• Sonuç bulunamadı

ENTELEKTÜEL: KAVRAMSAL VE TARĠHSEL ARKA PLAN

1.4. ENTELEKTÜELĠN TOPLUMSAL KONUMU

1.4.3. Meslek Erbaplığı ve Entelektüel

Düşünür, özellikle Stalin karşıtı olarak yer aldığı hükümetin devrilmesi ve bu dönemde yaptıkları ile ön plana çıkmıştır. Benzer sürecin tekrarını ve simgeleşen davranışı Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Havel için de söyleyebiliriz (Özveren, 2002, s. 175-176). Bu anlamda entelektüelin hem sınıf ya da bir grubun üyesi, hem de sembolik bir anlama sahip olması da söz konusu olabilir.

Entelektüelin simgesel bir kişilik ve sembolik bir tavrından söz ederken ifade edilen, onun örnek bir kişiliği simgelemesidir. Aslında bir açıdan entelektüel, entelektüel rolündeki bir kişiliktir (Lévy, 2002, s. 72).

sadece zihinsel kapasitesi, bilgi birikimi olarak tanımlama ve onu sahip olduğu kültürel derinlikle açıklama imkânı da bulunur.

Entelektüelin bizatihi kendisinin ortaya çıkışı, belli bir meslek erbabına, uzmanlığa ve işbölümü içerisinde bir konuma ulaşması ile gerçekleşmiştir. Özellikle kentlerin ticari ve endüstriyel olarak gelişimiyle birlikte, iş bölümünün yaşanması, entelektüeli ortaya çıkaran etkenlerdendir. Ancak isim olarak entelektüelin bir uzman, fikir ve düşünce işi ile uğraşan meslek grubu olarak oluşmadığını görmekteyiz. Kentlerin ortaya çıktığı bu dönemde var olan iş bölümünün oluşturduğu toplumsal sınıflar, rahipler, koruyanlar, soylular, çalışanlar ve serflerden meydana gelmekteydi. Her kesimin toplumda sahip olduğu bu iş bölümü, insan olarak ihtiyaç duydukları ve gerekli olanlar şeklinde yapılmış bir ayrımdı. Bu işbölümü içerisinde, zihinsel faaliyet yürütme şeklinde görevi olan kesim, “ruhban kesimi” almaktadır. Ancak bunlar bugünkü anlamda entelektüel kavramının ifade ettiği ile aynı anlam taşımıyorlardı (Le Goff, 1994, s. 21-22). Ayrıca, entelektüelin bir meslek grubu olarak bulunduğu yer, on ikinci yüzyılda, varlıklarının teminatı olan “üniversiteler” olmuşlardır. Bu alanlar, entelektüeller için bir çeşit “lonca”

görevini üstlenmiştir. Zaten on üçüncü yüzyılı üniversitelerin çağı olarak değerlendirmek yanlış olmaz. Ancak entelektüelin iş bölümünde sahip olduğu konumu, onun toplum içerisindeki ihtiyaçlarını karşılamak için sosyolojik olarak kendisinin üretmek zorunda olduğu rollerdir. İşte bu üretim sayesinde entelektüel, mesleki ve toplumsal olarak yükselirken, toplumsal içinde yaşadığı ilerleyen rol, onu çok da tatmin eden bir özellik değildir. Alfred von Martin, entelektüelleri “...hayatlarını esas itibariyle kişisel olmaktan çok manevi bir saikle, kültürel, toplumsal, siyasal anlamlılığından emin oldukları talepleri olan, hayata sırf bu taleplerin kendisi uğruna bağlanan insanlar”

olarak tanımlaması bu düşünceyi desteklemektedir (Seyppel, 1989 akt. Balcı, 2002, s.

19). Bunun dışında entelektüeli sadece sosyal birliktelikten temellenen “topluluk”

olarak değerlendirmeler de yapılmaktadır. David Barchard, entelektüel denilince akla soyut sorunlara ilişkin kamuya kapalı olan ve kamusal tartışmalara katılan veya bunları izleyen topluluk mensuplarının anlaşılması gerekir (Syppel, 1989 akt. Balcı, 2002, s.

19) görüşündedir. Yine benzer şekilde, Joseph A. Schumpeter, mesleki bilgileri dışındaki alanlarda faaliyette bulunmayı, entelektüellik için zorunluluk sayan ve yükseköğrenim görmüş kişileri potansiyel birer entelektüel olarak değerlendirir.

“...Benzer bilgilerle teçhiz edildiklerinden anlaşılmalarının ve dolayısıyla bir sosyal grup oluşturmalarının kolay olduğu” (Balcı, 2002, s. 20) düşüncesindedir.

Mesleklerin, uzmanlıkların belli bir yöntemsel ve teknik donanım ve eğitim üzerinden kazanıldığını varsayarsak, entelektüelin böyle bir mesleki donanıma sahip olması bir ön koşul mudur? Dahası, entelektüelin ontolojik-epistemolojik dünyası mesleki bir donanıma, belli bir alandaki uzmanlığa indirgenebilir mi? Bu durumda entelektüellik diye bir meslekten söz edebilir miyiz? Evrensel genel kabulün son iki soruya cevabı net bir hayır‟dır. Çünkü entelektüellik, tek bir kişiye atfedilen bir konumdur ve bu haliyle sıfat olarak ona dışsal açıdan aktarılan bir algıdır ve bu algıda bir kamusal algı üzerinden gelişir ve şekillenir. Entelektüelin kamusal bir imge olması onun doğası gereğidir. Entelektüelin kamusallığının nasıl oluştuğunu entelektüelin kamuya açık olma görevini ne kadar istekle sunduğu, ona olan toplumsal talebe bağlıdır. Bu şartlarda kimi zaman entelektüel fazlaca “her şeyi bilen” olma sıfatını benimsediği noktada,

“ukalalık” gibi bir algıyla tenzih edilebilir. Ancak bir diğer durumda ise entelektüelin tamamen her şeyden soyut olarak yaşayan kişi olması beklentisi de doğabilir.

Entelektüelliğin mesleki bir uzmanlık olmadığını düşünmeyi sürdürdüğümüzde, onun varlığı ile bir entelektüel duruşa sahip olduğunu ve bu nedenle mesleği olsun olmasın zaten bir birey olarak ondan aşkın bir değere sahip olduğunu söylemek yeterlidir. Onun bu var oluşsal konumunu belirleyen, mesleğinden ziyade ilgi ve merakıdır. “Yani entelektüel bilgilenmiş olmaktan ziyade evrensel hakikate yönelik merak duygusu ve anlam ihtiyacının peşinden giden kişidir. Cevaplar sunmaktan ziyade sorular üretir, rahatlatmaktan ziyade sorgular. Bu yüzden entelektüelin bizatihi varoluşu içinden çıktığı kamu için rahatsızlık vericidir” (Özel, 2006, s. 71). Aslında bu haliyle entelektüel, halktan uzaklaşan olarak kendisini inzivaya çeken anlamında kullanılmıştır (Özcan, 2006, s. 40). Son kertede entelektüeller, aynı meslekten olmadıkları için bir sınıf da oluşturmazlar. Entelektüeller, işçiler, memurlar, çiftçiler çalışma dünyasına ait olmadıkları gibi doktorluk, avukatlık, gazetecilik gibi meslek dünyasına da doğrudan ait değillerdir. Dolayısıyla entelektüel statü bir meslek sayılmaz. Onlar bir iş yapma ya da meslek icra etmek için bir araya gelmezler ve buna bağlı olarak sosyal bir topluluk oluşturdukları söylenemez. Çünkü entelektüeller sadece mesleki özelliklerinden ötürü belirli, homojen ve kolayca tanınabilen bir grup oluşturmazlar.

Entelektüel ile ilgili bir diğer konu meslek erbabı olarak sahip olması gereken statünün sorunlu olmasıdır. Çünkü belli bir görevi dahi olsa, onu bu işlevler ile kimse donatmamıştır. Sartre ise egemen sınıfın, kendi yarattığı ve ancak kendisinin tanıdığı entelektüelini, pratik bilgi teknisyeni ya da üstyapı da memur olarak görmek istediğini ifade eder. Bunun dışında Sartre‟a göre, orta kesim entelektüeli kendi içinde yaşadığı iç çelişkilerle dolu bir konumda olduğu için bu sorunları ifade etmekle görevli değildir zaten (1997, s. 33) 40. Entelektüel bu nedenle kimse tarafından görevlendirilmemesi ve statüsünü hiç bir otoriteye borçlu olmaması ile kendi özgünlüğünü ortaya koymuş olur.

Entelektüelin mutlaka bir mesleki rolünün varlığını tartışan bir diğer entelektüel tartışmacısı da Foucault‟dur. Ona göre de entelektüel bilgi işçisidir, bilgi ile ilgilidir. Bu nedenle var olan bilgisini yazmak, yaymak ve düşüncesini ifade etmek durumundadır.

Entelektüel bunun için gerekli olan gazetecilik gibi meslekleri ifa edebilir (Foucault, 2005, s. 42). Bu nedenle Faucault‟un entelektüelin görünür olma ya da her konu hakkında bir fikir bildirmesi hususunda çekincesinin olmadığını söyleyebiliriz. Ona göre, entelektüel üretim aygıtına dâhil değildir. Bu nedenle entelektüelin rolü, sömürülen sınıfın sesi olmak değildir. İşçiler zaten ne yaptıklarını bilmektedirler Entelektüelin rolü, işçinin bilincini oluşturmak değildir; çünkü bu bilinç vardır. Ama rolü, bu bilincin, işçinin bu bilgisinin enformasyon sistemine girmesini ve yayılmasını ve sonuç olarak olup bitenlerin bilincinde olmayan insanlara veya diğer işçilere, yardım etmesini sağlamaktır (Foucault, 2005, s. 42).

Yukarıda üç alt başlık altında yapılan değerlendirmenin amacı, entelektüelin toplum içindeki rolünün teorik bir tartışma çerçevesini çizmektir. Entelektüelin kendisinin varlığının sorunlu olduğu ve bir tür hayaletinden söz ettiğimiz günümüz toplumu içerisinde, yapılmaya çalışılan deneyimlerin değerlendirmesidir. Bu anlamda, entelektüelin grup içindeki işlevi, mesleki sorumluluğu ya da sadece bir üst varlık

40 Sartre‟a göre, pratik bilgi teknisyenini, mesleğiyle, daha doğrusu sosyal varlığıyla kendisi arasına yeni bir mesafe koyması ve hiçbir politik karşı çıkışın, onun nesnel olarak kitlelerin düşmanı olduğu gerçeğini hafifletmeye yermeyeceğini anlamsı koşuluyla halk güçlerinin radikalleşmiş bir yoldaşına dönüştüren süreç içinde geçici bir uğrağı temsil etdiğini ifade eder.

Bu anlamda aydın günümüzde rahatsız bilinç aşamasında değil, yeni bir statü kazanmak için kendi sorunuyla yüzelşmekte ve entelektüel uğrağını da yadsımak zorundadır ( Sartre, 1997, s.

5).

olarak mühürlenmiş sembolik duruşunun hangisinin entelektüele daha iyi geleceğinin normatif bir eleştirisini yapmak sorunludur.

1.5. ENTELEKTÜEL FARKINDALIK: EYLEMCĠ KĠġĠLĠK VE PRAKSĠS