• Sonuç bulunamadı

C. Kaynaklar ve Araştırmalar

1. Kaynaklar

1.3. Eski Mezopotamya’da Din

1.3.4. Antropomorfik Yaklaşım

Eski Mezopotamya dinini diğer uygarlıklara göre farklı kılan temel özelliklerden biri, tapınağa konulan tanrı heykellerinin tanrıların bizzat canlı tasvirleri olduğuna duydukları inançtır. Mezopotamya panteonuna özgü olan antropomorfizm olgusu, ticaret ağının genişlemesiyle birlikte diğer kültürleri de etkilemiştir. Mezopotamya’nın inanç sisteminin Yunanistan’a kadar dağılımında rol oynayan toplumun o dönemde ticaret ağının merkez toplumlarından birisi olan Fenikeliler olduğu düşünülmektedir136. Bu inanç, farklı kültürel kalıntıları ve çok geniş kapsamlı yazılı metinleri içeren sayısız kaynakla kanıtlanmıştır. En yaygın olarak M.Ö. I. binyıla ait olan bu kaynaklardan tanrı heykellerine yapılan işlemleri öğrenebilmekteyiz. Mezopotamya’da tanrı heykeli için özel hazırlanan düzenli yiyecek sunumu, giydirme, günlük tuvalet uygulaması ve diğer tanrıları ziyaret etmeleri için ara sıra küçük seyahatlere çıkarma gibi faaliyetlere çok sık rastlanır.

Oppenheim’a göre, Asur bilimciler tarafından tanrı heykellerinin analizine yeteri kadar önem verilmediği gibi belirli tanrılara ait tanrı heykellerinin dışında bu heykeller arkeologların ve sanat tarihçilerinin de çok dikkatini çekmemişlerdir137. Oysaki bir heykeli canlı varsaymaları ve ona uyguladıkları çeşitli eylemler, Mezopotamya inanç sistemini, yaşam tarzını, kültürünü ve hatta kullanılan materyallere bakılarak bölgenin coğrafi özelliklerini aydınlatmak açısından çok önemlidir.

Bu yaklaşımı tam olarak kavrayabilmek için öncelikle Mezopotamya din algısındaki tanrıların insanları yaratma nedenini ve insan kavramını tam olarak çözmek gerekmektedir. Mezopotamya’da resmi din, tanrıların ve tanrıçaların kültleri etrafında merkezîleşmiştir. Sumerler öncülüğünde başlayan ve binlerce yıl devam ederek geleneğe

135 Lenzi 2011b, 133.

136 Kılıç-Uncu 2011, 184. 137 Oppenheim 1977, 183-184.

63

dönüşen bir sistem kurulmuştur; evrenin işleyişinde herhangi bir aksaklığa neden olmamak için tanrıların bakımından ve hizmetinden sorumlu olma görevini büyük bir ciddiyetle yapmışlardır.

Mezopotamya toplumlarında İnsanın yaradılışına dair farklı dönemlere ait metinlere farklı rastlanmaktadır. Sumerlere ait ENKİ’nin insanı yarattığını anlatan bir şiirde ve Babil yaradılış destanı olan Enuma Eliš’in bir bölümünde insanın yaradılışına dair farklı anlatılar mevcuttur. Sumer ve Babil metinlerinde, insanın varoluş nedeninin tamamen tanrıların iş yükünü azaltmak ve onlara hizmet etmek için olduğu çok açıktır. Sumer versiyonu, özellikle dişi ilahlar ortaya çıktıktan sonra çektikleri güçlüklerin betimlenmesi ile başlar ve devamında insanı yaratma denemeleri dikkat çeker: “…ey oğul, kalk yatağından,… bilgeliğini göster, Tanrılara hizmetkarlar biçiminde, onların…. onlar üretsin. Ey ana, sözünü ettiğin yaratık, var edildi, onun üstüne tanrıların… yerleştir; deniz dibinin yüzeyindeki kilden yüreğini yoğur”138.

Bu dizelerin sonunda altı insan tipi yaratılır. Ancak bu girişim başarısız olur. Sonuçta ortaya çıkan yaratıklar, vücut ve zekâca cılız ve gerilerdir. Sonuç olarak istenilen insan tipi ortaya çıkmaz. Sumer metinleri arasında önemli bir yere sahip olan ‘Sığır ve Tahıl’ mitinin giriş bölümünde, insanın başarılı bir şekilde yaratılma öyküsü ve amacından bahsedilmektedir:

“O günlerde, tanrıların yaratma odasında, dul-kug evlerinde, LAHAR ve AŠNAN biçimlendi; LAHAR ve AŠNAN’ın ürünlerini, DULKUG’un ANUNNAKȖleri yiyor ama doymuyorlardı; Has ağıllarındaki sütü,…ve iyi şeyleri, Dulkug’un Annunakiler içiyor ama doymuyorlardı; Has ağıllardaki iyi şeylerin hatırına, İnsana soluk verildi”139.

Babil yaradılış destanında yer alan Marduk’un insanı yarattığı bölüm, Sumer metniyle aynı doğrultudadır:

“Marduk duyunca sözlerini tanrıların, yüreği dürter onu ilginç şeyler yaratmaya. Anlatır bu fikri Ea’ya da, açarak gönlünde kurduğu planını: “kan yaratacağım ve kemik olduracağım; sonra Lullu’yu çıkaracağım ortaya, ‘İnsan’ olacak adı! Evet, yaratacağım Lullu’yu: İnsan’ı! Onun üstüne yıkılacak tanrıların hizmeti, dinlenebilsinler diye….”140

Mezopotamya algısına göre, tanrılar insan ırkını, kendilerine hizmet etmeleri ve yaşadıkları doğaüstü âlemde memnun olabilmeleri için kendi yaşamlarının bir kopyası

138 Kramer 2001, 132.

139 Kramer 2001, 138

64

olarak yaratmışlardır. Mezopotamyalılar, hizmetlerini ritüeller eşliğinde ilk olarak tanrıların vücut bulmuş hali olan heykellere sunarak göstermişler ve böylece antropomorfizm algısı bölgede tam olarak yerleşmiştir. ‘Antropomorfizim’ yani ‘insanbiçimcilik’, Mezopotamya din yapısına has ve oldukça önemli bir niteliktir. Mezopotamyalılar, kendi yaşadıkları dünya ile ilahi dünya arasında çok keskin bir ayrım görememişlerdir. Bu doğrultuda yarattıkları bakış açıları evreni ve doğaüstünü algılama şekilleri, tanrıları insan formunda görmelerine neden olmuştur. Mezopotamya’daki semboller ve imlemler arasındaki ayrım, günümüzdeki tek tanrılı din algısı ile örtüşmez.

Tanrıların güçlerinin birbirine eşit olmamasına ve bazılarının diğerlerine kıyasla daha az önemli olmasına ya da etkilerinin sınırlı olmasına karşın Mezopotamya’daki tüm tanrılar, insanüstü güçlere sahip olmuşlardır. Bununla beraber, insanüstü güçlere sahip olan bu ilahlar için insani duygular ve zaaflarlıkların yer aldığı bir dünya kurgulanmıştı. Bu heykeller, üzerleri değerli madenlerle kaplanarak ya taştan ya da ahşaptan yapılmışlardır. Tanrı heykelleri, belirli ritüellerden sonra canlandırılarak tapınağın ‘cella’141 olarak adlandırılan ve tapınağın merkezinde yer alan kutsal odasında gerçek ve somut biçimde var olabilmişlerdir. Bu heykellere sürekli bakım yapılmış, günlük ritüeller uygulanmış, temiz tutulmuş ve heykeller gerçek tanrı olarak benimsenmişlerdir.

Kutsalın Mezopotamya dünyasında somut olarak mı tecelli ettiği yoksa soyut olarak mı kaldığı konusu incelenmesi gereken önemli bir detay olmuştur. Boterro, bu detayı tamamen o dönem toplumunun kısıtlı gözlemleri ile insan biçimli tanrıları yaratma yoluyla doğaüstünü yani kutsalı algılayabilmenin bir formülünü bulabildiklerini ve böylelikle kutsalı hem manevi anlamda hem de somut anlamda yaşayabildiklerini belirtmiştir142. İlk dönemlerde biçimi tam belli olmayan tanrılar belli bir dönemden sonra tamamen insan biçimine dönüşmüşlerdir. Tapınakta yer alan bu canlı ilah heykelleri, herhangi bir koşulda yok edilir ya da tahrip edilirse tanrının da geçici bir süre heykeli ile birlikte yok olduğunu düşünen Mezopotamyalılar bunun için de bir çözüm üretmişlerdir. Böyle durumlarda kült dramasını, şiirleri, duaları, ilahileri ve mitleri içeren pek çok uygulama ve ritüelle tanrının oradaki varlığını hissettirmeye, yaşatmaya ve hatırlatmaya

141 Tapınaklar, arkeologların ‘cella’ olarak adlandırdıkları, merkezdeki odanın etrafında kurulmuştu.

‘Cella’ya tapınağın ithaf edildiği tanrı ya da tanrıların gösterişli, antropomorfik heykelleri yerleştirilirdi. Bottero 2012, 251-252.

65

devam etmişlerdi143.

Mezopotamya inancına göre tanrılar beslenirler, cinsel ilişki kurarlar, çocuk doğururlar ve insanların tüm dünyevi faaliyetlerinin aynısını spritüal dünyada sürdürürlerdi. Tanrıların yaşamak için yiyeceğe ve güçlerini ellerinde tutmak için savaşmaya ihtiyaçları vardı. Nijhowne’nin de genel bir çerçeve içerisinde belirttiği gibi, Sumerler tanrıların eşleri, çocukları ve hizmetçileriyle evlerinde yaşadıklarını düşünürlerdi144. Çoğunlukla ölümsüz olan bu tanrılar bazen ölümü bile yeraltı dünyasına inerek deneyimlerlerdi.

Tanrıların çoğunlukla gökyüzünde ve yeraltında yaşadıklarına inanılmasına rağmen varlıkları sadece spritüal âlemle ya da belirli bir yerle sınırlı olmamıştır. Mezopotamyalılar tanrıların ve tanrıçaların insanların dünyasında fiziksel olarak kendi kült heykelleriyle var olabildiklerine inanırlardı. Bir kült heykeli, sadece belli ritüeller eşliğinde yaşam bulabilmiştir. Tanrı bu ritüeller sayesinde tapınaktaki yerini canlı olarak alabilirdi ve bundan sonra tam anlamıyla bir tanrı gibi ihtiyaçları giderilebilmiştir. Yıkanmış, giydirilmiş ve mücevherlerle süslenmiştir. Tanrılara ait mücevher kutularının varlığına dair metinlere rastlanmıştır. Bu metinlerde içlerinde altın yüzükler, kolyeler, rozetler, yıldızlar ile diğer süslerin olduğundan ve heykelin genellikle ahşaptan veya değerli materyallerden yapıldığından da bahsedilmiştir. Ahşap, doğada çabuk yok olan bir madde olduğu için günümüze bu türden örnek kalmamıştır.145

Çoğu Mezopotamya mitinde antropomorfik din anlayışının izlerine rastlanmıştır. Tanrıların insan gibi yaşadıklarına dair bilgilere görsel materyallerin yanı sıra yazılı metinlerde de sıklıkla yer verilmiştir. Buna verilebilecek en güzel örneklerden biri ‘İNANNA’nın Ölüler Diyarına İnişi’ mitinde yer alan anlatımlar olmuştur. İNANNA, bu mitte bir takım ziynet eşyalarından oluşan yedi tanrısal gücü yanına almıştır. Tanrıça, başına tacını takmış, gözüne sürme çekmiş, bedenini kumaşla kaplamış, kolye ve küpeler takmıştır. Bunların dışında, tanrının insan gibi davranışları, mitin pek çok yerinde anlatılmıştır146.

Mezopotamyalılar, tüm bu insani davranışların ve algıların içerisinde tanrıları ayırt etmenin, onları görsel olarak tanrılaştırmanın ve farklı olduklarını göstermenin yolunu

143 Jacobsen 2017, 15.

144 Nijhowne 1979, 118.

145 Benzel-Graff-Rakic-Watts 2010, 40. 146 Kâhya 2015, 35.

66

bulabilmişlerdir. Bunlardan biri, sadece kıyafetlerinin bir parçası olan ve güçlerini temsil eden boynuzlu başlıklardır. İlk olarak Erken Hanedanlık Dönemi’ne ait ikonografilerde ortaya çıkan boynuzlu başlıklar ve farbala ile süslenmiş etek, tanrıların simgesi haline gelip onları insanlardan ayıran bir unsur oluşturmuştur147. Bunun dışında ölümlülerin dünyasından tanrıların doğasının ayrıldığını vurgulayan temel grafikler ve görsel içerikler en erken dönemlerde kendilerini belli etmiştir. Onlara saygı duyduklarını ve onlardan korktuklarını gösterebilmeleri, minnettarlıklarını simgesellikten çıkartarak somutlaştırmalarıyla mümkün olmuştur.

Mezopotamya dini, çoğunlukla insan biçimli tanrı algısını benimsemiş olsa da ilahi varlıkları niteleyen semboller sadece heykellerden oluşmazdı. Uruk’taki arkaik metinlerde yer alan yazı sisteminde tanrı ve tanrıça isimlerinin ilk başa yazılması ilahi bir nitelik taşımaktaydı. Ayrıca yıldız simgesinin, resimsel yazıda ilk sırada yer alması ve bu simgenin gök ve tanrıları işaret etmesi, tanrıların güçlerine olan saygıyı yansıtmaktadır148.

III. Ur Dönemi’ndeki silindir mühürlerde rastlanan tanrı tasvirlerinde149 çoğunlukla sadece insan biçimli betimlemelere rastlanırken, semboller ve standartlar Yeni Babil ve sonrasında çok daha yaygın olarak kullanılmıştır. Mezopotamya’da kült imgelerinin en eskileri, tanrıları daha soyut figürlerle ve sembollerle tasvir etmiş olanlardır ve bunlar sadece simge olarak kalmışlardır, çünkü insan biçimli figürler yaygınlaşıp sonraki dönemlere de hâkim olmuşlardır. Semboller ise sadece tanrıların savaşlarda orduya eşlik ettiğini kanıtlamak için kullanılmıştır150.

Tüm verilerin ışığında Erken Hanedanlık Dönemi’nde (M.Ö. 2500) tanrılara nasıl tapınıldığı ve ne olarak biçimlendirildikleri net değildi. Ancak sonraki metinlerden, tanrıların tapınaklarında mevcudiyet gösterdikleri anlaşılmaktadır. Bu varlık sadece soyut anlamı değil, gerçekten fiziksel anlamı da kapsamaktaydı. Mezopotamya’da ilahların ‘alam dingir-ra’ (Šalam ili) olarak yazılan çevirisi ‘tanrı imgesi’ olarak karşılık bulan yontularda kendilerini bizzat yansıttıklarına inanılırdı151. Bu imgeler belli ritüeller ile

147 Beaulieu 2007, 166. 148 Beaulieu 2007, 166.

149 Tanrı tasvirlerinin tarihsel gelişimini detaylandıran Boden, Sargonik olarak tanımlanan (M.Ö. 2350-2150)

dönemden önce kült bölgelerinde tapınılan heykellerin tam olarak insan biçimli olmadığının vurgular. Başsız gövdeler ve gövdesiz başlardan oluşan yontulmuş taş heykellerin parçalarının bulunduğu tarih Sargonik ve III. Ur Dönemi’ne (M.Ö. 2150-2000) denk gelmektedir. Tanrıların kimliklerini ve işlevlerini anlamakta bazı belirsizlikler olsa da, bu dönemden itibaren figürler çok daha insan şekline sokulmaya başlanmıştır.

150 Jacobsen 2017, 288. 151 Boden 1998, 7.

67

canlandırıldıktan sonra tapınağın kutsal egemeni haline gelirlerdi. Mezopotamya’da uygulanan ritüellerin tümü tanrıların huzurunda yapılmaktaydı ve “… tanrının huzurunda” ifadesi kullanılmaktaydı. Burada aslında bahsedilen durum, huzurunda durdukları ‘Šalam ili’, yani tanrı tasvirlerini yansıtan tanrı heykelleriydi.

Tanrının mevcudiyeti, ritüeller ile ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Aynı doğrultuda tanrı imgelerine de şekil verilerek tanrıların kalıcı varlığı sağlanmıştır. Mezopotamya’da tanrı heykelleri pek çok materyal kullanılarak yapılırdı ve değerli taşlar ve madenlerle de süslenirlerlerdi. Tanrı heykellerinin yegâne yeri elbette tapınaklardı. Tanrıların yaşamlarını sürdürdükleri ve onların kendilerinin ya da simgesel varlıkları olan heykellerinin barındığı tapınaklar, Mezopotamya din yapısının en temel unsurlarındandı. Mezopotamya dini, bu bağlamda tapınak temelli bir dindir. Dini düşünce ve duyguları, kutsal için yapılan ibadet alanları ve ilahi âleme dair tüm deneyimler bir yapı bünyesinde birleşirdi.