• Sonuç bulunamadı

ENTELEKTÜEL: KAVRAMSAL VE TARĠHSEL ARKA PLAN

1.4. ENTELEKTÜELĠN TOPLUMSAL KONUMU

1.4.1. Ortak Birliktelikler Ġçerisinde ve KarĢısında Entelektüelin Rolü

Entelektüelin sınıf, kesim, grup, zümre ile olan ilişkisi ya da entelektüelin bir araya gelerek oluşturdukları birliktelik, onun toplumsal ilişkiler içerisinde üstlendiği rolünü belirler. Entelektüeller, doğrudan bir sınıf olarak organik birliktelik içerisinde olabildikleri gibi bazı durumlarda ise sadece bir sınıfın sözcüsü görevini üstlenmeleri söz konusudur. Entelektüel kavramının, toplumun genelinden ayrı, farklı bir toplum kesimini ifade ederek tanımlanması on dokuzuncu yüzyılın sonuna doğru gerçekleşmiştir. Şerif Mardin (1991, s. 125) onsekizinci yüzyıla kadar entelektüellerin bir grup ya da sınıf olarak değerlendirilmediklerini belirtir. Ondokuzuncu yüzyılda fikir üzerine çalışmanın bir uzmanlık dalı haline gelmesiyle, fikir uzmanları topluluğunun oluştuğunu, fikirle uğraşanların toplumsal sınıflardan ayrı bir sınıf oluşturma anlayışının gelişmeye başladığını ifade eder. Murat Belge‟ye (1983, s. 122) göre de entelektüelleri bir sınıf olarak tanımlamanın geçerli olup olmadığı uzun süreden beri tartışılan bir konudur.

Kuşkusuz, entelektüel üzerine yürütülen düşünsel tartışmalarda entelektüeli sınıfsal konumu ile belirlemeye çalışanlar Marksizm ve Marksist ideologlardır. Marksizmin entelektüele yüklediği misyon, modernitenin vaat ettiği eşitlik ve özgürlük taleplerine karşılık verebilmek için, tarihin ilerlemeci akışının önünde durmamak, işçi sınıfının gerçekleştireceği bu yeni düzeni sağlamada onları yönlendirmek ve işçi sınıfını bu amaç doğrultusunda harekete geçirmek ve organize edebilmektir. Entelektüeller, işçi sınıfının taleplerine orantılı olarak öncü olabilmeli, önce kendileri aydınlanmalı ve daha sonra işçi sınıfını aydınlatmalıdırlar (Gülalp, 2002, s. 218). Marksizm‟e göre entelektüeller, tarihte oynadıkları role bağlı olarak, tutucu ve ilerici olarak ikiye bölünmüşlerdir. Karl Marx ve Friedrich Engels‟e göre sayıca daha çok olan tutucu entelektüeller, herhangi bir toplum tarafından kendi etrafında örülen bir inançlar kozası olan ideoloji anlayışları

nedeniyle aslında egemen sınıfın çıkarlarına bağlıdırlar (Bottomore, 1997, s. 56).

Marksist düşüncede entelektüel kavramına en fazla yoğunlaşan Antonio Gramsci için de entelektüelin belirleyici farklılığı, onun sınıfsal konumundan kaynaklanmaktadır. Buna

göre, egemen sınıf ile ona karşı olan sınıfların, düşünce gelişiminde etkin olan belli bir entelektüeli vardır (Gramsci, 1997, s. 10). Gramsci‟den önce ise Marx, sınıfsal konumu ile entelektüeli şu şekilde değerlendirmiştir:

Entelektüel egemen sınıfın ideolojik destekçisidir. Toplumsal sınıf ve tabakalar, sosyo-ekonomik ilişkiler düzleminde oluşurken, entelektüel ideoloji, kültür ve siyaset düzleminde oluşur. Kapitalist sistemde, köle ile efendinin, işçi ile sermayedarın sınıfsal konumlarını, üretim süreci içindeki karşıt yerlerini belirlerler. Entelektüelin sınıfsal konumunun belirleyicisi üretim süreci değil, ideoloji ve bilinçtir. Entelektüel dışındakilerin bilinç düzeyleri onların nesnel sınıfsal konumunu değiştirmez.

Entelektüel için aynı şey söylenemez, o hangi ideolojinin hizmetinde ise o ideolojiye sahip olan sınıfın aydınıdır. Dolayısıyla, entelektüel, ideolojisini belirlerken sınıfını da belirlemiş olur (Marx, 1979, s. 154).

Bu anlamda Marx, entelektüeli, ideolojisini yaptığı sınıfın bir üyesi olarak görmektedir37. Gramsci‟de de entelektüel, ideolojik bir sınıfa girmenin ötesinde, bir işlev sahibidir. Entelektüel bir sınıf adına düşünce ve sanat eseri üreterek o sınıfın toplum üzerindeki ideolojik hegemonyasına ve siyasal yönetimine hizmet eder (Gramsci, 1985, s. 31). Gramsci entelektüelin bir sınıfa ait olduğunu ve bu sınıfı da kendisinin belirlediğini iddia ederken, felsefeye referans veren herkes entelektüel olarak görür çünkü ona göre herkeste bir felsefi düşünce bulunur. Her fiziksel çalışma da, minimum düzeyde de olsa, teknik beceri, yaratıcı düşünsel aktivite gerektirir.

Gramsci, bu çerçevede, her insanın bir entelektüel olduğunu ileri sürerken, her insanın toplum içinde entelektüelin işlevine sahip olmadığını söyler. Toplumda her insan akıl sahibi olduğuna ve bunu yaşadığına göre, entelektüel bir varlıktır, ama tarihi anlamda entelektüel olması için bunun ötesinde bir işlevi olmalıdır (Belge, 1983). Gramsci‟ye göre bu işlev, sınıfların hegemonyasının tarihsel olarak kurgulanmasına ve tarihsel bir blok oluşturulması olabilir. Gramsci‟ye göre entelektüeller iki kategoriye ayrılır:

geleneksel entelektüeller ve organik entelektüeller. Geleneksel entelektüeller, endüstri

37 Entelektüelin farkındalığı, kendisini “ideolojik konum” da gösterecektir. Entelektüel, bulunduğu toplumun koşulları ve yapısından etkilenen ve bu etkileşimle dünyayı yorumlama misyonuna sahip olarak belli yargılara da sahiptir. Bu anlamda oluşan yargılar ideolojik duruşu da beraberinde getirecektir. Özellikle Marksizmde egemen olan sınıfın kendi ideolojik argümanlarını doğuracağı fikrinden hareketle, Gramsci‟de ideolojik bir temsil olarak karşımıza çıkan entelektüel kavramı, Gramsci‟den sonra da Marksist terminolojide hız kazanarak tartışılmıştır. Gramsci‟den sonra Frankfurt Okulu (Eleştirel Kuram) ve Louis Althusser, Marksizm üzerine yaptıkları tartışmalarla, entelektüeli sol ideoloji içinden değerlendirmiş ve farklı açılımlar sunmuşlardır

ile birlikte gelişen ve yazgılarını bu gelişmeye bağlayan kent tipi entelektüeller ile kapitalist düzenin harekete geçiremediği kentlerin küçük burjuvazisine bağlı köy tipi entelektüellerdir. Organik entelektüeller, toplumsal sınıfların içinde düşünme ve örgütlenme işini üstlenen entelektüeller olarak tanımlanmaktadır. Bunlar, meslekleri içinde ya da dışında bağlandıkları sınıfın düşünce ve özlemlerini dile getirir ve bu doğrultuda kitlelere yön verirler. Gramsci‟ye göre (1985) her sınıf kendi organik entelektüelini yaratacak ve böylece pratik yaşama yapıcı, örgütleyici ve sürekli inandırıcı olarak karışacaklardır. Entelektüeller için asıl sorun; düşüncenin organik birliğini kurmak ve kültür sağlamlığını yaratmaktır. Bunun koşulu da entelektüellerle halk arasında, kuramla pratik arasındaki gibi birlik sağlamaktan geçer. Gramsci entelektüellerin organik ve geleneksel olarak yaptığı ikili ayrım üzerinden açıklarken aslında daha önceki entelektüellerin organik olmadığını vurgulamıştır. İtalya‟da kökleri Rönesans‟a kadar uzanan entelektüeller, dağınık, tek tük, başıboş olma özellikleriyle Gramsci‟nin dikkatini çeker. Bu kişilerin ortak bir kültürde birleşirlerse, aşırı bireysellikleri törpülenmiş olur, hem etkinlikleri artar hem de topluma yararlı olabileceklerini düşünür (Gramsci, 1985, s. 45). Gramsci‟nin, Marksizm temelinde getirdiği bu eleştirel yaklaşım entelektüelleri bireysellikten çıkarıp, birlikte hareket etmeye doğru yönlendirmiştir. Bu süreç sayesinde toplumbilimcilerin bir kısmı artık entelektüellerden yeni sınıf olarak söz edebilmiştir. Entelektüeller bu sayede toplumsal anlamda işlev bilincine sahip olmuş ve güçlerini kullanarak siyasal donanıma sahip olmuşlardır. Belli bir ortak kültür yaratabilmişlerdir.

Gramsci, Marksizm içinde entelektüele bakışa az da olsa farkındalık katmış bir düşünürdür. Marksist felsefe ve kuramda entelektüeller, doğrudan üretim ilişkilerinde bulunmadıklarından, diğer sınıflar gibi bir sınıf olarak kabul edilmezler. Onların köylülerde görüldüğü gibi, belli sınıfları yoktur, nereye istenirse oraya dayandırılırlar.

Tek başlarına ayakta duramazlar. Onlar, ancak başkalarının sözcülüğünü yapabilirler.

Gramsci‟nin burada ifade ettiği husus entelektüelin “organik ilişki içinde bulunduğu sınıfın” sözcülük ve düşünürlük görevi üstlenmesi gerektiğidir (Gülalp, 2002, s. 218).

Gramsci‟nin, entelektüeli sınıf temelli olarak konumlandırmasına benzer başka bir tanımlama Gouldner‟in yapmış olduğu değerlendirmedir. Gouldner, laik eğitimin etkisiyle ortaya çıkan “kültürel veya insani sermayeye” sahip entelektüel sınıfı, kültürel

burjuvazi olarak tanımlamaktadır (Gouldner, 1993, s. 33). Gouldner‟in “yeni” sınıfı, Gramsci‟nin kavramına başvurmak gerekirse, özünde “geleneksel entelektüel” başlığı altında ifade edilebilir. Bu sınıf zihinsel etkinlikle ya da düşünce üretimini kendi içinde ayrı bir amaç olarak benimseyen „hümanist entelektüeller‟ ile üretim sürecinin değişik aşamalarında rol oynayan „teknik entelijensiyadan‟ oluşur (Yetiş, 2002, s. 54). Burada Gouldner, eğitimin toplumda egemen ideolojinin yayılması için bir araç olduğu düşüncesini savunan Durkheim, Althusser, Marcuse gibi düşünürlerle çelişir. Gouldner, eğitimin ikili fonksiyonu olduğunu iddia eder. Bu ikili fonksiyon, hem düzeni yeniden üretmek, hem de aynı zamanda mevcudu devirmek şeklindedir. Burjuvazi bu yeni sınıfa, entelektüel ve teknik rekabeti sürdürebilmek için muhtaçtır. Kültürel sermayeye sahip yeni sınıf, böylece mali sermayeye sahip eski burjuvazi karşısında üstünlüğü sağlar (Yetiş, 2002, s. 55).

Benzer şekilde Furåker de, Gouldner‟in “sermaye” olarak ele aldığı entelektüelin kültürel birikimini, satışa sunulabilecek, bir fayda yaratabilecek ve sahibine getirisi olan veya getirisi olabilecek şekilde onu donatacak herhangi bir nesne olarak tarifler.

Kültürel sermaye ise büyük ölçüde eğitim yoluyla üretilebilen bilgi ve becerilerin toplamıdır. Furåker 38 incelemesinde, Gouldner‟in “yeni sınıfı” tam açıklamaması nedeniyle eleştirir. Ona göre yeni sınıfla, diğer toplumsal kategoriler arasında ilişki kurulmamıştır. Kültürel sermayeye sahip olmak bu sınıfı özgün kılmaz, tüm sınıflar kültürel sermayeye sahiptir, ancak yeni sınıf daha çoğuna ve daha farklı bir biçimine sahiptir. Yeni sınıf, bir konuşmacı topluluğudur. İnsanları satın alamaz veya zorlayamaz, ancak konuşma ve yazı aracılığıyla ikna eder. İktidardaki bürokratların yasal dayanaktan güç aldığı yetkiye karşılık, o eleştirel gücüyle var olur. (Yetiş, 2002, s.

54).

Entelektüelin toplumsal ilişkilerde farklı bir konuma sahip ve ayrıcalıklı bir sınıf olduğu fikri üzerine diğer bir görüş ise Konrád ve Szelényi‟ye (1979) aittir. Söz konusu yazarların görüşüne göre, entelektüeli tanımlayan entelektüel bilgi, hiçbir biçimde karmaşık ya da üst düzeyde bilgi olmak zorunda değildir. Entelektüel bilginin ayırıcı

38 Bu konuda detaylı bilgi için Bengt Furåker, “The Intelligentsia as a Class under Capitalism and Socialism”, Acta Sociologica, V. 25, (1982, s. 460) yazısına bakılabilir.

özelliği, bütün bir toplumsal yapılanma içinde, kültürel değerler sisteminin kurucu bileşeni olmasıdır. Başka bir deyişle, toplumsal kabul gören ve kendi yandaşlarının davranış biçimlerinin yönlendirilmesi ve düzenlenmesinde etkili olan değerlerle bağlantısı, bu bilgi türüne ayrıcalıklı bir konum kazandırır (Yetiş, 2002, s. 59).

Entelektüellerin ortak bir birlikteliği ifade etmesi bağlamında onu sadece sınıf çerçevesinde ele almayan bakış açıları da mevcuttur. Gaetano Mosca, entelektüellerin Marksist anlamda bir sınıf oluşturmadıklarını, yeni ve daha değerli bir seçkin kesimin çekirdeğini oluşturabilecek, burjuvazi ile proletarya arasında konumlanan az çok bağımsız bir küme olduklarını düşünmektedir (Mosca, 1939 akt. Bottomore 1997, s.

19). Mosca temel fikrini şöyle dile getirmektedir: “Tüm siyasal organizmalarda bulunan değişmez olgular ve yönsemeler arasında biri, en ilgisiz bir gözle dahi görülebilecek kadar ortadadır. Tüm toplumlarda çok az gelişmiş ve uygarlığın aydınlığına zar zor ulaşmış toplumlardan en gelişmiş ve en güçlü toplumlara kadar iki sınıf insan bulunur, yöneten bir sınıfla yönetilen bir sınıf.” ( Bottomore, 1997, s. 10).

Mosca kuramına göre seçkinler toplumda geri kalan kesimlerin üzerine basitçe gelip çöreklenmiş değildir, her bakımdan devlet görevlileri, yöneticiler, beyaz yakalı işçiler, bilim adamları, mühendisler, bilginler ve aydınlardan oluşan “yeni orta sınıf”ın bütününü kapsayan bir alt-seçkinler aracılığıyla toplumla sıkı sıkıya bağlantılıdırlar. Bu küme yalnızca seçkinlere yeni üyeler sağlamakla kalmaz, toplumun yönetiminde can alıcı bir rol oynar ve toplumun siyasal anlamdaki istikrarı da bu katmanın zeka ve etkinlik düzeyine bağlıdır. Gramsci ise Mosca ile ilgili olarak şu iddiada bulunur:

“Mosca‟nın siyasal sınıfı, bir bulmacadır. İnsan Mosca‟nın derdinin ne olduğunu tam olarak anlayamaz, öylesine dalgalı, öylesine esnektir bu kavram. Kimi kez orta sınıfı düşünmekte gibidir, kimi kez de genel olarak mülk sahibi insanları, sonra da kendilerini okumuş diye adlandıranları. Kimi durumlarda da Mosca‟nın siyasal personeli düşündüğü besbellidir” (Gramsci, 1985, s. 47). Gramsci‟e göre Mosca‟nın siyasal sınıfı, egemen kümenin entelektüel kesiminden başka bir şey değildir. Mosca‟nnın deyimi, Pareto‟nun seçkinler kavramına yaklaşır. Tarihsel aydın kesim fenomenini ve onun siyasal ve toplumsal yaşamdaki işlevini yorumlama çabası (Bottomore, 1997, s. 13-14).

Seçkin (Elitizim) tartışmasına dair bir başka yaklaşım Vilfredo Pareto‟ya referanslıdır.

Pareto, seçkin deyimini iki farklı şekilde tanımlamaktadır:

Her insan faaliyeti dalında, her bir bireye, aynı okul sınavlarında çeşitli konularda verilen notlara benzer bir biçimde, kapasitenin bir göstergesi olarak bir endeks verildiğini varsayalım. Bu endeksleme içerisinde tüm insansal faaliyet dalları içinde kendi faaliyet dallarında en yüksek endekslere sahip olan insanlardan bir sınıf oluşturalım bu sınıfa seçkinler adını verebiliriz. Pareto bu seçkin tanımını fazla kullanmaz. Onun için bu sadece yönetici seçkin tanımına bir başlangıç teşkil eder (Pareto, 1968 akt. Bottomore, 1997, s. 9).

Pareto bu formülle edişi ile bakış açısında yani belli özelliklerin bir dağılım eğrisi yerine erk sahibi olanlar, yani yönetici seçkinler ile erk sahibi olmayanlar, yani yığınlar arasındaki yalın bir karşıtlıkla ilgilenir. Onun düşüncesindeki değişimin temelinde seçkinler ile yığınlar arasındaki keskin ayrım üzerinden siyaset yürüten Gaentano Mosca‟nın etkisi vardır.

Sınıfın mülk sahipliğiyle ortaya konulabileceğini ve mülkiyetin kuşaktan kuşağa aktarılmasının o sınıfa kalıcılık kazandırdığını, dolayısıyla da entelektüelin bu tanımlamaya sığmadığını belirten Bottomore ise entelektüel statüsünün aileye mal edilebilecek, gelecek kuşaklara aktarılabilecek bir egemenlik aracı olmadığının altını çizmektedir (1997, s. 43). Marksist literatürün aksine entelektüellerin bir sınıf teşkil etmediği görüşündedir. Sınıf temelinde entelektüeli ele alan yaklaşımların karşısında olan bu bakışa göre entelektüel kendine dönük ve özeldir. Bu nedenle kollektiviteyi yanlış anlar. Sınıfsal bakamaz, eleştirel de olamaz. Çünkü tanımı gereği entelektüel, belli bir sınıfa ait olduğundan bir burjuvadır. Entelektüelin zaten doğuşundan itibaren ve dünya tarihinin doğuşundan itibaren işçi sınıfının perspektifinden bakmak veya o sınıfın çıkarları için mücadele etmek için hiçbir zorunluluğu yoktur (Tomberg, 1976, s. 447).

Sistem eleştirisi temelinde müdahil olan bir entelektüel bu nedenle mümkün değildir.

Bu noktada Haug, entelektüelin örgütlü bir mücadelede bulunmayacağını ifade eder. Bu entelektüelin mücadelesini sınırlayacaktır:

Entellektüeller her zaman var olanın içinde hareket etmeye karşı dururlar ve her zaman için düşünceye ve üretkenliği pazarlama beklentisine tavır koyarlar. Onlara göre düşünceler satılamaz. Onları satmaya kalkışmak bedeni satmaktan daha kötüdür. Elleri kirlamak güzel değildir. Cinsel organları kiralamak son derece çirkindir. Beyni kiralamak ise en kötüsüdür. Bu düşünce tarzının ardında mutlaka bir sınıfsal kendini beğenmişlik gizlidir. Buna rağmen birçok entellektüelin kendi otonomisine referans vermesi takdire şayan bir direniş biçimidir. Entellektüel sadece referans vermekle kalmaz ve özgün çalışmalarıyla otonom biçimler geliştirir. Böylesi otonomi biçimleri aynı zamanda direniş biçimleridir. İçlerinde belli özellikte bir dil, arı bir sanat, tartışılmaz sanat eseri ve radikal tarih oluşur (Haug, 1993, s. 21).

Entelektüelin nereye ait olduğu sorgusu üzerinde yürütülen tartışmaların gösterdiği husus, onun bir sınıf olabileceği gibi köksüz yani sınıfsız olarak da kabul edilebileceği yönündedir. Bazı görüşlere göre entelektüel “yeni bir sınıf” dır. Bu yeni sınıf, tartışma derinliğine ve kültürel birikime sahiptir; gelecekteki tüm olası gelişmelerin ve değişimlerin potansiyel gücünü elinde bulundurur (Özcan, 2006, s. 40). Entelektüeller kendi oluşturdukları birliktelikler ya da bir birlikteliğe eklemlenme noktasında, yapılan teorik tartışmalarda görüldüğü gibi daha açık ve anlaşılırlardır. Yani birlikte olmanın pragmatik yararını fark eden herkes bir topluluk oluşturabilir. Ancak entelektüel gibi oldukça farklı kabul edilen şahsiyetlerin var olan birlikteliklerine anlamlar yüklemeleri daha önemlidir. Ancak toplum içindeki rolünü entelektüel olarak bu şekilde değerli kılabilecektir. Bunu sağlayamadığı noktalarda entelektüel simgesel bir kişilik ya da toplumsal kahramana olarak kalır.