• Sonuç bulunamadı

Bu konu; Türk Dil Kurumu; Güneş Dil Teorisi; Türk dil Kurumunun Etkileri ve Katkıları şeklinde alt başlıklar halinde aşağıda incelenmiştir.

6.3.1. Türk Dil Kurumunun Amacı

II. Mahmut devrinde ulusal eğitim alanında başlamış olan modernleşme Tanzimat devrinde de (1839-1876) gelişmeye devam etti. Ancak Gülhane Hattı Hümayunu’nun getirdiği ilkeler arasında, eğitim, dil veya edebiyat ile ilgili herhangi bir ilke yoktu. Abdülaziz devrinde kurulan ilköğretim okulları ile, meslek ve teknik

okullarının ders programlarında Türkçe’ye, daima Arapça’dan sonra yer verilmeye devam edildi. Ama bu okullar medrese dışında kurulmuş oldukları için, Türkçe’nin gelecekte gelişmesi için ümit vardı. II. Abdülhamit’in tahta çıkmasından sonra 1876 yılında yayınlanan Kanun-i Esasi (Anayasa)’nın 18. maddesinde, Osmanlı Devleti’nin resmi dilinin Türkçe olduğu ve devlet hizmetine girecekler için bu dilin bilinmesi gerektiğine dair bir hüküm kondu. Türkçe, böylece devletin resmi dili oluyordu. Meşrutiyet döneminde Türk dili konusunda; resmi yazışma dilinin sadeleştirilmesi ile yetinilmesi; alfabenin düzenlenmesi; Türkçe’nin Arapça’dan ve Farsça’dan temizlenerek bağımsız bir dil durumuna getirilmesi şeklinde tartışmalar yapılmaktaydı (Karal, 1985, 314-318).

Tanzimat döneminden itibaren, Türk dilini geliştirmeye yönelik fikirler medreseli zihniyetin büyük tepkisini çekmiş ve Türk dili Arapça ve Farsça karşısında sürekli küçümsenmiştir. Meşrutiyet döneminde Türk diline karşı olumsuz fikirleri Akarsu (1995,157), şu noktalarda gruplandırılarak ifade etmektedir: 1. Türkçe, sözcük ve anlatım bakımından fakir bir dildir. İkinci derecede bir dil olduğundan Türkçe’nin gelişme olanakları yoktur, anlatım olanakları yoktur, bu dille bilim ve felsefe yapılamaz; 2. Terimlerin Türkçe olması gerekmez, bunlar uzmanlık işidir. Günlük dilimizin bile yüzde yetmişi yabancı kökenli olduğuna göre felsefe terimlerine karşılık aramak olmayacak şeyi istemektir; 3. Terimleri Türkçeleştirmek olanaklı da değildir.

Atatürk; el yazısı ile Türk dili hakkındaki düşüncelerini Külebi (1985, 2582- 2583)’nin aktarımıyla şöyle belirtmiştir: “Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil, şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini bilen Türk Milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin 1932 Temmuz’unda toplanan ilk kurultayından hemen sonraki bir toplantıda, Külebi’nin aktarımına göre Atatürk’ün ; “Dil işlerini düşünme sırası geldi. Ne dersiniz? Öyle ise Türk Tarih Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı Türk Tetkik Cemiyeti olsun” dediğini ifade etmiştir. Devamında Külebi; Kurulacak Dil Kurumu’nun çalışma izlencesinin ve çalışma kollarının görüşülerek bir tasarı hazırlandığını, kurumun tüzüğünün de hazırlanıp ertesi gün 12 Temmuz 1932’de İçişleri Bakanlığı’na başvurularak izin alındığını ve Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kurulduğunu belirtmiştir.

Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin Türk dili için yürüttüğü çalışma Hatipoğlu (1963, 18)’nun aktarımına göre şöyle olmuştur: “Dildeki söz gereksinmesinin başlıca kaynağı ancak Anadolu olabilirdi. 1932 yılından sonra bütün iller, ilçeler, köyler birer derleme kurulu olmuş; o zamana kadar beğenilmeyen, kullanılmayan, kenarda köşede kalmış sözlere varıncaya kadar bütün kaynaklar Ankara’ya ulaştırılmıştı. Vaktiyle köylü konuşması diye ağza alınmayan sözler, kullanıldıkları cümleler, deyimlerle birlikte il, ilçe başkanlıkları, öğretmenler, eğiticiler, eli kalem tutan herkes tarafından fişlere geçirilerek, birden bire en üst sanat yapıtlarına geçecek bir değer kazanmış, herkes işinin gücünün yanında bu işle uğraşır olmuştu. Bu derleme imecesinden, bu toplu çalışmadan, ciltleriyle övündüğümüz “Söz Derleme Dergileri”, “Derleme Sözlükleri” doğdu.”

Atatürk döneminde üç, Atatürk’ten sonra on beş doğal, dört olağanüstü, bir bilimsel olmak üzere yirmi kurultay daha yapılmıştır. 17 Ağustos 1983’te “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu” yasasının yürürlüğe girmesi üzerine Türk Dil Kurumu’nun özel hukuk tüzel kişiliği sona ermiştir. Şemsettin Sami’nin 1901’de yayımladığı Kamus-u Türki’sinde bulunan 29.255 sözcükten yalnız 9.917’si Türkçe iken, 1983’te yedinci baskısı yayımlanan Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlük’ünde sözcük sayısı 38.715’e ulaşmış, Türkçe sözcük sayısı 27.326’ya yükselmiştir. Özleşmiş bir Türkçe’ye eğilim duyan Şinasi’nin (1826-1871) yazılarındaki Türkçe sözcük oranı % 33 iken, günümüz Türk bilim adamlarının ve sanatçıların yapıtlarındaki Türkçe sözcük oranı % 90-98’e yükselmiştir (Külebi, 1985, 2586).

6.3.2. Güneş Dil Teorisi

24 Ağustos 1936 tarihinde üçüncü Türk Dili Kurultayı Dolmabahçe Sarayında toplandı. 31 Ağustos’a kadar süren kurultayın ele aldığı konu, ağırlıklı olarak Güneş- Dil Teorisi oldu. Bu teori ile, Türk Tarih Tezinin esaslarına uygun bir yaklaşımla, Türk dilinin ilk medeniyet dili olarak, başka dillere kaynaklık ettiği ileri sürülmekteydi (Yiğit, 1996, 147).

H.F. Kvergic, Güneş-Dil Teorisinin mucididir. Avrupa’da bastıramadığı tezinin dilbilimle uzaktan yakından ilgisi yoktu. Ama bu teori, bilimle ilgisi bulunmayan bir ihtiyaca karşılık verdiği ölçüde, belli bir süre rağbet gördü, hemen hemen bütün dil çalışmalarını yönlendirdi (Belge, 1985, 2601). Türk dilinin gelişip özleşmesine karşı çıkanlar, onun tezinin günümüze dek yineleyerek Atatürk’ün bu bildiriden sonra Dil

Devrimi’nden vazgeçtiğini ileri sürmüşlerdir. Oysa üçüncü Dil Kurultayı’nda alınan en önemli karar, kısa sürede Türkçe terimlerin hazırlanması ve öğretime sokulması olmuştur. Gerek bu kararın üç ay içinde gerçekleştirilmesi ve Atatürk’ün bu gün de tümüyle benimsemiş bulunan Geometri kitabındaki terimleri 1936-1937 kışında, hem de kendi başına hazırlaması, kötü niyetli saldırıların, gerçeğe uymadığını göstermektedir (Külebi, 1985, 2586).

6.3.3. Türk Dil Kurumu’nun Etkileri ve Katkıları

Atatürk’ün sağlığından itibaren Türk dil Devrimi’ne karşı saldırılar başladı ve bu saldırılar günümüzde de devam etmektedir. Türk Dil Devrimi’ni eleştiren ve bu Devrim’in başarısız olduğunu savunan insanlara verilecek en güzel cevap; günümüzde gerek günlük hayattaki iletişimde gerek bilimsel çalışmalarda (Bir önceki konuda rakamlarla karşılaştırmalı olarak belirtilmiştir) kullanılan öz Türkçe kelime sayısının doksanı geçmiş olmasını belirtmek olacaktır.

Harf Devriminin ayrılmaz bir parçası olan Dil Devrimi aracılığı ile ülkemizde uçurum boyutuna ulaşmış konuşma dili ile yazışma dili arasındaki fark ve bu nedenle halk-aydın ve yönetim kopukluğu; eğitimli kişilerin dahi Osmanlıca bir yazıyı doğru okuyamayışı; Türkçe konuşma dilinin Osmanlıca yazı dili ile tam olarak ifade edilemeyişi vb. eksiklikler giderilmiştir. Bu eksikliklerin giderilmesi Türk halkı için büyük kazanımdı ve bu büyük kazanım, ortak dil aracılığı ile oluşan ortak bir kültürdür.

Dil Devrimi sayesinde yüzyıllardır unutulmaya yüz tutmuş, horlanmış, küçümsenmiş olan Türk halkının öz değerleri, yeniden gün ışığına çıkarılmıştır. Arı Türkçe ile yazan başta Yunus Emre olmak üzere diğer halk şairlerimizin ve ozanlarımızın şiirleri; halk arasında günümüze kadar dilden dile ulaşan maniler, atasözler, hikayeler ve anonim türküler Dil Devrimi’nin Türk Halkına katkısıdır. Millet olma bilincimizi pekiştiren ortak dilimiz, ortak kültürümüzü yaratma konusunda da aracılık ederek, ulus olmamıza ön ayak olmuştur.