• Sonuç bulunamadı

1.2. Katılım ve Katılımcı Yerel Yönetim

2.1.1. Aydınlanmacı Düşünürler ve Öncesinde Sivil Toplum-Devlet Anlayışı

Sivil toplum terimi (civitis societas) Î.Ö 1400 dolaylarında Avrupa’da kullanılmaya başlanmıştır. Çiçero terimi kullanırken ona belli anlamlar yüklemiştir.

Sivil toplum terimi, yalnızca kimi devletleri değil, uygarlaşmış yani barbar olmayan (şiddetin azaldığı, kentleşmenin olduğu) her biri kendi yasal kodlarını oluşturmuş derecede kentlerden oluşan uygar siyasal toplulukta yaşamanın şartlarım da anlatıyordu. Terim uygarlık ve kentsellik, yönetime bir yurttaş olarak (kadınlar, köleler ve yabancılar bu kapsama dahil değillerdi) katılma ve sivil hayat ve ticari faaliyetlere ilişkin arınmışlıklar gibi çağrışımlara sahiptir90

Daha çok aydınlamacı düşünürler tarafından üzerinde tartışılan devlet özgürlükler ve sivil haklar, dile getirilmeden önce, bu dönemi önceleyen düşünürler için sivil toplumun ne ifade ettiği ortaya konmalıdır.

Bir onyedinci yüzyıl düşünürü olan Hobbes sivil toplum kavgacı ve açgözlü bireyler arasındaki şiddetli rekabet olarak düşünmektedir. Hobbes’un güvenlik devletini haklılaştırması, savaş ile sivil toplum arasındaki çarpıcı karşıtlığa dayanmaktadır. Modern dünya bir tercih yapmak durumundadır; ya doğal durumun şiddeti ve karışıklığı ya da bireylerin sınırsız devlet iktidarına

90 Alan Ryan, David Miller, Janet Coleman, William E. Connady, Siyasal Düşünce Ansiklopedisi, C. II.

neredeyse topyekün tabi kılınması sayesinde, barış içinde, toplumcul ve rahat bir yaşayış.91

Hobbes’un sivil toplum terimine yüklediği anlam siyasal toplumla yani devletle eşdeğerdi. “Uyrukların güvenli ve barış içinde yaşamalarını borçlu oldukları devletin temel özelliği, içeride ve dışarıda barışı korumak için neyin gerekli olduğuna karar verilmesinde tekele sahip olmasıdır. Ona göre, bu tekel ne bölünebilir ve ne de uyruklara devredilebilir; çünkü devlet iktidarı bölünmüş veya yayılıp ayrılmış olan bir sivil toplum, şiddetli bir iç savaşa yol açması kaçınılmaz olan sayısız doğal tutku ve gürültü patırtı karşısında uzun süre ayakta kalamazdı.92

“Hobbes, sivil toplum içerisinde, bireylerin belirli negatif özgürlükleri kullanabilecekleri bir özel alanın var olduğunu belirtir. Bunlar egemenin (henüz) yasaklanmadığı faaliyetlerden oluşur. Mesela bireylerin “satın alma ve satma, birbirleriyle sözleşme yapma, barınacakları yeri ve yiyecekleri besinleri, geçimlerini sağlayacakları işleri seçme ve çocuklarını uygun buldukları gibi yetiştirme” özgürlükleri. Bu faaliyetler, bir arada ele alındıklarında, egemenin etki alanının dışında olan bir özel özgürlük alanı oluşturur. Devlet eyleminin sınırları dışındaki bu özgürlük alanı, doğal durumun özünün açık şiddet hariç, bir parçasının korunmasını ifade eder.”93

Bu ifadelere bakarak Hobbes’un devletin dışında bireylere geniş bir özgürlük alanı bıraktığı gibi bir fikre düşmek yanlış olacaktır. Özel alan ile kamusal alanın derin ayrımı onda devam etmektedir.

“Onun mutlak siyasal iktidarın kapsamının sınırlaması ilkesinin kabulü, gerçek olmaktan çok görünüştedir. Bütün özel alan, devamlı olarak, egemen

91 John Keanne, Demokrasi ve Sivil Toplum, Çev; Nemci Erdoğan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1994, s.

63-64

gücün ayrıcalıklı haklarına, istilalarına ve uygarlaştırıcı insiyatiflerine tabidir. Uyruklar, yaşamın her alanında bu güç tarafından gözlenir ve yönetilirler.94

Yine bir onyedinci yüzyıl düşünürü olan Locke da düşüncelerini bir doğa durumu varsayımı üzerine kurmaktadır. “Toplumsal varlık olan insan tabii durumda Hobbes’un iddiasının aksine, özgürlük ve eşitlik içinde yaşar. Bu yaşama biçimini belirleyen tabii bir hukukun varlığı söz konusudur. Tabii hukuk kavramı, Locke için yaşama, özgürlük ve mülkiyet haklarım içerir. Mülkiyet ve biriktirmeyle elde edilir. Bu hukukun çiğnenmesi karşısında, varolan kötü durumu düzeltecek bir otoritenin bulunmaması nedeniyle tabii durum sona erer ve insanlar tabii toplumdan siyasal topluma (sivil topluma) geçerler. İnsanlar bu durumda cezalandırma haklarını bir sözleşmeyle sivil topluma (yani siyasal topluma) devrederler. Yasama iktidarı kutsal ve egemen oluşuma rağmen, sınırsız değildir; genel olanı toplumun çıkarını ve iyiliğini gözetmek zorundadır. Yasama ve yürütme iktidarları keyfîlik ve zorbalık taşıyamazlar.95

Locke’un sunduğu anayasal bir devlettir. Hobbes’un güvenlik devletiyle benzerlik ve ayrılıkları vardır. Aydınlanmacı düşünürleri önceleyen bu düşünürlerin devlet ve veya sivil toplum anlayışları karşılaştırıldığında şöyle bir tabloyla karşılaşılmaktadır.

Devlet her ikisinde de yeryüzünde birlikte yaşayan bireyler arasında ortaya çıkan çatışmaların zapdedilmesine yönelik olarak tasarlanır. Her iki modelde, siyasal olarak sağlanan sükun ortamına sivil veya siyasal toplum diye atıfta bulunur. Ancak Locke’un savunduğu devlet anlayışı, iki önemli açıdan Hobbes’un devletinden ayrılmaktadır: “İlk olarak, Locke’un devleti, doğal devleti, doğal durumdaki savaş ile sivil toplumdaki barış arasında var olan (Hobbes’un sözünü ettiği) aykırılığı azaltır. İkinci olarak da, devlet ikili bir

94 a.g.k, s. 66-67

işlevle, doğal durumu koruma ve düzeltme ve bundan dolayı da tamamlama işlevleriyle yükümlü bir araç olarak düşünülür.96

“Locke’a göre yaşam, özgürlük ve mallar üzerindeki mülkiyet (vergi dahil), oy hakkına sahip çoğunluğunun ya da bunların temsilcilerinin rızası olmadan insanların elinden alınamaz. Son olarak, siyasal iktidar ile paternal iktidar birbirinden ayrı olduklarından egemenler, erkeklerin kendi kadınları, çocukları ve hizmetçileri üstünde doğal bir şekilde mutlak iktidar uyguladıkları ataerkil aileye el uzatamazlar.”97

Aydınlanmacı düşünürlerden Rousseau Hobbes’un doğal durumdan farklı bir doğal durum portresi çizmektedir. Hobbes’un tersine, ilk durumda insanlar barışçıl bir toplumda yaşamaktadırlar. Buna göre insanlar doğal bir şekilde ve kendilerini koruma güdüleri ve tesadüfün bir eseri olarak eşit bir hayatı paylaştıkları doğal durumdan koparak, güç, statü ve zenginliğin daha eşitsiz olarak dağıtıldığı bir tarihsel duruma sivil (medeni) topluma geçmişlerdir.98 Buna göre Rousseau’da doğal durumdaki bireylerin durumu olumlu, sivil toplum ise olumsuz bir anlam yüklenir.

“Rousseau’nun Toplum Sözleşmesinde bütün bireylere eşit hakları tanıyan ve belli bir cemaatin bütün bireylerine aynı yasaların uygulanmasını zorunlu kılan bir “genel irade” kavramıyla, en azından politik olarak medeniyetin yarattığı kötülüklerin genişletilebileceğine inanılmaktadır.99

Sivil toplum düşüncesi açısından İskoç aydınlanmasını başlatan Adam Smith ve Adam Ferguson gibi düşünürlerin fikirleri önem arzetmektedir.

Adam Smith, kendi halinde işleyen, tabii bir mekanizmaya sahip olan pazar fikrini ortaya atarak, tarımın, sermayenin ve iş bölümünün iktisadi hayatın

96 Kean, a.g.k., s. 67-68 97 a.g.k., s. 70

sürdürülmesinde taşıdığı önemi vurgulamıştır. O da Condorcet gibi bir evrim tablosu geliştirerek, insan toplumlarının avcı, toprağa bağlı, tarımsal ve ticari dönemlerden geçtiğini söylüyordu. Siyasi toplum (civil society) olarak adlandırılan son dönem, ticari toplum (commercial society) aynı zamanda özgürlüğün en geniş olarak kullanılabildiği bir toplumdur; devlet ne sınırlamalar koyar ne ayrıcalıklar tanır.100

Aynı dönemde toplum ve devletin kökenine ilişkin fikirler oluşturan Ferguson’un “Sivil Toplumun Tarihi Üzerine Bir Deneme “ kitabında insanlığın sivil toplum içinde idealize edildiği görülmektedir. Ancak yine Ferguson’da da sivil toplum kavramındaki anlam kayması devam etmektedir. Ayrıca, İskoç aydınlanmasında siyasal toplumun her zaman ticari toplumla özdeş kullanılması dikkat çekici bir özelliktir. “Ferguson için toplum ayrı bir inceleme alanıdır. İnsanın doğal durumu, toplum içindeki durumudur ve insan için önemli olan, kendi başına yapıp ettikleri değil, başkalarıyla birlikteyken yaptıklarıdır. İncelenmesi gereken kendi bireysel varoluşu içindeki insan değil, toplumsal insandır, bu nedenle Ferguson doğal durum düşüncesini reddetmektedir. Onun düşüncesinde, barbarlıktan medeniliğe yükselen bir insanlık ideali bulmak mümkündür.101

Son olarak Amerikan Aydınlanmasını başlatan düşünürlerden Thomas Paine’in toplum ve devlet, bireysel haklar düşünceleri, insan hakları anlayışı açısından önemli olması açısından zikredilmeye değerdir. Özellikle minimum devlet felsefesi düşüncelerine temel teşkil etmiştir.

“Paine’nin modelinde devlet zorunlu bir kötü, doğal toplum ise koşulsuz iyi sayılır. Meşru devlet, toplumun ortak yararı için verilen bir iktidar yetkisinden öte bir şey değildir. Sivil toplum daha kusursuz oldukça, kendi işlerini kendisi düzenler ve hükümete daha az gerek duyar. Paine despotik devletlerin aile

100 a.g.k., s. 71 101 a.g.k., s. 72

içindeki ataerkil iktidar biçiminin sürdürülmesinden sorumlu olduğunu vurgular; despotik devletler, barbarların keyfî iktidar uygulamalarının “aile içi tiranlığı ve adaletsizliği” pekiştirdiği despotik aileye dayanır ve bunun işleyişini var sayar. Despotik devletler, uyruklarına israfa kaçan vergiler yükleyerek toplum içinde sınıf ayrılılarının oluşmasına da yol açar. Bu da toplumun belli kesimlerini yoksulluğa ve hoşnutsuzluğa iter. Mülksüzler yoksullaştırılır ve ezilir, zenginler daha da ayrıcalıkla hale gelir ve sınıf arasında şiddetli mücadeleler baş gösterir. Hobbes ve Locke’un kavramların tersine, bireyler devlet iktidarının fazlalığı nedeniyle birbirlerine düşman kesilirler.”102

Paine kendinden önceki (ve sonraki) diğer düşünürlerden farklı olarak birey kavramının içine, özel alan içine hapsedilen kadın bireyleri de almıştır. Bu da özel olan kamusal alan ayrımının ya da günümüz açısından düşünürsek birlikteliğinin belirleyici olduğu sivil toplum anlayışı çerçevesinde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir.