• Sonuç bulunamadı

Bu konu; Müzecilik Alanındaki Gelişmeler, Müzecilik Alanındaki Gelişmelerin Etkisi ve Katkısı şeklinde alt başlıklar halinde aşağıda incelenmiştir.

6.9.1 Müzecilik Alanındaki Gelişmeler

Ülkemizde çeşitli sanat eserlerine ilk defa ilgi gösteren Fatih Sultan Mehmet’tir. Topkapı Sarayı ikinci avlusuna Bizans devri lahit ve sütun başlıklarını toplamıştır. Sultan Abdülmecit, 1845 yılında Yalova civarına yaptığı bir gezide üzerinde İmparator Konstantin adının bulunduğu yazıtlı taşlar görür. Bunları toplatıp İstanbul’a gönderir. Tophane-i Amire Müşiri olan Fethi Ahmet Paşa, bu taşları Harbiye ambarı olarak kullanılan Aya İrini (Hagia Eirene) Kilisesi’nde toplar. Bu arada taşınmaz eski eserlere de ilgi gösterildiğini de bilmekteyiz. Fethi Ahmet Paşa’nın 1857 yılında ölümünden sonra eski eserlerin depolanması devam eder. Aya İrini deposunun düzenlenmesi ve müze haline getirilmesi Ali Paşa’nın sadrazamlığı zamanında olur. 1869 yılında buraya Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) adı verilir. Yine o dönemde Maarif Nezareti’nden valilere bir genelge gönderilir. Bu genelgede eski eserlerin neler olduğu ve değerleri anlatılır; devlete ait oldukları ifade edilerek müzeye konmak üzere İstanbul’a yollanmaları istenir. Aya İrini’de toplanan eserlerin sayısı 650’yi bulmuştur. Binadaki nem oranı eserlere zarar veriyordu. Bu nedenle 1874 yılında müzenin Çinili Köşk’e taşınması kesinleşti ve 16 Ağustos 1880 tarihinde Çinili Köşk Müzesi açıldı (Atasoy, 1985, 1458–1459)

Türk müzeciliğinde ilk Âsar-ı Âtika Nizâmnamesi (Eski Eserler Tüzüğü) 1874 yılında yürürlüğe girmiştir. Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yabancılara kazı yapma izni 1840 yılından beri verilmekteydi. Diplomatik desteğe sahip pek çok eski eser meraklısı ya da amatör arkeolog kazılarda buldukları eserleri yurtdışına götürebiliyorlardı. 1874 tarihli Eski Eserler Tüzüğü, kaçakçılığı önleyemiyordu. Bu tüzüğe göre kazılarda çıkan eserlerin üçte biri devlete, üçte biri kazı yapana, üçte biri de arazi sahibine kalıyordu. Kazı yapanlar paylarına düşen eserleri yurtdışına çıkarma hakkına sahipti. Ethem Paşa ve Münir Paşa’nın desteği ile II. Abdülhamit tarafından 11 Eylül 1881’de müze müdürlüğüne tayin edilen Osman Hamdi Bey, o tarihe kadar Osmanlı İmparatorluğu’nda müze müdürlüğüne atanan ilk Türk’tür. Osman Hamdi Bey ilk olarak Çinili Köşk’ün içinde ve çatısında gerekli tamirleri yaptırır. Güzel Sanatlar Okulu olarak kullanılmak üzere bir bina inşa ettirir.

Türkiye’de ilk müze binası olan Müze-i Hümayun 13 Haziran 1891 tarihinde açıldı. Anadolu’da yapılan kazılarda o kadar eser çıkıyordu ki müze ek binaları ile birkaç kez genişletildi. Müze-i Hümayun daha sonraları Âsar-ı Âtika Müzesi, cumhuriyetten sonra İstanbul Arkeoloji Müzesi adını aldı. Ölümüne kadar (1910) müze müdürlüğünde kalan Osman Hamdi ile, ülkemizdeki müzeciliğin temelleri atılmıştır. İlk müze binasının yapılması 1884 yılında kabul edilen ve 1973 yılına kadar yürürlükte kalan ikinci Eski Eserler Tüzüğünün hazırlanması, Anadolu’daki arkeolojik kazıların Türkler tarafından yapılması, bilimsel yayınların başlaması ve İstanbul dışında müzeler kurulması, hep Osman Hamdi’nin gayretiyle gerçekleştirilmiştir. 1884 yılında kabul edilen ikinci Eski Eserler Tüzüğü, kazı yapana ve arazi sahibine pay verilmesini ve eski eserlerin yurtdışına çıkarılmasını yasaklıyordu (Atasoy, 1985, 1460–1463).

Atatürk, daha Kurtuluş Savaşı yıllarında eski eserlere ve müzelere önem vermeye başlar. 1920 yılında kurulan ilk Millet Meclis Hükümeti, “Türk Âsar-ı Âtika Müdürlüğü”nü kurar. 1923 yılında Atatürk’ün emriyle Heyet-i İlmiye kurulur. Bu heyetin görev alanları arasında Ankara’da bir müze kurulması, Eski Eserler Tüzüğü’nün yeniden düzenlenmesi ve okul müzeleri açılması yer alır. 14 Ağustos 1923 tarihli Hükümet programında ise uygun merkezlerde Milli Müzeler kurulması öngörülür. Cumhuriyet kurulduktan sonra Atatürk, milli kültürümüz, kültür belgelerinin araştırılması ve müzelerin çağdaş metodlara uygun olarak ele alınması konularına önem verir. 1 Nisan 1924 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla Topkapı Sarayının mevcut eşyasıyla müze olarak ziyarete açılması kararlaştırılır. Gerekli onarımlar ve sergileme yapılarak Sarayın 1927’de bir bölümü halka açılır. Cami olarak kullanılan Ayasofya 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla müze olur. İstanbul dışında da müze çalışmaları Atatürk’ün emriyle hızla gelişir. Cumhuriyet devrinin ilk müzesi, Ankara’da 1925 yılında temeli atılan ve 1930’da halka açılan Etnografya Müzesi’dir. 1925 yılında çıkarılan kanun tekke, türbe ve zaviyeleri kapatırken burada bulunan eski eserleri mevcut müzelere gönderilmesini öngörüyordu. Ancak Atatürk, Konya’da ki Mevlana Dergâhı ile türbesinin kapatılmayarak, eşyalarla birlikte müze olarak düzenlenmesini ister. Gerekli çalışmalar yapıldıktan sonra müze 1927 yılında halka açılır. Atatürk’ün müzelere ve eski eserlere gösterdiği bu ilgi nedeniyle, onun zamanında birçok eski eserin onarımı başlar. Ankara Arkeoloji, Antalya, Bursa, Edirne Müzeleri 1923’de; Adana, Bergama

Müzeleri 1924’de; Ankara Etnografya Müzesi 1925’de; Tokat, Amasya, Sinop Müzeleri 1926’da; İzmir, Sivas Müzeleri 1927’de, Kayseri Müzesi 1929’da, Afyon Müzesi 1931’de; Efes, Diyarbakır Müzeleri 1934’de; Manisa, Silifke, Isparta Müzeleri 1935’de; Niğde, Kütahya, Kırşehir Müzeleri 1936’da; İstanbul Resim Heykel Müzesi 1937’ de kurulur. Başlangıçta müzelerde tarih öğretmenleri ve folklorcular görev alır. Müzeciliğin gelişmesinde bu öğretmenlerin ve Halkevlerinde kurulan “Müzecilik Kolları”nın çabaları büyüktür (Atasoy, 1985, 1465–1466).

6.9.2. Müzecilik Alanındaki Gelişmelerin Etkileri ve Katkıları

Osmanlı İmparatorluğunda, zengin tarihi eserlere sahip olunmasına karşın, tarihi eserleri koruma bilinci yerleşmemişti. Tanzimat döneminden itibaren müzeciliğe karşı ilgi kıvılcımları görülmeye başlanılsa da bu kıvılcımlar oldukça cılızdı. Aslında Osmanlı İmparatorluğu’nda müzecilik anlayışını Osman Hamdi Bey’le başlatabiliriz. Osman Hamdi Bey, o dönemin koşulları içinde müzecilik alanında birçok olumlu işler başarabilmiş ve müzeciliği geliştirmiş çok yönlü önemli bir kişidir. Müzecilik için bu dönemin belki de en kötü gelişmesi, tarihi eserlerin yabancılar tarafından rahatlıkla yurtdışına çıkarılabilmesi olmuştur. Bu durum tarihi kültürel zenginliğimizin yağmalanması demekti. Ancak o dönemde tarihi eser bilinci olmadığı için, belki de tarihi eser kalıntıları, özellikle heykel, sütun v.b. tarihi kalıntılar, taş parçasından öte bir anlam ifade etmiyordu. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nun bu topraklar üzerinde kendinden önce kurulmuş olan devletleri, medeniyetleri yok sayıp, tarihi kendi kuruluşuyla başlatması Osmanlı toplumunun tarih bilincini de olumsuz etkilemiş ve tüm bu olumsuz gelişmelerin ana kaynağı olmuştur.

Cumhuriyetin kurulmasından itibaren bir bir gerçekleştirilen Atatürk devrimleri, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki tüm olumsuz gelişmelere son noktayı koyduğu gibi, tarihi eserlerimizin bu kötü kaderine de son vermiştir. Atatürk daha Kurtuluş Savaşı yıllarında müzeciliğe verdiği önemi göstermiştir. Hükümet programlarında Milli Müzelerin kurulması öngörülmüştür. Yine bu dönemde kültür belgelerinin araştırılması, müzelerin çağdaş metotlara uygun olarak ele alınması üzerinde durulmuş ve birçok eski eserlerin onarımı başlamıştır.

Bu dönemin müzecilik alanında beklide en önemli gelişmesi, birçok ilde müzelerin kurulmasına ve tarihi eserlerin yurtdışına çıkarılmasının yasaklanmasına

yönelik kararların alınmasıdır. Bu gelişmeler sayesinde her ilimiz sahip olduğu tarihi kültür kalıntılarını kendi il müzesinde toplayarak halkın hizmetine sunabilme olanağına kavuştu. Böylece bir çok ilde, o dönemde müzeler kuruldu. Araştırma ekipleri oluşturularak her ilde bulunan tarihi eser kalıntıları söz konusu ilin müzesinde sergilenmek amacıyla konuldu. Bu gelişmeler her ilimizin sahip olduğu tarihi kimliğini de ortaya çıkararak, yurt genelinde zengin tarihi kültürel bileşim sağladı. Toplumumuzda tarihi eser kalıntılarını koruma ve sahip çıkma bilinci yerleşmeye başladı. Ayrıca Halkevlerinin bu konudaki önemli katkıları özellikle belirtilmelidir.