• Sonuç bulunamadı

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Kur’ân’ı Tefsir Etme Vazifesi ve

Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve hikmeti, ilâhî kitabı insanlara vahiy su-retiyle göndermeyi iktiza ettiği gibi, vahye mazhar olan Peygamber’in de onu bizzat açıklamasını dilemiştir. Kitap bazı inanmayanların istediği gibi,

“elleriyle tutacakları kâğıtlar” ( En’âm, 7) hâlinde gökten inseydi, insanlar onun emir ve hükümlerini ne şekilde tatbik edeceklerini lâyıkıyla bileme-yeceklerdi. Allah’ın Kitabının mânâ ve ahkâmını, Peygamber’in izah etme-si bundan dolayı gereklidir. Cenab-ı Hak şöyle buyurarak Kur’ân’ı tefetme-sir etme vazife ve selâhiyetini Peygamber’ine vermiştir:

“Biz sana da Kur’ân’ı indirdik. Ta ki insanlara, kendilerine indirileni açıklayasın ve ta ki insanlar da iyice fikirlerini kullansınlar.” (Nahl, 44)

“İnsanlar arasında Allah’ın sana bildirdiği şekilde hükmetmen için Biz sana kitabı gerçeğin, hakkın ta kendisi olarak indirdik.”( Nisâ, 105)

“Bu kitabı sana (başka bir hikmetle değil) ancak hakkında ihtilâf ettikleri şeyleri açıkça anlatman için... gönderdik.”( Nahl, 64)

“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen buyrukları tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan risalet vazifesini yapmamış olursun.” ( Mâ’ide, 67) Tebliğ iki vecihle yapılır: Birisi risaleti yani Kitabı tebliğ, diğeri de mânâlarını açıklamak ve bildirmek şeklinde olur.1

“Ayrıca onu açıklamak da Bize ait bir iştir.” ( Kıyame, 19) Bazı âlimlere göre buradaki açıklamaktan murat, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) tebyin ve tefsir etmesidir.2

İbn Teymiye, mezkûr ( Nahl, 44) âyeti kerimesine istinad ederek, “Hz.

Peygamber’in, ashabına Kur’ân’ın mânâlarını bildirmesi ve açıklaması va-cip olur.” demektedir.3 Taberî ( ö. 310/922) bu âyet hakkında şöyle diyor:

“Cenab-ı Hakk’ın beyanından anlaşılıyor ki, Kur’ân’ın bir kısmının te’vi-line, yüce Resûl’ün izahı olmaksızın ulaşmak mümkün değildir. Vücub, nedb, irşad şeklindeki emir çeşitleri, nehiy nevileri, hak ve hadleri, mah-lûkatının yekdiğerlerine karşı lâzım gelen hükümleri ve emsali âyetlerin ahkâmı bu cümledendir. Allah’ın Resûlü’nden bir nass olmadıkça, yahut ümmetini te’viline irşad edecek bir delâlet varid olmadıkça, bu hususlarda hiç kimsenin söz söylemesi caiz olmaz.”4

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) tefsiri, Kur’ân’ın mücmel olan âyetlerini tafsil, umumi hükümlerini tahsis, müşkilini tavzih, neshe delâlet etme, müphem olanı açıklama, garip kelimeleri beyan etme, tavsif ve tasvir ederek müşah-has hâle getirme, edebî incelikleri muhtevi âyetlerin maksudunu bildirme gibi belli başlı kısımlara taalluk eder. Bunlar ileride misalleriyle birlikte zikredilecektir.

Peygamberimiz de bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:

1 Muvâfakât, 3/26.

2 Mukaddemetân, s. 195.

3 Kur’ân Tefsirinin Doğuşu, s. 20 (İtkân’dan naklen.) 4 Taberî, 1/74.

ُ َ ْ ِ َو َبَא ِכْ ا ُ ِ وُا ِّ ِا َ َا ؛ َلאَ ُ َا  ِ ا ِل ُ َر ْ َ ٍبِ َכ ِ ْ َ ِ ْ ِماَ ْ ِ ْ ا ِ َ ْ ِ ِ ِ ْ ُ ْ َ َو אَ َ ِنَاْ ُ ْ ا اَ ِ ْ ُכْ َ َ ؛ ُل ُ َ ِ ِ َכ ِرَا َ َ ُنאَ ْ َ ٌ ُ َر ُכ ِ ُ َ ُ َ َ

... ُه ُ ِّ َ َ ٍماَ َ ْ ِ ِ ِ ْ ُ ْ َ َو َא َو ُه ِ َאَ ٍلَ َ

“Şunu kat’î olarak biliniz ki, bana Kur’ân-ı Kerîm ve onun bir misli daha verilmiştir Karnı tok bir hâlde, rahat koltuğunda oturarak: Şu Kur’ân’a sarılınız; onda helâl olarak ne görmüşseniz onu helâl kabul ediniz, neyi de haram görmüşseniz onu haram biliniz, diyecek bazı kimseler gelmek üzeredir.”5

İbn Kesîr’e (ö. 774/1373) göre Kur’ân ile beraber verilen misli, Sünnet’-tir.6 Hattabî (ö. 388/998) bu hadisi aşağıdaki şekilde şerh eder:

“Bana Kur’ân ve onun bir misli daha verilmiştir.” sözünün te’vili, iki veche muhtemildir. Birincisi: Hz. Peygamber (s.a.s.) metlûv olan zahirî vah-ye mazhar olduğu gibi, ona gayr-ı metlûv olan bâtınî bir vahiy de ihsan edilmiştir. İkincisi: Tilâvet edilen vahiy olarak Kitap (Kur’ân), bir misli olarak da, kendisine beyan (açıklama) verilmiştir. Yani Kitap’taki hususları açıklamasına izin verilmiştir. Bu sayede mahsusu tamim edebilir. Umumu tahsis eder. Kitapta olmayan hükmü koyabilir ve Kitap’takini şerh eder.

Bunlar, amel edilmesi vacip olmak ve kabulü gerekmek bakımından, tilâvet edilen Kur’ân hükmünde olur. “... diyecek bazı kimseler gelmek üzeredir”

fıkrasına gelince, bu kavliyle Hz. Peygamber (s.a.s.), Kur’ân’da zikrolunma-yan fakat kendisinin koyduğu sünnetlere muhalefet etmekten sakındırmış oluyor. Nitekim Haricîler ve Rafızîler böyle yapmışlar, Kur’ân’ın zahirine tutunarak Kitabın beyanını tazammun eden sünnetleri terk etmişler, şaşır-mış ve sapıtşaşır-mışlardır.7 İbn Kuteybe (ö. 276/889) ile İbn Teymiye (ö. 728/1328)

de hadisteki “misl”i sünnet olarak izah etmişlerdir.8

Necm sûresindeki “O kendi heva ve hevesiyle konuşmuyor. O, kendisine vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir.” ( Necm, 3-4) âyetindeki vahiyden

5 Ebû Davûd, Sünne, 5. bab, Ha. No. 4604; Mukaddemetân, s. 195.

6 İbn Kesîr, 1/7.

7 Kurtubî, 1/32.

8 Te’vilu Muhtelifi’l-Hadîs, s. 166; İbn Teymiyye, Mukaddime fî Usûli’t-Tefsir, Dımaşk, 1355/1936, s. 25.

maksat, bazı âlimlere göre yalnız Kur’ân-ı Kerîm, bazılarına göre ise sün-netlere de şamildir. “Zira hadis, ya sırf vahiydir. Yahut Hz. Peygamber’in

(s.a.s.) muteber bir içtihadıdır... Onun hakkında hata caiz olsa bile muhak-kak surette neticede doğru olana rücû eder.”9

Kur’ân-ı Kerîm’in bazı âyetlerini anlamakta karşılaşılan güçlükler, baş-ka âyetlerde vuzuha baş-kavuşur. Meselâ, bir kıssa bir yerde nisbeten mufassal olarak geçmişse, başka yerde ona yalnız telmihte bulunulur. Bir hüküm bir yerde mücmel bırakılmış ise, bir başka yerde tafsil edilmiş olabilir. Bir yerde ihtisar edilen, diğer yerde genişletilebilir.10 Bu kabîl güçlükler Kur’-ân-ı Kerîm’i dikkatli okumak ve âyetleri arasında irtibat kurmak suretiyle halledilebilir, ayrıca tefsire muhtaç olunmaz.

Ahkâma, âhiret ahvaline, kısas ve ahbâra... aid bazı hususlar vardır ki Kur’ân’da zikredilmezler. Bunların tefsiri Peygamberimiz’e bırakılmıştır.

“Biz sana da Kur’ân’ı indirdik. Tâ ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın” ( Nahl, 44) âyetiyle, Hz. Peygamber açıklamakla mükellef-ti. O’nun beyanı kavliyle, fiiliyle ve takririyle olurdu. Bundan dolayı Hz.

Peygamber ashabının, Kur’ân’ı ve onunla amel etmeyi onar onar âyetler hâlinde öğrenmelerini temin ediyordu. Bu öğretimin teferruatı hakkın-da fazla bilgimiz yoktur. Yalnız şunu söyleyebiliriz ki, Hz. Peygamber’in âyetleri tefsir etmesi, programlı bir takrir şeklinde olmayıp ikinci bölümde arz edeceğimiz müteaddit vesilelerle oluyordu.

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Kur’ân’ı açıklamasına bir örnek olarak şu âyeti ele alalım:

“Ey Peygamber! Eşlerinizi boşayacağınız vakit onların iddetlerini dikkate alarak boşayın!..”( Talâk, 1) Boşamanın makbul şekli ve keyfiyeti bu âyetten vazıh olarak anlaşılmamaktadır. İbn Ömer’in (r.anhüma) karısını boşaması dolayısıyla varid olan hadis-i şerif âyeti tefsir etmiştir:

“ İbn Ömer dedi ki: Karımı, o hayızlı iken (bir talâkla)11 boşadım. (Ba-bam) Ömer bu durumu haber vermek üzere Resûlullah’a gitti. Resûlûllah

9 Şatıbî, Muvâfakât, 4/15; Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul, 1935-39, 6/4571.

10 Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l- Kur’ân, Mısır, 1376/1957, 2/175. Bu husustaki misaller için aynı eser 2/186-196’ya müracaat ediniz. Keza Muvâfakât, 3/196; İbn Kesîr, 1/7.

11 Bu ziyade, Müslim rivâyetindendir.

ona: “Oğluna emret, karısına ric’at etsin. Sonra temizlenip, sonra bir hayız daha görüp temizlenene kadar tutsun. Sonra mücameat etmeden, isterse boşasın, isterse alıkoysun. İşte Allah Teâlâ’nın dediği iddet budur.”12

Burada Hz. Peygamber, kavlî olarak ve âyetten muradın ne olduğunu tasrih ederek, İbn Ömer’in hâdisesi münasebetiyle âyeti açıklamıştır.

İmam Şafiî’nin dediğine göre: “Resûlullah’ın sünnetlerinin Kur’ân ile iki vechi vardır: Birincisi, Peygamber Allah’ın indirdiğine olduğu gibi tâbi olur. Diğeri, mücmeldir. Resûlullah Allah adına mücmelin mânâsını beyan eder. Farz oluş keyfiyetini, umumi veya hususi olduğunu izah eder. Kullar-dan ne şekilde yapmalarını istediğini bildirir.”13

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Kur’ân’ı beyan etmesi, bazen de ondaki sarih hükümlere, yine vahye müsteniden ilâve yapmakla olur. Hala ve teyzesi-nin üstüne kadının nikâhlanmasını, ehlî eşeklerin etini haram kılması gibi.14 Mücmel âyetlerden murad-ı ilâhiyi tayin etmek çok zor veya gayr-ı müm-kün olduğundan sahabe, bilhassa ahkâm âyetlerinin izahında, Peygamberi-miz’in açıklamalarına son derece ehemmiyet verirlerdi. Burada bu tezahüre dair bir kaç misal vereceğiz:

Hz. Ömer (r.a.) halka hitaben: “Kur’ân’dan en son nâzil olan riba âyeti-dir. Resûlullah ribayı tefsir etmeden vefat etti. Binaenaleyh ribayı da, riba şüphesi olanı da bırakınız!”15 buyurmuştur.

İmran İbn Husayn’ın (ö. 52/672) bulunduğu bir mecliste, adamın biri:

“Kur’ân’da olandan başkasından bahsetmeyin!” deyince İmran: “Sen ah-mak bir adamsın! Öğle namazının dört rekât olduğunu, onda kıraatin cehr edilmeyeceğini Kitabullah’ta gördün mü?” Sonra namazı ve zekâtı ve emsali hükümleri sıraladı ve ilâve etti: “Bütün bunları Allah’ın Kitabında

12 Buhârî, Tefsir, 6/67, Talâk, 1.bab 6/163; Müslim, Câmiu’s-Sahih, Nşr. M. Fuâd Abdulbâkî, 1374/1955, 18/1. bab, Ha. No. 1; Ebû Dâvud, Ha. No. 2179, 2185; Tahâvî, Şerhu Meâni’l-Âsâr, Kâhire, 1386, 3/53.

13 Şafiî, Risâle, s. 52, Ha. No. 298.

14 Kurtubî, I. 33-34.

15 Ahmed İbn Hanbel, Fethu’r-Rabbânî, 18/54; İbn Mâce, Sünen, Mısır, 1372/1952, Ticârât, 58. Ha. No. 2276 (Râvi Saîd ibn Müseyyeb, Ömer’e mülâki olmadığından bu hadis munka-tı’dır.)

müfesser olarak buluyor musun? Kitabullah bunları müphem bırakmıştır.

Sünnet de tefsir etmiştir.”16

Gelecek misalde görüleceği gibi Peygamberimiz’in beyanına muttali olmadıkları hâllerde, bazı fakih sahabîler bile, Kur’ân’dan yanlış hükümler çıkarabiliyor fakat, Hz. Peygamber’in izahını birbirlerine ulaştırmak sure-tiyle gerçek maksadı öğreniyorlardı.

Abdullah İbn Ömer’e, kirpinin haram olup olmadığı sorulmuştu.

“De ki: Bana vahyolunanlar içinde, bu haram dediklerinizin, yemek is-teyen kimseye haram kılındığını görmüyorum. Ancak leş, yahut akıtılmış kan, yahut pis olduğunda hiç şüphe olmayan domuz eti veya Allah yolundan çıkarak Allah’tan başkası adına kesilen hayvan olursa başka (bunlar haramdır).” (En’-âm, 145) âyetini okuyarak “Ye!” dedi. Sonra birisi İbn Ömer’e: Ebû Hu-reyre, Resûlullah’ın kirpi hakkında “O habis şeylerden biridir.” dediğini rivâyet ediyor.” deyince: “Peygamber böyle diyorsa, mesele onun dediği gibidir.” dedi.17

İbn Mes’ûd gibi, kendisini ilme vermiş Peygamberimiz’e yakın olan sahabîler, öğrendikleri her âyetin mânâsına ve hükmüne de vâkıf idiler.

Bunları bizzat yahut bilvasıta Hz. Peygamber’den (s.a.s.) veya aralarında müzakere ederek birbirlerinden öğreniyorlardı. Nitekim İbn Mes’ûd şöyle demektedir:

“Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki, Allah’ın Kitabında hiç bir âyet yoktur ki onun nerede nâzil olduğunu, hangi hu-susta nâzil olduğunu bilmiş olmayayım, Kur’ân’ı benden daha iyi bilen, bi-neklerin ulaşacağı birini bilseydim, onu görmek için yola koyulurdum.”18

Bu habere istinaden, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Kur’ân’ın tamamını sa-habeye açıkladığı hükmü çıkarılamazsa da, onun ilim halkasına dahil olan ileri gelen ashabın, Kur’ân’da anlamadıkları noktaların mahdut olduğunu istidlâl edebiliriz. Bazı hâllerde de sahabîler, Peygamberimiz’in tatbikatın-dan bir kısım âyetlerin te’vilini öğreniyorlardı.

16 İbn Abdi’l-Berr, Câmiu Beyâni’l-İlm, 2/234; Şatıbî, Muvâfakât, 4/19.

17 Şatıbî, 4/23.

18 Buhârî, 6/102; Ahmed İbn Hanbel, Fethu’r-Rabbânî, 18/36; Bezzâr, Müsned, Murad Molla Ktp., No. 578 (yazma), v. 194a; Taberânî, Mu’cemu’l-Kebir, Feyzullah Efendi Ktp. No. 546 (yazma), v. 299a.

َכَ א َ ْ ُ ِهِد ُ ُ َو ِ ِ ُכُر ِ َل ُ َ ْنَأ ُ ِ ْכُ  ِ ا ُل ُ َر َنאَכ : ْ َ אَ َ َ ِ אَ ْ َ

َنآْ ُ ْ ا ُلوאَ َ ِ ْ ِ ْ ا ُ ا َكِ ْ َ ِ َو َא َر ُ ا

Bu rivâyette görüldüğü gibi Hz. Âişe (r.anhâ), Peygamberimiz’in, Kur’ân’ın, emrettiğini yapması hakkında “Kur’ân’ı te’vil ediyordu.” ifade-sini kullanmıştır.19

Sahabe gibi onlardan sonra gelen başlıca “Ehlü’s-Sünne” âlimleri de Hz. Peygamber’in izahlarını arayıp değerini takdir etmişlerdir. Hatta Mek-hûl’e göre (ö. 113/731) “Kur’ân’ın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur’ân’a olan ihtiyacından daha fazladır.”20 Kastettiği ihtiyaç, açıktır ki insanların an-laması cihetinden, insanların sünnete muhtaç olmasıdır. “Bu sözle, Kur’ân-ı Kerîm’in mânâlarını en iyi bilen insanın, hevadan konuşmayan, konuştuğu ancak vahy-i ilâhî olan Resûl-i Ekrem olduğuna işaret etmek istemiştir.”21

Yahya İbn Ebî Kesir (ö. 129/746) ise:

“Sünnet Kur’ân’a kâdidir. Kitap ise sünnete kâdi değildir.” demiştir.22 Dârimî (ö. 255/869) bu sözü “Sünnetin Kitaba kâdi olması hakkındaki bab”-da nakleder ki, kendisinin de bu görüşe iştirâk ettiği anlaşılır. İbn Kutey-be bu sözü: “Sünnet Kitabı açıklayıcıdır. Kitaptan Allah’ın murat ettiğini bildirir.”23 şeklinde açıklar. İlk nazarda yanlış bir intibaa sebebiyet verecek olan bu sözü Ahmed İbn Hanbel (ö. 241/855) açık bir ifadeye kavuşturmuş-tur: “Ben böyle söylemeye cesaret edemem, lâkin derim ki: Sünnet Kitabı tefsir ve beyan eder.”24

Evzaî (ö. 157/774) Hassan İbn Atiyye’nin “ Cibril Kur’ân’ı getirdiği gibi, sünneti de Peygamber’e getiriyordu.” dediğini nakleder.25

İbn Huzeyme de (ö. 311/923) Kur’ân’ın, hadisle anlaşılabileceğini şöyle ifade eder:

19 Buhârî, 6/93; Müslim, 4/42. bab, Ha. No. 217; İbn Mâce, Ha. No. 889 20 Câmiu Beyâni’l-İlm, 2/234

21 Subhî Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Trc. M. Yaşar Kandemir, Ankara, 1971, s. 237-22 Dârimî, Sünen, I, 117, Ha. No. 593; Kurtubî, 1, 33.238,

23 İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l-Hadîs, s. 199.

24 İbn Abdi’l-Berr, Câmiu Beyâni’l-İlm 2, 234; Şatıbî, Muvâfakât, 4, 19.

25 Dârimî, Sünen, I, 117; İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l-Hadîs, s. 166; Kurtubî, 1, 33.

“Allah Teâlâ hususi ve umumi olarak Resûl’üne indirdiği Kitab’ını açıklama işini yine Resûl’üne havale etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.), sünne-tiyle Allah’ın namaza kalkanların hepsine değil de, bir kısmına abdesti em-rettiğini belirtmiştir. Nitekim “Onların mallarından bir sadaka al...” ( Tövbe, 104) âyetiyle muradının bütün mallardan değil de, bir kısım mallardan zekât (sadaka) alınması olduğunu; “Erkek hırsızla kadın hırsızın... ellerini kesin!”

( Mâide, 38) âyetinden muradın bütün hırsızlar değil de, bazı hırsızlar oldu-ğunu –çünkü bir dirhem yahut daha az çalana da hırsız denilir– Resûlullah

“ El kesme, bir dinarın dörtte birinde ve daha ziyadesinde olur.”26 hadisiy-le, Cenab-ı Hakk’ın muradının, bütün hırsızlar değil, bir kısım hırsızlar olduğunu beyan etmiştir. Cenab-ı Hak, Peygamber’ine: “Biz sana Kur’ân’ı indirdik. Ta ki insanlara kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın.” ( Nahl 44) buyurmuştur. 27

İbn Huzeyme bir başka yerde şöyle diyor:

“Allah Teâlâ’nın: ِدَ ْ َ ْا ِ ْ َ ْا َ ِ ُ َ ْ َ ْا ُ ْ َ ْا ُ ُכَ َ َ َ َ َ “… ak iplik kara iplikten size seçilinceye kadar...” ( Bakara, 187) âyetinde, “ hayt: iplik”

ismi, gündüzün beyazı ve gecenin karanlığı hakkında vaki olmuştur. Bil ki, Araplar, “hayt”ın bu mânâsına âşinâ değillerdi. Allah Teâlâ Kitab’ını Arap-ların diliyle indirmiştir, yoksa (onArap-ların) mânâlarıyla indirmemiştir. “Hayt”

dilleridir, bu ismi gündüzün beyazı ve gecenin siyahlığı için kullanmak keyfiyeti, Resûlullah kendilerine bildirmeden önce, onların anladığı bir şey değildi.28

Kanaatimizce İbn Huzeyme’nin bu sözü izaha muhtaçtır. Şöyle ki:

Arapça’nın lâfzı ile mânâsını birbirinden ayırmak mümkün değildir. Kur’-ân’ın lâfzının mânâları, normal olarak, o kelimelerin Arapça’da ifade ettiği mânâlardır. Anlaşılan, İbn Huzeyme şunu kastediyor: Arapça’da mevcut bazı lâfızları Kur’ân-ı Kerîm, lügavî mânâlarından şer’î mânâlara naklet-miştir (salât, zekât, münafık gibi). Bu takdirde bu söze, itiraz edilemez.

26 Şafiî, Risâle, s. 41, Ha. No. 224; Humeydî, Müsned, Nşr. Habîbu’r-Rahmân A’zamî, Hay-darâbad, 1963/1382, I. 280, Ha. No. 279; Muvatta, Hudûd, 24; Müslim, Hudûd, Ha. No.

1-4; Ebû Dâvud, Ha. No. 4384; Tirmizî, Hudûd, 16. bab, Ha. No. 1445.

27 İbn Huzeyme, Sahîh, Topkapı Sarayı (III. Ahmed) Ktp. A. 348, (yazma), v. 3a-3b.

28 İbn Huzeyme, Sahîh, v. 200a.

Taberî’nin de mütalâasını naklederek bu mevzua nihayet vereceğiz:

“... Kezalik Kur’ân’da varid olan müphem kelimelerin hükmünü, kı-yasla, müfesser olana irca etmek caiz değildir. Lâkin vacip olan, her biri hakkında tenzilin zahirinin muhtemel olacağı şekilde hükmetmektir. Me-ğer ki bunlardan bir kısmı hakkında, Resûl’den zahir hükmü bâtın hükme ihale eden bir haber varid olmuş olsun. Bu takdirde onun hükmüne teslim olmak vaciptir. Zira Allah’ın muradını açıklayan odur.”29

Taberî, Tefsir’inin bir çok yerinde, âyetleri izah ederken kendisinin daha mütemayil olduğu re’yi, Hz. Peygamber’den gelen bir haber dolayı-sıyla terk ettiğini ifade eder. Meselâ, “İçinizden kim dininden dönerse Allah...

Kendisinin onları seveceği, onların da Kendisini seveceği bir topluluk getirir...”

( Mâide, 54) âyetinin tefsirinde: “... Resûl’den haber varid olmasaydı, bu ka-vim, Ebû Bekir ve beraberinde olanlardır, derdim... Fakat Resûl’ün hadisi dolayısıyla bu kavli terk ettik. Zira Allah Teâlâ’nın vahyinde ve Kitab’ının âyetlerinin te’vilinde, beyanın ma’dini (aslı) Peygamber’dir (s.a.s.).”30