• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: MOLLA CÂMÎ ve YÛSUF U ZELÎHÂ’SI

2.1. Molla Câmî

2.1.1. Hayatı

2.1.1.1. Doğum Yeri, Tarihi ve Şeceresi

23 Şaban 817’de (7 Kasım 1414) Horasan’ın Cam şehrinin Harcird kasabasında doğan Câmî’nin asıl adı Abdurrahman b. Nizâmiddîn Ahmed b. Şemsiddîn Muhammed; lakabları ise İsâmuddîn ve Nûruddîn’dir. Babası Nizâmüddîn Ahmed, dedesi ise meşhur ilim adamı Şemsüddîn Muhammed’dir (Çelebi, 2012: 13). Makâmat-ı Câmî’de Câmî’nin şeceresi ile ilgili olarak şu ifadeler yer almaktadır:

“Babaları Mevlânâ Nizâmüddîn Ahmed, kıymetdâr dedeleri ise ilim ve takvâsıyla meşhur Mevlânâ Şemsüddîn Muhammed’dir. Isfahan yakınlarındaki Deşt şehrindendir. Yıllar önce Deşt’ten mübârek Herat vilâyetine gelmiş, orada fıkıh ve fetvâ işleri ile iştigal etmişlerdir. Hazret’in babaannesi ise İmam Muhammed b. Hasan Şeybânî’nin torunlarındandır. Öyle ki İmam Muhammed’in çocuklarından olan Mevlânâ İmâmu’r-Rabbânî Kıvvâmüddîn eş-Şeybânî kendi vilâyeti olan Rey’den, Câm-ı şerîfe teşrif etmiş; kızını “cins cinsine meyleder” vesile-i münasebetiyle fukahâdan Müftî Mevlâna Şerâfüddîn Hâcı Şah ile nikâhlamıştır. Bu evlilikten doğan kızlarını ise Mevlânâ Şemsüddîn Muhammed nikâhına almış ve bu evlilikten de Hazret’in muhterem pederleri Mevlânâ Nizâmüddîn Ahmed dünyaya gelmiştir. Nizâmüddîn Ahmed ve

76 Molla Câmî’nin hayatı hakkında detaylı bilgi için bk. Ali Asgar Hikmet, Câmî, Hayatı ve Eserleri, çev. M. Nuri Gençosman, 2. Baskı, Ankara: Milli Eğirim Basımevi, 1963; Asaf Hâlet Çelebi, Molla Câmî, 2. Baskı, İstanbul: Hece Yayınları, 2012; Ertuğrul İ. Ökten, “Jami (817-898/ 1414-1492): His Biography and Intellectual Infulence in Herat”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi, The University of Chicago, 2007); Farah Fatima Golparvarian Shadchehr, “Abd al-Rahman Jami: Naqshbandi Sufi, Persian Poet”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi, The Ohio State University, 2008); Kadir Turgut, “Abdurrahman Câmî, Hayatı, Eserleri ve Eserlerinin Türk Edebiyatına Etkisi”, (Yayımlanmamış

Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi SBE, 2013); Hamid Algar, Abdurrahman Câmî, çev. Abdullah Taha Orhan-

60

değerli ataları mukaddes Câm vilâyetinde ikâmet ettikleri sürece, dönemin sicill-i ahvâl defterlerinde kendilerine Deştî denilmiş ve resmî mektuplarda bu isimle anılmışlardır. Tâ ki Hazret-i Câmî Herat’ı teşrif edene kadar. Herat’ı teşrif ettikten sonra Deştî yerine Câmî demeyi tercih etmişlerdir” (Başçı, 2016: 42-43).

Gençliği ve Tahsili

İlk tahsiline babasının yanında başlayan Nûruddîn Abdurrahman beş yaşında iken babası ile birlikte Câm’dan Herat’a gelmiş ve babasının müderrislik yaptığı Nizâmiye Medresesinde tahsilini sürdürmüştür. Dönemin Arapça üstatlarından ve meşhur âlimlerinden olan Mevlânâ Cüneyd-i Usûlî’nin derslerine devam etmiş, Arapçanın inceliklerini anlatan ve belagat ilmine dair yazılmış bir kitap olan Telhisü’l-Miftâh isimli kitabını okumaya başlamış, sonrasında ise kendisinden çok daha büyüklerin takip ettiği Mutavvel ve şerhlerini bitirmiştir. Ardından Seyyid Şerif Aliyy-i Cürcânî’nin talebesi olan Hâce Aliyy-i Semerkandî’nin derslerine katılmış; ancak kendisinden kırk gün istifade ettikten sonra derse devam etme lüzumu görmemiştir. Bir müddet Teftâzânî’nin öğrencisi Şihabüddîn Muhammed el-Câcermî’nin derslerine devam eden Câmî hocasıyla ilgili olarak ondan sadece biri Telvih kitabında Hitâbî’nin itirazlarından bazılarını reddetmesi, diğeri ise bir retorik meselesinin halli olmak üzere akla yatkın iki şey öğrendiğini ifade eder. Uluğ Bey zamanında Semerkand’a giden Câmî burada bütün üstatlardan daha kuvvetli addeddiği, dönemin hakikat arayıcılarından Kadîzâde-i Rûmî’nin derslerine devam etmiştir. Hocasının astronomik hesaplamalarını tashih eden Câmî, Çağmînî’nin astronomi alanındaki mühim eseri Mülahhas’a şerh yazmakla meşgul olan hocasını, onun hatırına gelmeyecek meseleleri bulup çıkararak pek çok yönden aydınlatmıştır. Câmî bu dönemde Fethullâh-ı Tebrîzî’nin de derslerinden de yararlanmıştır (Es-Safî, 2014: 265).

Molla Câmî Semerkand’dan Herat’a döndüğünde dönemin ünlü astronomi ve matematik bilgini Ali Kuşçu ile de görüşmüş, Kuşçu’nun kendisine yönelttiği zor sorulara verdiği cevaplarla onu kendine hayran bırakmıştır. Ali Kuşçu Câmî ile birlikte riyâzî meseleler üzerine çalışmalar yapmış ve kendisini takdir etmiştir. Molla Câmî’nin keskin zekâsı, görüşlerini açıkça ortaya koyabilme gücü, yeteneği, ilmî meselelere dair yaptığı tatmin edici izahlar ona genç yaşta büyük bir saygınlık ve itibar kazandırmıştır (Okumuş, 1993: 94).

61

Müderrisliği

18 Şaban 878 ( 8 Ocak 1474) yılında Tebriz’den Herat’a dönen Câmî, Sultan Hüseyin Baykara’nın kendisi adına yaptırdığı medresede Arap dili ve edebiyatı, hadis ve tefsir dersleri okutmuştur (Okumuş: 1993: 95).

Evliliği ve Çocukları

Mevlânâ Sa‘deddîn-i Kâşgârî’nin büyük oğlu Hâce Kelân’ın büyük kızıyla evli olan Câmî’nin bu evlilikten dört oğlu olmuştur. Oğullarından ilki sadece bir gün hayatta kalmış, henüz ismi bile konmadan vefat etmiştir. İkinci oğlu Hâce Safiyüddîn Muhammed ise bir yaşından sonra ölmüştür. Bu ölümden büyük elem duyan Câmî oğlu için bir mersiye yazmıştır. Câmî’nin üçüncü oğlu Hâce Ziyâüddîn Yusuf’tur. Câmî Ziyâüddîn Yusuf için “Allah onu güzel bir bitki olarak 9 Şevval 882’de (14 Ocak 1478)

gecenin son çeyreğinin yarısında bitirdi” kaydını düşürmüştür. Molla Câmî’nin

dördüncü çocuğu olan ve Hâce Yusuf’tan dokuz yıl sonra doğan Zahîrüddîn İsâ ise kırk gün yaşadıktan sonra vefat etmiştir (Es-Safî, 2014: 308-309).

Ömrünün Son Zamanları ve Vefatı

Ömrünün son çeyreğinde hac vazifesini yerine getirmek isteyen Câmî, 16 Rebîülevvel 877’de (21 Ağustos 1472) yola çıkmıştır. Herat’tan ayrılmadan evvel sahip olduğu her şeyin idaresini Nevâyî’ye emanet etmiş ve Sultan Baykara’nın; yolculuk için sunduğu ihsanları, Câmî ve etrafındakilerin yolda karşılaşılacak sıkıntıların halline ilişkin idarecilere iletilecek olan tembih yazılarını, Mescid-i Nebevî’ye sunulmak üzere yazdırdığı el yazması bir Kur’ân’ı, Hz. Peygamberin soyundan gelip o bölgede yaşayanlara dağıtılması için emanet edilen parayı ve her türlü vergiden kalıcı muafiyetine dair çıkarttığı belgeyi kabul etmiştir.

Câmî’nin hac yolculuğu esnasında üç önemli olay meydana gelir. Bunlardan ilki Câmî’nin Silsiletü’z-zeheb’inde yer alan ve “İnsanların çoğu tahayyül ettikleri mevhum

şeylere tapar” mealine gelen temsilin, Kadî Adud’un başını ve sonunu çıkarıp bozuk bir

şekilde Şiilere göstermesi ve bunun Câmî tarafından yazıldığının söylemesiyle Şiiler’in galeyana gelerek Câmî ve kafilesinin taciz etmesi hadisesidir. Bu meseleyi halletmek için Bağdat medreselerinden birinde Hanefî ve Şâfii kadılardan oluşan büyük bir

62

tartışma meclisi oluşturulur ve Mecliste Silsiletü’z-zeheb’den asıl parçalar okunduktan sonra hakikat anlaşılır, Câmî beraat eder. İkinci hadise hac dönüşü Fatih Sultan Mehmed’in Câmî’yi İstanbul’a davet etmesidir. Câmî’nin hac yolculuğuna çıktığını öğrenen Fatih Sultan Mehmed Han, Hâce Ataullah-ı Kirmanî eşliğinde bir heyeti ona gönderir ve İstanbul’a davet eder; ancak Câmî sultanın elçileri gelmeden birkaç gün evvel Şam’dan ayrılır. Câmî Halep’e vardığında sultanın elçilerinin kendisini bulmak üzere Şam’a geldiklerini haber alır ve elçilerin Halep’e geleceklerini tahmin ederek Fatih’in elçilerini reddetmemek için derhal Halep’ten ayrılıp Tebriz’e gider. Câmî, Fatih Sultan Mehmed’e karşı her ne kadar samimi ve gösterişsiz bir saygı gösterse de Herat onun için İstanbul uğruna terk edilmeyecek kadar önemlidir. Kendisi Herat kültürel hayatının üzerinde döndüğü eksendir ve Herat’ın yöneticisi üzerindeki tesiri oldukça kuvvetlidir. Câmî’nin hac yolculuğu esnasında yaşadığı üçüncü hadise ise Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ile görüşmesidir. Câmî, Tebriz’e vardığında diğer yerlerde olduğu gibi büyük bir saygı ve ilgiyle karşılanır ve Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasanla görüşür. Uzun Hasan, Câmî’yi hediye yağmuruna tutar ve Tebriz’de kalması için ısrar eder; ancak Câmî bu teklifi de geri çevirir (Es-Safî, 2014:282-288; Algar, 2016: 79-80).

Hac yolculuğunu bitirerek Herat’a dönen Câmî’ye, dönemin sultanı Hüseyin Baykara ve veziri Ali Şir Nevâyî sevinçlerini beyan eden hediyeler ve mektuplar gönderirler. Câmî Herat dönüşünde tamamıyla hususî hayatına çekilir ve pek çok mühim eser yazar (Çelebi, 2012: 34-35).

13 Muharrem 898 (4 Kasım 1492) günü vefat eden Câmî’nin ölümüyle ilgili olarak Ali Şîr Nevâyî’nin Hamsetü’l-Mütehayyirîn adlı eserinde şu ifadeler yer almaktadır:

“………. fanilik dünyasından bakilik dünyasına göçleri, Cuma günü Muharrem ayının on yedisinde tarih sekiz yüz doksan sekizde oldu ve onun açıklaması şudur ki şerefli varlıklarına hava yüzünden hastalık gelmişti……” (Abik, 2006: 142).

Molla Câmî’nin ölümü Herat’ta büyük bir üzüntüye sebep olmuş, cenazesine devlet büyüklerinin hepsi katılmış ve büyük bir kalabalık eşliğinde Herat’taki türbesine defnedilmiştir. Hüseyin Baykara o yılı yas ilan etmiş, bir yıl dolduktan sonra da matem

63

yemeği vermiştir. Pek çok şiir ehli Câmî’nin vefatı için tarih düşürmüş ve mersiye yazmıştır (Abik, 2006: 143).