• Sonuç bulunamadı

Bu konu; Türk Tarih Kurumu’nun Amacı, Türk Tarih Kurumunun Etkileri ve Katkıları şeklinde alt başlıklar halinde aşağıda incelenmiştir.

6.4.1. Türk Tarih Kurumunun Amacı

Osmanlı İmparatorluğu’nda tarih çalışmaları Berkay (1985, 2458-2461)’in Ekrem Üçyiğit’ten aktardığına göre şöyledir: Osmanlılarda milli tarih görüşü yoktu ve Türk toplumunun İslam dünyası içinde kendi tarihini öğrenmek ihtiyacı, Osmanlı Tarihi ile karşılanıyordu. Halil Berkay, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki tarih anlayışını kendi sözleriyle şöyle ifade ediyor: İslami ideoloji, çok-kavimli imparatorluğun öyle bir dikey ve yatay yapıştırıcısıydı ve Osmanlı Türkleri İslam kültürüne öylesine entegre olmuşlardı ki, Türklerin İslamiyet-öncesi geçmişi; Asyatik kökenleri ve göçleri, kolektif hafızadan silinmişti ve tarihe yaklaşım; her olaya yalnızca devlet açısından bakarak, tarihin bütününü hanedanın yüceliğinin ve meşrutiyetin öyküsüne indirgemek şeklindeydi. Bu durum aynı zamanda Denence-1’i destekleyici niteliktedir.

İmparatorluğun tarihe bu açıdan yaklaşımı, Tanzimat dönemine kadar yani milliyetçilik fikirlerin yayıldığı döneme kadar tartışmasız sürmüştür. Ancak Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde, Türklerin Osmanlı İmparatorluğu öncesine dayanan tarihlerini bilme isteği ve buna yönelik çalışmalar kendini göstermeye başlasa da Türkiye Cumhuriyeti kuruluncaya dek bu istek ve çalışmalar yerleşmiş zihniyet karşısında oldukça sönük kalmıştır. Berkay (198, 2461), 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bilimsel tarihçiliğimiz için bir başlangıç ifade eden üç önemli şahsiyeti; Yusuf Akçura, Ziya Gökalp ve Fuat Köprülü şeklinde belirtmiştir. Bu isimler, Türkiye’nin bilimsel tarihçiliği için bir başlangıcı ifade etmektedir.

Türk Tarih Kurumu 1930 yılı Nisan ayında Atatürk’ün emriyle, Türk Ocağı Merkez Heyeti’ne bağlı “Türk Ocağı Türk Tarihi Tetkik Encümeni” adı altında on altı üye ile kuruldu. Bir yıllık bir çalışmadan sonra, Türk tarihini yeni bir açıdan inceleyen 605 sayfalık bir “Türk Tarihinin Ana Hatları” yayınlandı. Türk Ocakları’nın kapanması üzerine, 15 Nisan 1931’de sonradan adı Türk Tarih Kurumu olarak değiştirilen “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” resmen kuruldu. 1929’da lise ve orta okullar için yazılan “Tarih Notları” basılmıştı. Atatürk artık devlet ve ulus işleri arasında Türk tarihi ile aralıksız uğraşıyor, kitaplar getirtiyor, çevriler yaptırıyor, bilim adamlarını çevresinde sık sık topluyor ve tartışmalar düzenliyordu. Atatürk; “Ancak, tarih hayal ürünü olamaz, tarih yazarken, gerçek olayları bulmaya çalışmalıyız. Eğer bunları bulamazsak, bilinmezliği ve bu noktada bilgisizliğimizi itiraf etmekten de çekinmeyelim. Zira, tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir.

Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen gerçek insanı şaşırtıcı bir hal alır.” diyordu (Perin, 1982, 61-70).

Türk Tarih Kurumu pek çok yabancı bilim kurumunun üyesidir.Uluslararası kongrelere katılır ve kendi kongrelerini düzenler. Kurumun yüz bin cildi aşkın bir kitaplığı, Atatürk Araştırma Merkezi vardır. Atatürk devrimlerine ait şimdiye dek toplanan 2275 kitap, anı belge, 7449 makale, 252 konuya göre ayrılmış ve fişlenmiştir. Nihayet Türk Tarih Kurumu diğer bilir Türk ulusunun duygularını yansıtmakta, Türk büyükleri için anma törenleri düzenlemekte, yayınlar yapmaktadır (Perin, 1982, 71).

Atatürk’ün tarih tezine değinmek istiyoruz. Avrupa zihniyetine göre Türkler sarı ırka mensup ikinci nevi bir insan tipi idiler ve çok sonradan gelip gaspettikleri Anadolu üzerinde köklü bir hakları bulunmuyordu. Bu iftiralar ve haksız hükümler karşısında daha Milli Kurtuluş Savaşı’nın son yıllarında, Anadolu’nun Türklüğü, Sümerler ile Hititler’in Turani, dolayısıyla Türk kökeninden geldiği iddiasıyla perçinlenmek istenmiş; Atatürk’te Türk milletini Cumhuriyeti kuran Türkiye halkı diye tanımladığı halde, “buradaki insanların kaynağını aramaya gidince, ta Orta Asya’ya kadar gidip, insanların oradan dünyaya dağıldığını ve medeniyetin oradan çıktığını” ileri süren bir genel Tarih Tezi kurmuştur (Berkay, 1985, 2462).

Bu tarih tezinden zamanla vazgeçilmiştir. Çünkü Atatürk’ün deyimiyle; “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir ve yazan yapana sadık kalmalıydı.” Bilimsel Türk tarih çalışmaları, Atatürk’ün bu anlayışı doğrultusunda devam ettirildi ve bu tez de zamanla geçerliliğini yitirdi. Nihayetinde bir tezdi ancak bu tez Türkiye’de bilimsel tarih çalışmalarının itici gücü olmuştur.

6.4.2. Türk Tarih Kurumunun Etkileri ve Katkıları

Türkler, Türk Tarih Kurumu’nun, bilimsel tarih çalışmaları sonucu gerçek tarihlerini öğrenmişlerdir. Avrupalıların küçümsediği, istilacı, bağnaz, ikinci sınıf insan şeklinde değerlendirdiği Türklerin tarihi, milattan önce Orta Asya’ya kadar uzanmaktaydı. Bunun en önemli kanıtı olan Göktürk ve Uygur yazıtları, Türklerin bir yazı dili olduğunu göstermekte, aynı zamanda zengin bir kültüre sahip olduklarını da kanıtlamaktaydı.

Yerli ve yabancı bilimsel tarih çalışmaları Anadolu’nun medeniyetler beşiği olduğunu göstermiştir. Bu topraklar üzerinde birçok medeniyetin doğup,

büyüdüğünü ve sonra yıkıldığını gösteren günümüze kadar uzanmış kalıntılar, bu coğrafyanın kültürel zenginliğine ışık tutmaktadır.

Yüzyıllardan bu yana, bu topraklar üzerinde yaşayan Türk milleti kendi kültürünü Anadolu’nun zengin kültürüyle yoğurarak çok zengin bir kültüre sahip olmuştur. Atatürk’ün öncülüğündeki bilimsel Türk tarih çalışmaları bu zengin kültürün miracısı olduğumuzu ve aynı zamanda bu kültürün taşıyıcısı ve koruyucusu olmamız gerektiğini bizlere öğretmiştir. Ayrıca Atatürk, Türk kelimesini hiçbir zaman sadece Orta Asya kökenlileri ifade edecek şekilde kullanmamıştır. Atatürk’e göre Türk kavramı Anadolu toprakları üzerinde yüzyıllardan beridir yaşayan tüm din, dil ve etnik gruplarını karşılıyordu.

Türk kimliği hakkında Tarhan (2001, 260)’ın aktarımı şöyledir: Türk aslında ırksal bir kavram değildir. Çünkü Türk adı taşıyan bir ırk yoktur. Türk Osmanlı’dır., Selçuklu’dur, Kırgız’dır, Türkmen’dir, Azeri’dir vb.dir. Lewis (1998, 1-2)’in Türk ve Türkçe hakkındaki aktarımı ise şöyledir: Türkçe konuşan Anadolu’ya Türkiye adı yaklaşık onbirinci yüzyılda, Anadolu’nun Türkler tarafından ilk fetihten beri Avrupalılarca verilmiştir. Fakat Türkler kendileri 1923’e kadar, bunu ülkelerinin resmi adı olarak benimsemediler. Benimsediklerinde de Avrupa’lı menşeini açıkça belli eden bir şekli (Türkiye) kullandılar. Halk bir zamanlar kendini Türk diye adlandırmıştı ve konuştukları dile yine Türkçe deniyordu. Fakat Osmanlıların İmparatorluk toplumunda etnik bir terim olarak Türk deyimi az kullanılmıştı ve özellikle Türkmen göçebelerini veya daha sonra Anadolu köylerinin Türkçe konuşan cahil ve kaba köylülerini ifade etmek üzere daha çok küçültücü bir anlamda kullanmakta idi. Modern anlamda Türk milleti fikri; Türkiye’deki Avrupalı sürgünler ve Avrupa’daki Türk sürgünler, Avrupa’daki Türkoloji araştırması ve onun Türk kavimlerinin eski tarihi ve uygarlığı hakkında ortaya çıkardığı yeni bilgi, Rus panislavizmiyle karşılaşan ve ona karşı-garip bir paradoksla- Rusların Türkoloji buluşlarıyla beslenerek kendi milli bilinçleriyle gittikçe daha büyük bir tepki gösteren Rusya Türkleri ve Tatarlar vb. birçok etkenin sonucu ortaya çıkmıştır.