• Sonuç bulunamadı

1.2. Katılım ve Katılımcı Yerel Yönetim

2.1.3. Marx’da Sivil Toplum ve Devlet

Marx sivil topluma Hegel’den farklı bir açıdan bakmaktadır. Bu farklılık devlet anlayışıyla örtüşen bir noktada belirmektedir. Onun tarih felsefesi, bireye ve özgürlüğe bakışı, bu açıdan anlaşılmaya değerdir.

“Marx’a göre devlet Hegel’in anladığı gibi sivil toplumu değil, sivil toplum devleti kontrol etmelidir, Çünkü Marx sivil toplum kavramını burjuva ilişkilerine bağlayarak Hegel’den farklı bir noktaya taşımaktadır. Ona göre Hegel devleti sivil toplumun üzerine koyarken, aslında bu ikisinin, burjuva toplumu ile burjuva devletinin arasındaki organik bağı gözden kaçırmaktadır. Marx’a gelinceye kadar genellikle “burjuva toplumu” olarak anlaşılan ve onun değerlerini de içine olan sivil toplum Marx’da özellikle iktisadileşmektedir.113

Sivil topluma bu bakışı, Marx’ın bütün düşüncelerine temel teşkil eden, tarih felsefesine ve iktisadi determinizmine bakarak daha iyi anlamak mümkündür.

Marx diyalektik yöntemi Hegel’den almıştır, fakat o Hegel’den farklı olarak, evrensel düşüncenin devlette somutlaştığını değil, düşüncenin ezelden beri zaten madde olarak var olduğunu ifade etmiştir.

Buna göre, nesnel gerçeğin diyalektik süreci sonradan somutlaşmış değildir. Maddi dünya her türlü düşüncenin dışında ve bağımsız olarak vardır ve madde içinde tezler, antitezler, geçici sentezler olarak sonuçlanırlar, bu sentezler de tarihsel evrimin evrelerindedir. Dolayısıyla Marx’a göre düşüncenin diyalektiği maddenin ya da maddi şeylerin diyalektiğinin yansımasıdır. Marx bu

112 Kaene, a.g.k., s. 77

113 M. Lütfullah Karaman, “Sivil Toplum Kavramı ve Türkiye Üzerine Değerlendirmeler; Bir Yeniden

durumu şöyle açıklar; “Fikir adı altında özerk bir süreç olarak bile gösterdiği düşüncenin süreci, Hegel’e göre, ancak düşüncenin dış bir olayı olan gerçeğin yaratıcısıdır. Buna göre, fikirlerin dünyası insan düşüncesinde yansımış maddesel dünyadan başka bir şey değildir.” Bu, Hegel’in idealist diyalektiğine karşı düşünceyi maddeden üreten maddeci diyalektiğin ortaya çıkması demektir.114

Bu durumda Marx’da idealizmin var olmadığı, onun yerine maddeyi koyduğu görülmektedir. Dolayısıyla, onda, idealizm kaynaklı soyut düşüncenin kutsallığı da yoktur. Hegel evrensel düşüncenin yeryüzünde devlet şeklinde tezahür ettiğini söyleyerek, devlete bir kutsallık, bir ululuk atfetmişti. Marx’ta ise değil böylesine bir üstünlük, aksine bir yok sayma vardır. Çünkü ona göre materyalist felsefesinden kaynaklanarak devlet, insanın ona göre burjuvazinin kendi düşüncesinden doğmuştur. Marx’ın bu devlet tezahürü iktisadi determinizmin temelinde yer alan üretim ilişkileri kapsamında değerlendirilebilmektedir.

“Marx’a göre üretim biçimi, toplumsal ilişkilerle nitelendirilmiş bir toplum biçimini gösterir; toplumsal ilişkiler de üretim ilişkileri tarafından belirlenir ya da onların baskısı altındadırlar. Şu halde bir toplumda temel ilişkiler üretim ilişkileridir ve altyapıyı oluşturan üretim güçlerinden ve onların düzenlenmesi olan üretim ilişkilerinden meydana gelmiştir. İşte bu altyapı, toplumların üstyapısal olguları denilen hukuku, toplumsal rejimi siyasal kurumları inançları ve ideolojileri oluşturan temel yapıdır.”115 Buda toplumların tarihindeki itici güçlerin temelinin iktisadi olduğu anlamına geliyor.

“Bir toplumun doğal kaynaklarını kullanmakta ve yaşamasının sağlayan malları üretmekte izlediği yöntem Marx’a göre, o toplumun varlığının asıl güdüsüdür. Herhangi belli bir zamanda izlediği üretim biçimi, o zamanki siyasal, hatta bütün kültürel durumunu açıklar; üretim düzenindeki değişmeler de

toplumun siyasal düzeninde ve kültüründe kendi karşılıkları olan değişmeleri açıklar. Bu, Marx’ın iktisadi determinizmidir ve bu teori, diyalektik maddeciliğe verdiği somut toplumsal ve siyasal anlamı oluşturmaktadır.116

Marx burjuva toplumunda üretim araçlarını elinde bulunduran burjuvazinin, proleteryanın emeğine, ürettiği artı ürüne el koyarak daha fazla büyümek ve daha geniş bir sömürü alanı yaratmak için, emeği daha sıkı kontrol edebilmek için devleti yarattığını düşünür. Ona göre devlet- daha önce de söylendiği gibi - kutsal akıl değil, diyalektik süreç sonunda ortadan kalkacak bir varlıktır. Peki bu nasıl olacaktır? Bunun cevabının içinde konumuzu teşkil eden sivil toplum anlayışını da bulmak mümkün olacaktır.

Marx’a göre devlet, aslında sivil toplum alanındaki sınıf çatışmasının ussallaştırılmasından başka bir şey değildir. Bunu göstermek için, Marx Hegel’deki sivil toplum devlet ayrılığını vurgulamıştır. Çünkü kendi teorisi böyle bir ayrılığın olmadığı fikri üzerine inşa edilmiştir. Aslında Marx da Hegel de devleti bir toplumsal ilişki olarak görmektedirler. Fakat Marx’ın ilgilendiği ilişki, üretim faaliyetleri çerçevesinde şekillenen sınıflararası iktisadi sömürü ilişkisidir.117

Ona göre sivil toplum, üretici güçlerin gelişmesinin belirli bir basamağında bireylerin karşılıklı maddi ilişkilerin tümünü kaplamaktadır. Yine belli basamaktaki ticari ve sınai hayatın tümünü içine alarak böylelikle devleti ve milleti aşmaktadır. Marx’ın anlayışında “yapıya ait” görünen sivil toplum ile siyasal toplum arasındaki ayrımın aşılması düşüncesi kendisinden önceki Hegel’de olduğu gibi, bunlardan birini diğerine bağlı kılmak suretiyle değil, her ikisini de ortadan kaldırmak şeklinde ifade edilmektedir.118 Bundan da sivil toplumla siyasal toplumun aynı amaca hizmet ettiğini düşündüğü çıkarılabilir.

116 Sabine, a.g.k., s. 163 117 Karaman,a.g.k., s. 6 118 a.g.k., s.6

Sivil toplum kavramının Marx’da maddeci analizine rağmen Hegel’e göre daha cılız şekilde açıklandığımı görülmektedir. Bunun asıl sebebi sivil toplumun varlık temeline iktisadi üretim ilişkilerini koymasıdır.Marx’da sivil toplum; üretimin ve sınıfsal mücadelenin yapıldığı alandır. Yani varlık sebebi kapitalizmdir.119