• Sonuç bulunamadı

Hâcibî’nin (Hacı Sâlih-Zâde) Şerh-İ Yûsuf U Zelîhâ’sı : inceleme-tenkitli metin, 1. cilt

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hâcibî’nin (Hacı Sâlih-Zâde) Şerh-İ Yûsuf U Zelîhâ’sı : inceleme-tenkitli metin, 1. cilt"

Copied!
915
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SAKARYA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

HÂCİBÎ’NİN (HACI SÂLİH-ZÂDE) ŞERH-İ YÛSUF U ZELÎHÂ’SI (İNCELEME-TENKİTLİ METİN)

DOKTORA TEZİ

Deva ÖZDER

Enstitü Anabilim Dalı : Türk Dili ve Edebiyatı Enstitü Bilim Dalı : Eski Türk Edebiyatı

Tez Danışmanı: Doç. Dr. Ozan YILMAZ

Temmuz - 2018

(2)
(3)
(4)

ÖNSÖZ

Kur’an-ı Kerim’in daha doğru anlaşılmasını sağlamak amacıyla farklı usullerle yorumlanması neticesinde ortaya çıkan şerh kavramı, zamanla dinî tasavvufî, ilmî ve edebî metinleri açıklamak ve anlaşılmasını kolaylaştırmak amacıyla ortaya konan eserleri ifade eden bir kavram olarak kullanılmaya başlanmıştır. Klasik Türk edebiyatı bünyesinde de bu amaç doğrultusunda Arapça, Farsça, Türkçe şerh türünde pek çok eser kaleme alınmıştır. Bu eserler, şerh edilen metnin kapsamına, şarihin tahsil durumuna ve bilgi birikimine göre farklılık gösterse de, Klasik Türk edebiyatı metin şerhi araştırmaları ve Osmanlı kültürü üzerine yapılan çalışmalar için büyük bir ehemmiyet taşımaktadır. Çalışma konusu olarak seçtiğimiz Hâcibî’nin Şerh-i Yûsuf u Zelîhâ’sı da gerek şerh tekniği gerekse de muhtevasını oluşturan unsurlar bakımından bahsi geçen çalışma alanlarına ışık tutacak nitelikte bir eserdir.

Yaptığımız bu çalışma ile Şerh-i Yûsuf u Zelîhâ’nın tenkitli metni ortaya konmaya, bu metinden hareketle eserin muhtevası, söz varlığı, şârihin şerh metodu verilmeye ve şerh metninin içerdiği malzeme ortaya konmaya çalışılmıştır.

Bu çalışmanın hazırlanması süresince pek çok kişinin yardımını ve desteğini gördüm.

İlk olarak doktora eğitimimin her aşamasında engin bilgisini benden esirgemeyen, hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan, gerek ilmî, gerek manevî desteğini daima üzerimde hissettiğim tez danışmanım, kıymetli hocam Doç. Dr. Ozan YILMAZ’a teşekkür eder, şükranlarımı sunarım.

Tez izleme komitemde bulunan ve görüşleriyle tezime yön veren değerli hocam Prof.

Dr. Bayram Ali KAYA’ya; ilmî bilgisini paylaşmasının yanı sıra çok büyük yardımlarını gördüğüm dostum, kardeşim Arş. Gör. Bedriye Gülay AÇAR’a; bilgi ve deneyimlerinden istifade ettiğim Dr. Hamidreza SOHRABIABAD ve sevgili eşi, aziz dostum Zohreh GHARAKHANI’ye; Dr. Öğr. Üyesi Raşit GÜNDOĞDU’ya en samimi hislerimle teşekkürlerimi sunarım.

Maddî ve manevî destekleriyle her zaman yanımda olan ve haklarını asla ödeyemeyeceğim aileme, bu zorlu süreçte gösterdiği anlayış ve sabır için sevgili eşim Can ÖZDER ve biricik kızım Gökçe Zehra ÖZDER’e minnet borçluyum.

Deva ÖZDER 20.07.2018

(5)

i

İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR ... iv

TABLO LİSTESİ ... v

ÖZET ... vi

SUMMARY ... vii

GİRİŞ ... 1

BÖLÜM 1: YUSUF U ZELİHA HİKÂYESİNE GENEL BİR BAKIŞ ... 15

1. 1. Kutsal Kitaplarda Yusuf Kıssası ... 15

1.1.1. Tevrat’ta Yusuf Kıssası (Kitab-ı Mukaddes-Eski Antlaşma) ... 15

1.1.2. İncil’de Yusuf Kıssası (Kitab-ı Mukaddes-Yeni Antlaşma)... 25

1.1.3. Kur’an-ı Kerim’de Yusuf Kıssası ... 26

1.2. Tevrat ve Kur’an-ı Kerim’deki Yusuf Kıssalarının Mukayesesi ... 37

1.2.1. Yakup ... 37

1.2.2. Yusuf ... 40

1.2.3. Yusuf’un Rüyası ... 41

1.2.4. Yusuf’un Kardeşleri ... 41

1.2.5. Yusuf’un Kuyuya Atılması ve Köle Olarak Satılması ... 42

1.2.6. Kadın (Zeliha) ... 43

1.2.7. Kadının (Zeliha’nın) Hilesi ... 44

1.2.8. Aziz / Potifar ... 45

1.2.9. Yusuf’un Zindana Atılması ... 45

1.2.10. Yusuf ve Kardeşlerinin Karşılaşması ... 47

1.3. Edebiyatta Yusuf Kıssası ... 47

1.3.1. Arap Edebiyatında Yusuf Kıssası ... 47

1.3.2. Fars Edebiyatında Yusuf Kıssası ... 48

1.3.3. Türk Edebiyatında Yusuf Kıssası ... 49

1.3.3.1. Klasik Türk Edebiyatında Yusuf Kıssası ... 49

1.3.3.2. Türk Halk Edebiyatında Yusuf Kıssası ... 57

1.3.3.3. Modern Türk Edebiyatında Yusuf Kıssası ... 58

(6)

ii

BÖLÜM 2: MOLLA CÂMÎ ve YÛSUF U ZELÎHÂ’SI ... 59

2.1. Molla Câmî ... 59

2.1.1. Hayatı ... 59

2.1.1.1. Doğum Yeri, Tarihi ve Şeceresi ... 59

2.1.2. Tasavvufî Şahsiyeti ... 63

2.1.3. Edebî Şahsiyeti ... 66

2.1.4. Eserleri ... 68

2.2. Yûsuf u Zelîhâ ... 76

2.3. Molla Câmî’nin Yûsuf u Zelîhâ’sının Klasik Türk Edebiyatındaki Etkisi ... 82

2.3.1. Molla Câmî’nin Yûsuf u Zelîhâ’sına Yapılan Tercüme, Nazire ve Şerhler .. 83

2.3.1.1. Tercüme, Nazire ve Şerh Kavramları ... 84

2.3.1.2. Molla Câmî’nin Yûsuf u Zelîhâ’sına Yapılan Tercümeler ... 95

2.3.1.3. Molla Câmî’nin Yûsuf u Zelîhâ’sına Yapılan Nazireler ... 102

2.3.1.4. Molla Câmî’nin Yûsuf u Zelîhâ’sına Yapılan Şerhler ... 105

BÖLÜM 3: HACI SÂLİH-ZÂDE HALÎL HÂCİBÎ ... 109

3.1. Hayatı ... 109

3.2. Eserleri ... 109

3.2.1. Şerh-i Yûsuf u Zelîhâ ... 109

3.2.2. Şerh-i Lüccetü’l-Esrâr... 109

3.2.3. Şerh-i Cilâ’ü’r-Rûh ... 110

3.2.4. Tercüme-i Târîh-i Nâdir Şah... 110

3.2.5. Tercüme-i Dürre-i Nâdire ... 110

3.2.6. Şerh-i Manzume-i Lâmi‘î ... 110

3.2.7. Şerh-i Mütûn-ı Selâse ... 110

3.2.8. Resâil-i Fenn-i Ferâ’iz ... 110

BÖLÜM 4: ŞERH-İ YÛSUF U ZELÎHÂ’NIN İNCELEMESİ ... 111

4.1. Şerh ... 111

4.1.1. Gramer Terimleri ... 111

4.1.2. Söz Varlığı ... 125

4.1.2.1. Arapça-Farsça-Türkçe Eş Anlamlı Kelimeler ... 125

(7)

iii

4.1.2.2. Arapça Söz Varlığı ... 126

4.1.2.3. Farsça Söz Varlığı ... 135

4.1.2.4. Türkçe Söz Varlığı ... 144

4.1.2.5. Türkçe Atasözleri ve Tabirler ... 166

4.1.3. Ansiklopedik Bilgiler ... 167

4.1.3.1. Edebî Bilgiler ... 167

4.1.3.2. Kozmik Bilgiler ... 174

4.1.3.3. Kültürel Bilgiler ... 176

4.1.3.4. Musikî Bilgileri ... 178

4.1.3.5. Tarihî Şahsiyetler ... 179

4.2. Şârih ... 180

4.2.1. Hâcibî’nin Şerh Metodu... 180

4.2.1.1. Göndermeler ... 187

4.2.1.2. İktibaslar ... 188

4.2.1.3. Nüsha Farklılıklarının Değerlendirilmesi... 205

BÖLÜM 5: ŞERH-İ YÛSUF U ZELÎHÂ’NIN METNİ ... 211

5.1. Eserin Nüshaları ... 211

5.2. Metnin Kurulmasında İzlenen Yol ... 214

5.3. Metnin Hazırlanışında (Transkripsiyon, İmlâ ve Tespitinde) İzlenen Yol ... 216

5.2.1. Arapça, Farsça Bazı Terkip, Ek ve Kelimelerin İmlâsı ... 217

5.2.2. Türkçe Bazı Kelime ve Eklerin İmlâsı ... 218

5.2.2.1. Kelimelerin Yazımı ... 218

5.2.2.2. Eklerin Yazımı ... 220

5.3. Transkripsiyon Alfabesi ... 237

5.4. Karşılaştırmalı Metin ... 238

SONUÇ ... 850

KAYNAKÇA ... 854

EKLER ... 870

ÖZGEÇMİŞ ... 904

(8)

iv

KISALTMALAR

ABD : Anabilim dalı

AKM : Atatürk Kültür Merkezi bk. : bakınız

C. : Cilt çev. : çeviren

DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (E) : Emel Esin Kütüphanesi

ed. : editör hzl. : hazırlayan

MEB : Milli Eğitim Bakanlığı nr/nu : Numara

S. : Sayı

(S) : Süleymaniye Kütüphanesi s. : sayfa

SAÜ : Sakarya Üniversitesi SBE : Sosyal Bilimler Enstitüsü

TALİD : Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi TDK : Türk Dil Kurumu

trc. : tercüme

TİKA : Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı TÜBA : Türkiye Bilimler Akademisi.

TÜBAR : Türklük Bilimi Araştırmaları TY : Türkçe Yazmalar

vb. : ve benzeri vd. : ve diğerleri yy. : yüzyıl

W. : Walters Art Museum

(9)

v

TABLO LİSTESİ

Tablo 1: Transkripsiyon Alfabesi ... 240

(10)

vi

SAÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tez Özeti Tezin Başlığı: Hâcibî’nin (Hacı Sâlih-zâde) Şerh-i Yûsuf u Zelîhâsı (İnceleme-Tenkitli Metin)

Tezin Yazarı: Deva ÖZDER Danışman: Doç. Dr. Ozan YILMAZ Kabul Tarihi: 20 Temmuz 2018 Sayfa Sayısı: vii (Ön Kısım) + 869 (Metin

Kısmı) + 34 (Ekler) Anabilim dalı: Türk Dili ve Edebiyatı Bilim dalı: Eski Türk Edebiyatı

Şerh kavramının kökeni Kur’an-ı Kerim’i layıkıyla anlama ve anlatma çabası neticesinde ortaya çıkan tefsir ilmine dayanmaktadır. Başlangıçta her türlü metnin açıklanması için kullanılan “tefsir” kavramı, daha sonra sadece Kur’an-ı Kerim’i açıklayan ve yorumlayan ilim dalı olarak sınırlandırılmış ve önceden ihtiva ettiği geniş mana yerini şerh kelimesine bırakmıştır. Böylelikle “şerh” dinî-tasavvufî, ilmî yahut edebî metinlerin anlaşılmasını kolaylaştırmak için yapılan çalışmaları ve bu çalışmalar kapsamında ortaya konan eserleri ifade eden bir kavram olarak kullanılmaya başlanmıştır. Klasik Türk edebiyatında da bu amaç doğrultusunda Arap ve Fars edebiyatının her anlamda “klasik” sıfatını kazanmış “şaheser”lerine Türkçe şerhler yapılmıştır. Yapılan bu şerhlerden biri de çalışma konumuz olan Hâcibî’nin, Molla Câmî’nin Yûsuf u Zelîhâ’sına yapmış olduğu ve Türk şerh edebiyatının XIX. yüzyıl metinleri arasında yer alan Şerh-i Yûsuf u Zelîhâ adlı eseridir.

Çalışmamızın ilk bölümlerinde sırasıyla “şerh ve şerh edebiyatı, Yusuf kıssasının kutsal kitaplardaki versiyonları, Arap, Fars, Türk edebiyatlarındaki Yusuf kıssaları, Molla Câmî’nin hayatı, Yûsuf u Zelîhâ’sı ve Hâcibî’nin hayatı ve eserleri hakkında bilgiler verilmiştir. Akabinde ise Hâcibî’nin metni transkribe edilerek Latin harflerine aktarılmış, aktarılan metin üzerinden şârihin şerh metodu değerlendirilmiş, eser içerisindeki edebî ve kültürel malzeme incelenmiştir. Ayrıca şârihin verdiği anlamlar doğrultusunda eserin söz varlığı tespit edilmiştir.

Çalışmanın amacı Hâcibî’nin, Molla Câmî’nin Klasik Türk edebiyatında pek çok mesneviyi doğrudan veyahut dolaylı olarak etkileyen Yûsuf u Zelîhâ mesnevisine yaptığı bu şerhi bilim dünyasının istifadesine sunmak ve eser üzerinde yapılacak diğer çalışmalara kaynaklık edecek bir metin ortaya koymaktır.

ÖZET

Anahtar Kelimeler: Hâcibî, Şerh-i Yûsuf u Zelîhâ, Molla Câmî, şerh, klasik Türk edebiyatı.

(11)

vii

Sakarya University, Institute of Social Sciences Abstract of PhD Thesis Title of the Thesis: Hâcibî’s (Hacı Sâlih-zâde) work named Şerh-i Yûsuf u Zelîhâ (Analysis-Criticized Text)

Author: Deva ÖZDER Supervisor: Ass. Prof. Ozan YILMAZ Date: 20 July 2018 Nu. of pages: vii (Prep.) + 869 (Main

Body) + 34 (App.) Department: Turkish Language and Literature Subfield: Classical Turkish Literature The stem of commentary concept is based on the science of interpretation which was emerged by the struggle of understanding and expressing Kur’an-ı Kerim. In the beginning, the concept of “interpretation” was used to explain all kinds of texts but later, with the limited definition of a science explaining and interpretating just Kur’an-ı Kerim, its large meaning gave its place to the concept of commentary. Thus

“commentary” was begun to use to show the studies making it easy to understand the religious-sufistic, scientific or literal texts. Inaccordance with this purpose, in Classical Turkish Literature, Turkish commentaries were made for the “masterpieces” gaining the title of “classical” of Arabic or Persian Literature. One of these commentaries is the piece of Şerh-i Yûsuf u Zelîhâ by Hâcibî made for Yûsuf u Zelîhâ by Molla Câmî and it is a XIX. century piece of Turkish commentary literature.

In the first parts of our work, some information is given about, in the order of, commentary, literature of commentary, the versions of Yusuf tale in the religious books, Yusuf tales in Arabic, Persian and Turkish literature, the lifestory of Molla Câmî, Yûsuf u Zelîhâ, the lifestory of Hâcibî and his pieces. Subsequently, the text of Hâcibî was transcribed to Latin alphabet, the method of commentary is evaluated on the transcribed text and the literal and cultural materials in the piece are examined.

Furthermore, the vocabulary of the piece is determined in the light of meanings which commentator gave.

The aim of the work is, to present this commentary made for the masnavi of Yûsuf u Zelîhâ by Molla Câmî, having a direct or indirect influence on a lot of masnavi in Classical Turkish Literature, to the benefit of the science world and to produce a source text for the following works which will be made for the piece.

SUMMARY

Keywords: Hâcibî, Şerh-i Yûsuf u Zelîhâ, Molla Câmî, commentary, classical Turkish literature.

(12)

1

GİRİŞ

ŞERH ve ŞERH EDEBİYATI A. ŞERH

İslam dünyasında, bir eserin daha geniş biçimde açıklanması amacıyla yazılan metinleri ifade eden ve Arapça “şaraha” (ح ر ش ) üçlü kökünden türemiş olan “şerh” kelimesi Lisânü’l-‘Arab’da “e’ş-şerh, e’t-teşrîh: organdan etin kesilmesi, kemik üzerinden etin kesilmesi” ve “e’ş-şerh: keşf” manalarındadır (Lisânü’l-‘Arab, 2003: 70). Bununla birlikte “şerh” sözcüğü çeşitli sözlüklerde, “bir metnin gizli noktalarını keşfetmek ve açıklığa kavuşturmak” (e’l-Müncid, 2005: 381), “müşkil, mübhem ve mahfî makûlesini keşf ü izhar eylemek, kesmek, açmak, fehm eylemek, bikr kızın bekâretini izale eylemek, bir şeyi bolartmak” (Kâmûsu’l-Muhît Tercümesi: e-sözlük), “bir nesneyi keşf etmek, kalbi açıp pâk etmek” (Vankulu Lügati: e-sözlük), “eti büyük parçalara ayırmak, bir organdan yahut kemikten et kesmek, eti parçalamak, bir şeyi genişletmek, açmak, bakire kızın bekâretini çalmak, sırları keşf ü tefsîr, müşkil meseleleri açıkça ortaya koymak, anlamca kapalı sözü açıklamak, ortaya çıkarmak, aydınlatmak, sözü anlamak”

(Lügatnâme: CD version), “keşf etmek ve beyan etmek” (Ahterî-i Kebîr, 2009: 927),

“gizli ve şüpheli olan nesneyi açıp meydana koyarak aşikâr kılmak, dilim dilim kesmek” (Redhouse, 2006: 1121), “genişletme, bast etme, yayma, (eti) kesme, (kapıyı) açma, arz etme, izah, beyan, tevsi, tafsil, tevil” (Mehmed Bahaeddin, 1997: 412),

“açma, ayırma, bir anlatım veya kitabı açıklama, yorumlama, bir şeyi açıklamak amacıyla yazılmış kitap, açık ve ayrıntılı anlatma” (TDK Sözlük, 2011: 2217) şeklinde anlamlandırılmıştır.

Edebî bir terim olarak ise şerh “izah için söylenilen sözler ve bu yolda yazılan kitap”

(Muallim Nâci, 2006: 497), “bir metnin sırlarını, ince dikkatler gerektiren ifade ve nüktelerini açıklama ve yorumlama” (Hüseyin Kâzım Kadri, 1943: 217), “bir edebî eseri, bir risaleyi veya bir kitabı kelime kelime açıp izah ederek içerdiği bütün dil, anlam, sanat ve estetik özellikleri ile o eserin anlaşılmasını sağlamanın özlü bir ifadesi”

(Nurdoğan, 1999: 422), “bir ilim dalında ün kazanmış eser üzerinde kaleme alınan, bu eserlerdeki kapalı ifadelerin açıklandığı, eksik bırakılan hususların tamamlandığı, hatalara işaret edildiği eser” (Şensoy, 2010: 555), “bir metnin daha iyi anlaşılması için o

(13)

2

metni başkalarından daha iyi anladığı kanaatinde olan kişiler tarafından açıklanması”

(Kortantamer, 1994: 1) olarak ifade edilmektedir.

Bir metni anlama, tanıtma ve yorumlamaya dayalı şerh geleneğinin kökeni, Kur’an-ı Kerim’i layıkıyla anlama ve anlatma çabası neticesinde ortaya çıkan tefsir ilmine dayanmaktadır. “Açıklamak, beyan etmek” anlamındaki “fesr” kökünden türeyen tefsir kelime anlamı olarak “ortaya çıkarmak, kelime veya sözdeki kapalılığı gidermek ve açıklamak” demektir. Tefsir kelimesinin “fesr” ile benzer anlamlar taşıyan “sefr”

kökünden geldiğine dair görüşler de mevcuttur. “Sefr” kelimesi, kadının yüzünü açması, baştaki sarığın alınmasıyla başın ortaya çıkması ve sabahın aydınlıkla belirmesi gibi bir şeyin üzerindeki perdenin kalkması ve belli olması, kapalı bir şeyin aydınlanması anlamlarında kullanılmaktadır (Birışık, 2011: 281). Tefsir sözcüğü terim olarak ise

“Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerin anlamlarını açıklamak, çıkan hükümleri nâsih-mensuh, muhkem-müteşabih gibi niteliklerine göre ayırmak, iniş sebeplerini ve metindeki bağlamlarını ortaya koymak” manasına gelmektedir (Saraç 2007: 121). Erken devirlerde tefsir sözcüğüne, “evl” kökünden türeyen ve “naslarda geçen bir lafzı bir delile dayanarak aslî manasından alıp taşıdığı muhtemel manalardan birine nakl etmek”

anlamına gelen “tevil” manasının verildiği, Kur’an tefsirine dair eserlerin isimlerinde tefsir karşılığında “tevil” kelimesinin kullanıldığı görülmektedir (Yavuz, 2012: 27);

ancak bu iki kavram arasında birtakım farklılıklar bulunmaktadır. Tefsir; “ayetin iniş sebebinden bahs ve bir sözün dil açısından anlamının belirlenmesi” manasına gelirken, tevil “ayetteki sırları ve kelimelerin örtülü anlamlarını araştırma ve sözün anlamının ihtimalli olduğu hususlardan birini belirleme” manasındadır ve çeşitli anlamlara gelmesi muhtemel ayetler üzerinde uygulanmaktadır (Kâmûsu’l-Muhît Tercümesi: e-sözlük).

Önceleri her türlü metnin izahını kapsayan tefsir kavramı daha sonra sadece Kur’an-ı Kerim’i açıklayan ve yorumlayan ilim dalı olarak sınırlandırılmış ve daha önce sahip olduğu geniş mana yerini şerh kelimesine bırakmıştır (Ceylan 2007: 2).

“Şerh” ve “tefsir” kelimelerinin hem lügat hem de ıstilahî anlamlarının müteradif denilecek kadar yakın olduğu görülmektedir. Aralarındaki fark; “tefsir”in sadece Kur’an-ı Kerim’i açıklama ve yorumlamaya özgü bir kavram, “şerh”in ise Kur’an-ı Kerim haricindeki diğer metinlerin izahı için kullanılan bir kavram olmasıdır.

(14)

3

Divan edebiyatında önemli bir yere sahip olan şerhlerin, eski metinlerde örneklerinin fazlasıyla görüldüğü derkenarlardan, yani metnin sayfa kenarında yer alan şerhlerden;

tek mısraın, beytin, cümlenin, bir şiirin mısra ve beyitlerinin metin içindeki şerhlerine ya da müstakil kitap şerhlerine kadar pek çok çeşidi bulunmaktadır. Haşiye, hâmiş, telhis, talikat, tevil gibi türlerinin de olduğu şerhlerin ortak özelliği kelimenin, mısraın, beytin yahut metnin anlaşılmasını sağlamak amacıyla izahta bulunmayı esas almalarıdır (Mengi 2000: 74). Haşiye hem şerhte hem de metindeki bazı kelime ve terkiplerle ya da metinde geçen ayet, hadis, özel isim, şiir gibi hususlarla ilgili olarak bir kitabın sayfa kenarlarına veya altına yazılan ve metinle ilgili olan açıklamalardır. Bu açıklamalar bazen metinden daha uzun olabilmektedir. Hamiş ve derkenar sözcükleriyle eş anlamlı olan haşiye şerhin daha az emek isteyen şeklidir. Haşiye her ne kadar şerhte olduğu gibi eserin bütününe dair geniş izahları ihtiva etmese de özellikle XIV. yüzyıldan sonra şerh mahiyetindeki müstakil eserlere haşiye de denilmiştir. Bununla birlikte haşiye türü eserler, metinden ziyade şerhteki bazı güç ve kapalı ifadeleri açıklama, tamamlayıcı bilgiler verme ve yerine göre eleştirme amacı taşıyan çalışmalardır (Topuzoğlu 1997:

420; Akar 2017: 13; Saraç 2007: 121). Telhis; muhtasar olarak da adlandırılmakla birlikte bu kavram çeşitli dönemlerde ilgi görmüş hacimli kitapların kullanımı sırasında ortaya çıkan zorlukları gidermek amacıyla eseri özetlemektir (Durmuş 2006: 57).

Talikat, bir eserdeki ifade ve görüşlere yönelik tenkit, açıklama, ilave, çıkarma ve tashih mahiyetinde sayfaların kenarlarına ya da alt kısımlarına eklenen, bir metni açıklayıcı düşünceler içeren dipnotlardır (Şensoy 2010: 508; Akar 2017: 13). Tevil ise bir manayı ihtimallerinin en doğru olanı istikametinde açıklamak anlamına gelmektedir (Saraç 2007: 122). Teknik olarak bir metni açma ve açıklamaya, tamamlamaya, ikmal etmeye, irtibatlarını genişletip yeniden kurmaya, derinleştirmeye, tenkit, tahkik ve tashih etmeye, teferruatlandırmaya doğru seyreden çalışmalara tefsir, şerh, haşiye, talik(at), tafsil, tevil, izah, zeyl, tetimme, beyan, tekmile, fevaid gibi isimler verilirken, buna karşılık bir metni tahkim ederek sıkılaştırmaya, kısaltmaya, fazlalıklardan arındırmaya, ezberlenebilirlik ve kuşatılabilirlik kabiliyetini arttırmaya, sistematik ve talimî hale getirmeye, özetlemeye, seçmeler yapmaya dönük çalışmalar ise ihtisar, muhtasar, hülasa, telhis, mülahhas, müntehab, muktetaf olarak adlandırılmıştır (Kara, 2016: 21).

Şerh ve haşiye literatürünün sadece İslam ilim ve kültür havzasına ait bir telif türü olmadığı aşikârdır. Semavî kitaplar ve kutsal metinler başta olmak üzere dinî, felsefî ve

(15)

4

hikemî eserler, kanunlar, siyasî metinler, şiirler ve nutuklar anlaşılmak, zamana ve zemine göre ayarlanıp sürdürülebilmek için şerh ve haşiye türünden çalışmaların konusu olmuştur. Klasik felsefe, Aristo ve Eflatun şerhleri üzerinden yürümüş, felsefe yapmak neredeyse şerh yazmakla eş değer tutulmuş ve bu gelenek bütün Ortaçağ İslam ve Batı dünyasında da güçlenerek devam etmiştir. Hemen hemen bütün ilim ve sanat alanlarını kapsayan felsefî şerhler, bir kitabı ve bir müellifi esas alıyormuş gibi görünse de aslında merkeze alınan metnin gidebildiği kadar daha öncesine ve sonrasına uzanarak aynı zamanda muasırların görüşlerine de yer vererek, kendi durduğu yere göre eklemeler, tenkitler, tasnifler yaparak hakikat arayışını sürdürmekte, bu yolla da ilmi ve bilgiyi genişletip derinleştirmektedir. Bu nedenle tabiatı gereği devamlılığı ve birikimi önemsemek mecburiyetinde olan ilimlerin, felsefenin ve telif türlerinin gelişmesi en geniş manasıyla şerhler, haşiyeler, talikat ve telhisler üzerinden yürütülmektedir (Kara 2016: 15).

Şârihleri bir telif faaliyeti olan metin şerhlerini yazmaya teşvik eden sebepler arasında, doğrudan ilimle uğraşmayan kimselerin bir metnin, bir ibarenin ne demek istediğini yahut dolaylı olarak neye işaret ettiğini, içerisinde ne türden zahirî ve batınî manalar taşıdığını anlayabilecek donanıma sahip olmadığı düşüncesi ön plandadır. Farklı edebiyatlardaki mühim eserleri kendi diline çevirerek insanların istifadesine sunma isteği, anlaşılması güç metinler hakkında fikir ortaya koyma, tasavvufun derin ve mecazî anlatımlarla örülü dünyasına bir ışık tutma talebi de şârihleri şerh yapmaya yönelten sebepler arasındadır.

Tunca Kortantamer de metinlerin şerh edilme sebeplerinden biri olarak metnin daha büyük ilişkiler manzumesi içerisinde mesela inanç veya düşünce sistemlerinde ne anlama geldiğini anlamak ve anlatmak ihtiyacı olduğunu belirtir (Kortantamer, 1994:

1).

Saraç ise Kâtib Çelebi’nin (ö. 1657), Keşfü’z-Zünûn adlı eserinin giriş kısmında şerh konusunun nasıl anlaşıldığına ve şerh yapmanın sebeplerine dair verdiği bilgileri şu şekilde aktarmaktadır:

“Ona (Kâtip Çelebi’ye) göre her yazar, metnini şerhe ihtiyaç duyulmadan anlaşılması için yazar; fakat (a) yazarın düşünce ve ifadedeki üstün ve özel kabiliyeti dolayısıyla

(16)

5

ince manaları maksada delalet eden veciz/ öz ve yoğun bir şekilde dile getirmesi; ama okuyucuların yazarla bu konuda aynı seviyede olmaması; (b) zaten açık ve biliniyor olduğu düşüncesi ile veya başka bir ilim dalını ilgilendirdiği için bazı ön bilgilerin verilmemesi ve (c) lafzın birden fazla anlama yorulacak tarzda mecazlı ve kinayeli bir üslupla yazılmış olması şeklinde üç sebepten ötürü ortaya konulan metnin açıklanması (şerhi) gerekmektedir. Ayrıca metin yazarının insan olması hasebiyle yanılması, meseleleri ve bilgileri karıştırması, önemli noktaları dile getirmeyi unutması, tekrara düşmesi gibi kompozisyon hatalarının da şerhin sebeplerinden olduğunu söyler” (Saraç, 2007: 123).

Saraç daha sonra sözlerini şu ifadelerle sürdürür:

“Eldeki örneklere baktığımızda metinlerin iki amaç doğrultusunda şerh edildiğini görmekteyiz. İlki şerh edilecek metin ile ilgili okuyucunun bilgi birikiminin yetersiz kaldığı yerler olduğu düşüncesidir. Bunu şerh edenin kelime ve ibareleri açıklamasından, gramer bilgileri vermesinden, kültür unsurlarını açıklamasından anlamaktayız. Dolayısıyla bu şerhlerde bilgilendirme temeldir. Kâtip Çelebi’nin ele aldığı şerh sebepleri aslında bu grupta toplanabilir. Ayrıca eldeki metinlerin bir düşünce ve inanç sistemini açıklamak için bir vasıta olarak kullanılması -metnin yazarının kimliğinin metni aşan değeri de bu bağlamda ele alınabilir- şerhte rol oynayan diğer etkendir. Asırlar boyu -yeni katkı sağlamasa da- bazı dinî-tasavvufî metinlerin şerhlerinde görülen ısrar ve bu metinlerin şerhi ile verilmek istenilen tasavvufî düşünceler ikinci gruptaki şerhlerin sayısının azımsanmayacak oranda olmasını sağlamıştır. Bu şerhlerde ise metnin anlaşılma, açıklanma amacı ikinci planda kalıp onun bir vasıta olarak kullanılması söz konusudur” (Saraç, 2007: 124).

Ömür Ceylan, tasavvufî metin şerhi yapan şârihlerin, onları şerh yapmaya yönelten en etkili sebebi, eserlerinin sebeb-i teşrih bölümlerinde “yârân, ihvân, ahbâb veya hullân dedikleri yakın çevrelerinin bu şerhi kendilerinden talep etmeleri” olarak açıkladıklarını söylemektedir. (Ceylan, 2007: 316).

Ceylan’ın ifadelerinden de anlaşılacağı üzere, şârihler kendilerini şerh yazmaya yönelten sebeplerden bazılarını eserlerinin sebeb-i teşrîh bölümünde diğer tercüme ve telif türü eserlerde görülen kalıplaşmış ifadeleri kullanarak dile getirmektedirler.

(17)

6

Şârihlerin ileri sürdükleri bu sebepler arasında “devlet adamı, şeyh, dost vb. kişilerin ısrarları, şeyhin şârihe rüyada işaret etmesi, şârihin kalbine gaipten bir ses gelmesi, yazılacak eserin devrin ileri gelen devlet adamlarından birine hediye olarak sunulmak istenmesi” bulunmaktadır.

Eğitim faaliyetlerine yardım etmek amacıyla ders kitabı olarak okutulan özlü metinleri açıklamak, bu metinler üzerine geniş ilmî izahlar yapmak gibi etkenler de şârihleri şerh yazmaya sevk etmiştir. Bu türden şerhlerde kaynak metnin müellifinin ne demek istediği açıklanmakta, ardından konuyla ilgili görüşler tartışılmakta, sonunda şerh yazarının düşünce ve itirazlarına yer verilmektedir. Bu açıdan şerhin hitap ettiği okur kitlesine bağlı olarak öğretime yönelik şerhlerin kolay, doğrudan ilmî katkı ve tartışmaya yönelik şerhlerin ise daha zor anlaşılır bir üslupla yazıldığı görülmektedir (Şensoy, 2010: 556).

Bir şiiri anlayabilmek, o şiirin anlam diyarına tamamıyla girebilmek için şiirdeki kavramları kişilerin sadece şahsî bakış açılarıyla değerlendirmeleri yeterli değildir.

Şairin kastettiği asıl manayı ortaya çıkarmak kültürel birikim ve gerekli bilgi donanımıyla beraber şair gibi düşünüp hareket etmekle olur; ancak bu şekilde hareket etse dahi ikinci bir kişinin şiir hakkında yapacağı yorumların hiçbirisi tam anlamıyla şairin manası olamayacaktır. Nitekim şerh edebiyatı örneklerine bakıldığında başka müelliflerin eserlerine yapılan şerhlerle birlikte bazen, şairlerin kendi manzumelerini de şerh ettikleri görülmektedir (Ceylan, 2015: 114).

Orhan Okay’ın, “Biz bir metni, devrinin kültürüne göre, o kültürün bütün hususiyetlerini dikkate alarak değerlendirmeye çalışırken bile, günümüzün ve kendimizin kıymet hükümlerinden tamamıyla uzaklaşamayız. O eser, zamanının şu veya bu düşüncesinin, modasının meyvesi olmuştur. O düşüncenin veya modanın gereği olarak eserin birtakım açıklamaları vardır hiç şüphesiz” (Okay, 1999: 387) yorumuna istinaden şerh edilmesi söz konusu olan metne modern yöntemlerle yaklaşmada birtakım kriterler olduğu söylenebilir. Bir metni yorumlayan kişi, müellifin metnini oluştururken içerisinde bulunduğu kültürel ortama ve hayal dünyasına yabancı kalmamalıdır. En geniş ve etkileyici örneklerinin klasik şiirde görüldüğü bu durum, şiirdeki asıl manaya ulaşmak için yalnızca sözlük bilgisinin ve bilimsel bilginin yeterli olmadığı gerçeğini kanıtlar niteliktedir. Şerh sırasında manaya ulaşmanın en önemli

(18)

7

ölçütlerinden birisi, eldeki metni değerlendirirken kendisini müellifin yerine koymak ve metni incelerken bu gerçeği daima göz önünde tutmaktır.

Şerhlerin öznel yahut nesnel olması hususu tartışmaya açık bir mevzudur. Şârihlerin metinleri kendi bilgi birikiminin ve kültürel donanımının müsaade ettiği kadarıyla izah etmesi ve farklı şârihlerin aynı metni farklı bakış açılarıyla yorumlaması sonucunda metinler arası bir köprü kurulmakla birlikte “en doğru yorum”un hangisi olduğu konusunda -okuyucunun kendi iç dünyasına göre doğru olduğunu düşündüğü yorum hariç tutulduğunda- belirleyici bir kıstas bulunmamaktadır (Yılmaz, 2012: XVII).

Şerhlerin tarihi, müşterek klasik kültürümüzde asırlara dayanmakla birlikte metinlere uygulanan tek bir metottan söz etmek mümkün değildir; ancak bu durum şerh metodunun bulunmadığı, bir disiplinden uzak olarak gelişigüzel yapıldığı manasına gelmemelidir. Bir metne uygulanacak şerh usulünde, kaynak metnin dili, muhtevası ve yapısı ile şerh edenin kişiliği, şerhi okuyacak olan kitle gibi etkenler belirleyici olmaktadır.

Arapça-Farsça metinlerin şerhinde dikkat edilen ilk husus; metnin Osmanlı Türkçesine düzgün bir şekilde tercüme edilmesidir. Sonrasında ise metin hem dilsel hem de anlamsal olarak değerlendirilir fakat bu kısımların az ya da çok oluşu şerhlere göre farklılık arz edebilir. Gramer izahlarının az, tercümenin çok olduğu şerhler olabileceği gibi tam tersi bir durum da söz konusu olabilmektedir (Taşcı 2014: 72). Şerhlerde sözcük bilgisi, açıklama ve beraberinde gelen yorumun dışında şerhi zenginleştirmek amacıyla kıssalara, metinde geçen şahıs ve yer isimleri hakkında malumata yer vermek de şârihin inisiyatifindedir. Bazı durumlarda ise şârih kendine mahsus yorumlarını bir temele dayandırma ihtiyacı hisseder ve çeşitli kaynaklara atıfta bulunur. Atıf yapılan bu eserler lügat ve gramer kitapları olabileceği gibi kaynak metnin ait olduğu ilim dalı ve konu ile ilgili başka eserler de olabilmektedir. Yapılan atıflarda bazen tam cümle iktibasları yapılırken bazen de bir yazara bir hükmün isnadı verilerek eser adı belirtilmemektedir. Arapça ve Farsça yapılan alıntılarda ise tercüme yapılmadan cümlelerin olduğu gibi aktarıldığı görülmektedir. O dönem aydın kesiminin şiir ile yoğun ilişkisi neticesinde kaynak metin edebî yahut edebiyat dışı olsun alıntılanan metinler arasında beyit ve şiirlere de yer verilmektedir (Saraç, 2007: 125-126).

(19)

8

Şerhlerin tamamında olmasa da çoğunda nüsha farklılıklarının değerlendirildiği görülmektedir. Günümüz edisyon kritik yönteminin kaynağı sayılabilecek bu husus, şârihin şerhi esnasındaki ciddiyetinin ve şerhine verdiği önemin kanıtı niteliğindedir.

Şârihler, bazen aynı eseri şerh ettikleri metinlerde birbirlerini reddedebilirken, bazen de diğer şârihin verdiği anlamı göz önünde bulundurur.

B. ŞERH EDEBİYATI

Şerh geleneğinin İslam öncesinden itibaren çeşitli milletlerde var olduğu bilinmektedir.

İslam dünyasındaki şerh ve haşiye geleneği ise ilk dönemlere kadar uzanmaktadır. Hz.

Peygamber’in Kur’an’daki bazı meseleleri tefsir etmesi, az bilinen kelimelerin anlamlarını ve Kur’an hükümlerini açıklaması, onun bazı sözlerini anlamayan ashabın sorduğu sorulara verdiği cevaplar İslam kültüründe şerhin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. İlk sistemli örnekleri fıkıh, kelam, tefsir gibi temel İslamî ilimlerde ortaya çıkan şerh geleneği sonraki yüzyıllarda dil bilimi, belagat, tarih, biyografi vb. pek çok dala sirayet etmiştir (Şensoy, 2010: 556; Efendioğlu, 2010: 559).

Müşterek İslamî kültürdeki şerh geleneğinin dili büyük ölçüde Arapçadır. Arapça şerh geleneğine gerek İranlı gerekse de Türk âlimlerin katkıları oldukça fazladır. Bilhassa Osmanlılarda medrese dilinin Arapça olması, dinî ve ilmî alanlarda şerh ve haşiye türü pek çok eser verilmesine olanak sağlamıştır (Yazar, 2011: 39). Arap Edebiyatı ve grameri alanında yazılmış birtakım mühim eserlere yapılan ve büyük bir kısmı Arapça olan şerhlere çeşitli el yazması kütüphanelerde rastlamak mümkündür. Arap grameri (sarf-nahiv) ve edebiyatı başta olmak üzere tefsir, fıkıh, kelam, hadis, astronomi gibi çeşitli alanlarda yazılan ve Osmanlı medreselerinde okutulmuş bazı eserler çeşitli şârihler tarafından şerh edilmiştir. Bunlara ek olarak aklî bilimlere ait mantık, felsefe, tarih, coğrafya, geometri, aritmetik gibi alanlarda da şerhlerin mevcut olduğu bilinmektedir. Osmanlı medreselerinde eğitim ve ilim faaliyetlerinde; aritmetikte Bahâüddîn el-Âmilî’nin Hülâsatü’l-Hisâb’ına yazılmış şerhlerin, geometride Şemsüddîn es-Semerkandî’nin Eşkâlü’t-Te’sîs’ine Kadızade e’r-Rumî’nin Tuhfetü’r- Re’îs fî-Şerhi Eşkâli’t-Te’sîs adıyla yaptığı şerhin, astronomide el-Çağminî’nin el- Mulahhas fi’l-Hey’e’sine yine Kadızade’nin yaptığı şerhin, tıpta çok sayıda yazılmış el- Kânûn şerhlerinin, fizikte Esirüddîn el-Ebherî’nin Hidâyetü’l-Hikme’si ile Necmüddîn el-Kâtibî’nin Hikmetü’l-Ayn’ına yazılmış şerhlerin ders kitabı olarak yaygın bir şekilde

(20)

9

okutulduğunu görmekteyiz (Ceylan, 2007: 6). Cemalüddîn Ebû Amr Osman b. Ömer b.

el-Hacîb’in (ö. 1248) Arapça nahiv kitabı Kâfiye de Arap grameri alanında şerh edilen eserlerin başında gelir. Buna ek olarak Emsile, Binâ, İzhâr, Misbah, Mufassal, Merâh, Avâmil vb. dilbilgisine dair eserlerin pek çok şerhiyle karşılaşmak mümkündür. Yine Arap edebiyatında önemli bir yere sahip Sîbeveyh’in (ö. 809?) gramerle ilgili eserleriyle birlikte bazı beyitleri de şerh edilmiştir. Arap edebiyatının klasik eserleri arasında yer alan Muallakatu’s-Seb‘a, Dîvân-ı İbnü’l-Fâriz, Dîvân-ı İmrü’l-Kays, Dîvân-ı Ebî Mihcen e’s-Sakafî, Dîvân-ı Ka’b ibni Züheyr, Dîvân-ı Mütenebbî, Makâmât-ı Harîrî;

fıkha dair Hidâye, Ferâiz, Fıkhu’l-Ekber, Fıkhu’n-Nâfi, Kasîdetü’l-Emâlî; kelâm sahasında Gurerü’l-Ahkâm, Akâidü’l-Adûdiyye; tıpta, Kânûn, Fusûl-i Bukrât, Muğnî, Mûciz; Kimyada Şüzûr, Mükteseb; astronomide Mulahhas fi’l-Hey’e, Dâire; mantık ilmiyle ilgili Mantık, İsagûcî, Tehzîb, Metâli, Telhîs gibi eserlerin Arapça, Farsça ve Türkçe sayısız şerhi vardır. Edebî şerhlerden ayrı olarak, daha çok ilmî terimlerin yer aldığı ve İslamî ilimler (hadis, tefsir, fıkıh, kelam vb.), tıp, astronomi gibi dallarda geniş bir kullanıma sahip bu türden metinlerin şerhi, “şerh” teriminin kavram alanını daha da kapsamlı hale getirmiştir (Yılmaz, 2012: XXI).

Farsça şerhler incelendiğinde ise daha ziyade edebî karakterdeki şerhlerin çoğunlukta olduğu görülmektedir. Fars edebiyatının iki büyük şârihi, Molla Câmî lakabıyla tanınan Nûruddîn Câmî (ö. 1492) ve yaptığı sayısız şerhle el yazması kütüphanelerinde ismine sıkça rastlanan Celalüddîn-i Devvânî (ö. 1512)’dir. Yapılan şerhlerin çoğunluğunda Mesnevî, Gülistân, Bostân, Pendnâme-i Attâr, Gülşen-i Râz (Şebüsterî) gibi ahlakî- didaktik-tasavvufî mesnevilerin yanısıra Emir Husrev-i Dihlevî (ö. 1325) ve Hâfız-ı Şirâzî (ö. 1390) gibi büyük şairlere ait şiirlerin esas alındığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Arap edebiyatında ilmî, aklî ve edebî sahalarda yazılmış meşhur eserlere yapılan Farsça şerhler de sayıca oldukça fazladır ve kütüphanelerde örnekleri mevcuttur (Yılmaz, 2012: XXI).

Arap ve Fars edebiyatına ait klasik eserler hemen her dönemde ve Doğu coğrafyasının neredeyse tamamında şerh edilmeye değer manzumeler arasında görülmüştür. Özellikle İran’da kalem erbaplarının eski metinlere şerh ve haşiye yazmaya yönelmiş olması Türk müelliflerini de etkilemiş ve Anadolu’da da tanınmış metinlere şerh yazma geleneği revaç bulmuştur (Riyâhî, 1995: 223). Arapça edebî metinler üzerinde kaleme alınan

(21)

10

Türkçe şerhler genellikle manzum olarak yazılan esmâ-i hüsnâ, kırk hadis ve hilye şerhleriyle, Hz. Ali Divanı şerhleri gibi birkaç örnek dışında, bağımsız manzumeler etrafında şekillenmiştir. Edebî yönü ağırlıkta olan manzumelerden özellikle Kâ‘b b.

Züheyr’in Kasîdetü’l-bürde/ Kasîde-i Bânet Sü‘âd, Kasîdetü’l-Lâmiyye, İbnü’l-Fârız’ın Tâ’îyye ve Hamriyye, İbnü’n-Nahvî’nin el-Kasîdetü’l-Münferice ve Muhammed b. Saîd el-Bûsîrî’nin Kasîdetü’l-bür’e/ Kasîdetü’l-bürde adlarıyla bilinen kasideleri en çok şerh edilen metinler olarak dikkatleri çekmektedir (Ceylan, 2010: 566-567). Fars edebiyatında ise, Firdevsî’nin (ö. 1020?) Şehnâmesi ile başlayan uzun süreç Feridüddîn- i Attâr (ö. 1221), Sadî-i Şirâzî (ö. 1292), Hâfız-ı Şirâzî (ö. 1390), Molla Câmî (ö. 1492), Urfî-i Şirâzî (ö. 1591), Sâib-i Tebrîzî (ö. 1671), Şevket-i Buhârî (ö. 1695) gibi büyük şairlerin nazım-nesir pek çok eser kaleme almasıyla devam etmiş, bu eserler hem İran sahasında hem de Osmanlı coğrafyasında sayısız şerhe konu olmuştur.1

Şerh edebiyatına ait eserleri iki ana başlık altında incelemek mümkündür:

1. Tasavvufî Metin Şerhleri 2. Klasik Metin Şerhleri

“Tasavvufî Metin Şerhleri” olarak isimlendirilen şerh sahası dinî-tasavvufî konulu eserlere yapılan şerhleri içine almaktadır. Yunus Emre, Niyazî-i Mısrî, Sünbül Sinan gibi ehl-i tasavvuf şairlerin gazel, kaside, şathiye vb. şiirlerine yazılan ve tasavvufî öğretiyi amaç edinen şerhlerle birlikte Fusûsu’l-Hikem, Muhammediyye, Esmâ-i Hüsnâ manzumeleri, Şebüsterî’nin Gülşen-i Râz’ı vb. eserlere yazılmış şerhler de “tasavvufî metin şerhi” kavramının sınırları içerisindedir. Daha çok öğretici mahiyette olan tasavvufî metin şerhleriyle ilgili Ceylan şu bilgileri vermiştir:

“… Başlangıcından itibaren tasavvufî çevrelerde ortaya çıkan Türkçe manzumeleri şerh etme geleneği kendine özgü bir edebî çığır oluşturmuştur. Diğer şerhlerde yer alan metinlerin diliyle ilgili gramer ayrıntıları tasavvufî şerhlerde nadiren yer bulur. Türkçe tasavvufî şiir şerhleri, şerh metinlerinin hemen tamamına hâkim olan “tümevarım”

yaklaşımının en çok kırılmaya uğradığı metinlerdir. Muhteva merkezli olan bu şerhlerde

1 Klasik şerh edebiyatının Türkçe örnekleri hakkında bilgi için bk. Ozan Yılmaz, “Klasik Şerh Edebiyatı Literatürü”, TALİD: Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, C. 5, S. 9, (2007), s. 271-304.

(22)

11

metnin belirleyicisi tasavvuf konularıdır. Tasavvuf şiirinin özgün nazım türlerinden olan şathiyelerin şerh edilen şiirler arasında belirgin bir ağırlığı vardır. Türkçede tasavvufî şiir şerhleri, dil ve kültürle ilgili açıklamalardan ziyade tasavvufî terminolojinin geliştirilmesiyle zenginlik ve değer kazanır. Tasavvufî çevrelerde eğitim aracı olarak kullanılan bu şerhler manevî bir işaret üzerine ya da dostların ricası gibi sebeplerle kaleme alınmıştır. Çok defa metnin yazarı gibi kendisi de mutasavvıf olan şârih genellikle hedef okuyucu kitlesinin seviyesine göre bir dil ve üslûp benimser. Bu arada dinî ilimlerin yanı sıra ilm-i nücûm, tıp, kimya, rüya tabiri, ebced, belagat vb. ilim dallarından da yararlanır. Bazen ayet ve hadis metinleri, peygamber kıssaları, sûfî menkıbeleri, darbı meseller, halk rivayetleri ve diğer tahkiye unsurları tasavvufî şiir şerhlerinin konusunu oluşturur. Hemen tamamında bir hitap tarzının yer aldığı tasavvufî şiir şerhlerinde soru-cevap ve örneklendirme ile anlatım yöntemleri etkili biçimde kullanılmıştır” (Ceylan, 2010: 567).

“Klasik Metin Şerhleri” başlığı altındaki şerhler ise her anlamda “klasik” sıfatı kazanmış eserlere yapılan şerhleri kapsamaktadır. Bu tür şerhlerde bazen müstakil bir metnin, bazen de belirli bir nazım şekline ait manzumelerin şerhi yapılmıştır. Kaside ve gazel şerhlerinin ilk sırayı aldığı klasik metin şerhlerinde mesnevi gibi uzun nazım türlerinin şerhine de sıklıkla rastlanmaktadır. Klasik metin şerhlerinde gaye; okuyanı bilgilendirerek metni tanıtmaktır. Şârihler bilgilendirmeyi açıklama ve ek bilgi verme şeklinde yaparak konuyu genişletir. Konunun açılıp genişletilmesi, şârihin, bilgi ve anlayışıyla paralel olarak yorumu da beraberinde getirir.

Klasik şerhler metot olarak incelendiğinde tek bir usulden bahsetmek mümkün olmasa da genel olarak bu tür şerh metinlerinde tatbik edilen usul şu şekildedir: Öncelikle şerhe mevzu olan kaynak metin verilir ve metin farklı bir dilde ise erek dile çevrilir. Ardından bilhassa manzum metin şerhlerinde tek tek beyitlere hatta mısralara bağlı kalınarak kelimelerin anlamları verilir ve filolojik yönden incelenir. Bu esnada gerektiği takdirde farklı lügatlerden şahit gösterilir, münşi veya şairin neyi ve hangi anlamı kasdettiği izaha çalışılır. İfadeler ve yorumlar başta ayet ve hadisler olmak üzere manzum ve mensur misallerle desteklenir, atasözleri ve hikâyelerle daha akıcı hale getirilir.

Okuyucuya hitaplarda, şerh bölümleri arasındaki geçişlerde, alıntı ve göndermelerde Arapça şerhlerde olduğu gibi kalıplaşmış ifadelerden yararlanılır. Şerhlerde amaç; şerh

(23)

12

edilen metnin edebî kıymetini ortaya koymaktan ziyade, şerh edilen metni anlaşılır kılmak yani “şairin karnındaki mana”yı açığa çıkarmak ve eğitici/ öğretici bir fayda sağlamaktır. Kısacası şârih, ilk olarak “bi’l-ibâre” manayı açığa çıkarmaya, daha sonra

“bi’l-işâre” ve “bi’d-delâle” manalara ulaşmaya çalışır (Ceylan, 2010: 565-566; Ün, 2007: iii).

XVI. yüzyıldan itibaren hudutları belirginleşip yaygınlaşmaya başlayan Türkçe şerh yazma geleneği XX. yüzyılın başlarına kadar sürmüş, bu tarihten sonra da şerh çalışmaları devam etmiş ve hem klasik Türk edebiyatı süresince şekillenen yöntem hem de modern metin yorumlama kuramlarının tesirinde gelişen şerhler yazılmaya başlanmıştır. Ancak modern metin şerhi olarak da adlandırılan bu yeni dönem şerh anlayışı, klasik şerh anlayışından ayrı tutulmalıdır. Klasik şerhler, o devirde yaşayan ve belli bir edebî, kültürel birikime sahip olan çevreler için yapılmıştır. Günümüz metin şerhleri ise yeni nesile Osmanlı Türkçesinin bütün hususiyetleriyle birlikte kültürel mirasımızın zenginliklerini de anlatmayı hedeflemektedir. Günümüz şerh anlayışında amaç edebî kaygıdan ziyade, geçmiş ve günümüz arasındaki bağın kopmaması için köprü kurmaktır (Yılmaz, 2012: XXIII; Yazar, 2011: 66). Atabey Kılıç da günümüz şerh anlayışını “Modern Şerhler” olarak isimlendirmiş ve “Bilimsel esaslı, Teorik Zemine Dayalı Olanlar”, “Geleneği Bazı Eklemelerle Devam Ettirenler” olmak üzere iki alt başlığa ayırmıştır (Kılıç, 2007: 418). Geleneği devam ettiren isimler arasında Ali Nihat Tarlan, şiirlerinde uyguladığı teknik ve şerhlerinin muhtevası bakımından kendisinden sonraki birçok araştırmacıyı etkilemiştir. Bu vesileyle geleneği devam ettirenlerin temsilcisi olarak görülmüş ve bu yeni dönem “Ali Nihat Tarlan Ekolü”

olarak adlandırılmıştır (Duru, 2007: 56).

Ali Nihat Tarlan’ın izinden gelerek geleneği devam ettiren ve teknik olarak klasik şerhlerdekine benzer bir metotla yapılan günümüz metin şerhi çalışmaları, gelecek kuşakların divan şiiri geleneğinin zeminini, dilini, muhtevasını layıkıyla anlayabilmesine vesile olacaktır.

Çalışmanın Amacı

Bu çalışmanın amacı, Fars edebiyatının son büyük üstadı sayılan ve daha çok Molla Câmî unvanıyla bilinen Nûruddîn Abdurrahmân b. Nizâmiddîn Ahmed b.

(24)

13

Muhammed’in Yûsuf u Zelîhâ mesnevisine, klasik Türk edebiyatının son dönem şârihlerinden Hâcibî’nin yaptığı şerhi transkribe ederek metni ortaya çıkarmak, sonrasında ise metinden elde edilen edebî, coğrafî, kültürel, tarihî ve ansiklopedik bilgiler doğrultusunda eserin incelemesini yapmak ve eseri ilim dünyasına kazandırmaktır.

Çalışmanın Önemi

Bu çalışma ile Molla Câmî’nin klasik Türk edebiyatında pek çok mesneviyi doğrudan yahut dolaylı olarak etkileyen Yûsuf u Zelîhâ mesnevisine, XIX. yüzyıl divan edebiyatı şairi Hâcibî tarafından yapılan şerh ilim âlemine tanıtılmıştır.

Çalışmanın Yöntemi

Çalışma konumuz Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi Kitaplığı Nu: 2829’da ve Tek-Esin Vakfı Dr. Emel Esin Kütüphanesi Nu: 596’da kayıtlı olan Hâcibî’nin Şerh-i Yûsuf u Zelîhâ adlı eseridir. Eserin iki nüshası bulunduğu için edisyon kritikli bir çalışma yapılmasına karar verilmiş ve ana nüsha tespitine geçilmiştir. Nüshalarda eserin telif ve istinsah tarihine dair kayıtlar bulunmadığından ana nüsha tespitinde “kapsam”

etkili olmuştur. Emel Esin Kütüphanesinde bulunan nüsha her ne kadar eksik olsa da diğer nüshaya göre daha kapsamlı olduğu için ana nüsha olarak belirlenmiştir. Eserin transkripsiyon alfabesiyle günümüz Türkçesine aktarımı genel olarak ana nüsha üzerinden yapılmış; ancak diğer nüsha ile olan kelime ve bilgi farklılıkları dipnotta gösterilmiştir. Eksik olan ana nüshanın bittiği kısımdan itibaren çalışma diğer nüsha üzerinden devam etmiştir.

Çalışmamız “Yusuf u Zeliha kıssasına genel bir bakış, Molla Câmî ve Yûsuf u Zelîhâ’sı, Hâcibî’nin hayatı ve eserleri, inceleme, eserin imlâ hususiyetleri ve günümüz Türkçesine aktarılması olmak üzere beş bölümden oluşmaktadır. Çalışmamızın ilk bölümünde Yusuf kıssasının kutsal kitaplardaki versiyonları verilmiş ve kıssalar arasındaki farklılıklar olay, kişi, mekân, anlatım tekniği ve kapsam bağlamında değerlendirilmiştir. Sonrasında ise Arap, Fars ve Türk edebiyatındaki Yusuf kıssalarına değinilmiştir. İkinci bölümde Molla Câmî’nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi verildikten sonra Câmî’nin Yûsuf u Zelîhâ mesnevisinin klasik Türk edebiyatındaki

(25)

14

etkilerinden bahsedilmiş, eserin tercümeleri, nazireleri ve şerhleri hakkında bilgi verilmiştir. Üçüncü bölümde şârihin hayatı ve eserleri ele alınmıştır.

Çalışmamızın dördüncü bölümü olan “İnceleme” bölümünde genel şablon olarak Gülistan Şerhi (Sûdî-i Bosnevî) adlı çalışmanın inceleme kısmında uygulanan şablon örnek alınmıştır. Bu bölüm “Şerh” ve “Şârih” olmak üzere iki başlık altında değerlendirilmiştir. Şerh kısmında, metinde geçen gramer terimleri, eserin Arapça- Farsça-Türkçe söz varlığı, eserde bulunan ansiklopedik malzeme metin içerisinde geçtikleri yerlerden örneklerle verilmiştir. Şârih kısmında ise Hâcibî’nin metin şerhi esnasında uyguladığı teknik, maddeler halinde sıralanmış ve Kur’an-ı Kerim’den, hadislerden, Arapça-Farsça-Türkçe manzum parçalardan ve kaynak eserlerden yapılan iktibaslara yer verilmiştir. Metinde geçen ayet, hadis ve Arapça-Farsça ibarelerin anlamları dipnotlarda belirtilmiştir.

Çalışmamızın son bölümünde 18. yüzyıl sonu 19. yüzyıl başında yazıldığı tahmin edilen ve geçiş dönemi eseri olan Şerh-i Yûsuf u Zelîhâ’nın imlâ özelliklerine değinilmiş ve transkripsiyon alfabesi ile günümüz Türkçesine aktarılmış metni verilmiştir.

(26)

15

BÖLÜM 1: YUSUF U ZELİHA HİKÂYESİNE GENEL BİR BAKIŞ

1. 1. Kutsal Kitaplarda Yusuf Kıssası

Edebiyatta pek çok mesneviye konu olan ve Hz. Yusuf’un başından geçenlerin anlatıldığı Yusuf kıssası, Kitab-ı Mukaddes’te Tevrat’ın “Tekvin” bölümünde, İncil’in

“Resullerin İşleri” kısmında ve Kur’an-ı Kerim’in 12. suresinde anlatılmaktadır. Kutsal kitaplarda genel olay örgüsü itibarıyla benzerlik gösteren bu kıssa; amaç, kapsam, anlatım tekniği, kişi ve olaylar karşısındaki tutum gibi detayları teşkil eden unsurlar açısından farklılıklar göstermektedir. Bu bölümde Tevrat, İncil ve Kur’an-ı Kerim’deki Yusuf kıssaları verilmiş ve kıssanın kutsal kitaplardaki varyantlarının mukayesesi yapılmıştır.

1.1.1. Tevrat’ta Yusuf Kıssası (Kitab-ı Mukaddes-Eski Antlaşma)2

Kitabî bir din olan Yahudilik, Hristiyanlığın aksine dinin merkezine kutsal kitabı koymakta, bu yönüyle de İslam’la benzerlik göstermektedir. Yahudi inancına göre Musa, peygamberlerin en büyüğüdür; ancak dinin temeli Musa ve onunla ilgili öğretiler değil kutsal kitap Tevrat’tır. Yahudilik’te kutsal metinler ve dinî literatür denildiğinde başta Tevrat olmak üzere Ahd-i Atik, Yahudilerce Şifahî Tora (Torah) olarak adlandırılan Mişna ve Talmud ile kutsal kitabın tefsiri olarak kabul edilen midraşik literatürle birlikte mistik ve apokrifal litaratür de anlaşılmaktadır3 (Harman, 2013: 197).

Kitab-ı Mukaddes Eski ve Yeni Antlaşma olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Eski Antlaşma Yahudilerin kutsal kitabıdır, İbranice ve Aramice olarak yazılmıştır. Yasa

2 Tevrat’ta ve İncil’deki Yusuf kıssası için yararlanılan kaynak: Kitabı Mukaddes Şirketi, Kutsal Kitap Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), İstanbul: Yeni Yaşam Yayınları, 2014.

3 Yahudi kutsal kitabının alışılmış yaygın ismi Tanah’tır (Tanakh). Bu isim Yahudi kutsal kitabını oluşturan üç bölümün isimleri olan Tora (Tevrat), Neviim (Peygamberler) ve Ketuvim’in (İlahi ve münacatlar) baş harflerinden oluşturulan suni bir isimdir. Yahudi kutsal kitabı Tanah’tan sonra en kutsal Yahudi metinleri Mişna (Yahudi inanışına göre Tanrı, Sînâ Dağı’nda Musa’ya yazılı Tevrat’la birlikte onun açıklaması niteliğindeki sözlü Tevrat’ı da vermiştir.

Musa’nın yazıya aktarmayıp şifahen Yeşû’a, ondan İsrailoğullarının önde gelenlerine, onlardan peygamberlere, peygamberlerden büyük meclis üyelerine, onlardan da yazıcılara ve nihayetinde ilk dönem Yahudi din âlimlerine ulaşan Şifahî Tora bu âlimler tarafından Mişna metinlerini oluşturacak şekilde derlenmiştir.) ve onun yorumundan oluşan Talmud’dur. Mişna ve Talmud’dan sonra ise bu metinlerin ve kutsal kitap Tanah’ın tefsiri olarak kabul edilen ve kutsal yazıların manasını açıklamak, metinden yeni kural ve esaslar çıkarmak, metne müracaatla gerçek dinî ve ahlakî öğretileri tesis etmeyi amaçlayan Midraş metinleri en kutsal Yahudi metinleri arasında yer almaktadır (Harman, 2013: 197-200).

(27)

16

Kitapları (Musa’nın beş kitabı), “Peygamberlikler ve tarihsel kitaplar”, “Mezmurlar”,

“Şiirsel ve düz metinler” olmak üzere üç bölüme ayrılır. Eski ve Yeni Antlaşma Hristiyanların kabul ettiği kutsal yazılardır.4

Yusuf kıssası Tevrat’ın ilk kitabı Yaratılış 37-50. bablarda geniş bir biçimde yer almaktadır.

YARATILIŞ BAB 37

Yusuf’un Düşleri

(1-11) On yedi yaşında bir genç olan Yusuf babasının eşleri Bilha ve Zilpa’dan olan kardeşleri ile birlikte Kenan’da sürü otlatır ve kardeşlerinin yaptığı kötülükleri babasına iletir. Yusuf, Yakup’un yaşlılığında doğduğu için Yakup tarafından diğer kardeşlerinden daha çok sevilir. Yusuf’un kardeşleri babalarının Yusuf’u kendilerinden daha çok sevdiğini anlayınca Yusuf’tan nefret etmeye başlarlar.

Yusuf, kardeşleriyle birlikte tarlada demet bağladıkları ve kendi demetinin kalkıp dikildiği, kardeşlerinin demetlerininse çevresinde toplanarak önünde eğildiğine dair bir düş görür ve bu düşü onlara anlatır. Kardeşleri Yusuf’tan daha çok nefret eder ve

“Başımıza kral mı olacaksın? Bizi sen mi yöneteceksin?” der. Yusuf daha sonra güneş, ay ve on bir yıldızın önünde eğildiğini gördüğü başka bir düşü de kardeşlerine ve babasına anlatır. Babası ona kızar ve onu azarlayarak: “Bu nasıl düş? Annen, ben ve diğer kardeşlerin önünde yere mi eğileceğiz yani?” der.

Kardeşleri Yusuf’u Satıyor

(12-36) Yusuf’un kardeşleri bir gün babalarının sürüsünü otlatmak için Şekem’e giderler.

Yakup, kardeşlerine ve sürüye bakması, her şeyin yolunda olup olmadığına dair bilgi getirmesi için Yusuf’u da Şekem’e kardeşlerinin yanına gönderir. Kırda dolaşan Yusuf bir adama rastlar ve kardeşlerinin oradan ayrılarak Dotan’a gittiklerini öğrenir. Yusuf,

4 Kitab-ı Mukaddes Eski Ahit (Tevrat) ve Yeni Ahit (İncil) olarak iki bölümden oluşmaktadır; ancak Yahudiler sadece Tevrat’ı kabul ederler ve bu sebeple “Eski Ahit” demezler. “Yeni Ahit”i kabul etmedikleri için “Eski”

denilmesine gerek olmadığını düşünürler. Hristiyanlar ise hem “Eski”, hem de “Yeni Ahit”i kabul ederler ve ikisinin de “Kutsal Kitap” olduğuna ve birbirlerini tamamladığına inanırlar (Muş, 2000: 21-22).

(28)

17

kardeşlerini bulmak üzere peşlerinden Dotan’a gider. Yusuf’u uzaktan gören kardeşleri, Yusuf yanlarına gelmeden onu öldürmek için plan yapmaya başlar. Onu öldürüp kuyuya atmaya ve babalarına yabanî bir hayvanın onu yediğini söylemeye karar verirler.

İçlerinden Ruben, Yusuf’u kurtarmaya çalışarak “Onun canına kıymayın, kan dökmeyin! Onu şuradaki ıssız kuyuya atın; ancak kendisine dokunmayın” der. Amacı Yusuf’u kuyudan çıkarıp babasına götürmektir.

Yusuf kardeşlerinin yanına geldiğinde, kardeşleri Yusuf’un sırtındaki renkli, uzun giysiyi çıkarırlar ve onu boş kuyuya atarlar. Yemek yemek için oturdukları vakit Gilat tarafından İsmaili bir kervanın geldiğini görürler. Bu kervan kitre, laden, pelesenk yüklüdür ve Mısır’a gitmektedir. Kardeşlerden Yahuda, Yusuf’u kuyuda ölüme bırakarak bir şey elde edemeyeceklerini söyleyerek onu kervana satmayı teklif eder.

Kardeşleri bu teklifi kabul eder ve Yusuf’u kuyudan çıkarıp kervana satarlar. Daha sonra bir teke keserler ve Yusuf’un giysisini kana bularlar. Giysiyi babalarına götürerek giysinin Yusuf’a ait olup olmadığını sorarlar. Giysiyi tanıyan Yakup “Evet, bu onun giysisi, oğlumu yabanî bir hayvan yemiş olmalı.” der ve üzüntüden giysilerini yırtar, beline bir çul sarar. Bütün kız ve oğulları onu avutmaya çalışsa da Yakup, oğlu için çok uzun süre yas tutar. Bu esnada Midyanlılar, Yusuf’u Mısır’da firavunun görevlilerinden biri olan muhafız birliği komutanı Potifar’a satar.

BAB 38

Yahuda ile Tamar5 BAB 39

Yusuf ile Potifar’ın Karısı

(1-23) İsmaililer Yusuf’u Mısır’a götürdükten sonra firavunun görevlisi muhafız birliği komutanı Potifar onu satın alır ve Yusuf efendisinin evinde kalmaya başlar. Rabb’in Yusuf’la birlikte olduğunu ve onu her işte başarılı kıldığını gören efendisi onu özel hizmetine alarak sahip olduğu her şeyin sorumluluğunu ona verir. Kendisi yemek yemek dışında hiçbir şeyle ilgilenmez.

5 Bu pasajda Yusuf’tan hiç bahsedilmediği için pasaja yer verilmemiştir.

(29)

18

Yakışıklı ve güzel yapılı olan Yusuf’a bir müddet sonra efendisinin karısı göz koyar ve onunla yatmak ister. Yusuf efendisinin kendisine sundukları karşısında böyle bir işe asla kalkışmayacağını ve Tanrı’ya karşı günah işlemeyeceğini söyleyerek kadını reddeder.

Potifar’ın karısı her gün bu isteğini dile getirir; ancak Yusuf kabul etmez. Ev halkından hiç kimsenin olmadığı bir gün Yusuf işlerini yapmak için eve gider. Potifar’ın karısı Yusuf’un kıyafetinden tutarak onunla yatmasını söyler fakat Yusuf kıyafetini kadının elinde bırakarak evden kaçar. Kadın uşaklarını çağırır ve Yusuf’un kendisiyle yatmak istediğini, kabul etmeyip bağırmaya başlayınca da Yusuf’un kaçtığını söyler.

Kadın, kocası geldiğinde ona da aynı şeyleri anlatarak Yusuf’u suçlar. Bunu duyan Potifar çok sinirlenir ve Yusuf’u zindana attırır. Rab, Yusuf zindanda iken de onunla birlikte olur, ona iyilik ve lütuflarda bulunur. Zindancıbaşı Yusuf’tan hoşnut kalır ve zindandaki her şeyin sorumluluğunu ona verir, kendisi hiçbir işle ilgilenmez.

BAB 40

Yusuf Tutsakların Düşünü Yorumluyor

(1-23) Firavun, başsaki ve fırıncıbaşına öfkelenir, onları zindana attırır. Başsaki ve fırıncıbaşı zindanda aynı gece birer düş görürler. Sabah olduğunda her ikisinin yüzünü de asık gören Yusuf onlara ne olduğunu sorar. Başsaki ve fırıncıbaşından “Düş gördük ama düşlerimizin yorumunu yapacak kimse bulamıyoruz.” cevabını işitince düşlerini kendisine anlatmalarını ister. Başsaki rüyasında üç çubuğu olan bir asma gördüğünü, tomurcuklar açar açmaz asmanın çiçeklenip salkım salkım üzüm verdiğini ve üzümlerden alıp firavunun kâsesine sıktığını, sonra kâseyi firavuna verdiğini söyler.

Rüyayı yorumlayan Yusuf ona üç gün içinde firavunun onu zindandan çıkaracağını, evine dönebileceğini ve eskisi gibi firavuna sakilik yapabileceğini müjdeler. Yusuf başsakiden her şeyin yolunda gitmesi halinde kendisini anımsamasını, firavuna kendisinden söz etmesini, İbrani ülkesinden zorla kaçırıldığını ve zindana atılacak hiçbir şey yapmadığını söyler.

Yusuf’un başsakiye yaptığı iyi yorumu duyan fırıncıbaşı kendi düşünü anlatmaya başlar. Rüyasında başının üzerinde üç sepet beyaz ekmek olduğunu, en üstteki sepette firavun için pişirilen çeşitli pastalar olduğunu ve kuşların bu pastalardan yediklerini

(30)

19

söyler. Yusuf ona üç gün içinde firavunun onu zindandan çıkarıp ağaca asacağını ve kuşların etinden yiyeceğini bildirir.

Üç gün sonra doğum gününde firavun bütün görevlilere büyük bir şölen verir ve başsakiyle fırıncıbaşını da zindandan çıkarır. Başsakiyi eski görevine tayin eder; ancak fırıncıbaşını astırır. Başsaki zindandan çıkıp firavuna şarap sunmaya devam etmesine rağmen Yusuf’tan firavuna bahsetmeyi unutur.

BAB 41

Yusuf Firavunun Düşünü Yorumluyor

(1-36) İki yıl sonra firavun iki düş görür. İlk düşünde Nil ırmağı kıyısında dururken ırmaktan yedi güzel ve semiz ineğin çıkıp sazlar arasında otlamaya başladıklarını, daha sonra yedi çirkin ve zayıf ineğin diğer semiz inekleri yediğini; ikinci düşünde ise bir sapta yedi güzel ve dolgun başağın bittiğini, sonra cılız ve rüzgardan kavrulmuş yedi başak daha bittiğini, cılız başakların güzel ve dolgun başakları yuttuklarını görür.

Sabah kaygıyla uyanan firavun düşünü yorumlatmak için Mısırlı bütün büyücü ve bilginleri çağırtır; ancak onlardan kimse düşü yorumlayamaz. Bu esnada başsaki firavuna zindandayken İbrani bir kölenin kendisinin ve fırıncının rüyasını yorumladığından ve yorumladığı her şeyin gerçekleştiğinden bahseder.

Firavun, Yusuf’u yanına çağırtır ve zindandan çıkarılan Yusuf tıraş olup giysilerini değiştirerek firavunun karşısına çıkar. Firavun Yusuf’a gördüğü düşleri anlatır. Yusuf firavunun rüyalarını dinledikten sonra ona iki düşün de aynı anlama geldiğini Mısır’da önce yedi yıl bolluk olacağını; ancak daha sonra o yedi yıl o bolluk günlerinin hiç anımsanmayacağı kıtlık yıllarının yaşanacağını, bu hususta iki rüya görmenin Tanrı’nın kararının kesin olduğuna ve en kısa zamanda uygulayacağına işaret olduğunu söyler.

Yusuf, firavuna akıllı, bilgili bir adam bulup onu Mısır’ın başına getirmesi, ülke çapında adamlar görevlendirerek yedi bolluk yılı boyunca ürünlerin beşte birinin toplanması, toplanan bu ürünlerin de yedi kıtlık yılı boyunca ihtiyatlı olarak kullanılması yönünde telkinlerde bulunur.

Yusuf Mısır'ın Yöneticisi Oluyor

(31)

20

(37-57) Yusuf’un önerisi firavun ve görevlilerine iyi görünür. Firavun, Yusuf’a, ondan daha akıllısı ve bilgesini bulamayacağını söylerek mührünü parmağından çıkarıp Yusuf’un parmağına takar ve ona bütün Mısır’ın yönetimini verir. Yusuf’un adını Safenat-Paneah koyar ve On Kenti’nin kâhini Potifera’nın kızı Asenat’ı da ona eş yapar.

Firavun’un hizmetine girdiğinde otuz yaşında olan Yusuf, bütün Mısır’ı dolaşır. Yedi bolluk yılı boyunca çok ürün depolar. Kıtlık yılları henüz başlamadan Asenat ona iki erkek çocuk doğurur. Yusuf ilk oğluna Manaşşe, ikinci oğluna da Efrayim ismini koyar.

Yedi bolluk yılı sona erdikten sonra yedi kıtlık yılı başlar. Kıtlık bütün ülkeyi sarınca Yusuf depoları açıp Mısırlılara buğday satmaya başlar. Bütün ülkelerden buğday satın almak için insanlar Mısır’a gelmeye başlar.

BAB 42

Yusuf’un Kardeşleri Mısır’a Geliyor

(1-38) Mısır’da buğday olduğunu öğrenen Yakup, oğullarını Mısır’a yollar. Yusuf’un on kardeşi buğday almak için Mısır’a gider. Yakup, Yusuf’un kardeşi Benyamin’i başına bir şey gelir endişesiyle onlarla göndermez.

Kardeşler buğday satın almak için gelip Yusuf’un karşısında yere kapanırlar. Yusuf kardeşlerini görünce onları tanır ve onlara casus olduklarını, ülkenin zayıf yönlerini öğrenmeye geldiklerini ve onları sınamak istediğini söyler. Yusuf kardeşlerini üç gün gözaltında tutar. Üçüncü günün sonunda aralarından bir kişinin evlerine buğday götürmesine izin verir fakat karşılığında küçük kardeşlerini getirmesini; ancak bu şartla canlarını bağışlayacağını belirtir.

Yusuf kardeşlerinin yanından ayrıldıktan sonra ağlamaya başlar. Daha sonra tekrar kardeşlerinin yanına dönerek onlarla konuşur ve aralarından Şimon’u rehin alır, sonra torbalarına buğday doldurtur ve paralarını torbalara geri koydurur. Babalarının yanına Kenan’a geldiklerinde başlarına geleni anlatan kardeşler dürüst olduklarını ispat etmek ve kardeşleri Şimon’u geri almak için Benyamin’i götürmeleri gerektiğini babalarına anlatırlar; ancak Yakup ona zarar gelebileceği korkusuyla Benyamin’i onlarla göndermeyeceğini söyler.

(32)

21 BAB 43

Mısır’a İkinci Yolculuk

(1-34) Mısır ülkesinden getirilen buğday bitince Yakup oğullarına yine gidip buğday almalarını söyler. Yahuda babasına Benyamin’in kendileriyle birlikte gelmezse gitmeyeceklerini çünkü adamın kendilerini sıkı sıkı uyardığını anlatır. Yahuda babasını Benyamin’i yollaması için ikna eder ve Yakup, oğullarına torbalarını ikramlık çeşitli yiyeceklerle doldurmalarını, yanlarına iki kat para almalarını söyleyerek onları Mısır’a gönderir. Kardeşler yanlarına armağanları ve paraları alarak Mısır’a gelirler ve Yusuf’un huzuruna çıkarlar. Yusuf onlar için hayvan kesip hazırlanması ve birlikte yemek yemek için evine götürülmeleri yönünde kahyasına talimat veririr. Kardeşler Yusuf eve gelince getirdikleri hediyeleri ona sunarlar. Yusuf kardeşlerine babalarını sorup onunla ilgili bilgi aldıktan sonra aynı anneden olan kardeşi Bünyamin’i görür ve odasına gidip ağlar. Kendisini toparladıktan sonra yemeği getirmelerini söyler.

Mısırlılarla İbraniler birlikte yemek yemediği için Yusuf’a ayrı, kardeşlerine ayrı ve Yusufla yemek yiyen Mısırlılara ayrı hizmet edilir.

BAB 44

Kaybolan Kâse

(1-17) Yusuf, kahyasına kardeşlerinin torbalarına taşıyabilecekleri kadar yiyecek

koymalarını, her birinin parasını da torbalara yerleştirmesini ve en küçüklerinin torbasına kendi gümüş kâsesini de koymasını söyler. Yusuf, sabah erkenden yola çıkan kardeşlerinin ardından kahyasını yollar. Kahya onlara efendisinin şarap içmek ve fala bakmak için kullandığı kâseyi niçin aldıklarını, efendisine niçin bu kötülüğü yaptıklarını sorar. Kardeşler şaşkınlık içinde böyle bir şey yapmadıklarını, isterlerse torbalarını arayabileceklerini, kâsenin herhangi birinde çıkması durumunda o kişiyi öldürüp diğerlerini de köle olarak alabileceklerini söylerler. Kahya adamları arar ve kâse en küçüklerinin torbasından çıkar. Üzüntüden giysilerini yırtan adamlar kente geri dönerler. Kardeşler Yusuf’un evine geldiklerinde ağlayıp sızlayarak Yusuf’a köle olabileceklerini söylerler. Yusuf sadece kâse bulunan kişiyi köle olarak alacağını diğerlerinin gidebileceğini bildirir.

Referanslar

Benzer Belgeler

In this paper, we propose a hybrid color image compression approachbased on PCA and DTT algorithms (PCADTT), which integrates the benefits of both PCA and DTT

Prenses Fahrünnisa Zeyd çocukluk ve gençlik yıllarında dönemin ressamlarının etkisinde yaptığı resimlerle son dönemde yaptığı resimler arasında büyük farklar

Cantharellus melanoxeros is characterized by small to medium sized fruit body blacking when bruised, with a saffron yellow pileus, yellowish to pinkish liliac stipe and rose

Buradan yola çıkarak, örgütsel adaletin hem işlemsel hem etkileşimsel adalet boyutunda yaşanan sorunların hem idari hem de örgütsel psikolojik sözleşme ihlal

Ùalóa bin èAbdullÀh, Óaøret-i èOåmÀna didi ki: “ŞÀma rıólet idüp anda úarÀr eyle tÀ ki senüñ leşkerüñ seni bu àavàadan ãaúlayup óıfô ideler” diyicek

Kardeşleri her kapıdan ikişerce girince yalnız kalan İbn Yâmin, gördüğü kişilere sultanın sarayının nerede olduğunu sorar, fakat kimse onun dilini bilmediği için cevap

İkinci bölümde Şerh-i Gülistân klasik mensur metin şerhi kuralları çerçevesinde, Sûdî-i Bosnevî’nin Şerh-i Gülistân’ının bazı kısımları ile karşılaştırılarak

dolayısıyla da NakĢibendî mahlaslarıyla bilinmektedir. Doğumu, ölümü, ailesi ve eğitimi hakkında ciddi bir bilgi bulunmamaktadır. Bu eserde Farsça mesellerin