• Sonuç bulunamadı

Kıraatlerin Sahihliği ve Mütevatirliği Meselesi

BÖLÜM 1: NAHİV İLMİ VE GEÇİRDİĞİ AŞAMALAR

2.2. Kıraatlerin Sahihliği ve Mütevatirliği Meselesi

Bilindiği gibi kıraatlerle ilgili yedili, onlu ve on dörtlü olmak üzere çeşitli tasnifler yapılmış ve yedi, on ve on dört kıraatten her biri bir kıraat âlimine nispet edilmiştir. Kıraatler, 324/936 yılında vefat eden İbn Mücâhid tarafından yedili tasnife tabi tutulmuştur. İbn Mücâhid’in tasnifine göre bu yedi kıraat imamından İbn Âmir’in kıraati Şam’da, İbn Kesîr’in kıraati Mekke’de, Nâfî’nin kıraati Medine’de, Ebû Amr’ın kıraati Basra’da, Âsım, Hamza ve Kisâî’nin kıraatleri Kûfe muhitinde şöhret kazanmıştır.399

İbn Mücâhid’in girişimi genel olarak kabul görse de ya sezilen bir eksiklikten veya başka bir sebepten dolayı kıraat tasnif süreci benzer girişimlere sahne olmuştur. İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu tarafından mütevatir olarak kabul edilen bu yedi kıraate, Ebû Bekr İbn Mihrân en-Neysâbûrî (ö. 381/992) tarafından Ya’kub el-Hadramî, Ebû Ca’fer el-Kârî ve Halef b. Hişâm’ın (ö. 229/844) kıraatleri eklenmiş ve böylece sahih kabul edilen kıraatlerin sayısı ona ulaşmıştır. Daha sonra bu on kıraate, Hasan el-Basrî (ö. 110/728) , İbn Muhaysın, A’meş ve Yahyâ b. Mübârek el-Yezîdî’ye nisbet edilen ve kıraat literatüründe genellikle şâz olarak değerlendirilen dört kıraat daha ilave edilmek suretiyle on dörtlü tasnif oluşmuştur.400

2.2. Kıraatlerin Sahihliği ve Mütevatirliği Meselesi

Kıraatler için iki ayrı kriterden söz etmek, bir başka ifadeyle kıraatlerin iki ayrı elemeye tabi tutulduğundan bahsetmek mümkündür. İlki kıraatlerin sahihliği, ikincisi kıraatlerin mütevatirliğidir. Bu kısımda önce kıraatlerin sahih kabul edilmesi için ileri sürülen şartlar irdenelecek, ardından kıraatlerin mütevatirliği söz konusu edilecektir.

Süyûtî, kıraatleri mütevatir, meşhur, âhad, şaz, uydurma ve müdrec olmak üzere altı kısma ayırmış401

, Celâlüddîn el-Bulkînî (ö. 824/1421) ise kıraatleri mütevatir, âhad ve

398

Dânî, el-Ahrufu’s-seb‘a, s. 62, 63. Kıraat çeşitliliğinin fayda ve hikmetine dair ifade edilen görüşler için bkz. Ebû’l-Kâsım Muhammed b. Ali en-Nüveyrî, Şerhu Tayyibeti’n-neşr fi’l-Kırââti’l-aşr (thk. Mecdî Muhammed Sürûr Sa’d), Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2003, I, 167 vd.; Cündî, es-Sırâ‘ I, s. 141.

399

Zürkânî, Menâhilu’l-irfân, I, 339. 400

Subhi es-Sâlih, Mebâhıs fî ulûmi’l-Kur’ân, Beyrut: Dâru’l-ilm li’l-melâyîn, 1977, s. 249, 250; Zürkânî,

Menâhilu’l-irfân, I, 339, 340.

401

98

şaz olmak üzere üç kısma ayırmış; bunlardan yedi kıraati mütevatir kıraatlere, yedi kıraatin üstüne ilave edilen üç kıraati ve sahabe kıraatlerini âhad kıraatlere, A’meş, Yahya b. Vessâb, Saîd b. Cübeyr gibi tâbiînin kıraatlerini ise şaz kıraatlere dâhil etmiştir.402

Ebû’l-Abbâs Şihâbüddîn el-Kastallânî (ö. 923/1517) de kıraatleri mütevatir olup olmamalarına göre üçe ayırmıştır: İlki, mütevatirliği üzerinde ittifak edilen kıraatlerdir ki bunlar yedi meşhur kıraattir. İkincisi, mütevatirliği üzerinde ihtilaf edilen kıraatlerdir ki bunlar da yedi kıraate ilave edilen üç kıraattir. Üçüncüsü, şazlığı konusunda ittifak edilen kıraatlerdir. Bunlar da on kıraate ilave edilen dört kıraattir.403

Fakat en kapsamlı tasnifi İbnü’l-Cezerî yapmıştır. İbnü’l-Cezerî’ye göre bir vecihle de olsa Arap dil kurallarına, ihtimalen de olsa Hz. Osman mushaflarına uyan ve senedi sahih olan bütün kıraatler sahihtir ve reddedilmesi caiz olmayıp inkârı helal değildir. Bu şartları taşıyan kıraatler, Kur’ân’ın nazil olduğu yedi harf kapsamındadır ve ister yedi kıraat imamından isterse on kıraat imamından gelsin isterse diğer muteber kıraat imamlarından nakledilsin, kabul edilmesi zorunludur. Öte yandan bu şartlardan herhangi birini taşımayan kıraat kimden gelirse gelsin zayıf, şaz veya bâtıl kıraat kapsamındadır. İbnü’l-Cezerî, selef ulemasından hiç kimsenin bu sınıflandırmaya karşı çıkmadığını ifade etmiştir.404

O halde İbnü’l-Cezerî’ye göre bir kıraat, kimden gelirse gelsin üç şartı taşıyorsa sahih, taşımıyorsa zayıf, şaz veya bâtıl kabul edilmektedir. Ebû Şâme el-Makdisî (ö. 665/1267) de benzer görüşlere yer vermiştir. Yedi kıraatin sahihliği üzerinde icmâ edildiğini ve bu kıraatlerin muteber kıraatlerden sayıldığını, kendisine kıraat nispet edilen yedi kıraat imamının diğer kıraat imamlarından daha fazla bilinip tanındığını ifade etmiş ve “Her ne kadar sahih kıraatlerin o imamlara nispet edildiğini ve onlardan nakledildiğini söylesek de onlardan rivayet edilen her şeyin aynı sahihlikte olduğunu söyleyemeyiz.” diyerek yedi kıraat imamından rivayet edilen kimi okuyuşların üç şartı ihlal etmesi sebebiyle zayıf ve şaz kategorisinde sayılabileceğini belirtmiştir. Yedi kıraat üzerine yazılan eserlerdeki ihtilafları ve birinde var olan rivayetin diğerinde bulunmamasını buna yormuştur. Ebû Şâme’ye göre kıraatler için asıl önemli olan

402

Süyûtî, el-İtkân, II, 491. 403

Kastallânî, Letâifu’l-işârât, s. 170. 404

İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 9. Kastallânî, kıraatlerin sahihliği için ileri sürülen şartlarda zikredilen mushafa uygunluk şartından kastedilenin “imam mushaf” yani Hz. Osman’ın istinsahtan sonra kendisi için ayırdığı mushaf olduğunu söylemiştir. Kastallânî, Letâifu’l-işârât, s. 68.

99

kimden rivayet edildiği, kime nispet edildiği, hangi kategoride yer aldığı değil, sahihliği için ileri sürülen üç şartı aynı anda taşıyıp taşımadığıdır.405

Buraya kadar ifade edilenler kıraatlerin sahihliğine temas eden yönlerdir. Kıraatlerin mütevatir olup olmaması meselesi, kıraatlerin sahihliğinden ayrı olarak ele alınamayacağı için öncelikle bu meseleden söz edilmiştir. Zira kıraatlerin mütevatirliği, kıraatler için ileri sürülen “senedinin sahih olması” şartı altında ele alınan bir konudur. Senedi sahih olmayan bir rivayetin mütevatirliğinden zaten söz edilemeyecektir. Söz konusu olan, senedi sahih rivâyetlerin tevatür yoluyla sabit olup olmadığıdır. Sözgelimi Ebû Zekeriyyâ en-Nevevî (ö. 676/1277), Kur’ân’ın ancak tevatürle sabit olacağını ve yedi kıraatten her birinin mütevatir olduğunu belirtmiş ve bunun kesin olarak doğru olduğunu ifade ettikten sonra aksini söyleyenin ya yanılgı ya da cehalet içinde olduğunu söylemiştir.406

İbnü’l-Hâcib (ö. 646/1249), yedi kıraatin med, imale, hemzenin tahfifi ve benzeri telaffuz şekillerinin dışında mütevatir olduğunu söylemiştir.407 Buna göre İbnü’l-Hâcib, kıraatlerin telaffuz farklılıkları taşıyan kısımlarının (edâ kabilinden olanlarının) mütevatir olmadığını, telaffuz farklılığı taşımayanlarının ise mütevatir olduğunu söylemiş olmaktadır. Ancak bu görüş çoğunluk tarafından kabul edilmemiştir. Ebû’l-Kâsım Yusuf b. Ali el-Hüzelî (ö. 465/1073), Ebû’l-Ebû’l-Kâsım Muhammed b. Muhammed en-Nüveyrî (ö. 857/1453) ve Kastallânî gibi âlimler İbnü’l-Hâcib’in bu ayrımda yanıldığını ve lafzın telaffuz şeklinden bağımsız olarak nakledilmesinin mümkün olmayacağını, lafzın tevatürünü kabul eden birinin o lafzın telaffuz şeklinin tevatürlüğünü zaten kabul etmesi gerektiğini belirtmişlerdir. 408

Cezerî, İbnü’l-Hâcib’in kıraatleri edâ ve lafız olmak üzere ikiye ayırmak hususunda isabet ettiğini, ancak kıraatlerin lafız yönünden mütevatir olduğuna, eda yönünden ise mütevatir olmadığına hükmetmekle yanıldığını söylemiş, nakil itibariyle lafız ve edanın

405

Ebû Şâme, Murşidu’l-vecîz, s. 386, 387. 406

Ebû Zekeriyya Muhyiddin b. Şeref en-Nevevî, Kitâbu’l-mecmû’ şerhu’l-muhezzeb li’ş-Şîrâzî (thk. Muhammed Necib el-Mutîi), Cidde: Mektebetu’l-irşâd, 1980, s. 358, 359.

407

Ebu Amr Osman b. Ömer b. el-Hâcib, Muhtasar’u muntehe’s-sü’l ve’l-emel fî-ılmeyi’l-usûli ve’l-cedel (thk. Nezîr Hamâdû), Beyrut: Dâr’u-İbn Hazm, 2006, I, 377-380.

408

Nüveyrî, Şerhu Tayyibeti’n-neşr, I, 158; Kastallânî, Letâifu’l-işârât, s. 81; Ebû’l-kâsım Yusuf b. Ali Hüzelî,

el-Kâmil fi’l-kırââti’l-aşri ve’l-erbaine’z-zâidete aleyhâ (thk. Cemal b. Seyyid b. Rufâi eş-Şâyib), Kâhire:

100 birbirinden ayrılamayacağını ifade etmiştir.409

Tâceddin Sübkî’nin (ö. 771/1370) “Yedi kıraat mütevatirdir, med mütevatirdir, imale mütevatirdir. Bunların hepsi açık olup şüpheye mahal yoktur.”410

sözüne yer vermiştir.411

Ancak İbnü’l-Cezerî, başlangıçta kıraatlerin hem eda hem lafız hem de lafızların okunuşu bakımından mütevatir olduğu düşüncesinde olsa da daha sonra bu düşüncesinde değişikliğe gitmiştir. Müteahhir ulemadan bazılarının “senedinin sahih olması” şartını tek başına yeterli bulmayarak bu şarta tevatürü ilave ettiklerini belirtmiş, Kur’ân’ın tevatür olmaksızın sabit olamayacağı iddialarına yer vermiş ve bunu reddetmediğini ifade ettikten sonra tevatürün sabit olması durumunda zaten diğer iki şarta gerek kalmayacağını söylemiştir. Zira Hz. Peygamber’den (s.a.) mütevatiren nakledildiğinin sabit olması halinde kıraatler, mushafa muvafık olup olmadığına bakılmaksızın zorunlu olarak kabul edilecektir. İbnü’l-Cezerî’ye göre kıraatlerin her biri için tevatür şartı ileri sürülmesi halinde hem yedi kıraat imamından hem de diğer imamlardan rivayet edilen okuyuşların çoğu hükmünü yitirecektir.412

İbnü’l-Cezerî’nin ifadelerine göre o da başlangıçta kıraatlerin mütevatir olduğunu düşünmekteyken daha sonra selef ve halef imamlarının da muvafakatıyla bu görüşün yanlış olduğunu fark etmiştir.413

Burada şu noktaya temas etmekte yarar olduğu kanaatindeyiz. Ebû Şâme, kıraatlerin mütevatirliği konusunu tartışırken mütevatirliği; kıraatlerin Hz. Peygamber’den (s.a.) mütevatiren nakledilmesi ve yedi kıraat imamından mütevatiren nakledilmesi olmak üzere iki farklı manada ele almıştır. Ebû Şâme’ye göre elimizdeki Kur’ân, Müslümanların üzerinde icmâ ettiği Osman mushafıdır. Elimizdeki kıraatler ise Kur’ân’ın nazil olduğu kıraatlerden Osman mushafına hat itibariyle uyan ve icmâ edilen kıraatlerdir. Hat itibariyle Osman mushafına muhalif olan kıraatler ise icmâen neshedilmiş gibi geçerliliğini yitirmiştir.414

Ebû Şâme, kıraat imamları arasındaki farklı okuyuşların tamamında tevatür olamayacağını, aksine kıraatlerin bir kısmının mütevatir

409

İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 30. 410

Tâceddin Abdülvahhab b. Ali b. Abdülkâfî es-Sübkî, Men‘u’l-mevâni‘ ‘an cem‘ı’l-cevâmi‘ fî usûli’l-fıkh (thk. Said b. Ali Muhammed el-Himyerî), Beyrut: Dâru’l-beşâiri’l-İslâmiyye, 1999, s. 336, 337.

411

İbnü’l-Cezerî, Muncid, s. 75. Benzer itirazlar için bakınız: Kastallânî, Letâifu’l-işârât, s. 80. 412

İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 13. 413

İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 13. 414

101

olduğunu bir kısmının ise mütevatir olmadığını belirtmiş, kıraatlerin tamamının Peygamber’den (s.a.) mütevatiren nakledildiğini kabul etmemiştir.415

Ebû Şâme’den sonra buna benzer bir görüş ileri sürenlerden birisi de Ebû Abdullah Bedrüddîn Muhammed ez-Zerkeşî’dir (ö. 794/1392). Zerkeşî, çok açık bir şekilde Kur’ân ve kıraatlerin birbirinden ayrı olduğunu söylemiştir. Ona göre Kur’ân ve kıraatler birbirinden farklı hakikatlerdir. Kur’ân, Hz. Muhammed’e (s.a.) beyân ve i’câz ile indirilen vahiydir. Kıraatler ise vahiy lafızlarının, harflerin yazımı ve şekillerindeki tahfîf ve teskîl gibi hususlarda farklılıklar arzetmesidir.416

Zerkeşî’ye göre yedi kıraat, âlimlerin büyük bir kısmı tarafından mütevatir kabul edilmiş veya kimilerine göre de meşhur olarak nitelenmiştir. Müberred’in Hamza’dan rivayet edilen {َِماحرلأاو} ve {َِّيخرصم} kıraatini inkâr etmesinin veya İbn Usfûr el-İşbilî (ö. 669/1270) gibi Mağribli nahivcilerin İbn Âmir’den rivayet edilen {مهئاكرشَ مهدلاوأَ ُلتق}417 kıraatini inkâr etmesinin dikkate alınacak bir tarafı yoktur. Bununla birlikte Zerkeşî, kıraatlerin Hz. Peygamber’den (s.a.) mütevatiren nakledilmesi ile yedi kıraat imamından mütevatiren nakledilmesini birbirinden ayırma konusunda Ebû Şâme’yi takip etmiştir. Yine Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855) Hamza kıraatini, kıraatteki medlerin uzunluğundan ve başka sebeplerden dolayı beğenmediğini ve “Hoşuma gitmiyor.” dediğini aktarmış ve “Eğer kıraatler mütevatir olsaydı beğenmemezlik etmezdi.” demiştir.418

Kur’ân Tarihi alanının modern dönem araştırmacılarından Abdussabûr Şâhîn’in kıraatlerle ilgili görüşü klasik dönemde ifade edilenlerin paralelindedir. Ebû Şâme ve Zerkeşî çizgisinde hareket eden Abdussabûr Şâhîn’e göre kıraatlerin Kur’ân metninden sayılması doğru değildir. Şâhîn’e göre de aslında Kur’ân ve kıraatler birbirinden farklı hakikatleri temsil etmektedirler. Zira Kur’ân, vahiy yoluyla Allah Rasûlü’nün (s.a.)

415

Ebû Şâme, Murşidu’l-vecîz, s. 392, 393. Aynı şekilde Kâfiye şarihi Radî de kıraatlerin mütevatir olduğunu kabul etmemiştir. Bkz. Radıyyüddîn Muhammed b. el-Hasen el-Esterâbâdî, Şerhu’l-kâfiye (thk. Yusuf Hasan Ömer), Bingazi: Dâru’l-kütübi’l-vataniyye, 1996, II, 336.

416

Bedreddin Muhammed b.Abdullah ez-Zerkeşî, el-Burhân fî ulûmi’l-Kur’ân (thk. Muhammed Ebû’l-Fazl İbrahim), Kahire: Dâru’t-turâs, 1984, I, 318. Kastallânî, Zerkeşî’nin bu ifadelerini eserinde aynen tekrar etmiştir. Kastallânî,

Letâifu’l-işârât, s. 171, 172. Kimileri Zerkeşî’nin Kur’ân ve kıraat ayrımını kıraat eleştirisine gerekçe olarak

kullanmış, Kur’ân’a dil uzatılmayacağı, ancak Kur’ân’dan farklı olan kıraatler hakkında söz söylenebileceği şeklinde bir düşünceyle eleştirilerini kıraatlere yöneltmişlerdir. Bu minvalde fikir beyan eden araştırmacılardan biri Taha Hüseyin’dir. Taha Hüseyin, kıraatlerin Allah katından nazil olduğu ve tamamen vahye dayandığı, dolayısıyla bunu inkâr edenin kâfir veya fasık olacağına dair bir düşüncenin hâkim olduğunu, ancak bunun doğru olmadığını savunmuş, kıraatlerin temel olarak lehçeler arasındaki farklılıklardan kaynaklandığını iddia etmiştir. Bkz. Tâhâ Hüseyin, Fi’l-edebi’l-câhilî, Kahire: Matbaatü Fârûk, 1933, s. 95, 96.

417

“Bunun gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını (kızlarını) öldürmeyi hoş gösterdi.” En’âm, 6/137. 418

102

kalbine nazil olan, en ufak bir şüpheye mahal vermeyecek şekilde mütevatiren sabit olan metindir. Oysa kıraatler, rivayet ve eda şekillerinden müteşekkildir. Kimi mütevatir, kimi sahih, kimi zayıf kimi uydurulmuştur. O yüzden kıraatler bu yönüyle Kur’ân’dan çok farklıdır. Çünkü kıraatler terkiple değil, lafızla alakalıdır.419

O halde netice itibariyle söylenebilir ki kıraatler, kimilerine göre mütevatir, kimilerine göre mütevatir değildir. Mütevatir olduğunu kabul edenler; kıraatlerin tamamını mütevatir kabul edenler ve kıraatler arasında mütevatir olanın da mütevatir olmayanın da bulunduğunu kabul edenler olmak üzere iki guruba ayrılmaktadır. Yine mütevatir olduğunu düşünen bazı âlimler kıraatlerin eda ve lafız yönünden mütevatir olup olmadığı meselesini tartışıp eda yönünden mütevatir olmadığına lafız yönünden mütevatir olduğuna hükmetmişlerdir. Mütevatir olmadığından yana olanlar ise Kur’ân ve kıraatleri birbirinden ayırma yoluna gitmişlerdir. Nahiv ilminin teşekkül sürecinde ve sonrasında dil bilginleri tarafından kıraatlere yöneltilen eleştirilerin bu zeminde ele alınması gerektiğini söyleyebiliriz. Zira Kur’ân’a doğrudan yöneltilmesi güç eleştirilerin kıraatlere yöneltilmesinin temeli Kur’ân ve kıraatleri birbirinden ayırmaya dayanmaktadır. Bunun hem klasik dönemde hem de modern dönemde savunucuları olmuştur.