• Sonuç bulunamadı

Molla Câmî’nin Yûsuf u Zelîhâ’sına Yapılan Nazireler

BÖLÜM 2: MOLLA CÂMÎ ve YÛSUF U ZELÎHÂ’SI

2.3. Molla Câmî’nin Yûsuf u Zelîhâ’sının Klasik Türk Edebiyatındaki Etkisi

2.3.1. Molla Câmî’nin Yûsuf u Zelîhâ’sına Yapılan Tercüme, Nazire ve Şerhler

2.3.1.3. Molla Câmî’nin Yûsuf u Zelîhâ’sına Yapılan Nazireler

Hamdullah Hamdî XV. yüzyılın ve Türk edebiyatının en tanınmış, özellikle mesnevi alanında en çok ün yapmış şairlerinden biridir. Kendisini tam anlamıyla mesnevi vadisinde gösteren şair, çevresine de kendini bu yönüyle kabul ettirmiştir. Hamdî’nin

Yûsuf u Zelîhâ dışında Leylâ ve Mecnûn, Mevlid-i Cismânî, Mevlid-i Ruhânî, Tuhfetü’l-Uşşak, Kıyafetnâme mesnevilerinden oluşan bir hamsesi ve bir de divanı bulunmaktadır.

Şairin en önemli eseri Molla Câmî’nin tesiri altında kalarak yazdığı Yûsuf u Zelîhâ mesnevisidir. Bu eser, şairin gerek kendi döneminde gerekse de kendinden sonraki dönemlerde ün kazanmasına vesile olmuştur. Nitekim Hamdî’den bahseden tezkire yazarları da bu görüşte hem fikirdir (Kavcar, 1968: 157; Onur, 1991: 20-22). Kınalızâde Hasan Çelebi tezkiresinde şairin en hoşa giden, en beğenilen eserinin Yûsuf u Zelîhâ olduğu, bu eserin Câmî’nin mesnevisinin tercümesi olmakla beraber pek çok ilaveye sahip olduğu bilgisi yer almaktadır (Sungurhan, 2009: 310).

Türk ve Batı Avrupa araştırmacıları da Hamdî’nin mesnevisine büyük değer vermişler, eser için “Osmanlı mesnevilerinin mihenk taşıdır. O, bu sahanın en popüler ve meşhur Türk mesnevisidir. Dil bakımından Fuzûlî’nin Leylâ ve Mecnûn’una kadar Osmanlı

103

edebiyatında en mükemmel eser olarak görülmüştür.” değerlendirmelerinde bulunmuşlardır (Yavuzaslan ve Bayram, 2014:28). Vasfi Mahir Koca Türk ise Hamdî’nin mesnevisiyle ilgili şu ifadeleri kullanmıştır:

“Türk dilinde dürüst bir Yusuf ve Zeliha bulamadığını söylemekte şair haklıdır. Kendisinden evvel yazılmış bulunan birçok Yusuf ve Zelihaların hiçbiri mükemmel değildir. Kendisi, devrine göre her bakımdan bunların en mükemmelini vücuda getirmiştir. Mevzuda ve vakalarda Câmî’ye ve Firdevsî’ye bağlıdır. Dolayısıyla kendinden evvelki eski Türk müelliflerine de bağlıdır; fakat onlardan çok daha geniştir. Eserde göze çarpan en mühim hususiyet, sadelik, tabilik ve samimiyettir” (Kocatürk, 2016: 209).

Hamdullah Hamdî eserinin sebeb-i telif bölümünde Firdevsî ve Câmî’nin kendisine ilham verdiğini, eserinin bir kısmının tercüme, bir kısmının ise nazire olduğunu şu beyitlerle ifade etmiştir:

“Kıssa kim ahsen ola hoşdur ana/ Dest-i nazm ura emlahu’ş-şu‘arâ Kanı Firdevs-i Tûsî gibi fasîh / Bülbül-i nazm-ı dâstân-ı melîh Kanı mânend-i hazret-i Câmî/ Dü cihânda refî’ ola nâmı Geri nazmında kâsür ü lâlem/ Kıssasında velîk hem-hâlem Salmış idim bu niyyete kur’a/ Câmî’den erdi nâgehân cur’a

Tercemân oldu ba’zı tercemesi/ Nazma germ oldu tab’ımun hevesi

Kimisi terceme kimisi nazîr/ Umarım âhir eyleye takdîr” (Onur 1991: 50).

Hamdullah Hamdî ile Câmî’nin mesnevileri şekil, vezin ve muhteva açısından mukayese edildiğinde ortaya çıkan hususları şu şekilde sıralamak mümkündür:

1. Câmî eserinin tamamında sadece mesnevi nazım şeklini kullanırken, Hamdî eserinde mesnevi nazım şeklinin yanında tercî’-bend ve terkib-bend, gazel, rubâî gibi nazım şekillerini de kullanmıştır.

104

2. Câmî’nin eserinin giriş bölümü 419, Hamdî’ninki ise 340 beyitten oluşmaktadır ve şair, bu bölümde yazmış olduğu şiirlerinde büyük ölçüde Câmî’den farklı hareket etmiş ve kendi sanat gücünü gösterme çabasına girmiştir.

3. Câmî, mesnevisinin sonuna üç manzume eklemiş ve bu bölümlerden sonra, eserinin sonunda, mesnevisini övmüş, eserin beyit sayısını ve telif tarihini vermiştir. Hamdî ise Câmî’nin eserinin sonuna eklediği üç manzumeyi mesnevisine dâhil etmemiş, eserinin övgüsüne, telif tarihine ve beyit sayısına yer vermemiştir.

4. Câmî eserini aruzun mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün kalıbıyla yazmıştır. Hamdî ise fe’ilâtün (fâ’ilâtün) mefâ’ilün fe’ilün kalıbıyla yazmıştır.

5. Câmî eserinde tek bir kalıp kullanırken, Hamdî, bilhassa mesnevisinin muhtelif yerlerinde yazdığı gazeller ve rubâîlerde farklı vezinler kullanmıştır.

6. Hamdî’nin mesnevisinde kullandığı kafiye ve rediflerde, Câmî’nin eserinde kullandığı kafiye ve redifin etkisi görülmektedir. Hamdî bazen kafiyeyi aynen almış, bazen Türkçeleştirmiştir.

7. Hamdî, mesnevisine Câmî’de bulunmayan bazı bölümler ilave etmiştir ve iki eser arasında vaka farklılıkları bulunmaktadır.

8. Hamdî’nin tercüme esnasında bir beytin her mısraını ayrı ayrı tercüme ettiği, bazen bir mısraı tercüme edip diğerinin ya manasını yorumladığı ya da kendisinin yazdığı, bazı mısraları tercüme ettikten sonra genişlettiği, bazen de Câmî’de geçen iki beyitten birer mısraı tercüme ederek kısalttığı görülmektedir (Kartal, 2003: 93-130).

Kartal, Hamdullah Hamdî’nin, Yûsuf u Züleyhâ mesnevisini yazarken Câmî’den istifade ettiğini, Câmî’de geçen pek çok beytin tercümesini yaptığını; ancak bu tercümelerin kelime kelime değil daha ziyade mealen olduğunu ve tercümeler esnasında özellikle tasvirlerde şairin serbest hareket ettiğini, kendi sanat gücünü de bu bölümlerde gösterdiğini söylemekte ve Hamdî’nin bilinen bir hikâyeyi yeniden kaleme aldığını belirtmektedir (Kartal, 2003: 139).

Hamdullah Hamdî’nin kaynak metni genişletmeye dair yaptığı müdahaleler sonucunda eser, esas alınan metinden farklılaşmış, şair kendi sanat kudretini gösterebilmiş ve esere

105

kendi üslubunu koyabilmiştir. Bütün bu hususlar değerlendirildiğinde Hamdî’nin Yûsuf

u Züleyhâ’sı “nazire” başlığı altında değerlendirilmiştir.

2.3.1.3.2. Gubârî (XVI. yüzyıl), Yûsuf u Züleyhâ

XVI. yüzyıl şairlerinden olan ve doğum tarihi tam olarak bilinmeyen Abdurrahman Gubârî Akşehirli’dir. İstanbul’a geldikten sonra İstanbul medreselerinde dönemin önde gelen müderrisleri Kınalızâde Ali ve Müslim Çelebilerden ders almış ve bir müddet bu medreselerde müderrislik yapmıştır. 1534 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın Irak seferine ordu kâtibi olarak katılan şair, seferden döndükten sonra tasavvufa yönelmiş ve Nakşibendî şeyhlerinden Şeyh Abdullatif Efendi’ye intisap etmiştir. Gubârî 1574 yılında vefat etmiştir (Aktaş, 2006: 1-2).

Gubârî eserinin sebeb-i telif bölümünde; dostu Defter Emini Mustafa Celî’nin kendisinden Yusuf u Züleyha mesnevisi yazmasını istediğini, bunun üzerine kendisinin bu sahada Câmî ve Hamdî’nin başarılı eserleri olduğunu belirttiğini; ancak Celî’nin bu mesnevilerdeki birtakım kusur ve eksiklikleri sıralaması neticesinde bu tenkitleri nazar-ı dikkate alarak kendi mesnevisini yazmaya karar verdiğini ifade etmiştir. Şair, tenkitlerini büyük bir itina ile şiirselleştirerek eserine koymuştur. Gubârî; Câmî ve Hamdî’yi mesnevilerinin çok uzun ve detaylı olması, konu ve hikâye ile alakalı olmayan pek çok eklemenin yapılması, tasvir ve tezyine fazla yer verildiği için olayların düzen ve tertibinin bozulması gibi hususlar üzerinden eleştirmiş ve özellikle Câmî’nin Mısır’da yaşanan kıtlık, Yakub ile Yusuf’un kavuşması gibi önemli olayları atladığını belirtmiştir (Aktaş, 2006: 12).