• Sonuç bulunamadı

E. Catron‟un ―Tiyatral Diyalog, Yazının Diğer Biçimlerinden Farklıdır‖ baĢlıklı

1.2. Metnin Kodları ve Dil İlişkis

1.2.1. Metnin yapısal birimler

Bir metin belli dil öğelerinin rastlantısal olarak yan yana gelmiĢ hali değilse, onda bilinçli bir örgülenme, düzenli bir sistem söz konusudur. Bu düzen onun yapısallığını oluĢturan belli dilsel birimlerin varlığı ve bunların etkileĢimi ile bir ya da bir çok tümceden oluĢan, baĢı ve sonu olan bildiri” açıklamasında da bulunur (Açıklamalı

Bilbilim Terimleri Sözlüğü, s.179). Söylemi açımlayan dilbilimciler arasında Ruth Wodak da

vardır. O ―söylemi, belli bir sosyal durumda iletiĢim olayını mümkün kılan bir spesifik dil kullanımı ve bir spesifik sosyal etkileĢim Ģeklinde tarif eder; o, konuĢma eylemleri, dil oyunları ve gündelik dil kullanımından farklı olarak söylemin‖ kendi kendine yeten bir iletiĢim formu‖ olduğunu öne sürer‖ (Edibe Sözen, Söylem - Belirsizlik, Mübadele, Bilgi / Güç ve Reflektsivite, s.26). Bu tanımlar ıĢığında söylemin kısaca, kiĢiler arasında belli bir durumda gerçekleĢen bir dil pratiği, dilsel bir etkinlik olduğunu söyleyebiliriz. Bu dil pratiği içinde ―ideoloji, bilgi, diyalog, anlatım, beyan tarzı, müzakere, güç ve gücün mübadelesiyle eyleme dönüĢen‖ (agy., s.20) süreçler vardır. Söylemsel süreçler olarak da adlandıracağımız bu tür etkinlik alanları yanında çok çeĢitli söylem türleri de söz konusudur. Bilim, sanat, felsefe, politik, reklam, eğitimbilim gibi zengin bir yelpazeye sahip olan söylem türleri, sözlü dile olduğu kadar yazı diline de dayanır. Çünkü söylem, yazınsal yapıtlardan politik sloganlara dek çok geniĢ bir yelpazede yer alır (Bkz.,Prof.Dr. Zeynel Kıran, Prof.Dr. AyĢe Eziler Kıran, Dilbilime Giriş, s.278). Bununla birlikte, söylem gerçekliği inĢa eden, eylem ve etkileĢimleri belirleyen, yaĢamı anlamlı ya da anlaĢılır kılan dilsel bir etkinliktir de. Söylemi anlaĢılabilir kılan onu kullanan kiĢidir. Bir yönüyle de kiĢilere kimliklerini veren Ģey kullandıkları söylemdir. Toplum ise farklı dil pratikleri, yani farklı söylemlerle, bir „söylem cemaatler Ģebekesi‟dir. Diğer bir etki alanı ise gündelik konuĢmalarda anlamsız görünen ifadelerin dahi, bir söylemde anlam ifade eden ve iĢlevi olan öğeler durumuna gelmesidir. Hatta bildiğini söylemekten sakınma, bilmediği konularda geçiĢtirici ifadelerde bulunma eylemleri tek baĢına bir anlam ifade etmese de, söylem içinde iĢlevsel bir anlama sahiptir. Sözünü ettiğimiz iki özel sözlü aktarım yönteminden bir diğeri ise anlatı kavramıdır. Anlatı, gerçek ya da düĢsel olan ve bir söylem etrafında kurulan olayların dıĢavurumu olup, toplumsal yaĢamın her alanında ortaya çıkarak belli bir düĢüncenin kiĢi veya kiĢilere aktarımını yapar. Sözlü olmasının yanın da yazı diliyle de gerçekleĢebilen anlatı, Oswald Ducrot ve Tzvetan

Todorov‟un tanımıyla, ―zamansal bir ilerlemeye göre oluĢmuĢ göndergesi bulunan bir metin‖ dir

(Nedret Tanyolaç Öztokat, Yazınsal Metin Çözümlemesinde Kuramsal Yaklaşımlar, s. 33).

A.Kibedi Varga‟ya göre ise „karmaĢık, inceltilmiĢ ve yapay bir bildiriĢim biçimi‟ olup, yaĢanmıĢlık

içeren bir deneyimi aktarır (agy., s.37). Gerard Genette de anlatı kavramına iliĢkin iki eski, bir de yeni ve yaygın olmak üzere üç tanım yapmaktadır. Bunlar Ģöyledir: ―Daha eski bir tanımlamaya göre ‗anlatısal bir sözce, bir ya da bir dizi olayın aktarılmasını üstlenen sözlü ya da yazılı söylem‘, daha yeni ve yaygınlaĢmıĢ bir tanımlamaya göre ‗gerçek ya da kurmaca olsun, bir dizi olayın birbirini izleyiĢinin anlatılmasını ve bu olaylar arasındaki bağlanma, karĢıtlık, yinelenme gibi iliĢkileri‘ kapsar; üçüncü ve yine eski bir tanımlamaya göre ise ‗anlatı‘, gerçek anlamıyla ―anlatma edimi‖ olarak bilinir‖ (agy., s.31). Anlatı kuĢkusuz, anlatanın / anlatıcının varlığına gereksinim duyar. Yine Todorov‟un tanımıyla: ―Anlatıcı yapıtın gösterdiği sözcelemin öznesidir. Ele alınan her konu bizi anlatıcıya götürür, çünkü bizim bir olayı bu ya da Ģu kiĢinin gözünden görmemizi sağlayan odur. Sahneye çıkmasa bile, olayın hangi yönünü aktaracağını seçen odur. Onunla ilgili kesinlemede bulunmamızı sağlayacak birçok bilgi buluruz, yine de uçup kaçan bir imgesi vardır anlatıcının, ona yaklaĢmamızı engeller, yazardan yazara değiĢen, çeliĢkili maskeler takar sürekli‖ (agy., s.124).

gerçekleĢmektedir. Metin adını verdiğimiz bütünün yapısal birimleri temelde üç öğeden oluĢur. Bunlar; sözcük, tümce, paragrafdır.

Sözcük, adından da anlaĢılacağı üzere „söz‟ ve „söylemek‟le eĢleĢebilen ve temeli sözlü iletiĢimde olan, metin / yazıda da görsel bir nesneye bürünen dilsel birimdir. Bir kod, bir belirtidir sözcük; dilden dile değiĢen ses dizileriyle zihindeki kavram ve tasavvurları söz haline getiren anlatma birimidir148. Bir baĢka deyiĢle,

anlamı olan ses ya da ses birliğidir. Buradan sözcüklerin tek bir anlam taĢıdıkları sonucu çıkartılmamalıdır kuĢkusuz. Bir sözcük, sözlük karĢılığı tek bir anlam ifade eder gözükse de, asla tek boyutlu değildir. Sözcükler anlam çerçevelerini oluĢturan, asal anlam, yan anlam, çağrıĢım / tasavvur alanları ve duygu değeri olarak temelde dört boyuttan oluĢur.

―Hiçbir insan nesli sıfırdan baĢlamadığı gibi, hiçbir yetiĢkin kiĢi de, hiçbir yeni öğrenmeye sıfırdan baĢlamaz. Yeni bilgilere eski bilgilerin gölgesinde ulaĢıyor olmamızın ortaya çıkardığı bu durum, aynı nesne veya olayı farklı algılıyor olmamıza da kaynaklık etmektedir‖149

.

Bu, her sözcüğün her birey ve toplumsal sınıflar arasında farklı çağrıĢım alanlarına sahip olduğunu göstermektedir. Sözcüğün bireyin öznel ve çevresel etkenlerle anlamını boyutlandırmasına iliĢkin Dorothy Mulgrave, ―düĢüncenin anlamı sözcüklerin kendinde değil, dinleyende veya okuyanda bir tepki yarattığı anda vardır‖150

biçiminde bir açıklama getirmektedir. Doğaldır ki, herkes, aynı nesne, durum veya olayı farklı biçimde algılar; çünkü herkes özde dünya ile iliĢkisini tek baĢına kurar ve herkesin yaĢamsal süreçleri farklıdır. Dillerin anlam yapıları, aynı zamanın ve aynı coğrafyanın insanları arasında bile, yaĢ farklarına, mesleklere, cinsiyet, eğitim, inanç yapıları vs. özelliklere göre farklılık taĢır. Hatta aynı kiĢinin değiĢik yer ve zamanlardaki algılamaları bile farklıdır. Dolayısıyla sözlerin toplumun bütününde ortak olan gerçek ve mecaz anlamları yanında, bir de çağrıĢım alanları

148 Bkz., Doğan Aksan, Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, Ank.Üniv. DTCF Yayınları, Ankara,

1971, s.32.

149 Günay Karaağaç, Dil Tarih ve İnsan, Kitabevi Yayınları, Ġstanbul, 2008, s.18

150 Dorthy Mulgrave, Speech, Barnes & Noble, Inc.,New York 1967, s.10 (Aktaran: Özdemir Nutku,

“Oyun Çevirilerinde KonuĢma Dilinin Önemi”, Türk Dili Dergisi, Cilt: XXXVIII, Sayı: 322-327, Yıl:1978, s.80)

olması kaçınılmazdır151. Sözcüğün çağrıĢım alanına verebileceğimiz örnekler

sınırsızdır. Jop, tespih, tek taĢ pırlanta yüzük, tezek, kemençe vs. Jop hemen her yerde polisi veya güvenlik görevlisini, tespih kabadayıyı veya ibadet aracı olarak Müslümanları veya Yahudileri çağrıĢtırır. Tek taĢ pırlanta yüzük evliliği, tezek köy gibi kırsal yerleĢim bölgelerini, kemençe ise Karadeniz‟i çağrıĢtırır. Bu arada çağrıĢım alanının tasavvur kavramıyla da eĢdeğerde kullanıldığını söylememiz gerekir. Doğan Aksan sözcüklerin anlam çerçevesini sınıflandırırken, çağrıĢım alanı yerine tasavvur kavramını kullanmakta ve Ģu açıklamayı yapmaktadır:

―Tasavvurlar, insan zihninde herhangi bir kelime çevresinde, onunla iç içe bulunan çeĢitli imgeler, o kelimenin yansıttığı kavramın yanı sıra kiĢiden kiĢiye, dilbirliğinden dilbirliğine değiĢen, kiĢiye ve topluma özgü tasarlamalardır. (…) Türkçede ekmek (yiyecek) kelimesiyle yansıtılan kavram Türklerde öteki uluslardan çok farklı olduğu gibi, saçta ya da tandırda ekmek piĢiren, yalnızca köy ekmeğini bilen kimsede, Ģehirlilerden farklıdır‖152

.

Sözcüğün anlam çerçevesi bağlamında sahip olduğu diğer bir boyut ise duygu değeridir. Bu, bazı sözcüklerin kiĢide uyandırdığı bazı duyguları anlatmaktadır. ġurası kesindir ki, herkeste ve her toplulukta, sosyo-kültürel, cinsiyet, yaĢ gibi unsurlar arasında tek tek ölçülemeyecek oranda değiĢen bir takım duygu kalıpları vardır. Örneğin kin, sevgi, kızgınlık, kıskançlık, acıma, tiksinme, hayranlık, korku vs. gibi, bir bölümü dille anlatılamayan duygular, sözle olan bağlılıkları oranında ve birlikte gelen duygular olarak anlamın tanımlama alanı içine girerler153

. Duygu değeri, çağrıĢım alanına oranla daha bireyseldir. Duygu kiĢiden kiĢiye göre değiĢtiği için her kiĢiye göre belli anlam ifadesi söz konusudur. Yukarıda çağrıĢım alanına iliĢkin vermiĢ olduğumuz örnekler, belli grup algısını yansıtırken, duygu değerinde sözcük bireysel bir algı çerçevesine oturtulur. Örneğin polis, aĢk, evlilik gibi sözcükler herkeste farklı renklere sahiptir. Birisi yaĢamının bir yerinde polisten dayak yemiĢse, öfke veya nefret duygusu barındıran bir sözcük halini alır, baĢka

151 Bkz., agy. s.118.

152 Doğan Aksan, Anlambilimi ve Türk Anlambilimi, ss.60-61. 153 Bkz., agy. ss.62-63

birisi polis sayesinde kötü bir durumdan kurtulmuĢsa sevgi ve minnet dolu bir sözcük değeri taĢır. Yine sevdiği birinden veya eĢinden henüz ayrılan kiĢi için aĢk ve evlilik sözcükleri, diğer insanlara oranla değiĢken duygu değerleri ifade eder. Ayrıca aynı durumda kullanılan sözlerin bile iĢlevleri arasında farklılıklar söz konusudur. Örneğin „affedersiniz, özür dilerim, pardon, kusura bakmayın‟ gibi sözcüklerin hepsi eĢ anlamlı gibi görünüyorsa da, her birinin kullanılıĢında küçük anlam değiĢkenliği bulunmaktadır. Bu yüzden de, çoğu zaman birbirlerinin yerine tam olarak geçemezler. Zaten birbirleri yerine tam olarak kullanılabilecek olsalardı, dilde ortaya çıkmalarına gerek kalmazdı. Eğer yeni bir „biçim‟, dilde yaĢamayı sürdürüyorsa, ya ayrı bir anlamda kullanılması ya da baĢtan eĢdeğer olduğu halde, bir süre sonra küçük bir anlam ayrılığı göstermesi yüzündendir154. Bunlarla birlikte sözcüğün

duygu değerinin ortaya çıkması daha çok konuĢma ile olasıdır. Sözcüğün kullanıĢ biçimini belirleyen renk, vurgu, tonlama değerleri sözcüğü kullanan kiĢinin kullanma aĢamasında veya önceden edindiği veya içinde bulunduğu duygusal durumla orantılı olarak saptanır ve uygulanır. Örneğin, „aĢk deme bana!‟ ifadesi söyleyenin söylem biçimine göre olumlu veya olumsuz bir değer alır. Yeni aĢık olmuĢ birinin bu tümceyi söyleme biçimi ile aĢık olduğu kiĢinin ihanetine uğramıĢ bir kiĢinin söylem tarzı birbirinden oldukça farklıdır155

.

Sözcüğün anlam çerçevesinin iki boyutu olan çağrıĢım alanı ve duygu değeri dramatik dilde oldukça önemli ve iĢlevseldir. Eric Bentley, ―dram yazarı için insanlar anlaĢılabilir varlıklardır. Sözcükler onların insanlıklarının iĢaretleri ve rütbeleridirler‖156

derken rol kiĢisinin kullandığı sözcük seçimi ve biçiminin kimliğini açık edeceğini dile getirmekte; kiĢinin toplumsal veya öznel olarak sözcükle iliĢkisini, dolayısıyla çağrıĢım vurgusu ile toplumsalına, duygu değeriyle de öznel durumuna ıĢık tutacağına iĢaret etmektedir. Jerzy Grotowski‟nin, ―bir tiyatro adamı için önemli olan sözcükler değil, o sözcüklerle neler yapılabildiğidir; sözlere nasıl can katılacağını ve onları söz yapan Ģeyin ne olduğunu bulabilmektir‖157

sözü de bir yönüyle rol kiĢisinin sözcüklerle iliĢkisine vurgu yapmaktadır. Gerçekte de

154 Bkz., Prof.Dr. Özcan BaĢkan, BİLDİRİŞİM İnsan dili ve Ötesi, Altın Kitaplar, Ġstanbul, 1988,

s.248.

155

Prof.Dr. Murat Tuncay ile söyleĢi, 21 Kasım 2006

156 Eric Bentley, The Life of the Drama, Atheneum, New York, 1979, s.77

157 Jerzy Grotowski, Towards A Poor Theatre, Methuen, London 1969, s.58 (Aktaran: Özdemir

Nutku, “Oyun Çevirilerinde KonuĢma Dilinin Önemi”, Türk Dili Dergisi, Cilt: XXXVIII, Sayı: 322- 327, Yıl:1978, s.81)

dram sanatında sözcük, sözlük anlamıyla değil, oyundaki olay, durum, kiĢi ve atmosfere göre bir değer birimi oluĢturmasıyla anlamsal varlık gösterir. Bu kuĢkusuz sözcüğün algılama anlamı, yani sözcüğün alımlayıcıdaki anlamıyla da yakından iliĢkili bir durumdur. Algılama anlamı sözcüğü duyan kiĢideki anlam rengidir. Kullanılan sözcüğün tek boyutluluğu algılama anlamıyla renklenir ve sözcüğün uyandırdığı tepki bu algılama anlamıyla yeni boyut kazanır. Sözcüğün algılama anlamı onu kullanan ve algılayan kiĢilerde değiĢik hareketleri, davranıĢ biçimlerini, giderek tavır özelliklerini ortaya çıkarır. Sözcüklerin söyleniĢ biçimi, bu renk özelliğini ortaya çıkarmak amacıyla yapılan tonlama, vurgulama ve renklendirme gibi motifleri onların algılama anlamlarının aktarılmasında çok etken bir rol oynamaktadır. Alımlayıcı oyun kiĢisinin iç dünyasına giderek oyunun değerler bütününü bu algılama anlamı aracılığıyla yakalayacaktır158. Ancak Ģunu da belirtmek

gerekir ki, metin olarak algılama anlamı yazılamaz, o ancak alt metin olarak, satırlar arasına yedirilmiĢ biçimde kendini duyurur.

Ele aldığımız bu türden anlam çerçeveleri gerek yaĢam gerçeğinde, gerekse dram sanatında sadece sözcük noktasında değil, tümce kurulumu ve onun söyleyiĢ biçiminde de görünmektedir. Bu konuyu ileride daha ayrıntılı olarak irdelemek kaydıyla, metnin yapısal birimlerinden olan tümceyi tanımlamaya çalıĢalım.

Tümce geleneksel olarak bir duyguyu, bir düĢünceyi, bir eylemi bir yargıya bağlayarak anlatan sözcük dizisine denir. Leonard Bloomfield tümceyi, „dilbilgisel betimlemenin en büyük birimi... en küçük ve değiĢtirilebilir öğelerden oluĢur, ancak daha büyük bir birimin oluĢturucu öğesi olamaz‟ diye açımlarken

Emile Benveniste „söylemin en küçük biriminin tümce‟ olduğunu söyler159. Çok

sayıda dilbilimci tarafından dilbilimin nesnesi ya da konusu olarak dilin en büyük birimi olarak gösterilen tümce, yapı araçları olarak bütün dillerde Ģunları kullanmaktadır: a- Tümcenin tonu, yani melodi ve ritim, tümcede vurgunun ve araların dağılımı, b- sözcük dizimi, yani sözcüklerin ve sözcük gruplarının

158 Prof.Dr. Murat Tuncay ile söyleĢi, 28 Kasım 2006

159 Aktaran: bkz., Prof.Dr. Zeynel Kıran, Prof.Dr. AyĢe Eziler Kıran, Dilbilime Giriş, Seçkin

yerleĢtirilme düzeni, c- edatlar, yani parçaları belirlemeye veya bağlamaya veya bütün tümceyi nitelemeye hizmet eden küçük sözcükler160

.

Tümceyi „söylem birimi‟ diye tanımlarsak, dramatik metindeki varlığının çok sayıda sözcüğün yan yana diziliĢiyle gerçekleĢtirilen anlam üretiminden, tek bir sözcükle oluĢturulan söyleme kadar uzandığını söyleyebiliriz. Geleneksel algıda bir tümce, özne, tümleç ve yüklem birimleriyle oluĢmaktadır. Ancak bu yapı baĢta dramatik metinlerde olmak üzere çok çeĢitli metin türlerinde pas geçilen bir kalıptır.

Adam – Ne içersiniz? Kadın – Çay.

Bu örneğin geleneksel tümce yapısına uygun olmadığı açıktır. Kadın‟ın „Ben çay içerim‟ veya „çay içerim‟ demesi gerekirken, isteğini sadece „çay‟ sözcüğüyle dile getirmesi dramatik metnin, tümceyi „azda özü anlatmak‟ ilkesi gereği bozduğunu göstermektedir. Ayrıca bu tümce bozumu konuĢma dilinde de sıklıkla yapılagelen bir iĢlemdir. Çünkü konuĢma dilinin de en önemli özelliği „azda özü vermesi‟dir. Aslına bakılırsa bazı dilbilimciler, tek bir sözcükle bile bir tümcenin oluĢabileceğini öne sürmektedirler. Örneğin bir kiĢinin „imdat‟ diye bağırması, algıda „zor durumdayım, kurtarın beni‟ diye tümceyle eĢdeğerdir. Burada önemli olan tümceyi tümce yapanın söz dizimi değil, algısal olarak söz dizimsel bir anlamı barındırmasıdır. Tıpkı „çay‟ diyerek, algıda „çay istiyorum‟ tümcesini oluĢturması gibi. Tümcenin özelde dramatik metin, genelde ise hemen hemen tüm metin türleri için dikkat edilmesi gereken önemli bir noktası uzun oluĢu sorunsalıdır. Aslında konuĢma dili için de gereçli olan bu sakıncalı durum, özellikle dramatik metin için ivedi bir sınırlamayı koĢullamaktadır. KuĢkusuz uzun bir tümcenin sınırını belirleyen alımlayıcının alıĢ yetisidir. Bir yazınsal metinde yazar oldukça uzun tümcelere yer verebilir. Çünkü onun herkes tarafından anlaĢılma ve alımlanma gibi bir amacı yoktur. O, bu türden tümcelerle baĢka amaçlar hedeflerken –estetik olma kaygısı, hüner sergileme gibi-, dramatik metin, kendini okuyan / seyreden herkes tarafından anlaĢılmak ister. Onu okuyan veya seyreden herkes aynı düzeye sahip insanlar değildir. Bazıları fazlasıyla entelektüel, bazıları algısı düĢük insanlardan oluĢur. Dolayısıyla ortak bir algı düzeyine yönelmek gerekir. Uzun tümcede, hele sahneden konuĢma olarak yansıtıldığında herkesin anlamı yakalaması olası değildir. Eğer,

160 Bkz., Walter Porzig, Dil Denen Mucize-I, Çev:Prof.Dr. Vural Ülkü, Kültür ve Turizm Bak.Yay.,

tiyatronun alımlayıcıya yöneliĢinde karĢılıklı iletiĢim olgusunun gerekliliği üzerinde duruluyorsa ve sahne - seyirci arasında oyunun baĢlamasıyla birlikte kurulması ve korunması gereken bu iletiĢim bağı tiyatral anlatımın amacına ulaĢabilmesi için son derece önemli ise tümcenin anlaĢılabileceği kadar uzunlukta olması kaçınılmaz bir kuraldır.

Metnin yapısal birimleri arasında son olarak ele alacağımız konu paragraftır. Bir yazı sözcüklerden tümceye, tümceden paragrafa, paragraftan metne dönüĢür. Bir metin çok sayıda paragraf veya tek bir paragraftan oluĢabilir. Paragraf bir metnin etrafında kurulduğu temel düĢünce çevresinde kümelenmiĢ anlam birim(ler)ine denir. Bu anlam birimleri sözcüğün veya tümcenin sahip olduğu anlamdan büyük veya kapsamlı, metnin ana izleğinden de küçük, daha doğrusu onu besleyen damarlardır. Bir yönüyle her paragraf farklı konuları veya konunun farklı boyutlarını aktaran metin birimleri olarak da değerlendirilebilir. Her paragrafın temel düĢüncesi ve yan düĢünceleri olabilir. Paragraflar birer düĢünce birimleri oldukları için uzunlukları değiĢkendir. ―Okuyucunun ilgisini canlı tutacak kadar kısa, taĢıdığı fikri açıklayacak kadar uzun olmalıdır‖161

.

Paragraflar içerdikleri konulara göre sınıflandırılmaktadırlar. Bunlar açıklama paragrafları, betimleme paragrafları, olay paragrafları, çözümleme paragraflarıdır. Açıklama paragraflarında, bir düĢünce, bir konu, bir sorun açıklanır. Ġçinde duygu, bilgi, düĢünce, yargı, yorum, dilek, öneri bulunabilir. Yardımcı düĢüncelerle, örneklerle konu aydınlatılır. Açıklama paragrafında konunun ayrıntılarına girilebilir, ancak bu paragraflar, okuyucuyu sıkmayacak, ilgi uyandıracak biçimde düzenlenmelidir.

―Denge bir doğa kuramıdır, temel bir yaĢam ilkesidir. Dengenin ifadesini, doğada, mevsimlerde, gece ve gündüzde, hareket ve durgunlukta sürekli görürüz. Gıda uzmanı aldığımız gıdanın dengeli olması gerektiğini söyler. Ekonomist iç ve dıĢ ticaretin dengesinden, hukukçu siyasal güçlerin dengesinden söz eder‖162

.

161 http://tr.wikipedia.org/wiki/Paragraf

Betimleme paragrafları ise, anlatılan bir insanın, bir yerin, bir eĢyanın veya manzaranın ince ayrıntılarıyla iĢlendiği paragraflardır. Bu tür paragraflarda bir bakıma yazı ile resim yapılır.

―Gördüğü karĢısında heyecanlandı delikanlı. Çölün ortasında böyle bir çadırın olabileceğini hiç düĢünmemiĢti. Yer Ģimdiye kadar üzerinde yürümediği güzellikte en güzel halılarla kaplıydı; yukarıya içlerinde yanan mumlar bulunan, parlak ve iĢlemeli nadide avizeler asılmıĢtı. Bol iĢlemeli ipek yastıklara yaslanmıĢ kabile reisleri çadırın gerisinde yarım daire halinde oturuyorlardı. Hizmetçiler lezzetli yiyeceklerle dolu gümüĢ tepsilerle gidip geliyor, çay sunuyorlardı. BaĢka hizmetçiler nargilelerin ateĢlerini tazeliyorlardı. Havaya pek hoĢ bir tütün kokusu yayılıyordu‖163

.

Diğer bir sınıf da olay paragraflarıdır. Bunlar olaylı yargılarda içinde bir olayın anlatıldığı paragraflardır.

―Hava kararmıĢtı, sessizce kalktık. Benim yediğim pastanın ve kendi bilmem kaç kahvesinin parasını öderken-Amerikan kahvesi hala zor bulunuyordu-hiç ses çıkartmadım...‖164

Son olarak çözümleme paragrafları da metinde ele alınan konunun parçalara ayrılarak iĢlendiği, konunun daha iyi anlaĢılmasının sağlandığı paragraflardır. Konunun temel öğeleri bulunarak sonuca gidilir.

―Mesaj Ģudur: Bırakmaktan ve denemekten vazgeçmediğiniz sürece asla yenilmiĢ değilsiniz. BaĢarısızlıklarımızdan iĢlerin nasıl yapılmayacağını öğreniriz. Edison ampulü keĢfetmek için yaptığı ilk altı bin denemede baĢarılı olamamıĢtı. Cesaretinin kırılıp kırılmadığı sorulduğunda Ģöyle yanıtladı: ―Hayır. ġimdi bunu yapamayacağınız altı bin yolu da iyi biliyorum.‖ Edison gibi

163 Paulo Coelho, Simyacı, Çev.:Özdemir Ġnce, Can Yayınları, Ġstanbul, 1999, s. 112 164 Buket Uzuner, İki Yeşil Susamuru, Everest Yayınları, Ġstanbul, 2002, s. 127.