da çiftleşmelerini beklemek gibi bir şey değil midir? Bir orkidenin sizin seranızdaki yapay ısı içinde boğulduğunda, kendi Güney göklerini özlemediğini nereden bilebilirsiniz?27

25 “Beş Almanın Keyfi İçin”, Frankfurt Seyahatnamesi Mektuplar-Mülakatlar, s. 31-33. 26 “Bir Ağaç Karşısında”, Gurabahane-i Laklakan Diğer Yazıları, s. 17-18.