• Sonuç bulunamadı

Güzel Sanatlar ve Sahne Sanatlarındaki Gelişmelerin Etkileri ve

6.11. Güzel Sanatlar ve Sahne Sanatlarındaki Gelişmeler

6.11.3. Güzel Sanatlar ve Sahne Sanatlarındaki Gelişmelerin Etkileri ve

Güzel Sanatlar ve Sahne (Gösteri) Sanatlarının tarihi gelişimini ayrı ayrı inceledik. Bu sanatların her biri kültürün önemli birer unsurunu oluşturur ve yine bu sanatların her biri toplumdaki farklı zevklerin ve ihtiyaçların birer sonucu olup, yüzyılların birikimidir. Bu birikim, aynı topraklar üzerinde yaşamış birçok medeniyetin ortak ürünüdür. Bu nedenle bir bütün olarak bu mirasın hepsine sahip çıkılmalı bu miras korunmalı ve yeni nesillere aktarılmalıdır.

Ülkemiz tarihi eserler bakımından oldukça zengindir. Bu topraklar üzerinde kurulmuş, gelişmiş ve sonra yıkılmış birden fazla medeniyete ait tarihi değeri olan mimari eserler ya da bunların kalıntıları günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bu mimari eserlerin her biri ait olduğu dönemin zevk ve inceliklerini yansıtır. Mimari eserin şekli, üzerindeki süslemeleri, çinileri yapıldığı dönemin kültürünü günümüze taşır.

Türk mimarisi tarihten gelen mimari geleneğin yanı sıra çağdaş mimari tekniklerden yararlanmıştır. Birçok alanda olduğu gibi mimarlık alanında da dünya genelinde karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. Kullanılan mimari teknikler ve malzemeler sürekli bir gelişim ve değişim içindedir. Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında Türk mimarisi hızlı bir gelişim süreci içine girmiş ve mimari alanda yeni teknikler kullanılmaya başlanılmıştır. Günümüzde Anadolu’daki birçok kentin kendine özgü mimari kimliği olduğunu görebiliriz. Bu kimlik söz konusu kentin kültürel özelliklerini gösterir. Ayrıca kentlerin mimari farklılığı ülkenin zengin kültürünün bir sonucudur.

Resim, ressamın çevreyi ve eşyayı algılama ve ona yeni anlamlar yükleme biçimidir. Başka bir anlatımla ressamın yaşadığı somut çevreyi duygu ve düşünce süzgecinden geçirerek yeniden yorumlaması ve bu yorumları fırça ve boyasıyla tual üzerine işlemesidir. Daha önce Türkiye’de çağdaş resim geçmişinin yüzyılı zor bulduğunu ifade etmiştik. Resim sanatının ülkemize geç girmesinin temelinde İslam inancının resim sanatını yasaklamış olması savı yatar. Bu nedenle Osmanlı devletinde minyatür sanatı gelişmiştir. Ancak bu sanat saray ve saraya yakın çevrenin sanatı olarak kalmıştır. İlkel insanlık tarihine baktığımızda, ilkel insanların duygu ve düşüncelerini çeşitli resimlerle mağara duvarlarına işlemiş olduklarını görürüz. Çünkü insan düşünen ve üreten bir varlıktır. Ürettiklerinden kültürü yaratır. İnsanın kendini ve çevresini ifade etmesinin bir türü olan resim sanatının yasaklanması üretken bir varlık olan insanı köreltmektir. Atatürk, resim sanatını destekleyerek Türk toplumunu bu durumdan kurtarmış ve Türk toplumuna özgür düşünme ve yaratma kapısını aralamıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda resim sanatının maruz kaldığı kötü muamelenin çok daha beterini heykel sanatı yaşamıştır. Yine İslam inancı dayanak gösterilerek heykel put sayılmış, bu nedenle yasaklanmış, buna inanılmış ve inandırılmıştır. Bu durum, heykel sanatının gelişmesini engellemiş ve yapılan birkaç küçük girişimin büyük tepkiyle karşılanmasına neden olmuştur. Bu yaklaşım ülkedeki zengin tarihi

kalıntıların göz ardı edilmesi ve bu kalıntıların yabancı araştırmacıların inisiyatifine bırakılması sonucunu da doğurmuştur. Atatürk’ün heykel sanatını desteklemesi ve gelişmesine katkıda bulunması, Türk halkına yeni bir kültürel unsur kazandırdığı gibi, tarihi eserlerimize yönelik yaptığı düzenlemeler, bu zengin kültürel değerlerimizin korunmasını yurtdışına kaçırılmasının engellenmesi sonucunu doğurmuştur.

Minyatür, hat, tezhip, çini, taş oymacılığı, kilim, halı, dokumacılık ve dahası sayılabilecek birçok süsleme sanatı türümüz bulunmaktadır. Ne yazık ki, bunlardan bazıları varlığını günümüze kadar sürdürememiştir. Bunun temel nedeni halk arasında yaygınlaşmamış olması, saray ve saraya yakın çevrenin zevkine hitap etmesidir. Halkın ürettiği; halı, kilim, dokumacılık ve ahşap oymacığı gibi süsleme sanatları günümüze kadar yaşatılmıştır. Bunun nedeni ise halk arasında yaygın olması ve halkın bu sanat türlerini yaşatması ve korumasıdır. Cumhuriyet döneminde halk eğitim kursları ile kilimcilik, halıcılık gibi süsleme sanatları geliştirilmeye ve yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Ancak varlığını devam ettiremeyen süsleme sanatlarımız için bir şey yapılamamıştır.

Sahne sanatları (gösteri sanatları) şeklinde nitelendirdiğimiz müzik, senfoni orkestraları, tiyatro ve operayı Türk toplumsal hayatının canlı renkleri olarak ifade edebiliriz. Bu sanat dalları, hayatımızı renklendirir ve yaşamımıza değişik ve güzel tatlar sunar. Türk toplumu için müzik ve tiyatronun geçmişi oldukça eskidir. Özellikle müzik köklü bir geçmişe sahip olmasına rağmen çok sesli müzik hayatımıza Osmanlı döneminde ki batılılaşma hareketleriyle girer. Cumhuriyet döneminin başında, senfoni orkestrası ve opera, henüz çok yeni ve yetersiz durumdayken, Atatürk’ün özel desteği ile geliştirilmeye çalışılmıştır. Özellikle senfoni orkestrasının bizzat Atatürk’ün isteği ile “Cumhurbaşkanı Senfoni Orkestrası” adını alması, bu sanat dalının devletin üst düzeyinde kabul görmesi ve sürdürülmesi anlamına geliyordu. Senfoni orkestrası gibi opera, yani müzikli oyun da Türk toplumu için yeni sanat dalıydı. Bunların zamanla gelişip toplumumuz tarafından benimsenmesi, müziğimizin zenginleşmesi adına önemli adımlar olarak kabul edilir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi tiyatro geleneğimiz Hacivat-Karagöz, Ortaoyunu gibi türleri ile eskiye dayanmaktadır. Ancak tiyatromuzun Cumhuriyet döneminde çağdaş anlamda daha çok geliştiğini, devletçe desteklendiğini, özel

tiyatro topluluklarının oluştuğunu, yazılan tiyatro eser sayısının ve oynanan tiyatro oyunlarının niteliğinin arttığını söyleyebiliriz. Atatürk dönemi, sanatı ve sanatçıyı destekleyen bir dönem olmuştur. Ayrıca bu dönemde milli kültür bilinci geliştirilmeye ve yerleştirilmeye çalışılmıştır. Be nedenle, kültüre dair her unsur üzerinde titizlikle durulmuş ve geliştirilmeye çalışılmıştır.