• Sonuç bulunamadı

Bu konu; Harf Devrimine Neden Gerek Duyulduğu ve Harf Devriminin Etkileri ve Katkıları şeklinde alt başlıklar halinde aşağıda incelenmiştir.

6.2.1. Harf Devrimine Neden Gerek Duyuldu?

Arap harflerinin yazılış ve okunuşunu kolaylaştırarak Türk dilinin yapısına uygun hale getirilmesi düşüncesini ilk ortaya atan Türk aydını Azerbaycanlı şair- yazar Mirza Fethali Ahundzade’dir. Ondan birkaç yıl sonra Osmanlı Maarif Nazırlarından Münif Paşa da aynı görüşü savundu. Münif Paşa 1862’de Arap harflerini ıslah etmek için, yazılış ve okunuşunu kolaylaştırmak gerektiğini, Latin alfabesinde olduğu gibi bunların ayrık harflerle yazılmasının yararlı olacağını öne sürdü. Bu arada Ahundzade Mirza Fethali “Harflerin Islahı” adı altında bir tasarı hazırladı. 1863 yılında İstanbul’a gelerek bunu Sadrazam Keçizade Fuat Paşa’ya sundu. Paşa, tasarıyı incelenmek üzere Osmanlı Bilim Kurulu’na gönderdi. Kurul yazarın gerekçelerini beğenip övmekle birlikte Arap alfabesinin gerçekten Türkçe’yi doğru yazmaya elverişli olmadığı, bu nedenle ıslahı gerektiği görüşünü çoğunlukla onayladı, ama yazılı karar gene de olumsuz çıktı. Bunun üzerine takdirname ve nişanla ödüllendirilerek gönlü alınan Mirza Fethali, ondan sonra Arap harflerini büsbütün bırakılarak Latin harflerini alma görüşünü benimsedi. 1860’lardan 1900’e kadar Namık Kemal, İbrahim Şinasi, Ebüzziye Tevfik, Ali Suavi, Feraizcizade Mehmet Şakir ve Şemsettin Sami gibi tanınmış bir çok yazar da Arap alfabesinin ıslahı üzerinde durdular. Hatta 1900’e doğru ufak bazı ıslahat da yapıldı. İkinci Meşrutiyet’ten Harf Devrimi’nin yapıldığı 1928 yılına kadar geçen yirmi yıl içinde alfabe sorunu gittikçe canlılık kazandı (Öztürk, 1998, 3-4).

Atatürk’ün Harf Devrimi ile ilgili çalışmasını ve düşüncelerini Bayur (1981, 75-76), şöyle aktarmıştır: 1927 sonbaharında Belgrad elçiliğinden Cumhurbaşkanı Genel Sekreterliğine geldiğimde, Atatürk’ü devlet işlerine ilaveten, harf devrimi ile ilgili olarak buldum. Atatürk’ün çalışma tarzını bilenler, O’nun bir devrim konusunu ele alınca nasıl zaman kavramını bir yana iterek, durup, dinlenmeden, gece gündüz o konu ile uğraştığını hatırlarlar. Ayrıca Atatürk, Türk alfabesinin bir taklit

olmayacağını, alınan harflerin, biçim bakımından sade ve beğenilmesi kolay olduğu, bundan başka yaygın bulundukları, dolayısıyla da Türk dilinin yayılmasına yardım edecekleri için seçildiklerini söylemiş ve o yolda yürümüştür. Böylece Türk alfabesini bütün fuzuli harflerden arınılarak, en modern ve en az yanlışla yazılabilir olması sağlanılmıştır.

TBMM, 20 Mayıs 1928’de uluslararası rakamların kullanılmasını sağlayan bir yasa kabul etti. Bu yasanın görüşülmesi sırasında harflerin de değiştirilmesini öne sürenler oldu. Bunun üzerine konu basında tartışılmaya başlanıldı. Çoğunluk artık Latin harflerinden yanaydı, Ama Arap harflerinin ıslahı (yeniden düzenlenmesi) görüşünde direnenler de vardı. Rakamlarla ilgili yasanın kabul edildiği gün Başbakanlıktan verilen emir üzerine Milli Eğitim Bakanlığı’nca Mehmet Emin (Erişirgil), Mehmet İhsan (Sungu), Falih Rıfkı (Atay), Ahmet Cevat (Emre), İbrahim Osman (Krantay), Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Avni (Başman), İbrahim Nemci (Dilmen), Ahmet Rasim, Celal Sahir (Erozan) ve İsmail Hikmet (Ertaylan)’dan oluşan bir Dil Encümeni kuruldu. Encümen, 26 Haziran 1928’de Atatürk’ün başkanlığında toplandı. Bir çok ulusun alfabesini karşılaştırmalı olarak inceledi. Türkçe harfleri seçerek nitelikleri saptadı. Bütün bunları anlatan ayrıntılı bir rapor düzenledi. 1 Kasım 1928 günü açılan TBMM’ye sunulan Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun tasarısı aynı gün görüşülerek kabul edildi ve 3 Kasım 1928’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi (Öztürk, 1998,14-16).

Bu yasa çıktıktan sonra 1 Ocak 1929 gününe dek yani üç aylık bir süre içinde, yeni harflerin her alanda uygulaması zorunlu oldu. Yalnız yazma ve basma resmi kağıtlar için 1 Haziran 1929’a dek izin verildi. Böylece, okullarda yeni Türk harfleri kullanılmaya başlandı ve dükkanların tabelalarına varıncaya kadar hiçbir yerde Arap harflerinden eser kalmadı. Gazeteler ise daha yasa çıkmadan, halkı yeni harflere yavaş yavaş alıştırmaya başlamışlardı bile. Nihayet, 1353 sayılı yasa gereğince, tüm kitaplar yeni Türk harfleriyle basılmaya başlandı. 1 Eylül 1929’da liselerde Arapça ve Farsça dersleri kaldırılarak çok geçmeden bu dillerin yerine Fransızca, İngilizce ve Almanca dersleri konuldu (Perin, 1982, 76).

Osmanlıca zordu, öğrenmek mümkün değildi ve harekelisi büsbütün içinden çıkılmaz sıkıntılar yaratabilirdi. Üstelik bu güçlükler yüzünden, iki yüz seneden beri yaklaşmak istediğimiz Batı’dan bizi uzak tutmaktaydı. Buna karşılık yeni alfabe; öğrenme kolaylığı; doğru okuma ve yazma imkanı; çabuk ve kolay öğrenildiğinden

zaman, güven kazandırma; yazı birliği ile dil ve millet birliğinin sağlanması; Batı yazılarına benzemesinden yaklaştırıcı ve ısındırıcı hal alması vs. bakımından bizim için medeniyete daha çabuk ulaşmak imkanı sağlayacak bir faktör idi (Özerdim, 1972, 92).

Mustafa Kemal, 1928 yılı Ağustos ayının sekizini dokuza bağlayan Perşembe gecesi İstanbul’da Sarayburnu (Gülhane) Parkı’nda Harf Devrimi’nin başladığını müjdeleyen nutkunu söylediğini belirten Ülkütaşır (1973, 64)’dan, Atatürk’ün nutku şöyle özetleyerek sunabiliriz: “Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için Yeni Türk Harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenktar, zengin lisanımız, yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Çok işler yapılmıştır, ama bugün yapmağa mecbur olduğumuz, son değil, lakin çok lüzumlu bir iş daha vardır. Yeni Türk Harflerini çabuk öğrenmelidir. Her vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanseverlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki, bir milletin, bir heyet-i içtimaiyenin yüzde onu, yirmisi okuma-yazma bilir; yüzde seksen, doksanı bilmez; bu ayıptır. Bundan insan olanlar utanmalıdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir. İftihar etmek için yaratılmış ve tarihini iftiharlarla doldurmuş bir millettir.” Atatürk bu tarihi nutkunda Harf Devriminin yanı sıra Millet Mekteplerinin açılışını da, Türk halkına müjdelemektedir.

6.2.2. Harf Devriminin Etkileri ve Katkıları

Atatürk, Harf Devrimini gerçekleştirirken o dönemde, bu devrime karşı bazı sakıncalar öne sürülmüştür. Bu sakıncaları Öztürk (1998, 19), şöyle sıralamıştır: Latin alfabesinin kabulü İslam birliğini bozar; Latin alfabesi kabul edilirse memleket karışır; Kütüphanelerimizi dolduran kutsal kitaplarımız, tarihimiz ve binlerce eserimiz okunmaz olur; Tarih boyunca fikir yönündeki ilerleyişimizin eserleri yok olur; Latin harflerinin dilimize uygulanması olanaksız ve zararlıdır.

Zaman bu savların ne kadar yersiz olduğunu bize gösterdi. Latin alfabesinin kabul esilmesinden yaklaşık iki ay sonra açılan Millet Mekteplerinde halka yeni alfabe ile okuma-yazma kursları verildi ve öğrenme kolaylığı nedeniyle bundan verim alındı. Yeni alfabenin Türk dil yapısına uygun olması ve Türkçe’nin eksiksiz ifade edilebilmesi, öz Türkçe’nin gelişmesine yardımcı oldu. Ana dilin Türkçe olması nedeniyle ders kitaplarının yeni alfabe ile Türkçe basılması, derslerin anlaşılmasında büyük kolaylık sağladı. Kütüphaneleri ve arşivleri dolduran Arapça

ve Farsça yazılmış kitaplar Türkçe’ye çevrilmek suretiyle bu eksiklik giderilmiş oldu. Ayrıca üniversitelerde Osmanlıca, Farsça ve Arapça bölümleri açılarak, burada yetişen öğrenciler sayesinde bu dillerde yazılmış eserlerin Türkçe’ye çevirisi her zaman mümkün oldu.

Latin harflerinden oluşan yeni alfabemiz sekizi sesli olmak üzere toplam 29 harften oluşmaktaydı. Türkçe’nin çok sesli bir dil olması nedeniyle sekiz sesli harf sayesinde kelimeler doğru şekilde ifade edilebildi. Ayrıca harf sayısının 29 olması basın ve yayında büyük kolaylık sağladı. Arap harfleri basımcılığı güçleştiriyordu. Ayrıca basım makinelerinin Latin harflerine göre yapılmış olması bu makinelerde bir değişiklik yapılmasına gerek kalmıyordu. Latin harflerinden oluşan yeni Türk alfabesi’nin kitap basımı ile ilgili hizmetini Özerdim (1972, 93), şöyle belirtmiştir: “Matbaanın memlekete girmesinde büyük rolü olan İbrahim Müteferrika tarafından (1729) ancak 18 kitap basılmıştır. Tanzimat’a (1839) kadar (çeşitleri tarih, coğrafya, sözlük ve gezi kitapları olmak üzere) geçen 110 yılda basılan eser sayısı 50’dir. 1729’dan 1928’e kadar, iki yüz yılda, Türkiye’de, hatta sınırlarımız dışında, Türkçe olarak basılan kitapların sayısı 30.000’dir. Her yıla ortalama 150 eser düşer. 1928’den 1963’e kadar geçen 35 yılda (yani yeni harflerle) 91.686 eserin basılıp derlendiği tespit olunmuştur (Ek-1; Çizelge-16’ya bkz.). Bu rakam kitap basımında yeni alfabenin başarısını ifade etmektedir. Ayrıca Cumhuriyet Ansiklopedisi (C.A., 2003, 131)’nde; 1929 yılı içinde Millet Mekteplerinden 199.544’ü kadın olmak üzere toplam 597.010 kişinin diploma aldığı ve 1936’ya gelindiğinde Millet Mekteplerinde diploma alanların sayısı 2.546.051’e ulaştığı (Ek-1; Çizelge-15’e bkz.) belirtilmiştir. Bu rakamlar Harf Devriminin tartışılmaz başarısını ifade etmekte sanırım yeterlidir.