• Sonuç bulunamadı

1.2. Katılım ve Katılımcı Yerel Yönetim

2.1.4. Gramsci’de Sivil Toplum ve Devlet

Gramsci’nin sivil toplum anlayışı sanıldığının aksine Marx değil Hegel kaynaklıdır. Onda Marx’ın fikri temellerini oluşturan ekonomizmi, iktisadi determinizmi, görmek zordur. Ayrıca alt yapı-üstyapı ikiliği ve alt yapıyı merkeze oturtan, onun belirleyiciliğini kabul eden düşüncelerinin Gramsci’de nasıl farklılaştığını, yön değiştirdiğini görmek mümkündür. Gramsci’nin temel belirleyici olarak kültüre verdiği önem gözönünde bulundurulduğunda, devlet- sivil toplum ikiliğine bakışının anlaşılması daha rahat ve açık olmaktadır.

Gramsci’de sivil toplum Marx’ın aksine alt yapısal değil, üstyapısal bir momente aittir. Bu aidiyetin ve Marx’dan farklılığının şu ifadede somutlaştığını görmek mümkündür. “Bu anda yapabileceğimiz, üstyapısal iki büyük düzeyi ayırmaktır. Bunlardan birisi; sivil toplum yani genellikle özel diye anılan organizmalar bütünü, diğeri de siyasal toplum ya da devlet diye adlandırılabilir. Bu iki düzey bir yanda yönetici grubun toplumsal yapının tümü üzerinde uyguladığı hegemonya işlevine, diğer yanda da devlet ve hukuksal iktidar yoluyla uygulanan doğrudan egemenlik ya da ‘komuta işlevine tekabül eder.”120

Gramsci’nin sözünü ettiği hegemonya, doğrudan egemenlik ya da komuta gibi kavramlar, onun devleti çözümlemesine yardımcı olacak kavramlardır. Ayrıca ideoloji-kültür ilişkisi de çözümlemede kapı aralayacaktır.

119 Ömer Çaha, “Sivil Toplumun Dünü ve Bu Gününde Kadın” Türkiye Günlüğü, sayı. 26, Ocak –Şubat,

1994, s. 55

Çünkü, “Gramsci için sivil toplum karşılıklı maddi ilişkilerin tümünü değil, ideolojik-kültürel ilişkilerin tümünü; ticari ve sanai yaşamın tümünü değil, tinsel ve düşünsel yaşamın tümünü içermektedir.121

Gramsci’ye göre eğer devlet bir uygarlık, birlikte yaşama ve bireysel ilişkilere atıfla, vatandaş oluşturmak ve bunların devamlılığını sağlamak istiyorsa, bazı davranışları yaygınlaştırmak ya da kaldırmak istiyorsa diğer bütün kurumların yanı sıra hukuksal düzen bu amacın temel aracı olacaktır. Ancak bu hukukun zorlayıcılığından ziyade, devletin eğitimi fonksiyonuyla oluşacak davranış biçimidir. Onun devlete atfettiği bu eğitici rol, devletin ortadan kalkması ve sivil toplum anlayışı ile örtüşen bir noktada yer alımaktadır. 122

Marx devletin ortadan kalkması gerektiğini söylerken, bunun radikal bir proleter devrimle gerçekleşeceğine inanmaktaydı. Gramsci’de devletin ortadan kalkması gerektiğini söylemektedir ancak onun yöntemi Marx’tan farklıdır. Marx devletle birlikte sivil toplumda yok olacağı iddiasındadır. Oysa Gramsci devletin sivil toplumun genişlemesi sayesinde ortadan kalkacağını düşünür. Sivil toplumun genişlemesi olgusunun diyalektik açıdan ifadesi, bu olguyla ilintili olan, aynı zamanda ekonomik yapının da dönüşmesini sağlayan siyasi toplumun sivil toplum içinde özümsenmesi şeklindedir.123

Bunu sağlayacak genişleme ya da özümlemenin hangi vasıtayla, nasıl olacağı noktasında karşımıza aydınlar ve kültür meselesi çıkmaktadır.

Gramsci’ye göre egemen sınıflar, sivil toplum (kitle iletişimi, din kurumları ve sendikalar gibi toplumsallaşma mekanizmaları) manipüle ederek, kendi söylemlerini toplumun diğer kesimlerine de kabul ettirmektedirler. Ona

121 a.g.e., s. S.19

122 Antonio Gramsci, Modern Prens, Çev: Pars Ersin, Birey Toplum Yayınları, Ankara, 1984, s. 161-162 123 Karaman, a.g.k., s. 7

göre devrim sivil toplum içerisinde, uzun süreli bir düşünce savaşı ya da mevzi savaşı yoluyla kitlesel bilincin dönüştürülmesine dayanmalıdır.124

Bu noktada aydınlar belirleyici bir faktör olarak önem kazanmaktadır. Çünkü kitlesel bilinci kazandıracaklar aydınlar olarak görülmektedir. Kültürden kastettiği ile edebi, ahlaki, felsefi ve benzeri alanları kapsayan bütün bir düşünce birikimidir. Bunu üretecek ve sivil topluma yayacak olan ise aydınlardır. Bütün bu fikirlerin sonunda varılan nokta da ise devleti sadece burjuvazinin proleteryayı baskı altında tutan bir aracı olmaktan çıkarmakta, onun ikna edici bir fonksiyonu olduğunu vurgulamaktadır.125

Buraya kadar izlenen düşünce tarihi sürecinde sivil toplum kavramının içinin değişik anlamlarla doldurulduğu görülmektedir. Artık günümüzde sivil toplum artık ne burjuva toplumu, ne de radikal bir devrimle aşılacak bir alandır. Sivil toplum bugün, özgür birey ve grupların, devletin ne karşısında ne de yanında yer almayarak, ondan bağımsız şekilde var oldukları, faaliyet gösterdikleri bir alan olarak görülmektedir. Günümüzde demokratik toplumlar için bu çok önemlidir. Totaliter devlet, bütünü kavrayan, ötekine hayat hakkın tanımayan tavrıyla birey ve grupların özgürlük alanını boğmaktadır. Demokrasinin temel özelliklerinden olan temel insan haklarının güvence altına alınması, hükümetin anayasa ile sınırlandırılması, toplumsal, ekonomik ve siyasal çoğulculuğun varlığı, hoşgörü, işbirliği ve uzlaşma değerlerinin benimsenmesi gibi temel dayanaklar göz önünde bulundurulduğunda demokratik sınır ortaya çıkmaktadır. Bu noktada temel insan haklarından olan söz, ifade ve basın özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü sivil toplum kavramın içeriği açısından önem taşımaktadır. Dolayısıyla sivil toplum, kişi ve grup özerkliklerine meydan veren, onların kendini ifade edebildiği ve devletten bağımsız faaliyet gösterdiği yine dernek ve birlikler basın gibi vasıtalarla

kamuoyuna hitap edebilmesine fırsat tanıyan bir alan olarak tanımlanabilmektedir.

Bütün bir sürece ve günümüzdeki içeriğine bakarak sivil toplum kavramının statik değil, sürekli gelişen, farklılaşan dinamik bir kavram olduğunu kabul etmek gerekmektedir.