• Sonuç bulunamadı

Muhtelif Şahısların Sormaları Üzerine Açık lama ları

a) Çok sual sormanın nehyedilmesi meselesi:

Kur’ân Arapların belâgata çok ehemmiyet verdikleri, beliğ sözü anlaya-rak tesirinde kaldıkları bir devrede nâzil oldu. Sonraları yabancı milletlerle

17 Tirmizî, Tefsir; Tefsiru’n- Nesâî, v. 118a; Ahmed İbn Hanbel, Fethu’r-Rabbânî, 18/234; Hâ-kim, Müstedrek, 2/532; İbn Kesîr, 7, 349; Süyûtî, Dürru’l-Mensur, 6/380.

18 Müslim, 53, Ha. No. 18; Bezzâr, Müsned, v. 18a-18b; Taberî (Halebî), 24/107; İbn Kesîr, 6/168, 642.

karışmaları neticesinde Arapların çoğunun anlayamaz hâle geldiği, lisa-na müteallik bazı Kur’ânî incelikleri, sahabe umumiyetle idrak ediyordu.

Yalnız çeşitli sebepler dolayısıyla, aralarında Kur’ân’ı anlama bakımından farklılıklar vardı. Daha önce görmüş olduğumuz gibi, lisana vakıf olmakla bilinemeyecek hususlar bulunduğundan, onlar bazı hâllerde Hz. Peygam-ber’e (s.a.s.) sormaya muhtaç oluyorlardı. Sualler, ne şekilde amel edecekle-rini öğrenmek için bir kısım âyetlerle ilgili olduğu gibi, bazen Kur’ân’daki veciz kelimeler sebebiyle, yahut iki veya daha çok ihtimalin mevcut olduğu hâllerde, onlardan birinin tercih edilmesi sebebiyle oluyordu.19 Bazen me-rakın tahrik etmesi neticesinde, gaybî veya uhrevî bir meseleyi öğrenmek arzusu ile oluyordu.

Sual sorma hakkında, birtakım kayıtları ve tahditleri ihtiva eden âyet-ler olduğu gibi, Peygamberimiz’in (s.a.s.) nehye delâlet eden hadisleri, saha-benin de bir vakıa olarak nehyi ikrar eden haberleri vardır. Bilindiği gibi, öğrenme arzusu ile sorulan faydalı sorular olduğu gibi eğlenmek, istihfaf etmek, müşkil durumda bırakmak gayeleriyle sorulan yahut inkâr edası ile yöneltilen veya neticesine fayda terettüp etmeyen sualler de bulunabilir.

Varid olan nehiyler bu kabîl sualler içindir. Ancak nasların zahirine baka-rak, nehyin şümulünü geniş telâkki eden ve genişletmek isteyen kimseler de olmuştur. Şimdi nehye dair âyet, hadis ve haberleri serd edeceğiz.

“Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde hoşunuza gitmeyecek şeyleri sor-mayın! Eğer Kur’ân’ın indirilmesi esnasında onları sorarsanız, size açıklanır.

Hâlbuki Allah onları bağışlamış, sizi onlardan muaf tutmuştur. Çünkü Allah Ğafur’dur, Halim’dir (affı ve müsamahası geniştir). Sizden önce bir topluluk o kabîl şeyleri sormuş, sonra da onlar sebebiyle kâfir olmuşlardı.” ( Mâide, 101-102)

Bu âyetin nüzûl sebebi olarak muhtelif hâdiseler rivâyet edilmiştir.20 Taberî’nin dediği gibi “Sebebi, çok sual sorarak Peygamber’i iz’aç etmele-ridir. Babasının kim olduğunu soran, haccın her sene mi olduğunu soran

19 Süyûtî, İtkân, 2/174.

20 Âyetin nüzûl sebepleri için bkz. Taberî, 11/98-112; Buhârî, Tefsir, 5/190; Ahmed İbn Han-bel, Fethu’r-Rabbânî, 18/133; Tirmizî, Tefsir; Tefsiru’n- Nesâî, 5/110; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî.

9/350-351; Süyûtî, Dürru’l-Mensur, 2/336.

ve buna benzer sorular soranlar hakkında nâzil olduğu anlaşılmaktadır.

Zira bu hususlarda sahih haberler varid olmuştur.”21

Nehiy konusunda bir başka âyet meali şöyledir: “Yoksa siz daha önce Mûsâ’dan istendiği gibi Resulünüzden de olur olmaz şeyler istemek, onu sorgu-ya çekmek mi istiyorsunuz? Kim imana bedel inkârı alırsa, artık doğru yoldan sapmış olur.” ( Bakara, 108)

Bu mevzudaki hadislere gelince. Ebû Hureyre’den rivâyete göre, Re-sûlullah hac âyetini tebliğ ettiğinde, bir adam haccın her sene için mi farz olunduğunu sordu. Resûlullah: “Evet, dersem farz olur. Farz olduğu hâl-de terk ehâl-derseniz saparsınız. Ben bir şey söylemediğim müdhâl-detçe, siz hâl-de sükût edin (sormayın). Zira sizden önceki milletleri, çok sormaları ve pey-gamberlerine karşı olan ihtilâfları mahv etmiştir!..”22

Mâmer İbn Raşid ile Tirmizî rivâyetinde farklı olarak

“Ben sizi kendi hâlinize bıraktıkça, siz de beni bırakın; size bir şey söy-lediğimde ise derhal benden öğrenin. Sizden önceki ümmetlerin helâkine sebep olan şey, çok sual sormaları olmuştur.”23

“Allah birtakım hudutları çizdi, onları aşmayın! Birtakım farzları koy-du onları zayi etmeyin. Bazı şeyleri haram kıldı, onları çiğnemeyin! Bazı hususları ise, –unuttuğundan, değil, merhamet sebebiyle– terk edip (bil-dirmedi), siz de böylece kabul edip kurcalamayın!”24 şeklindedir. Bu ve bu mânâdaki hadislerle Hz. Peygamber (s.a.s.) tebliğ ettiği emirlerin yerine getirilmesini, meskût geçilen hususların kurcalanmamasını emretmektedir.

Şu hadis bunu daha sarih olarak belirtmektedir:

Söz konusu hadisinde Resûlullah (s.a.s.) şöyle demektedir: “Müslü-manların içinde, şüphesiz büyük günah sahibi olan, o kimsedir ki insanlara haram edilmedik bir şeyin hükmünü sorar da o, sırf bu sualden dolayı haram kılınmış olur.”25

21 Taberî, 11/112.

22 Tefsiru’n- Nesâî, 5/110; Tirmizî, Tefsir; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 2/447-448; Hâkim, Müstedrek, 2/293; Buhârî, İ’tisâm, 2. bab; Taberî, 11/105; Müslim, Hac, No. 411.

23 Ma’mer İbn Raşid, Câmi’, v. 36b-37a; Tirmizî, İlim, 17. bab.

24 Süyûtî, Dürru’l-Mensur, 2/336 (Hâkim’in “sahih” saydığını söyleyerek).

25 Müslim, 43, Ha. No. 133; Buhârî, İ’tisâm, bâb mâ yukrahu min kesreti’s-suâl; Ebû Dâvud, Ha.

No. 4610.

Sahabeden Enes İbn Mâlik, “Biz, Kur’ân’da Resûlullah’a bir şey sor-maktan nehyolunmuştuk.” demektedir.26 Yine aynı sahabî bir başka ha-berde şöyle diyor. “Resûlullah’a bir şey hakkında sual sormaktan nehiy olunmuştuk. Bundan dolayı çöl ahalisinden akıllı bir kimsenin gelmesi, Peygamber’e sual sorup bizlerin de onu dinlememiz hoşumuza giderdi.”27 Nevvâs İbn Sem’ân da bu mevzuda şöyle diyor:

“Ben Medine’de Resûlullah’ın maiyetinde bir sene (bir ziyaretçi gibi) ikamet ettim. Beni vatanımdan hicret edip Medine’ye yerleşmekten, ancak Resûlullah’a (bol bol) sual sormak hevesi menediyordu. Zira herhangi bi-rimiz Medine’ye hicret edip orada vatan tuttuğu zaman, artık Resûlullah’a bir şeyin mahiyetinden sual soramazdı, işte ben Medine’de misafir iken Resûlullah’a birr ve ismin28 mahiyetini sordum. Resûlullah: “Birr, ahlâkın güzelliği, ism ise, vicdanını tırmalayıp seni huzursuz kılan ve insanların muttali olmalarını istemediğin şeydir.” buyurdu.29

Kâdı İyâz’ın açıklamasına göre, Resûlullah (s.a.s.) böyle sual sorma im-kânının Medine’de yerleşen muhacirlere değil, muvakkaten ikamet eden ziyaretçilere veriyordu. Muhacirler de bedevîlerden ve diğerlerinden, böy-le ziyarete geböy-len yabancıların sual sormaları iböy-le ferahlıyorlardı. Çünkü ya-bancılar hem sual sormak hususundaki meşakkati yükleniyorlar, hem de bunda mazur tutuluyorlardı. Muhacirler de onlara verilen cevaptan istifade ediyorlardı.30

Berâ İbn Âzib, Ebû Ya’lâ’nın kendisinden rivâyetine göre şöyle demiş-tir: “Bazen Resûlullah’a bir şey hakkında sormak isterdim, bir sene geçtiği hâlde onun mehabetinden sormaktan çekinirdim. Doğrusu biz, bedevîle-rin gelmesini temenni ederdik.”31

Ebû Ümame anlatıyor: “Resûlullah’ın ashabı derlerdi ki, Allah bede-vîlerle ve onların sualleriyle bizi müstefid ediyordu. Bir gün bedevînin biri gelerek, “Allah Kur’ân’da eza verici bir ağaç zikrediyor. Cennet’te insanı

26 Müslim, İman, Ha. No. 10.

27 Aynı yer, Ha. No. 11.

28 Bkz. Mâide, 2

29 Sahih-i Müslim ve Tercemesi, Mehmed Sofuoğlu, İstanbul, 1390/1970, 8, 21.

30 Aynı yer.

31 İbn Kesîr, 1/266.

inciten ağacın olacağını sanmazdım.” deyince Hz. Peygamber: “Hangi ağaç?” diye sormuş, bedevî: “ Sidr: Arabistan Kirazı, zira onun insana ba-tan dikenleri vardır.” diye cevap vermişti. Bunun üzerine Resûlullah bu-yurdu ki: “Allah Teâlâ “Dikensiz kiraz ağaçları” ( Vâkıa, 28) buyurmuyor mu? Allah onların dikenlerini gidermiş ve her dikenin yerine bir meyve koymuştur. O ağaç öyle meyve verir ki, her bir meyvenin yetmiş iki çeşit tadı bulunur, o tatlardan hiç biri diğerini tutmaz.”32

Bir defasında ashab, bir a’rabîyi, Ahzâb sûresi 23’te geçen “adadığını ödeyenler”in, kimler olduğunu Resûlullah’tan (s.a.s.) sormaya teşvik etmiş-lerdi. Râvî Talha anlatıyor: Bedevî sorunca Hz. Peygamber cevap vermedi, tekrar sordu yine cevap vermedi. Sonra ben mescidin kapısından çıkarken buyurdu ki: “Adadığını ödeyenleri soran nerede?” dedi. Bedevî: “Benim.”

deyince “ (beni göstererek) işte bu adadığını ödeyenlerdendir” buyurdu.33 İbn Abbas da ashabın sual sorma hakkındaki tutumlarını şu sözleriyle ifade etmektedir.34 “Resûlullah’ın ashabından daha hayırlı olan hiç kimse görmedim. Resûlullah aralarından ayrıldığında, ondan sadece on üç me-sele sormuş bulunuyorlardı. O meme-selelerin hepsi de Kur’ân’da mevcuttur:

“Sana haram olan o ayı, ondaki muharebeyi sorarlar...” ( Bakara, 217) “Sana kadınların ay hâlini de sorarlar...” ( Bakara, 222) gibi. Onlar sadece kendilerine faydası olan şeyleri sorarlardı”.

Bezzâr’ın rivâyetine göre, onların sordukları meseleler on iki tane olup hepsi de Kur’ân’dadır.35 İbn Abdi’l-Berr’in rivâyetinde on üç tane olduğu görülür.36 Razî ise on dört mesele olarak irad eder.37 Hem Dârimî, hem de Bezzâr’ın isnadları sahih, ricalleri mâruftur. Şatıbî ْ ُ ُ َ ْ َ א َ ِإ َن ُ َ ْ َ ا ُ אَכ אَ

32 Hâkim, Müstedrek, 2/479 ( Zehebî, Hâkim’in tashihine muvafakat eder); İbn Kesîr, 6/519 (İbn Ebî Dâvud’dan), 6/518-519’da aynı hadisi İbnü’n-Neccâr’dan); Süyûtî, Dürru’l-Mensur, 6/154.

33 Taberî, 21/147; Tirmizî, Tefsir.

34 Dârimî, Sünen, 1/48, Ha. No. 127.

35 İbn Kesîr, 1/266; Süyûtî, İtkân, 1/197-198.

36 Câmiu Beyâni’l-İlm, 2/173.

37 Süyûtî, İtkân, 2/197-198, Süyûtî diyor ki: İmam Razî “on dört” lâfzı ile îrad eder ve bu âyet-leri şöyle tadad eder: Bakara, 186, 189, 215, 217, 219, 220, 222; Mâide, 4; Enfâl, 1; Nâziât, 42, Tâhâ, 105; İsrâ, 85; Kehf, 83. Bu son iki âyette, ruh ile Zülkarneyn’i soranlar Mekke müşrikleri ile Yahudilerdir. (Bkz. Vâhidî, Esbâbu’n-Nüzûl, s. 168, 172.) Sahabenin sualleri, sahih rivâyette olduğu gibi on iki tane olarak kalır.

“Sadece kendilerine faydası olan şeyleri sorarlardı.” kısmından sonra: ِ ْ َ

ْ ِ ْ َ َ َ ِ אَ ْ ا َنאَכ اَ َ نَأ “Yani onların durumları ekseriya böyle idi.” diyerek istisnaların olabileceğine işaret etmektedir.38

İbn Abbas bu sözüyle, Müslümanlar arasında sonradan iştihar eden mâruf “sahabe” tarifi şümulüne giren insanların değil de Resûlullah’la (s.a.s.)

musahabeti fazla olan, ona yakın ve ileri gelen ashabı kasdetmiş olmalıdır.

Az önce naklettiğimiz, sualden nehye dair sahabe haberlerinden de, ashab-dan biri tarafınashab-dan kullanılan “ashab-ı Resûlillah” tabiriyle, onlarashab-dan ileri gelenlerinin maksut olduğuna istidlâl edebiliriz. Bu tarzda tevcih edilmez-se, İbn Abbas’a nisbet edilen bu söz doğru olmaz. Zira Hz. Peygamber’e

(s.a.s.) bunların haricinde, Kur’ân tefsirine dair çok sualler sorulmuştur.

Bu söz, ashabın fazla, lüzumsuz ve iz’aç edici sualler sormadığı hakika-tini ifade ederse de, istisnaları olmadığı söylenemez. Kur’ân-ı Kerîm’de, -bu on iki veya on üç meseleyi tâdat eden âlimlerin dahil etmedikleri- bunlardan başka, Müslümanlar tarafından sorulduğu anlaşılan iki mesele daha gör-mekteyiz: “Senden kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: Onlara dair fetvayı size Allah veriyor...” ( Nisâ, 127) ve “Senden fetva isterler. De ki: “Allah, kelâle-nin yani babası ve çocuğu olmayanın mirası hakkındaki hükmü (şöylece) açık-lar...” ( Nisâ, 176) Aynı zamanda, gelecek haberden, Ömer İbn el-Hattâb’ın bu ikinci meseleyi Hz. Peygamber’e (s.a.s.) sormuş olduğunu anlamaktayız:

“ Hz. Ömer, Cuma günü hutbede, cemaata dedi ki: Arkamda, bana göre kelâleden daha mühim bir mesele bırakmıyorum. Onun hakkında Resûlullah’a sormuştum, bu mevzuda olduğu kadar, hiç bir zaman bana öylesine sert davranmamıştı, öyle ki kargıyla boğazıma dokundurarak

“Nisâ sûresinin sonundaki yaz âyeti39 sana yeter!” demişti.”40

38 Şatıbî, Muvâfakât, 4/214.

39 Kelâle hakkında olan Nisâ, 12 âyeti kışın nâzil olduğundan ona “âyetü’ş-şitâ’”, Nisâ, 176 âyeti ise yazın nâzil olduğundan buna da “âyetü’s-sayf” denilmiştir. Yazın nâzil olan bu âyet, bir çok sahabenin beyanına göre, en son inen ahkâm âyetidir, (Hak Dini Kur’ân Dili, 2/1540).

Kelâlenin tarifi ve hükmü, miras bahsinde münakaşalıdır. Hz. Ebû Bekr’in ihtiyarına göre, valideyn ile çocuktan başka olan, Hz. Ömer’e göre ise sadece çocuktan başka olan varislerdir.

Hz. Ömer bu âyetteki çocuğu olmaksızın kaydını, kelâlenin tarifine bir işaret gibi mülâhaza edermiş. (Hak Dini Kur’ân Dili, 2, 1310’dan)

40 Ahmed İbn Hanbel, Fethu’r-Rabbânî, 18/123; Taberî, 9/441, Ha. No. 10886. (Orada Ah-med M. Şakir ayrıca Müslim’e nisbet eder.)

Geçen misalden Resûlullah’ın (s.a.s.) bir sual karşısında kızdığını anlı-yoruz. Cevabında “sana yeter” dediği âyet, kelâle hakkında nisbeten beyanı muhtevidir. Muhtemelen Peygamberimiz (s.a.s.), Hz. Ömer gibi birisine, o âyetteki beyanın kâfi gelmesi gerektiği kanaatinde olduğundan, tafsilât ver-meye lüzum görmemişti. Maamafih suali tamamen cevapsız da bırakmış sayılmaz. Bu hâdiseye bakarak, sual sormanın mutlak bir şekilde mezmum olduğuna istidlâl edilemez.

Bunların yanında, -şimdiye kadar zikrettiğimiz haberler kadar meşhur olmamakla beraber- sual sormaya teşvik eden bir hadisi de kaydetmek is-teriz: Mikdâd diyor ki: Hz. Peygamber’e dedim ki: “Senden işittiğim bir şeyde şüphem var.” Buyurdu: “Herhangi bir işte şüphe eden, onu benden sorsun.”41

Ayrıca faydalı meseleleri sormaya teşvik eder mahiyette şu âyetler de görülmektedir: “Eğer bilmiyorsanız ehl-i zikre sorun.” ( Enbiyâ, 7)42 “Halbuki onlar bu haberi peygambere ve aralarındaki yetkili zatlara arzetselerdi elbette işin içyüzünü araştırıp ortaya çıkaranlar, onun mahiyetini, haberin neye delâ-let ettiğini bilirlerdi...” ( Nisâ, 83)

Suali nehyeder mahiyetteki, tafsilâtlı olarak sıralamış olduğumuz nas-lar, dikkatli bir şekilde düşünülürse, bu nehyin mutlak olmadığı neticesine varılır.43 Nitekim yanlış bir zehaba kapılmayı önlemek için, bir çok âlim bu meseleyi izah etmişlerdir.

Hattabî şöyle açıklamıştır:

“Bu nehiy, ihtiyaç duyulmayan, abes olarak ve tekellüfe girerek sual soran hakkındadır; yoksa zaruret ve ihtiyaç hâlinde soran için değildir.

Meselâ, Benî İsrâil’in bakara hakkındaki sualleri abesle iştigal nevindendir.

41 Taberî, 8/531, Ha. No. 9923.

42 Bazılarına göre bu âyetteki “ez-Zikr”den murad “ Kur’ân”dır. Buna göre “ehli’z-zikr” Kur’ân’ı bilen mü’minlerdir. “Haazin”. Bir hadis-i şerif meâli: Âlimin ilmine rağmen, sükût etmesi, câhilin cehline rağmen (öğrenmeyip) susması yakışmaz. Allah Teâlâ “Eğer bilmiyorsanız ehl-i zikre sorun” buyurmuştur. Taberânî: Câbir radıyallahu anh. ( Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, II. 548-580, Not: 4)

43 Hz. Ali’den Kûfe Mescidi’nin minberinden “Kitabullah’taki herhangi bir âyetten veya Resûlul-lah’ın herhangi bir sünnetinden sorarsanız size bildiririm.” dediği sabit olmuştur, ( İbn Kesîr, 6/413-414; Kurtubî, 9/6199.)

Lâkin bir hükmün açıklanmasını isteyen ve ilmî bir istifade için soran kim-se, bu tehdidin şümulüne dahil değildir.”44

Ebû Bekir İbnu’l-Arabî nehyolunan suallerin, bizzat âyetle mukayyet olduğunu belirtmiştir: “Bir gafil topluluk bu âyete ( Mâide, 101) tutunarak hükme muhtaç meselelerin (navâzil), vukua gelmeden önce sorulmasını menetmişlerdir ki, doğru değildir. Zira âyette tasrih ediliyor ki nehyedilen sual, cevabında fenalaşılan, hoş karşılanmayan suallerdir. Navâzil mesele-lerinde bu durum söz konusu değildir.”

İbnu’l-Arabî’den mezkûr mütalâayı nakleden İbn Hacer, “Onun bu sözü doğrudur; lâkin Kurtubî’nin dediği gibi, âdet-i veçhile “gafiller” ta-birini kullanması doğru değildir, Müslim’in rivâyet ettiği “Müslümanların içinde büyük günah sahibi olan, o kimsedir ki insanlara haram edilmedik bir şeyin hükmünü sorar da o, sırf bu sualden dolayı haram kılınmış olur.”

hadisi, âyetten muradı açıklamaktadır.”45

Şâtıbî mezmum sualleri şöyle sıralamaktadır:

1- Dinî cihetten faydası olmayan sualler. (Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ba-basının kim olduğunu soran adamın suali gibi)

2- Kifayet miktarı bilgi sahibi olunduğu hâlde sorulan sualler ( Benî İsrâil’in bakara hakkındaki sualleri gibi.)

3- Mevcut durumda ihtiyaç hissedilmeyen şeyi sormak. Bu -Allah bilir ya- hakkında hüküm nâzil olmayan meselelere mahsustur. Hz. Peygam-ber’in (s.a.s.): “Ben sizi kendi hâlinize bıraktıkça siz de beni kendi hâlime bırakın.” sözü ile: “Allah Teâlâ, bazı hususları da, unuttuğundan değil, size merhametinden dolayı bildirmeyip, meskût geçmiştir, binaenaleyh siz de onları kurcalamayın!” sözü buna delâlet etmektedir.

4- Resûlullah’ın (s.a.s.) açıkça nehyettiği zor, çetrefilli meseleleri sor-mak.

5- Hükmün illetini sormak.

6- Tekellüf derecesinde sormak.

44 M. Muhyiddin Abdulhamid. ( Ebû Dâvud, Ha. No. 4610 şerhinde) 45 İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 9/349.

7- Kitap ve Sünnete re’yle karşı çıkmak gayesiyle sormak.

8- Kur’ân’ın müteşabihatı hakkında sormak.

9- Selef-i salihîn arasında cereyan eden hâdiseyi sormak.

10- Hasmı zelil etmek, ilzam etmek ve galebe talebiyle sormak.

“Bizim tanrılarımız mı iyi yoksa o mu?” dediler. Bunu sadece tartışma için ortaya attılar. Doğrusu onlar kavgacı bir kavimdir.” ( Zuhruf, 58)

“İnsanlardan öylesi vardır ki dünya hayatına dair sözü, hoşuna gider.

Kalbinde olana (yani sözünün özüne uyduğuna) da Allah’ı şahid tutar. Oysa o hasımların en yamanıdır” ( Bakara, 204) gibi âyetlerde, zemmedilen durum budur.46

Böylece sual sormanın mutlak bir şekilde menedilmemiş olduğunu gördükten sonra, bir kısım âyetler hakkında Müslümanların Resûlullah’a tevcih ettikleri sualleri ele alacağız.

b) Müslümanlar tarafından sorulan sualler: