• Sonuç bulunamadı

C. Kaynaklar ve Araştırmalar

1. Kaynaklar

1.3. Eski Mezopotamya’da Din

1.3.1. Natüristtik Yaklaşım

Eski Mezopotamya halkı kendilerini çevreleyen aşkın düzene biçim ve içerik kazandırmak zorunda kalmışlar ve bu düzeni oluşturan doğaya, doğaüstü bir anlam yüklemişlerdir. Doğanın şaşırtıcı ve güçlü enerjisi, yukarıda da bahsedilen kutsallığın iki yönlü hissi olan hayranlığı ve korkuyu Mezopotamyalılara tam olarak yaşatmıştır. Uçsuz bucaksız gök, yeryüzünü kaplayan toprak, sayısız yıldız, göktaşları, rüzgâr, yağmur, yıldırımlar, yeraltından çıkan tatlı sular, muhteşem iki nehir, muazzam dağlar, deniz, bitkilerin filizlenmesi, hayvanların büyümesi gibi tüm doğaya dair tekrar eden bu olgular görkemli, şaşırtıcı ve ürkütücü etkileriyle Mezopotamya’da din sisteminin temellerini oluşturmuşlardır. Bu bağlamda bu uygarlığın dini, doğa olaylarına ve doğaya doğaüstü anlamlar yüklemek ile bütünleşmiştir.

Mezopotamya insanının doğada meydana gelen hadiselerin oluş mantığına bakış açısı günümüz insanının bilinçli algısından oldukça farklı olmuştur. Bilimsel yaklaşımın

46 Oates 2004, 184.

36

noksan olduğu bu gibi toplumlarda sebep sonuç ilişkisi arasındaki bağlantı tam anlamıyla kurulamadığı için tabiat olaylarını doğaüstü yaklaşımlarla gözlemlemek oldukça olağandır. Günümüz insanının bilimsel verilerle değerlendirebildiği tabiata dair her oluşumu Mezopotamyalılar ayrı bir doğaüstü güce yüklemek zorunda kalmışlardır. Kendilerine özgü nedensellik ilkelerine başvurmuşlar ve hayatlarını yönlendiren, yaşamlarını belirleyen ve kültürlerini oluşturan natüristtik bir evren algısı geliştirmişlerdir. Bu algı, aslında ilkel dinlerde ve antik çağda yaygın ve egemen olan bir yaklaşım olmuştur48. Doğa olaylarını bilimsel temellere oturtma yetisi bulunmayan Mezopotamyalılar doğa olaylarını anlaşılmaz, korkulan, gizemli, kontrol dışı, büyülü ve güçlü görmüşlerdir. Bu doğrultuda kendilerince bir inanç sistemi yaratmışlar ve tüm doğa olaylarını doğaüstü güçlerle tanımlamışlardır.

Durkheim, tabiatçılık kavramı üzerinde durmuştur ve doğaya karşı duyulan hayranlık ve korku hislerinin yarattığı inanma dürtüsünü açıklamıştır. Bu dürtünün özünde insanın doğanın aşkınlığına ve görkemine karşı duyduğu hayranlığın dışında hissetmekten kendisini alamadığı belli bir etkinin varlığı söz konusudur. İnsan, öncelikle tabiatın kendisinden daha yüce olduğunu ve kendisini aştığını düşünmüştür ve böylece tabiat büyüklüğü ile insanı şaşırtmıştır49.

Eski Mezopotamya inançları Durkheim’ın bu düşüncesine bağlanınca Mezopotamya’da doğa olaylarına karşı aşkınlıktan dolayı hissedilen korku, güç, gizem, hayranlık vb. hisleri barındıran bir din yapısı oluşturmuştur. Bu, ‘animizm’ ya da ‘natürizm’ kavramlarını akla getirmektedir. Animizm tabiatta var olan her şeyin ve her nesnenin canlı olduğuna inanma durumudur. “İster rüzgâr, nehir, yıldız, gök gibi büyük kozmik güçler; isterse bitki, hayvan, kaya gibi yeryüzünü mesken tutmuş olan her türden nesne, tabiattaki fenomenlere yönelik olsun bu özelliğinden dolayı böyle bir inanca natürizm (tabiatçılık) adı verilmektedir50”.

Mezopotamyalılar, yaşamlarının tamamını doğa olaylarına odaklamışlardır. Doğada var olan taş, kaya, bitki, dağ, nehir gibi coğrafi oluşumlar ve fırtına, yağmur, nehir taşmaları, deprem gibi her tür doğa olayını, tanrısal güçlere bağlayıp tüm bunların tanrılar vasıtasıyla hayat bulduklarına inanmışlardır. Örneğin; ENKİ/Ea suların tanrısı olarak fırtına, yağmur nehir taşkınları vb suya ait tüm coğrafi oluşumlardan ve doğa olaylarından

48 Demirci 2013, 2.

49 Durkheim 2005, 111. 50 Durkheim 2005, 69.

37

sorumlu olmuş ve suya tecelli edip Numinous gücünü suya aktarmıştır.

Natüristtik evren tasarımına göre dini düşüncenin evrensel olgularını dönüştürdükleri şeyler gibi nesneler de bilinçli, şahsiyet sahibi, yaşayan ve düşünen varlıklardır. Bu duruma Eliade’in teorisinde de rastlanmaktadır. Eliade’e göre kutsalı ifade eden her şeyin ‘hiyerofani’ olduğundan daha önce bahsedilmişti. Eliade, hiyerofaniyi ‘kozmik, biyolojik ve yer’ olmak üzere üç grupta incelemiştir. Kozmik hiyerofaniler gök, su, yer ve taşlar gibi farklı kozmik düzlemlerde ortaya çıkan kutsalı temsil ederlerken biyolojik olanlar ayın halleri, güneş, bitkiler ve tarım ile ortaya çıkanlardır. Yer hiyerofanileri ise kutsal yerler ve tapınaklardır51.

Mezopotamyalılar natüristtik bakış açısıyla ve animistik yaklaşımla hem kutsalı her şeye yüklemişler hem de tabiatın her alanının canlı olduğuna inanmışlardır. Bir taş ‘bit-ili’ yani tanrının evi olabilirdi ancak bu her taşın yaşamla bahşedildiği anlamına gelmezdi. Yaşam verme gücü olan tanrılar nesnelere yaşamın yanında ruh ve akıl da vererek onları tamamen canlı birer varlık olarak yaratıyorlardı. “Eski Mezopotamya inançlarının büyük oranda animistik ve natüristtik temeller üzerine oturtulduğu bilinmektedir. Mezopotamya’da doğadaki pek çok olgu ya tanrısal bir güçle ya da demonik karakteri olan varlıklarla ya da ‘me’ türünden doğaüstü canlılığı olan yapılarla ilişkilendirilmiş ve donatılmıştır.”52

Mezopotamya’da ‘me’ kavramı, kaosun karşıtı olan düzeni tasvir eden bir kavramdır ve somutlaştırılmış şekli de ‘kader tableti’ olarak bilinmektedir. Sumerce bir terim olan ‘me’ Sumer dinindeki çok temel bir kavramı ifade etmektedir. Tanrıların en önemli faaliyetlerini gerçekleştirmelerine imkân sağlayan güçlerdir. İlgili başka bir terim olan ‘giš-hur’ (plan, tasarım) bu eylemlerin ideal biçimiyle nasıl olmaları gerektiğini belirtir: ‘me’, ’giš-hur’un gerçekleşmesini sağlayan ve uygar yaşamın devamlılığını güvenceye alan güçtür. Toplumsal kargaşa dönemlerinde me’ler, dağılmış ya da unutulmuş olabilirlerdi53.