• Sonuç bulunamadı

Bu konu, Kütüphanecilik Alanında Gelişmeler, Kütüphanecilik Alanında ki Gelişmelerin Etkileri ve Katkıları şeklinde alt başlıklar halinde aşağıda incelenmiştir.

6.8.1. Kütüphanecilik Alanındaki Gelişmeler

Kütüphanecilik, kütüphanede bulunan her türden yayınları sağlamanın, kataloglayıp, sınıflandırmanın kendilerine göre yapıldığı çok ayrıntılı kuralları

saptamakla, her türlü kütüphane sorununa çözüm yolları bulmakla ve kütüphane uygulamalarının kuramını koymakla uğraşan bilim dalıdır. Çağdaş Kütüphane, belirli ve sınırlı bir çevrenin ya da herkesin yararlanması için yazılı, basılı, görsel-işitsel ve çizgisel her türden kayıtları toplayan, düzenleyen, en elverişli yararlanma ortamını yaratacak araç ve yöntemleri kullanarak, bunlara gereksinim duyanlara ulaştıran kuruluştur (Baysal, 1985, 1306).

Türkiye’nin dokuz yüz yıllık bir kütüphane geleneği vardır. Önce Anadolu Selçukluları, sonra beylikler, daha sonra Osmanlı İmparatorluğu dönemlerinde, kütüphane kurma gayretleri aralıksız sürmüş; Cumhuriyet döneminde gelişme gösteren alanlardan biride yine bu alan olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nda kütüphane, devlet bütçesiyle değil, özel vakıflarla ortaya konan bir kuruluştu. Medreselerde “Müderris”leri ve öğrencilerin, mahallelerde mahalle halkının gereksinimleri için yapılmış kütüphane vakıfları bulunurdu. İstanbul’un alınmasından sonra, İstanbul’da, önce cami, medrese ve tekkelerde kitap dolapları sonrada kütüphaneler kurulmuştur. Fatih’in Manisa’dan Edirne sarayına götürdüğü kitaplar daha sonra İstanbul’da Yeni Saraya taşınarak İstanbul’un ilk kütüphanesi olmuştur. Halka açık ilk vakıf kütüphane, Eyüp Külliyesi’nde kurulan kütüphanedir. Kütüphane çalışmaları bakımından özellikle zengin olan dönem Üçüncü Ahmet Dönemidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün toplumsal kuruluşlarıyla birlikte yıkılmaya başlamasından sonra kütüphanelerde örgüt ve içerik olarak çöküş dönemine girmişlerdir (Baysal, 1985, 1307).

Türk Kütüphaneciliğinde anlayış düzeyindeki büyük değişmeler 1856 tarihinden, yani “Islahat Fermanı”nın çıkışından sonra görülmeye başlamıştır. 1869’da Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile devlet, kütüphane kurumunu ilk kez devletin eğitim politikası çerçevesi içerisinde ele alıyor ve bir kamu görevi olarak tescil ediyordu. Devlet eliyle kurulmuş ilk büyük kütüphane 1882’de “Kütüphane-i Umumi” adıyla (bugün ki Beyazıt Devlet Kitaplığı) açılmıştır. 1912–1918 yılları arasında çeşitli illerde “Milli Kütüphane” adıyla pek çok kütüphane ortaya çıkmıştır. Temeli 1911’de atılan Türk Ocağı’nda ve bunun taşra örgütünde de Ocak kütüphanelerinin ortaya çıktığı görülmektedir. “Milli Kütüphane” türü 1789 Fransız devriminin getirdiği “Milliyetçilik” kavramının ürünü olan bir kütüphane türüdür. Türkiye’de fikrin yansıması bir yüzyıl sonra olmuştur (Baysal, 1985, 1308).

Cumhuriyetin ilanından on dört yıl önce çağrılı olarak İstanbul’a gelen ve Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’ya İstanbul Kütüphaneleri konusunda bir “Takrir” veren Mısır Nazırlar Meclisi ikinci kâtibi Ahmet Zeki Bey’in saptadıkları şöyle idi: “İstanbul’da birbirinden uzak yerlerde kurulmuş kırktan çok vakıf kütüphane var. Kitaplar ışıksız ve havasız bölgelerde, böcekli, tozlu, kirli ve düzensiz yığınlar halinde. Hafız-ı Kütüp’ler kütüphanelerine canları istediği zaman uğruyorlar. Her kütüphanede ancak, kendi kitaplarının fihristi bulunuyor. Önemli bir kitabın başka nüshaları başka kütüphanelerde var mıdır öğrenmeye imkân yok. Basılı fihristleri satın almak, hatırlı bir misafir için bile haftalar süren emekler gerektiriyor. Bu fihristler, sınıflandırmaları bakımından bir garibeler topluluğu halindedir. Tarih kitabı hadiste, askerlik tasavvufta, fıkıh kitabı coğrafya bölümünde görülüyor. Aynı eserin çeşitli ciltleri ayrı konular altında sınıflandırılmış. Bir kitabın çeşitli ciltlerinin çeşitli kütüphanelerde bulunduğu da oluyor. Paris kütüphanelerinde ki birçok yazmanın İstanbul Vakıf Kütüphanelerinin mühürlerini taşıdığını da bizzat Evkaf Nazırı Paşa Hazretleri bana söylediler” (Baysal, 1985, 1309–1310).

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra kütüphanecilikte devralınan miras şöyle ifade edilmiştir: “1925 yılında Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan 64 il, 395 ilçeden 45 il merkezi ve 366 ilçeden umumi (herkese açık) kütüphane yoktur. İstanbul kütüphanelerinde yüz binlerce kitap bulunmasına karşılık bütün Anadolu’da en çok 60–70 bin cilt kitap bulunuyor. Bunlar çok yüksek müzelik değeri olmakla beraber günün gereklerini karşılamaktan uzaktırlar. Genellikle iki üç yüzyıl önceki İslam skolastik ilminin damgasını taşıyorlar. Bu gibi eserlere sarıklı ulema sınıfının kütüphanesi ve binalara da cami ve tekkelerin tamamlayıcı bir bölümü olarak bakabiliriz.” Ayrıca kütüphaneler alanında yapılması gerekenler şöyle belirtilmiştir: “Yazma ve eski basma eserlerin yurt dışına kaçırılmaması için önlem alınmalıdır. Kütüphanecilik tekniğini bilen elemanlar yetiştirilmelidir. Darül-fünunlarda kütüphanecilik bölümleri açılmalıdır. Bir devlet kütüphanesi (Milli Kütüphane amaçlanıyor) ve Darül- fünun Kütüphaneleri kurulmalıdır. Halk Kütüphanesi bulunmayan illerde kütüphaneler açılmalı, ilçe ve bucaklarda da açılacak bu tür kütüphaneler eğitici amaçlara yönelmelidir. Bunlara bağlı gezici kütüphanelerde olmalıdır. Halk kütüphanelerine gerekli yayımları sağlamak üzere Maarif Vekâleti Telif ve Tercüme Dairesi yayın dizileri meydana getirilmelidir” (Baysal, 1985, 1310–1311).

Halk Kütüphanesi, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı ile yirminci yüzyılın başında demokrasi anlayışına bağlı olarak ortaya çıkmış ve çok büyük bir hızla yayılıp gelişmiş bir kütüphane türüdür. 1932–1950 yılları arasında Türkiye’de Halk Kütüphanesi işlevlerini büyük ölçüde Halkevi Kütüphaneleri yerine getirmiştir (Çizelge-8’e bakınız). 1933–1939 dönemi, genel olarak yazma ve nadir eserlerin denetim altına alınması ve sınıflandırılmalarına çalışılması dönemi olmuştur. Cumhuriyet döneminin kütüphanecilik alanındaki en önemli işlerinden biri 1934 yılında “Basma Yazı ve Resimleri Derleme Kanunu”nun çıkarılışı olmuştur. Bu kanunun çıkmasından sonra Türkiye’de yayınlanan her eserden beş nüshası Devletçe kütüphane amaçları için derlenmekte, bunlar Milli Kütüphane’de, Ankara İl Halk Kütüphanesi’nde, Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde, İzmir Milli Kütüphanesi’nde toplanmaktadır (Baysal, 1985, 1312–1316)

Çizelge–8: Türkiye’de Kütüphaneler (1944–1945) Kütüphane Sayıları Kitap Sayıları Okuyucu Giderler Halk Kütüphaneleri 82 658.698 908.953 215.050 Halk Okuma Odaları 230 17.657 39.881 15.165 Halk Evleri 395 648.408 1.373.672 141.272 Halk Odaları 366 73.681 485.984 153.541 Kaynak: (Baysal, 1985, 1309)

Atatürk döneminden başlayarak belirli bir düzene oturtulmak istenen ve yaygınlaştırılmaya çalışılan kütüphanecilik, 1944–1945 (Çizelge-8’e bakınız) yıllarına ait bu veriler ile kütüphanecilik alanındaki ilerlemeleri açık bir şekilde ifade etmektedir. Atatürk döneminde Üniversite ve okullarda kütüphane oluşturulmak istenmiş ve sonraki dönemde Üniversitelerde oluşturulan kütüphanelerle tam verim alınmış, ancak okullarda kütüphane oluşturma konusunda günümüzde dahi anlamlı bir ilerleme sağlanamamıştır.

6.8.2. Kütüphanecilik Alanındaki Gelişmelerin Etkileri ve Katkıları

Türkiye’nin dokuzyüz yıllık bir kütüphane geleneği olmasına rağmen, bu alanda çok sınırlı gelişmelerin olduğunu anlıyoruz. Osmanlı İmparatorluğu’nda, kütüphanecilik vakıfların idaresindeydi ve İmparatorluğun gerileme dönemi her alanı olumsuz etkilediği gibi kütüphanecilik alanını da olumsuz etkilemiştir. Tarihi değeri olan el yazma eserler yurtdışına çıkarılmış, kütüphanelerdeki kitaplar (bunlardan bazıları tarihi değer niteliğinde), kütüphanecilik tekniğine aykırı bir şekilde kötü koşullarda muhafaza edilmiş ve oldukça düzensiz bir şekilde sınıflandırılmıştır.

Tanzimat döneminden itibaren kütüphanecilik anlayışında yeni gelişmeler olduğunu, kütüphane kurmanın eğitim politikası için de değerlendirildiğini ve bunun kamu görevi olarak ele alındığını görüyoruz. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nda, kütüphanelerin başta İstanbul olmak üzere birkaç ilde toplandığını, özellikle İstanbul’da kitap sayısının yüz binlerce olmasına karşın diğer illerde yok denecek kadar az olduğunu belirtebiliriz. Buna neden olarak ülkedeki okur-yazar oranının çok düşük olması ve okur-yazar aydın çevrenin çoğunlukla İstanbul’da yaşadığı çıkarımlarını gösterebiliriz.

Cumhuriyet idaresi böyle bir tabloyu miras aldı ve hemen yeniliklere girişti. Çıkarılan yasalarla tarihi değeri olan yazmaların yurt dışına çıkarılmasının önüne geçildi. Kütüphanecilik tekniğini bilen elemanlar yetiştirme ve üniversitede kütüphanecilik bölümü açma kararı alındı. Her ilde ve ilçede halk kütüphanesi kuruldu. Ama bu dönemde Halkevlerinin kütüphaneleri, halk kütüphanesi görevini gördü. Üniversitelerin kütüphaneleri kuruldu. Devlet, ülkede yayımlanan her eserden beş tanesini kendisine verilmesi kararını aldı.

Bu ve buna benzer gelişmeler Cumhuriyet dönemindeki modern kütüphanecilik anlayışının temelini oluşturdu. Yine bu dönemde ilkokulun yaygınlaştırılması, millet mekteplerinin açılması okur-yazar sayısını arttırdı ve yayımlanan eser sayısı Osmanlı döneminde yayımlanmış toplam eser sayısını katladı (Ek-1’, Çizelge; 16’ya bkz.). Bu gelişmeler ülkemizde, kütüphaneciliği daha önemli hale getirirdi ve bilgiye ulaşma konusunda insanlarımıza büyük kolaylık sağladı. Bilginin korunması, saklanması ve isteyen her insanın hizmetine sunulması anlayışı üzerine kurulu kütüphanecilik, ülkemizin bilim-teknik, kültürel ve ekonomik açıdan gelişmesine ve kalkınmasına katkıda bulundu.