• Sonuç bulunamadı

ENTELEKTÜEL: KAVRAMSAL VE TARĠHSEL ARKA PLAN

1.3. ENTELEKTÜELLĠK VE ANA TEMALAR

Emile Zola için ise bu davanın anlamı büyüktür. Her şeyden önce unutulmaması gereken bir davadır. Ona göre bu dava ile gericilerin maskesi düşmüş ve Cumhuriyetçiler ülkelerine sahip çıkmışlardır: Bugün Fransa gericilerin tuzağından kurtulmuş bulunuyorsa, bunu Dreyfus Davasına borçludur. (Baysan, 2002, s. 192). Aynı zamanda entelektüelin ilerici, düzenleyici, dönüştürücü olma vasıfları da bu olay sonucunda onunla bütünleşmiştir. Dreyfus olayı entelektüelin ortaya çıkmasını sağlamanın dışında entelektüeller arasında bir grup ruhu ve dayanışma sağlamış ve onları ilgilendirmeyen bir olaya müdahil olmalarından sonra, Dreyfus olayında haklı olmaları da onlara meşruiyet kazandırmıştır. Bu olaydan sonra entelektüeller tarih sahnesinden hiç inmeyeceklerdir.

bir uzlaşının olmamasıdır. Zira entelektüelin hangi özellikler taşıması gerektiğine ilişkin değerlendirmeler, tanımlamaları yapanların kararlarına ve görüşlerine doğrudan bağlıdır. Weberci tabirle, ayrı ayrı ideal tipler kabul edilmekte ve bu nedenle ayrı tanımlamalar içerisinde kalınmaktadır. Entelektüel kavramında gözlenen bu belirsizlik, ancak onun işlevlerinin ve toplumdaki rollerinin belirlenmesi ile ortadan kalkabilecektir.

Entelektüelin bilinen bir tanımının evrensel bir netliğin sağlanmasının güçlüğünün yanı sıra bu tanımı taşıyan belli bir grup insandan söz etmekte aynı derece zordur. Kavram, kültürlere, dönemlere ve sosyal sınıflara göre değişkenlik göstermektedir (Özcan, 2006, s. 37). Entelektüelin ortak bir tanımına ulaşmanın önündeki bir başka zorluk ise entelektüellerin kendileri ile ilgili öne sürdükleri söylemlerin çokluğudur. Entelektüeller kendileri hakkında çok fazla değerlendirmede bulunduklarından, kendileri ile ilgili her türlü söylemi kolayca ortaya koyarlar ve kolayca eleştirebilirler. Bauman‟ın da üzerinde durduğu gibi, entelektüel tanımlarının hepsi, entelektüelin kendine yaptığı tanımlamalardır. Bu tanımları yapan kişiler, tanımlamaya çalıştıkları nadide türün üyeleridir; dolayısıyla, önerdikleri her tanım, kendi kimliklerinin sınırını çizmeye yönelik bir girişimdir (2003, s. 15). Aynı zamanda entelektüeller, kamusal alana özgü ve kamusal alanın işlevsel bir parçası olmaları dışında, okuma, yazma, konuşma, içe dönme, analiz etme, akıldan yararlanma konularında profesyonel niteliğe sahiptirler (Özcan, 2006, s. 38). Bu anlamda entelektüelin günlük dilde çok rahat ve gelişigüzel kullanımına karşılık, ortak bir tanım yapmak bir o kadar güçtür. Dolayısıyla entelektüel üzerine tartışma yürüten bütün yazıların girizgâh bölümünde de bu zorluğa vurgu yapıldığı dikkat çekmektedir30. Bir yerde entelektüel kendi öznesi olduğu bir konuda fikir yürütmektedir. Entelektüelin kendine ilişkin yapacağı tanımlama ister istemez nesnellikten uzak ve pragmatik olacaktır. Bu anlamda Gadamer‟e göre entelektüel kişi, ancak başka bir kültürle ya da başka bir metinle karşı karşıya geldiğinde kendini anlayabilir (Bauman, 2003, s. 16). Gerçekten de öteki ile karşı karşıya gelmek, her şeyden önce kendini tanımak; başka türlü kuramlaştırılmamış, dile getirilmemiş, kalacak olan şeyi bir kuram çerçevesinde nesnelleştirmek demektir (Bauman, 2003).

Entelektüel olmanın anlamı, kişinin kendi mesleği ya da sanat türü ile ilgili uğraşısının üzerine çıkması ve içinde yaşadığı zamanın hakikat, yargı, beğeni gibi küresel konular

30 Bu konuda yazılan makalelerde benzer söylemler ile bu zorluk ifade edilir. Örneğin: Murat Belge, Doğan Özlem, Baskın Oran vd.

ile ilgilenmesi demektir. Entelektüeller ile entelektüel olmayanları ayıran çizgi hep belirli bir faaliyet tarzına katılma yönünde verilen kararlarla çizilir (Bauman, 2003, s.

8). Entelektüel ve entelektüellik kavramlarının belirlenmesinde sözü geçen güçlükleri ortadan kaldırabilmek, kavramın genel bir tarifinin ve onun özelliklerinin vurgulanması yoluyla mümkün görünmektedir. Dolayısıyla genel bir yaklaşımın çerçevesinin belirlenmesi amaçlandığında, öncelikle entelektüelin ne ifade etmediğini ortaya koymak önemlidir.

Bu anlamda entelektüel, kitleden farklıdır. Bu farktan söz eden Julien Benda entelektüeli şöyle tanımlamaktadır: “Entelektüel tek işi temelde maddi çıkar arayışı olan ve giderek sistematik bir şekilde tamamen gerçekçi hale gelerek aslında kendilerinden beklenenden başka bir şey yapmayan insan grubu, yani, kitlelerden farklıdır” (2006, s.

26). Entelektüellerin faaliyetlerinin amacı temelde pratik yarar elde etmek değildir.

Onlar sanat, bilim veya metafizik düşünceden zevk alan, kısacası maddi olmayan avantajlar sağlama peşinde olan ve dolayısıyla benim yurdum bu dünya değil (Benda, 2006, s. 37) diyen kişilerdir. Entelektüeli bu haliyle kitleden ayıran Benda için kitleler, sıradan işlerle uğraşır ve belirli beklentiler dışında bir işle uğraşmazlar (2006, s. 37).

Benda bu insanları eğitimsiz olarak görüp, küçümsemiştir. Kitle ile entelektüel farklılaşması ya da ilişkisinde Benda‟nın yaptığı, entelektüeli yüceleştirip, medeniyetin merkezine koymaktır. Benda için entelektüeller, eğitimsiz insanların bir din yaratmalarını engellemiş ve onların kendilerini büyük bir insan gibi göstermelerine engel olmuştur. Böylece, entelektüeller, kitlelerin kötülüğü yeşertmesine karşın, iyiliği yücelten kesim olmuşlardır (Benda, 2006, s. 38)31.

Benda‟nın bu tanımına bakıldığında, entelektüelleri toplumda farklı kılan en başat özellikleri; okuma-yazma bilmeleri şeklinde ifade etmek mümkündür. Bu haliyle entelektüelin, toplumdaki herhangi bir insandan daha çok bilgi sahibi olduğu kabul edilebilir. Ancak entelektüele dair bu yalın ve genellemeci özellik atfına, zamanla yenileri eklenmiştir. Okuma yazma faaliyetinin bir sonraki aşamada entelektüele

31 Kitle ile ilişkili olarak entelektüelin konumunu, Said daha organik olarak belirlemiştir. Ona göre entelektüeller, geniş halk kesimine seslenen bir aktördür. Entelektüelin meselesi bir bütün olarak kitle toplumu olmadığını ve aslında kamuoyunu biçimlendiren, onu konformistleştiren, iktidardaki bir avuç bilmişe güvenmeye teşvik eden uzman, eş-dost grupları, profesyoneller, düzen adamlarının da dahil olduğunu ifade eder (Said, 2004, s. 12).

sunduğu özellik bilgi sahibi olmaktır. Bilgi sahibi olmak diğer insanlarla ilişkilerde belli bir hiyerarşik konumlamaya dönüşmektedir. Bilginin, gerçeklik ile örtüşmediği dönemlerde, bu hiyerarşide üst konumda olanlar, din adamları ve ruhbanlar iken, gerçekliğin bilgi olarak kabul edilmesi ile birlikte, bilgi sahibi aktörler entelektüeller, hiyerarşide üst konumda olmaya başlamışlardır. Böylece bilgi tekelini elinde tutan entelektüeller sıradan insandan ayrılmanın ötesinde, iktidar ile de ilişkilerde belli bir güç odağı haline gelmişlerdir. Bauman, entelektüelin bilgiye diğer insanlardan daha kolay erişmelerinin, onlara yasa koyucu rolünü de vermiş olduğunu düşünür. Bu rol ile entelektüel hüküm verme yetkisi olan ve bu yetkiyi de sahip oldukları bilgi ile meşrulaştıran kesimler olmuşlardır. Hakikate ulaşmayı geçerli ahlaki yargıya varmayı ve uygun sanatsal beğeniyi seçmeyi güvence altına alan usule ilişkin kurallar sayesinde bu tür bilgiye daha kolay erişilmektedir (Bauman, 2003, s.11).

İşte bu noktada entelektüelin bir diğer özelliği olan iktidara göre konumu belirecektir.

Entelektüel, iktidar sahibinin eylemlerini sürekli sorgulayan ve ona eleştiri getirendir (Gramsci, 1997, s. 12). İktidarı sorgulama ve çatışma, entelektüelin varlığının ortaya çıktığı her dönemde söz konusudur. Antikçağda da Ortaçağda da entelektüellerin, dogmalarla dayatılan inanca karşı akılla kavramanın doğruluğuna olan bağlılıkları onları iktidarla çatışır hale sokmuş ve on sekizinci yüzyılın entelektüelleri aklın ışığında, toplumsal yaşamın her alanına aklı yaymanın doğru olduğu görüşleriyle iktidarla çatışmışlardır (Ilgaz, 2002, s. 115). Özelde entelektüelin sorgulayan ve karşı duran halinin kökeni, Batı için dinsel baskılara ve yasaklardan kaynaklanır. Batılı entelektüeli bu sürece sokan olgu ise, Avrupa‟da Ortaçağ‟ın entelektüele getirdiği özgürlük ve özerklik ile Rönesans‟ın Antikçağ ile kurduğu köprüler sayesinde insanın Tanrı Sitesinden kopup, Dünyevi Siteye geçişinin yaşanmasıdır. Bu geçiş sayesinde bireysel ve toplumsal yaşamda, aklıyla iyiye, doğruya ve mutluluğa yönelim gerçekleşir. İşte bu haliyle entelektüelin, Batılı insan figürü olarak ortaya çıkmasında, doğrudan doğruya din etkili olmuştur (Ilgaz, 2002, s. 112). Oysa aynı dönem için entelektüelin taşıdığı işlevi yerine getiren bir başka kesim mevcuttur. Zira dönemin din adamları, entelektüel ile aynı anlamda kullanılmıştır. Çoğu zaman din adamlarına eski entelektüeller diyenler olduğu gibi, entelektüellere yeni din adamları diyenler de olmuştur (Said, 2004, s. 34;

Benda, 2006, s. 43). Ancak Ortaçağ‟ın din adamlarının temel fonksiyonu, bilgiyi ve değerleri yeniden üretmek değil onları korumak olmuştur. Toplumu dönüştürmek,

muhalif olmak, akla güvenmek gibi günümüz entelektüelini niteleyen özellikler, din adamlarında görülmeyen özelliklerdir. Kilisenin iyi olarak nitelediklerini ve doğrularını yaymakla mükellef olan bu sınıf, bilgi ile kilise ideolojisi arasında en kuvvetli bağı oluşturmuştur. Bu bağ aynı zamanda ruhban sınıfının da en önemli varlık sebebidir.

Modern anlamda bir entelektüelin oluşumu ancak dinsel kalıpların yıkımı ve elitisit yapıdaki ruhban sınıfın yerinin modern anlamda entelektüel tarafından doldurulması ile gerçekleşmiştir. Modern entelektüel ise öncelikle rasyonel düşünceye ulaşan bir kesimdir. Bu sayede birey kavramına ulaşılmıştır (Kılıçbay, 1995, s. 175). Bu konuda Albert Camus‟da (Marshall, 1999, s. 202), gerçek entelektüel, zihni ile kendini gözleyen kişidir diyerek entelektüelin bireyselliğine vurgu yapmaktadır. Bu nedenle bireysellik, sosyal entelektüelin sosyal yapıdaki yerini belirleyen önemli bir özellik olarak karşımıza çıkmış olur.

Entelektüeli bireyselliğe iten ve onu yalnızlaştıran, erkten dışlanmış olması ile doğrudan ilintilidir. Ancak bu dışlama, entelektüele kendisini gerçekleştirebileceği bir alan yaratmıştır. Bu açıdan On dokuzuncu yüzyılın sonunda Dreyfus‟un savunması sırasında Fransa‟da moda olup Soğuk Savaş dönemindeki muhalif kişiliğinde yeniden işlenen ahlaksal bir kahraman olarak entelektüel kişiliği, siyasete derin bir kaygıyla yaklaşmaktadır. Entelektüel kendi ahlaksal değerlerini kamusal alanda sergileyerek değişimi körüklemeyi nasıl başaracağı sorunsalı karşısında içinde bulunduğu erksizlik onu daha içe dönük bir yapıya büründürmektedir. İşte bu noktada melankoli, entelektüelin özgün varoluşsal ruh hali olarak, başkaldırısının yerini alır (Osborne, 1999, s. 17). Entelektüel, sonunda yalnız bir insan olmuştur. O, tek başına konuşan, düşünen ve düşüncesini açıklayandır (Lévy, 2002, s. 76).

Bu içe dönüklük ve melankoli, entelektüelde bir sürgün halini yaratmıştır. Sürgünün entelektüelin dünyasındaki anlamı, tarihteki anlamı gibi bir yerinden edinmenin ötesinde gerçekliğe ve hissiyata dayanmaktadır:

Entelektüeller bir toplumun mensubu olarak içerdekiler ve yabancılar olarak ikiye ayrılırlar: Bir yanda toplumun mevcut haline tamamen ait olanlar, onun içinde yoğun bir aykırılık ya da uyumsuzluk duygusu hissetmeksizin barınanlar ki, bunlar evet diyicilerdir, öte yandan hayır diyenler, toplumlarıyla yıldızı barışmayan, bu yüzden de imtiyaz, güç ve şan şöhret edinme anlamında yabancı ve sürgün olan bireyler (Said, 2004, s. 62).

Sürgün, entelektüelin melankoli ve yalnızlık durumunu biraz da alegorik olarak ifade eden bir kelimedir. Entelektüel, tamamen uyumlu olmayan, kendini bulunduğu ortamın dışında hissetmesini sağlayan, çoğunluğa intibak etmek ve milli çıkarları gözetmek gibi tuzaklardan uzak durma eğiliminde olma, hatta bu tür tuzaklardan hiç hazzetmeme durumudur. Metafizik anlamıyla sürgün, entelektüel için huzursuzluk, hareketlilik, devamlı tedirgin olup başkalarını da tedirgin etmek demektir. (Said, 2004, s. 63). Ancak Lévy‟e göre ise entelektüel, zaten bütünüyle toplumdan ayrı tutulamaz. Her türlü aidiyete, örneğin ulusal aidiyete sırtını çevirmez. „Kalabalıkların gözü dönmüş prensi‟

Maurras gibi bir entelektüel karşıtı militanın, entelektüelin “yersizliğinden yurtsuzluğundan” yakınması boşuna olacaktır. Entelektüelin bir toprağı vardır, fakat bu toprak her zaman için bir çıkış noktasıdır. Sürgün ve yolculuğa bir davettir. Bu toprak, bir yerleşme yeri bulmazdan önce bir geçiş yeridir. Zorunlu olarak şoven, vatansever entelektüeller vardır (Lévy, 2002, s. 72-73).

İktidara karşı durma, erkleri yıkmak demek entelektüel için başta dinsel alanda yaratılan baskı ve yasaklara karşı tavır almaktır. Bu şekilde entelektüelin aklı özgürleştirmesi, iktidar sahiplerini memnun etmeyecektir ve toplumu yönetenler, siyasi iktidarlarını dayatmak, sürdürmek ve kullanmak için bilgiye ve bilmeye gereksindikleri ölçüde, entelektüeli kendi iktidarlarının küresi içinde, siyasi denetim altında tutmaya çalışacaklardır (Ilgaz, 2002, s. 112).

Entelektüelin ahlaki anlamda karşı karşıya olduğu sorumluluk ise özgürlük ve adalet ile ilgili olarak, kendi görüşünü erk karşısında dile getirmektir. Hatta bu sayede entelektüeller, iktidarda önemli değişimler yaratabilmektedirler (Osborne, 1999, s. 18).

Entelektüelin aklı öne çıkararak geliştirdiği bu rasyonel tutumu, onu her zaman toplumla, kamuoyuyla çatışma içinde olmak zorunda bırakmış ve doğası gereği entelektüeli muhalif olma pozisyonuna sokmuştur. Entelektüel, onaylamaz. Entelektüel itiraz eder. Bu nedenle her zaman bir şüphe ve sorgulama içerisindedir. Öylesine bir şüphe ve sorgulama içindedir ki gün gelir kendi aklına ve bildiklerine de şüphe ile bakar (Arslan, 2002, s. 208). Entelektüeli şüpheci yapan şey ise, düşünceyi bir çeşit ihtiyat haline getiren, hiçbir şeyi peşin olarak kabul etmeyen, her şeyin aslını araştıran karşılaştığı her meseleyi yeniden soran insan olmasıdır (Balcı, 2002, s. 25). Bu anlamda entelektüel, toplumsal gelişim sürecinde roller üstlenen, eleştirel kimliği ile bu gelişim

sürecinin önünü kesen kurumlara, kümelere karşı mücadele eden bir misyonu temsil etmektedir (Tan, 1997, s. 14). Entelektüele bu misyonu yükleyen ve onu bilgi sahibi olan öteki benzerlerinden farklılaştıran olgu, varlığını borçlu olduğu düzenin yerleşik kalıplarıyla hesaplaşmaktan, zaman zaman da olsa, kendini alamamasıdır.

Rousseau‟nun eğitim alanında yerleşik kalıpları ilk kez sorgulayarak, bilinenleri sarstığı Emile32 buna güzel bir örnektir. Rousseau‟nun kurulu düzeni ayağa kaldıran kitabını, bilindiği gibi Paris Başpiskoposu yaktırmıştır (Ilgaz, 2002, s. 113).

Entelektüeli kuşatan muhaliflik, şüphecilik ve sorgulama, bir tarafı ile de tartışma pratiği, tartışma alışkanlığı ve ilkesini de beraberinde geliştirmiştir. Entelektüel kişinin varlığı, toplumun, tartışmanın haklarına saygı duyduğuna işaret eder. Entelektüel demek, kavram, bilgi ve yasanın üstünlüğü demektir. Bu entelektüelin içinde olduğu ve onun dışında olmasının düşünülmediği bir durumdur (Lévy, 2002, s. 75). Sorgulama, eleştiri ve muhaliflik bir yerde entelektüeli yeni bilgilerin peşinden koşmaya ve bu süreçte kendine ve toplumuna yabancılaşmaya doğru iter. Bu yabancılaşmayı, entelektüel için bir gereklilik hatta zorunluluk olarak görenler de vardır. Foucault‟nun (2005, s. 14) “Entelektüel sorgulamanın amacı da zaten insanı kendi kendisinden koparmaktır. Sadece bilgi edinmeyi sağlayıp, sahip olunan bilgi, sahibinin yolunu kaybetmesini, şaşırmasını sağlamayacaksa, bilgi peşinde koşmanın ne anlamı olabilir ki?” sözleri entelektüel yabancılaşmanın açık bir örneği olarak gösterilebilir. Entelektüel bütün bu özellikleri nedeniyle sorguladığı, meydan okuduğu, tavır aldığı ve bu yüzden sorun çıkardığı için bir yerde edimcidir33. Bu durumda entelektüel kimi ya da neyi sorgulamakta, kime ya da neye meydan okuyup tavır almakta, kimler ya da neler için

32Alexis Philonenko‟ya göre Emile‟de çocuğun ayrı bir yapı olduğu gösterilmiştir. Böylece ressamların tablolarına yansıtılan portrelerinde, çocukların gerek giysileri gerek duruşlarıyla küçümen yetişkinler olarak betimelendiklerini öğreten yerleşik anlayın ötesinde çocuğun her yaşta, o yaşa uyacak şekilde eğitilmesi gerektiğini söylemektedir (Ilgaz, 2002, s. 113).

33 Edim ile kastedilen kişinin belli bir amaç için, yönelmesi, faaliyet içinde olmasıdır. 1.

(Skolastik felsefede) Aristoteles'in energeia = gerçekleşme, etkinleşme kavramının çevirisi. Her değişme a. olanaklı; b. tamamlanmak üzere, gerçekleşmek üzere; c. tamamlanmış durumda olabilir. Aristoteles gizil olmayı, olabilir durumda olmayı dile getiren a ile bu değişmenin sonucu olan gerçekleşmiş olmayı dile getiren c arasında bulunan b durumunu genellikle energeia olarak belirtir. 2. (Yeni Felsefede) İnsan bilinç ve eyleminin tek tek davranışları;

edimin varlığı gerçekleşmeye dayanır; nesnel olarak verilmiş değildir, ancak gerçekleşmede kavranılır olur (www.tdkterim.gov.tr).

sorun olmaktadır? İşte bu soruların cevabı kültürellikten çok toplumsal ve siyasal işlevinden kaynaklandığına dayanır. Entelektüel her zaman ve her yerde toplum ve siyaset işlevinde sorgulayan ve sorgulanan kişidir (Ilgaz, 2002, s. 110). Bu kişilik özellikleri ile her zaman siyasal olanla mesafeli bir ilişki içerisinde olmakla yükümlüdür.

Entelektüelin iktidarı sorgulayan ve eleştiren olması, her zaman bu duruşu sergilediği anlamına gelmez. Entelektüelin iktidarla işbirliği içerisinde olduğu dönemler de olmuştur. Ancak çoğunlukla bu dönemlerde entelektüel, iktidarı dönüştürme ya da yönlendirme çabası içinde olmuştur. Tarihsel ve kültürel şartlara bağlı olarak entelektüelin toplumda “yönlendirici”34 olması gerekmiştir. Kimi zaman bu işleve entelektüelin değiştirici rolü de eklenmiştir. Değişen bu koşullar sonuçta entelektüele, rehber ve öncü olma gibi yeni görevler yüklemiştir. Rehber olmak ile birlikte entelektüel bilgi sahibi olma tekelini de elinde tutmuş olur. Böylece, sıradan insanlardan ayrılarak bir başka özelliğe, gelecekle ilgili öngörüde bulunma özelliği edinir.

Entelektüel bu öngörüye sahip olmak dışında, geleceğe dair öngörüsünü eylemleri ile desteklemekle de yükümlüdür. Entelektüeli böylesi bir özellikle örtüştüren onun kendi kişiliğidir.

Geleceğe dair öngörüde bulunmak, entelektüel için bilgisini pratik yaşama aktarmasının gerekli olduğu anlamına gelmektedir. Burada önemli olan husus, entelektüel ve eylem ilişkisidir. Entelektüel ve eylem ilişkisinde başlıca iki gruplaşma söz konusudur. Birinci kesimde, kendisini ilgilendirmeyen işlere bulaşmaması gerektiğini düşünen ama özünde kendisini resmi ideolojilerin ve görüşlerin eylemlerine, bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek katılma durumuna düşen entelektüeller yer alır. İkinci kümedekiler, içinde yaşadıkları kurulu düzenlerin siyasal yapısını, iktidarını, ideolojisini, dayattığı kuralları ve manevi değerleri, baskıyı ve haksızlıkları kabul etmeyen, eleştiren ve “mevcut olandan” değil, “olması gerekenden” kaynaklanan görüşlerini, manevi değerlerini ve buna bağlı ideallerini savunanlar ve bu doğrultuda eyleme girişenler oluşturmaktadır (Hilav, 2002, s. 105). Entelektüeller fikirlerini eylemleri ile birleştirebildikleri noktada iktidarın etkisinden, çevresinde onu bağlayan

34 Raymond Aron‟a göre: “Entelektüel, toplumun eski ve yeni değerlerini yorumlayan, bunları eleştiri süzgecinden geçiren, yeni değerler yaratan, topluma şekil veren bir sosyal yorumlayıcı ve uygulayıcıdır” (Aron, 1979, s. 264) .

diğer etkenlerden uzaklaşmış olurlar. İşte bunu başarabildiği oranda entelektüel olaylara dışarıdan bakabilen bir figür haline gelecektir. Bu da entelektüeli, entelektüel yapan başka bir özelliğini, açık bir ifadeyle “evrensel” olmasını destekleyecektir.

Evrensellikten söz eden Edward Said‟e göre, evrensel düşünebilmek, sahip olduğumuz bütün özellikler ve ön yargıların ötesine geçip, başta din ve milliyet gibi aidiyet bağlarının sınırlarını aşarak, başkalarının gerçekliklerini görmemize yardımcı olur (1995, s. 13). Entelektüel, evrensel düşünebildiği için kendisinin de içinde yaşadığı toplumsal kalıpların dışına çıkıp, yerellikten kurtulur, dünya insanı algısına kavuşur.

Böylece küresel insan olan entelektüel, sıradan insanlardan farklı olarak kendisini ilgilendirmeyen her şeye karışabilen bir hal alır. Entelektüel ne kadar küresel olursa, o kadar toplum kavramı adına kabullenilmiş gerçeklerin ve bundan kaynaklanan davranışların tümünü sorgulayabilecektir. Sartre bu özelliği ile entelektüelin dışlandığını ve bunun da “entelektüel” sözcüğünün ilk kullanıldığı olay olan Dreyfus davasında ona olumsuz bir anlam yüklemesinden kaynaklandığını ifade etmiştir (Sartre, 2000, s. 11). Sartre‟a göre onu ilgilendirmeyen şeylere karışma özelliğini taşıyan entelektüele gösterilebilecek en belirgin örnek, Voltaire‟dir. Özelde Voltaire, dönemin entelektüel kavramının somut karşılığı olarak ortaya çıkmıştır. Voltaire eylemleri ve zihinsel faaliyetleri ile entelektüelin sahip olması gereken vasıflara yeni bir özellik daha eklemiş, dönemin monarklarını ve iktidar adamlarını etkilemede başarısız olunca halka dönerek, onlara insan hakları, reform konularında bilgi aktarmayı savunmuştur. Bu anlamda Voltaire, geniş bir düşünsel zenginlik içinde olmadığı nedeniyle eleştiriye uğramış olsa da, o, düşünceleri ile halkı etkilemiştir. Aslında bir yerde modern anlamda

“kamuoyu” yaratımına öncülük ettiği söylenebilir. Bu vasfı ile Voltaire entelektüelin sanat, bilim ya da felsefenin özerk alanında etkili olmaktan çok, toplum üzerinde etkili olması gerekliliği özelliğini ortaya koyar. Böylece entelektüelin sadece sanat ya da bilimsel alanda etkili bir deha olmasa da fikirlerini kamu alanında dile getirmesi ile de entelektüelliğini ortaya koyabildiğini görürüz (Demiralp, 2002, s. 125). Entelektüelin sahip olması gereken özelliklerden biri de halkı anlamak, onları düşünceleri ile aydınlatmak ve bunun üzerinden kamuoyu yaratmak olduğu söylenebilir.

Genel olarak entelektüelin sahip olması gereken özellik, insana ait olan her şey ile ilgilenmek, insanla ilgili şeyler söylemek ve insana özgü, insanla ilgili sorunları tartışarak, çözmeye çalışmak şeklinde ifade edilebilir. Bu nedenle onun ilgi alanı, insan

ile ilgili olan, haksızlık, haklar, iyi, kötü, adalet adaletsizlik, özgürlük esaret, sömürü insana yakışan ya da yakışmayan gibi kavram ve olgulardır. Aslında bilimsel alanda çalışanları da entelektüel yapan, o kişilerin elde ettiği bulgular sonucunda dünyada yarattıkları dönüşüm ve etkileşim olacaktır (Arslan, 2002, s. 203). Entelektüeller, toplumda sahip oldukları işlevleri ile sıradan insanlardan farklı olarak, oluşan her yeni durumlara yönelik düşünen, sorgulayan, kısacası dünya ile ilgili dönüşümleri, kopuşları, kriz dönemlerine ilişkin yorumları dile getiren kişilerdir. Onlar bu düşünceleri sayesinde, dünyaya ilişkin sıradan ekonomik ve sosyal kaygıların ötesine geçirmiş olurlar. Dolayısıyla entelektüeller, her dönemde ve özellikle de kriz ve değişim dönemlerinde bilinç taşıyıcılığı yapmışlardır. Bu bilinç taşıyıcılığı, entelektüelin genel olarak dünyanın anlamına ilişkin fikirlerini ve buna bağlı olarak da kriz döneminin analizini ve krize çözüm önerilerini barındıran yeni bir düşünme biçimini ve yeni bir dünya görüşünü yaymaya çalışmışlardır (Erşen, 2006, s. 206-207)35. Ancak böylesi işlev ve dünya görüşü algısı nedeniyle entelektüelin bir ideoloji taşıyıcısı olduğunu söyleyemeyiz. Elbette entelektüel yaşadığı toplumsal koşullardan, zaman diliminden, içinde geliştiği çevrenin ve kültürün etkisiyle mutlak biçimde objektif ve tarafsız olamaz. Bunların etkisi kendisini hem söylemlerinde, hem de ürettiği bilgi ve kelimelerde hissettirecektir. Entelektüelin bağımsızlığı, bir tarafsızlık değildir.

Entelektüel, istese de aslında hiçbir zaman tarafsız değildir. Çünkü onun ürettiği bilgi bir yerde iktidar kaynağıdır ve diğer iktidar kaynakları ile mücadele etmek için bilgisini iktidarı için kullanır (Kentel, 2002, s. 276). Demek ki burada ikili bir çatışma söz konusudur. Egemen olan, resmi ideolojinin, piyasa gücüne esir olan ve sermaye ile ilişkili entelektüel ile toplum için gerçekleri ortaya çıkarmaya gayret eden ve bunu yaparken, bağımsız bir özelliği olan, farklı gerçekliklere ışık tutan ve bunun için farklılıklar arasında diyalog kuran entelektüel arasında bir çatışma söz konusudur. İşte bu durumu belirleyen faktör, entelektüelin ekonomik bağımsızlığı ve sermaye ile arasına koyduğu mesafedir.

35 Entelektüelin ideolojinin etkinliğinin artırmada nasıl rol oynadığını açıklayan görüşe göre başlangıçta sosyalizm hiçbir zaman ve hiçbir yerde bir işçi sınıfı haareketi değildir. Sosyalizm asla sınıfın çıkarlarının zorunlu olarak talep ettiği bariz kötülüğün bir çözümü değildir. Daha çok uzunca bir zaman yalnızca entelektüellerin aşina olduğu çalışan sınıfların, kendi programı olarak sahiplenmeye ikna edilmesinden önce entelektüellerin uzun çabalarını gerektiren, belli soyut düşünce eğiliminden çıkarılan, kuramcıların ürettiği bir kurgudur (Hayek, 2004, s. 243).

Entelektüelin sahip olması gereken özellikler şu şekilde özetlenebilir:

Sağduyu ve olaylar arasında bağlantı kurmaya yetecek kadar geniş bir kültür sahibi olmak; ülkenin yönetilmesi ve gidişi konusunda, sorumluluk duygusu taşımak; bilgi ve kültürü yaymak ve bunu yarattığı eserlerle desteklemek; doğru, iyi ve güzel adına ortaya atılmaktan çekinmemek, kendini yetiştirme amacı yanında çevresini yetiştirme hedefine sahip olmak, doğru bildiği yolda yalnız kalmaktan yılmamak, ülkesine ve halka karşı davranışlarıyla, dünya görüşü ve hayat felsefesinde bulunmak (Balcı, 2002, s. 17).

Görüldüğü gibi, entelektüeller, yürüttükleri zihinsel faaliyetleri ile farklılıklarını ön plana çıkarırken, çoğu zaman bu zihinsel faaliyetlerini eyleme dönüştürmüş, topluma öncü olmuş ve süreç içerisinde hangi sosyal statü ya da gruba ait oldukları önemsenmeden entelektüel olarak kabul edilmişlerdir.