• Sonuç bulunamadı

Muzaf İle Muzafun İleyhin Arasının Ayrılıp Ayrılmayacağı Meselesi

BÖLÜM 3: NAHİV-KIRAAT İLİŞKİSİ

3.3. Kıraatlerin Nahvi Etkilemesi Bağlamında Nahiv-Kıraat İlişkisi

3.3.1. Meşhur/Yaygın Kuralların Dışında Kalan Kullanımlara Cevaz Veren Kıraatler

3.3.1.2. Muzaf İle Muzafun İleyhin Arasının Ayrılıp Ayrılmayacağı Meselesi

مه دلاوأ

َ

مه ؤاكرش }658 şeklinde okurken, İbn Âmir, {مه ئآكرشَمهَدلاوأَّ لتقَنيكرشملاَنمَريثكلَن ي زَكلذكو} şeklinde okumuştur.659

İlk kıraatte “ََلتق” kelimesi “ََنّيََز” fiilinin mefulü olup mansûbtur ve “مه ؤاكرشkelimesi de aynı fiilin faili olup merfudur. Mana bakımından “…ortakları, müşriklerin

çoğuna evlatlarını öldürmeyi güzel gösterdi.” şeklindedir. İbn Âmir kıraatine göre ise

َُلتق” kelimesi “ََنِّيُز” fiilinin naibi faili olup merfudur. “َُلتق” kelimesi aynı zamanda muzaf, “مهّ ئاكرش” kelimesi ise muzafün ileyhtir. “مهَدلاوأ” kelimesi de muzaf ile muzafün ileyh

651

İbn Mücâhid, Kitâbu’s-seb‘a, s. 336. 652

“Bu, doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür.” Mâide, 5/119. 653

İbn Mücâhid, Kitâbu’s-seb‘a, s. 250. {نوقطنيَلاَمويَاذه}(Mürselât/35) âyetinde geçen {موي} kelimesini Âsım, A’meş,

A’rec ve Zeyd b. Ali’nin mansûb okuduğu belirtilmiştir. Mekrem ve Ömer, Mu‘cemu’l-kırâât, VIII, 41. 654

İnfitar, 82/19. 655

İbn Mücâhid, Kitâbu’s-seb‘a, s. 674; Ukberî, et-Tibyân, s. 387; Mekrem ve Ömer, Mu‘cemu’l-kırâât, VIII, 91, 92. 656

İbn Akîl, Şerhu İbn-i Akîl, III, 59-61. 657

Ferrâ, Meâni’l-Kur’ân, I, 327. 658

En’âm, 6/137. “Bunun gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını (kızlarını) öldürmeyi hoş gösterdi.” 659

İbn Mücâhid, Kitâbu’s-seb‘a, s. 270; Ebû Abdurrahman es-Sülemî, Hasan el-Basrî ve Ebû Abdilmelikten {َكلذكو نِّيُز َ َ نيكرشملاَ نمَ ريثكل َُلتق َ َِدلاوأ مه َ آكرش َُؤ

مه } (En’âm, 6/137.) şeklinde bir kıraat rivayet edilmiştir. Mekrem ve Ömer,

157

arasına girmiş ve “لتق” kelimesinin mefulü olmuştur. İbn Âmir kıraatinde mana

“…müşriklerin çoğuna ortaklarının, evlatlarını öldürmeleri güzel gösterildi.”

şeklindedir. Bu kıraat, dilciler arasında en çok tartışılan meselelerden biri olan muzaf ile muzafun ileyhin arasının zarf ve harf-i cer dışında başka bir kelime ile ayrılıp ayrılmayacağı meselesinde gündeme gelmiştir. Kimileri bu tür kullanımlara cevaz verirken kimleri de karşı çıkmışlar, muzaf ile muzafun ileyhin bir bütün olduğunu ve bir kelime hükmünde olduğunu ileri sürerek araya zarf ve harf-i cer dışında bir kelimenin girmesini doğru bulmamışlardır. Bu tür kullanımların dil kuralları açısından mümkün olduğunu savunanlar şiirden, Arapların günlük konuşmalarından ve kıraatlerden delil getirmişlerdir.660

İlk dönem dilcilerinin bu konudaki görüşlerine kısaca yer verecek olursak; sözgelimi Sîbeveyh, sözü edilen kıraate hiç yer vermeksizin muzaf ile muzafun ileyhin aralarının ayrılmasının çirkin olduğunu, ancak şiir zaruretinden dolayı bu ayrıma gitmek zorunda kalındığını belirtmiştir.661

Ferrâ ise Hicaz ehlinden nahivcilerin bu kullanımı kabul ettiklerini ancak kendisinin Arapçada buna benzer bir kullanımı bilmediğini belirtmiş, Kisâî’nin bu yöndeki izahlarına karşı çıkmış ve nahivcilerin İbn Âmir kıraatini teyit etmek üzere zikrettikleri delillerin yanlış olduğunu belirtmiştir.662

Şevki Dayf, Ahfeş’in bu konuda İbn Âmir kıraatinden yana olduğunu, Basralı dilciler karşı çıktığı halde Ahfeş’in bu kullanıma cevaz verdiğini, bunun ardından Kûfeli dilcilerin de Ahfeş’i takip ettiklerini ifade etse de Ahfeş, muzaf ile muzafun ileyhin arasının ayrılmasının güzel olmayacağını söylemiştir.663

Müberred ve Zeccâc da Sîbeveyh ve Ahfeş gibi İbn Âmir kıraatine hiç yer vermeden sözü edilen kullanımı mümkün görmemişlerdir.664

Bu kullanıma karşı çıkanlardan biri de İbn Cinnî’dir. İbn Cinnî, İbn Âmir kıraatini

660

İbnü’l-Enbârî, el-İnsâf, s. 347 vd; Abdüllâtif b. Ebîbekir ez-Zebîdî, İ’tilâfu’n-nusra fî ihtilâfi nuhâti’l-Kûfe

ve’l-Basra (thk. Târık el-Cenâbî), Beyrut: Âlemu’l-kütüb, 1987, s. 51-54; Dayf, el-Medârisu’n-nahviyye, s. 100. ve’l-Basralı

dilciler bu kıraatin zayıf, karisinin de yanılgı içinde olduğu görüşündedirler. Onlara göre eğer bu kıraat sahih olsaydı bu en fasih bir kelam/kullanım olurdu. Ayrıca bu kıraatin aksine ittifak edilmiş olması da kıraatin zayıflığını göstermektedir. İbn Âmir’i böyle okumaya sevk eden sebep onun Şam halkının mushaflarında مهِئآكرش şeklinde ي ile

yazılı olarak görmesidir. Oysa Hicaz ve Irak mushaflarında مهؤآكرش şeklinde olup و ile yazılıdır. İbnü’l-Enbârî, el-İnsâf, s. 350 vd.

661

Sîbeveyh, el-Kitâb, II, 280. 662

Ferrâ, Meâni’l-Kur’ân, I, 357, 358; II, 79-81. 663

Ahfeş, Meâni’l-Kur’ân, II, 410. Şevki Dayf’ın ifadesi için bkz. Dayf, el-Medârisu’n-nahviyye, s. 100. 664

158

zikrederek bunun nesirde ve normal şartlarda, özellikle muzaf ile muzafun ileyhin arasına zarfın değil de mefulün girmesinin çok zor olduğunu söylemiştir.665

Zemahşerî, İbn Âmir kıraatini Arapça kuralları açısından mümkün görmemiş, böyle bir kullanımın ancak şiir zarureti halinde kabul edilebileceğini, şiirde olsa bile hoş karşılanmayacağını söylemiştir. Mensur kelamda böyleyken nazmının güzelliği ve akıcılığıyla benzerini getirmekten insanları aciz bırakan Kur’ân için zaruri bir kullanımın mümkün olamayacağını belirtmiştir.666

Ancak Zemahşerî, bu söyledikleri sebebiyle eleştirilerin odağı haline gelmiştir. İbnü’l-Müneyyir’e göre Zemahşerî’nin böyle bir yola girmesinin sebebi onun nahiv kaidelerine gereğinden fazla itibar etmesi, kıraatleri şahsi tercihlerle irtibatlandırmasıdır. “Zemahşerî, sanki yedi veçhin

imamlarının her birinin nakil ve semaya dayanarak değil de kendi içtihatlarıyla birer kıraat seçip okuduklarını zannetti. O yüzden İbn Âmir’i bu kıraatinden dolayı hatalı buldu. İbn Âmir’in {مهئاكرش} şeklinde yazılı olduğunu gördüğünü ve bu sebeple mecrûr olması gerektiği sonucuna vardığını söyleyerek İbn Âmir’in hatalı olduğu yönü izah etmeye kalkıştı. Görüldüğü gibi Zemahşerî, İbn Âmir’in kıraatini kendi görüşüne göre okuduğunu zannetmiştir. Oysa doğrusu öyle değildir. Durum başka şekildedir. Zemahşerî bu kıraati Peygamber’in (s.a.) Cebrail’e böyle okuduğunu, kendisine böyle nazil olduğunu, sonra da Peygamber’in (s.a.) tevatüre ulaşacak miktarda imama bunu okuduğunu bilemedi. Bu kıraat, nesilden nesile aktarıla aktarıla İbn Âmir’e kadar geldi. İbn Âmir de nasıl duyduysa öyle okudu. Yedi kıraat hakkında hak ehlinin inancı böyledir ve yedi kıraat bütün yönleriyle mütevatirdir.”667

İbnü’l-Müneyyir, İbn Âmir kıraatinin Arapça açısından olabilirliğini çeşitli yönleriyle izah ettikten sonra şöyle demiştir: “Bizim maksadımız kıraatlerin nahiv kaideleriyle tashih edilmesi değildir. Bilakis nahiv kaidelerinin kıraatlerle tashihidir.”668

Buraya kadar ifade edilenlerden anlaşıldığı kadarıyla ilk dönem dilcilerinin çoğunluğu bu kullanıma karşı çıkmış, Kisâî’nin İbn Âmir kıraatine istinaden verdiği cevaz, pek itibar görmemiştir. Daha sonra gelen dilcilerden İbn Mâlik ise, muzaf ile muzafun ileyhin zarf, car ve mecrûr ile ayrılabileceğini ve bu konudaki delilinin, dayanağının İbn

665

İbn Cinnî, el-Hasâis, II, 407. 666

Zemahşerî, Keşşâf, II, 401. 667

Zemahşerî, Keşşâf, II, 400, 401. 668

159

Âmir kıraati olduğunu ancak kimilerinin bu kıraatin yanında kimilerinin da karşısında olduğunu söylemiştir. İbn Mâlik, nahiv kuralının temellendirilmesinde önceliği kıraate verme ve ardından Arap şiirinden örneklerini zikretme, son olarak da kıyasa muhalif de olsa sahih nakle itimat etme şeklinde özetlenebilecek yöntemini burada da sürdürmüştür. İbn Mâlik’e göre İbn Âmir’in kıraati Arapça açısından kıyasa aykırı değildir. Şayet kıyasa aykırı olsaydı bile sahih bir şekilde nakledildiği için kabul edilmek zorundadır.669

İbn Âmir’den rivayet edilen kıraate sahip çıkan ve bu kıraati dikkate alıp kayıtsız şartsız kabul eden dilcilerden biri de İbn Hişâm’dır. İbn Hişâm, konu üzerindeki değerlendirmelerine yer verirken ilgili kıraatin İbn Âmir rivayetini hiç çekinmeden istidlâl için kullanmıştır.670

İbn Âmir kıraatindeki durumun ancak şiirdeki zaruret hallerinde mümkün olacağı görüşünde olan Zemahşerî çokça eleştirilmiştir. Kur’ân’ın hüccet olduğu ve yedi kıraatin tamamının mütevatir olduğu vurgulanmış, bir kısmının dahi hatalı görülerek eleştirilmesi kabul edilmemiştir. Kur’ân’da buna benzer bir kullanım geçtiyse bunun doğruluk ve fesahatinden hiç şüphe duyulmadan kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir.671 İbn Âmir ve kıraatinde hiçbir şaibeye mahal bulunmadığını belirten İbnü’l-Cezerî, kendisinin bizzat Hz. Osman mushafında bu kıraati gördüğünü söylemiştir.672

Netice olarak denilebilir ki; en çok tartışılan kıraatlerden biri olan İbn Âmir kıraati ve bu kıraatin dilciler ve tefsirciler tarafından nahiv kuralları açısından nasıl değerlendirildiği, çoğunluğun, özellikle ilk dönem dil ve tefsir bilginlerinin İbn Âmir kıraatine muhalif tavır içine girdikleri görülmüştür. Bu çerçevede olmak üzere muzaf ile muzafun ileyhin zarf ve harf-i cer dışındaki ögelerle ayrılıp ayrılamayacağı meselesinde İbn Âmir kıraati Basralı dilcilerce ya reddedilmiş ya tevile başvurularak ihticâca asıl

669

İbn Mâlik, Şerhu’l-kâfiyeti’ş-şâfiye, II, 982. 670 el-Ezherî, Şerhu’t-tasrîh, I, 732.

671

Nizâmeddin Nisâbûrî, Garâibu’l-Kur’ân ve rağâibu’l-Furkân, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1996, III, 173. 672

İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, II, 263, 264. Son dönem araştırmacılarından Saîd Afgânî, başlangıç aşamasında ve nahvin tedvini sürecinde Basra ve Kûfe olmak üzere iki ekolün ayrışmasına yol açan bu tür ihtilafların çok da garipsenmeyeceğini, ancak nahvin tedvininden, diğer tefsir, hadis, kıraat ve dil ile ilgili ilimlerin tedvininin tamamlanmasından epey bir süre geçtikten sonra Zemahşerî gibi bir müfessir, nahiv ve belağat âliminin kendini ehli kadar bilmediği dil meselelerinde hüküm verecek salahiyette görmesinin ve mütevatir kıraatleri reddetmesinin kabul edilemeyeceğini söyler. Bkz. Said Afgânî, Fî usûlü’n-nahv, s. 42. Zemahşerî’nin görüşüne Ebû Hayyânın getirdiği eleştiri için bkz. Ebû Hayyân, Bahru’l-muhît, IV, 232. Taberî’nin bu kıraatle ilgili görüşü için bkz. Taberî,

160

kabul edilmemiş veya görmezden gelinmiştir. Öte yandan Kisâî ve birkaç Kûfeli dil bilgini, İbn Âmir kıraatini esas kabul ederek muzaf-muzafun ileyh ayrımına cevaz vermişlerdir. Görüldüğü üzere kıraatleri istişhâd için kabul edip etmeme, kabul edildiği takdirde diğer delillerle mukayese edilmesi ve aralarında çelişki bulunması halinde hangisinin önceleneceği son derece önemlidir. Burada İbn Âmir kıraatinin kabul edilmesi bir kullanımın Arap dil kuralları kapsamına alınması anlamına gelirken kabul edilmemesi o kullanımın kural dışı olduğu sonucuna götürmektedir.673