• Sonuç bulunamadı

1. İBNÜ’L-ESÎR’İN HADİS USÛLÜNE DAİR GÖRÜŞLERİ

1.9. İttisal-İnkıta Açısından Hadis Çeşitleri

1.9.3. Mürsel Hadis

1.9.3.2. Çeşitleri

1.9.3.2.2. Münkatı Hadis

İbnü’l-Esîr, mürsel hadisin bir diğer çeşidinin münkatı hadis olduğunu belirtmektedir. Ayrıca münkatı hadisin de kendi içerisinde iki kısma ayrıldığını ifade etmektedir:

1. Tâbiîne ulaşmadan daha sonraki bir tabakada bulunan bir râvinin, kendisinden hadis dinlemediği bir râviden rivayette bulunmasıdır.548

İbnü’l-Esîr, bu ifadeleri Hâkim en-Nîsâbûrî’den naklettiğini belirtmektedir.549 Ancak Irâkî burada bir hatanın olduğunu belirterek, Hâkim en-Nîsâbûrî’nin sözlerinde yer alan “tâbiîne ulaşmadan” ifadesinin doğru şeklinin “sahâbeye ulaşmadan” olması gerektiğini ifade etmiştir.550

İbnü’l-Esîr’in de bu hatayı düzeltmeden Hâkim en-Nîsâbûrî’nin sözlerini doğrudan naklettiği görülmektedir. Bu ifadelerden anlaşıldığına göre Hâkim en-Nîsâbûrî ve İbnü’l-Esîr’e

547

İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, I, 118-119; Krş. Gazzâlî, el-Mustasfâ, s. 135. 548 İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, I, 115.

549 Hâkim, Ma’rife, s. 28. 550

108

göre, hadisin senedinde sahâbiye ulaşmaksızın tâbiîn, tebeu’t-tâbiîn veya daha sonraki tabakalardan birinde kopukluk bulunması halinde bu hadis, münkatı olarak değerlendirilmektedir. Bu sebeple tebeu’t-tâbiîn tabakasından bir râvinin, tâbiîni düşürerek yaptığı rivayetin münkatı olabilmesi için Hâkim en-Nîsâbûrî ve İbnü’l-Esîr’in ifadelerinin Irâkî’nin belirttiği şekilde düzeltilmesi, konunun anlaşılmasında kolaylık sağlamaktadır. Bu hatanın düzeltilmesinden sonra anlaşıldığı üzere İbnü’l-Esîr, tâbiînin sahâbeyi düşürerek yapmış olduğu mürsel hadis ile sahâbeden sonraki bir tabakada bulunan kopukluk nedeniyle münkatı olan hadis kavramlarını birbirinden ayırmıştır.

2. Senedde bulunan râvilerden birinin, tanımadığı bir kişiden, ismini zikretmeksizin “an racülin” ifadesini kullanarak rivayette bulunmasıdır. Ancak râvi, kendisini tanıdığı halde ismini bilmediği için bu ifadeyi kullanarak rivayette bulunmuşsa, bu durumda hadis münkatı olmamaktadır.551

Dolayısıyla İbnü’l-Esîr’e göre senedinde meçhul râvi bulunan bir hadis, münkatının çeşitlerinden sayılmaktadır.

Hadis âlimleri meçhul râvi terimini “hiç bilinmeyen veya yeterince tanınmayan râvi” anlamında kullanmış ve bu vasıftaki râvileri mecruh râviler kategorisinde değerlendirmiştir.552

Meçhul râvinin rivayet ettiği hadis ise hadis âlimleri tarafından “meçhul hadis” kavramıyla ifade edilmiş ve zayıf kabul edilmiştir.553

İbnü’l-Esîr, râvide bulunması gereken vasıflar konusunu incelerken meçhul râviden rivayet edilen hadisin hükmüne dair görüşlerine de yer vermiştir. Zira daha önce zikredildiği üzere İbnü’l-Esîr, râvide bulunması gereken vasıflardan olan islâm, teklif, adalet ve zabt gibi şartlar haricinde bazı vasıfların, râvinin güvenilirliğini tamamlayıcı özellikte olduğunu ifade etmektedir. Bunlardan birisi de râvinin nesebinin bilinmesi konusudur. İbnü’l-Esîr’e göre râvinin nesebinin bilinmesi şart olmamakla birlikte, nesebi bilinmeyen bir râvinin adalet ve zabt sahibi olduğu biliniyorsa rivayeti kabul edilmektedir.554 Zira nesebi bilinmediği halde şahsı tanınan ve âdil olduğu bilinen bir râvinin rivayetinin makbul olduğunda hadis âlimleri arasında görüş birliği

551 İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, I, 115-116; Krş. Hâkim, Ma’rife, s. 27. 552

Sehâvî meçhul râvileri cerh tabakasının altıncı mertebesinde zikretmektedir. Bkz. Sehâvî, Fethü’l-

muğîs, II, 129.

553 Aydınlı, Hadis Istılahları, s. 172. 554

109 bulunmaktadır.555

Ancak meçhul râvinin durumu farklıdır. İbnü’l-Esîr bu durumda meçhulü iki kısma ayırarak “meçhulü’l-ayn” ve “meçhulü’s-sıfat” kavramlarına değinmektedir. İbnü’l-Esîr, meçhulü’l-ayn (sadece bir râvisi olan veya şahsı ve ilmî kişiliği kimse tarafından bilinmeyen kimse) olan râvinin rivayetini kabul etmemektedir. Meçhulü’s-sıfat (en az iki râvisi olup cerh ve ta’dîl yönünden durumu bilinmeyen kimse, meçhulü’l-hâl) vasfında olan râvinin rivayetini ise kabul etmektedir.556

İbnü’l-Esîr’in belirttiğine göre hadis âlimleri, ismini zikretmediği râvilerden birçok kez rivayette bulunmaktadır. Ancak meçhul bir râvinin, başkaları tarafından nakledilen rivayetlerde ismi belirtilmişse, bu râvi hakkındaki problem ortadan kalkmaktadır. Bu durumda görünüşte meçhul bir râviden rivayette bulunan bazı muhaddislerin, aslında o râviyi tanıdıkları ve bazı sebeplerden dolayı ismini zikretmedikleri anlaşılmaktadır. Dolayısıyla İbnü’l-Esîr’e göre, yukarıda ifade edildiği şekilde meçhul olmaktan kurtulan râvilerin naklettiği hadisler kabul edilmektedir.557

1.9.3.2.2.1. Değerlendirme

İbnü’l-Esîr, senedinde meçhul râvi bulunan rivayetleri, Hâkim en-Nîsâbûrî’nin görüşlerinden hareketle münkatı hadisin çeşitleri arasında zikretmiştir.558

Bununla birlikte meçhul râvilerin naklettiği rivayetlerin kabul edilip edilmemesi konusunda ise Gazzâlî’nin görüşlerinden istifade etmiştir.559

Münkatı hadisin iki çeşidinin bulunduğunu belirten İbnü’l-Esîr’in, bu bilgileri genel olarak Hâkim en-Nîsâbûrî’den naklettiği anlaşılmaktadır. Hâkim en-Nîsâbûrî ise yukarıdaki iki çeşide ek olarak münkatı hadisin üçüncü bir çeşidi olduğunu beyan etmiş, İbnü’l-Esîr ise bunlardan sadece iki tanesini nakletmekle yetinmiştir. Hâkim en- Nîsâbûrî münkatının üçüncü çeşidini ise “seneddeki râvilerden birinin ‘an racülin’

ifadesini kullanarak ismini zikretmediği birinden hadis rivayet etmesi ve bu hadisin

555 Emin Aşıkkutlu, “Meçhul”, DİA, XXVIII, s. 287. 556

İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, I, 76-77. 557 İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, I, 77.

558 İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, I, 116; Krş. Hâkim, Ma’rife, s. 27. 559

110

başka senedlerle desteklenerek münkatı olmaktan kurtulduğu hadis” şeklinde

açıklamıştır.560

Dolayısıyla Hâkim en-Nîsâbûrî’nin belirttiği münkatının üçüncü kısmı, senedinde meçhul bir râvi bulunması sebebiyle münkatı zannedilen, ancak asıl itibariyle muttasıl olan bir hadistir. İbnü’l-Esîr’in, münkatı hadisin iki çeşidini nakledip, üçüncü kısmına dair herhangi bir açıklama yapmaması, bu kısmın asıl itibariyle muttasıl olmasından kaynaklanmaktadır.

1.9.3.2.3. Mu’dal Hadis

Hadis âlimleri mu’dal hadisi “isnadında birbirini takip eden iki ve daha fazla râvisi

düşmüş hadis” olarak tanımlamaktadır.561

İbnü’l-Esîr ise, mu’dal hadise dair genel bir tanım yapmamış, sadece mu’dalin çeşitlerini zikrederek konuyu açıklamıştır. İbnü’l- Esîr’e göre mu’dal hadis, mürsel hadisin çeşitlerindendir. Mu’dal hadis ise kendi içerisinde iki kısma ayrılmaktadır:

1. Râvinin, senedde birden fazla kişiyi düşürerek doğrudan Hz. Peygamber’den rivayet etmesi ve hadisi gerek kendisinin gerekse başkasının mürsel ya da muttasıl olarak nakletmemesidir. Bu tanımdan anlaşıldığı üzere İbnü’l-Esîr’e göre bir râvinin, kendisiyle Hz. Peygamber arasında en az iki râviyi düşürerek rivayette bulunması, düşürülen bu râvilerin de başka bir senedle muttasıl olarak rivayet edilmemesi durumunda bu hadis, mu’dalin birinci çeşidini oluşturmaktadır. İbnü’l-Esîr, tâbiînden olan Amr b. Şuayb’ın (ö. 118/736) “Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi veya şöyle yaptı” şeklinde rivayette bulunmasını bu duruma örnek olarak vermektedir. Zira Amr, kendisi ile Hz. Peygamber arasında bulunan en az iki râviyi düşürerek rivayette bulunmuştur.562

İbnü’l-Esîr’in bu bilgileri, kaynağını belirtmeksizin doğrudan Hâkim en-Nîsâbûrî’den naklettiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Hâkim en-Nîsâbûrî ve İbnü’l-Esîr’in bu ifadelerinden anlaşıldığına göre, bir râvinin sadece iki kişiyi değil, ikiden fazla sayıda

560 Hâkim, Ma’rife, s. 27-28.

561 Koçyiğit, Hadis Istılahları, s. 356. 562

111

râviyi senedden düşürmesi de mu’dal kabul edilmiştir.563

Bununla birlikte İbnü’l-Esîr, mu’dal hadisi herhangi bir tabakayla sınırlı tutmamış, tebeu’t-tâbiîn veya daha sonraki tabakalardaki râvilerin, aradaki vasıtaları düşürerek doğrudan Hz. Peygamber’den yaptığı rivayeti de mu’dal kabul etmiştir. Böylece o, sadece tâbiîne özel kıldığı mutlak mürsel hadis ile mu’dali birbirinden ayırmıştır. İbnü’l-Esîr, mu’dal hadis rivayet eden bir râvinin, aynı zamanda bu hadisi mürsel veya muttasıl olarak naklettiğinin bilinmesi durumunda ise, bu hadisin mu’dal olmayacağını ifade etmektedir.564 Böylece İbnü’l- Esîr’in, Hâkim en-Nîsâbûrî’nin görüşlerini nakletmekle yetinmediği ve onun anlaşılmayan bazı ifadelerini yorumladığını söylemek mümkündür.

2. Tebeu’t-tâbiîn tabakasından bir râvinin, Hz. Peygamber’e isnad etmeksizin, hadisi tâbiînde bırakarak rivayet etmesi ve aynı hadisin başka bir rivayette muttasıl olarak Hz. Peygamber’den nakledilmiş olması durumu, mu’dal hadisin ikinci kısmını oluşturmaktadır.565

Bu ifadelerden anlaşıldığı üzere tebeu’t-tâbiînden olan bir râvi, Hz. Peygamber ve sahâbeyi zikretmeksizin hadisi tâbiînin sözüymüş gibi naklederse ve başka bir senedle bu rivayetin aslında muttasıl olarak Hz. Peygamber’e isnad edildiği bilinirse, tebeu’t-tâbiînin bu rivayeti mu’dal olmaktadır. Zira muttasıl olan bu senedde, hadisin aslında tâbiîne değil Hz. Peygamber’e isnad edildiği ve aradaki sahâbînin de düşürüldüğü ortaya çıkmaktadır. Burada tebeu’t-tâbiîn tabakasındaki râvi, sahâbeyi düşürmüş ve sözü Hz. Peygamber’e de isnad etmeden tâbiîde bırakmıştır. Dolayısıyla aslında merfû olan bir hadis, râvi tarafından maktu olarak nakledilmiştir. İbnü’l-Esîr’in, mu’dal hadisin ikinci kısmıyla ilgili bahsedilen bilgileri, aynı şekilde Hâkim en- Nîsâbûrî’den naklettiği anlaşılmaktadır.566

Ayrıca İbnü’s-Salâh, Hâkim en-Nîsâbûrî ve İbnü’l-Esîr’in bahsettiği mu’dal hadisin ikinci kısmına dair açıklamada bulunarak, söz konusu durumda tebeu’t-tâbiîn tabakasındaki râvinin, hem Hz. Peygamber’i hem de

563 Ebû Amr ed-Dânî, Cüz’ün fî ulûmi’l-hadîs, thk. Ebû Ubeyde b. Hasan es-Selmân, Amman: Dârü’l- Eseriyye, 2006, s. 83; İbn Salâh, Ulûmü’l-hadîs, s. 52; Irâkî, et-Takyîd ve’l-îzâh, s. 71; Sehâvî, Fethü’l-

muğîs, I, 199-200.

564 İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, I, 116; Krş. Hâkim, Ma’rife, s. 36. 565 İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, I, 116; Krş. Hâkim, Ma’rife, s. 37. 566

İbnü’l-Esîr, Hâkim en-Nîsâbûrî’den nakletmiş olduğu mu’dal hadisin iki çeşidine dair herhangi bir örnek zikretmemiş, konuyu sadece özet olarak aktarmış ve Hâkim’in bazı kapalı ifadelerini açıklamakla yetinmiştir. Ancak Hâkim en-Nîsâbûrî, mu’dal konusunda bazı örnekler zikretmiştir. Bu örnekler için bkz. Hâkim, Ma’rife, s. 36-38.

112

sahâbeyi düşürmesi sebebiyle bu hadisin mu’dal olarak isimlendirilmesinin uygun olduğuna işaret etmiştir.567

İbnü’l-Esîr’in, diğer birçok konuda olduğu üzere mu’dal hadis konusunda da Hâkim en-Nîsâbûrî’nin görüşlerini benimsediği anlaşılmaktadır. Zira aynı şekilde Hâkim en-Nîsâbûrî de mu’dalin iki çeşidi olduğunu ifade etmekte ve bu kısımları aynı ifadelerle açıklamaktadır.568

Ancak İbnü’l-Esîr bu konuda, Hâkim en-Nîsâbûrî’ye herhangi bir atıfta bulunmamıştır.

1.9.4. Müdelles Hadis

Tedlîs kelimesi sözlükte “bir şeyin ayıbını ve kusurunu gizlemek” anlamına gelmektedir.569 Hadis âlimleri ise tedlisi “bir kusuru veya ekseriyetle hoş görülmeyen

bir özelliği bulunan bir hadisi, bunun bulunmadığını zannettirecek şekilde rivayet etmek” şeklinde tanımlamış,570 bu şekilde hadis rivayet edeni müdellis, bu şekilde rivayet edilen hadisi ise müdelles hadis şeklinde isimlendirmiştir.

İbnü’l-Esîr’e göre ise müdelles hadis “bir râvinin semâ kaydını zikretmeksizin

rivayette bulunması” şeklinde tanımlanmaktadır. Dolayısıyla râvinin, görmüş olsun ya

da olmasın kendisiyle aynı asırda yaşayan birisinden semâ, icazet gibi hadis öğrenme metotlarından biriyle veya başka bir rivayet yoluyla hadisi dinlemediği halde “falanca

kişi şöyle dedi” şeklinde rivayette bulunmasıyla tedlîs gerçekleşmektedir. İbnü’l-Esîr bir

başka şekilde tedlîsi, “müdellis râvilerin arada vasıtalar bulunmasına rağmen bunları düşürmek koşuluyla, hiç hadis dinlemediği kişilerden hadis işitmiş izlenimi vererek rivayette bulunması” olarak açıklamaktadır.571 İbnü’l-Esîr’in müdelles hadisle ilgili yaptığı tariflerde görüldüğü üzere, müdellisin tedlîs yaptığı kişiyi görmüş olması şart görülmemiş, sadece aynı asırda yaşamış olması yeterli kabul edilmiştir. Bu konuda İbnü’l-Esîr’e yakın dönemde yaşamış olan İbnü’s-Salâh ve Nevevî gibi hadis âlimleri de

567 İbn Salâh, Ulûmü’l-hadîs, s. 61. 568

Hâkim, Ma’rife, s. 36-38.

569 İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 130; İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, VI, 86. 570 Aydınlı, Hadis Istılahları, s. 313.

571

113 aynı görüşü benimsemektedir.572

Ancak daha sonraki dönemde İbn Hacer bu görüşe itiraz ederek, müdellisin sadece görüştüğü ancak dinlemediği kişiden bu şekildeki rivayetini tedlîs olarak tanımlarken, râvinin çağdaşı olmakla birlikte kendisiyle görüşmediği kesin olarak bilinen bir kişiden bu şekilde rivayette bulunmasını ise mürsel-i hafî olarak isimlendirmiştir.573 İbnü’l-Esîr ise tedlîste temel kuralın râvinin, çağdaşı olan birisinden rivayet etmek olduğunu belirterek, İbn Hacer’in farklı değerlendirdiği her iki durumu birbirinden ayırmamış, ikisini de tedlîs kapsamında ele almıştır. Ancak Hatîb el-Bağdâdî, tedlîs ve mürsel-i hafîyi birbirinden ayırmanın daha doğru olduğunu belirtmiştir.574

Ayrıca İbnü’l-Esîr, bir kişinin kendisiyle aynı asırda yaşamayan birisinden rivayet etmesi durumunda ise bunun daha önce zikredilen mürsel (münkatı) hadis kapsamına girdiğini belirtmektedir.

Müdelles hadisin hükmü konusunda ise âlimler arasında görüş farklılıkları bulunmaktadır. İbnü’l-Esîr bu görüşleri iki şekilde ele almıştır:

1. Tedlîsi sahih kabul ederek delil olarak kullanılmaya elverişli görenler. İbnü’l- Esîr bu görüşü benimseyenlerin, Kûfe ehlinden Ebû Hanîfe, İbrâhim en-Nehâî, Hammâd b. Ebû Süleymân (ö. 120/738), Ebû Yusuf, Muhammed b. Hasan ve onlara tabi bazı âlimlerin olduğunu ifade etmektedir.

2. Tedlîsi sahih kabul etmeyerek delil olarak kullanılamayacağı görüşünü benimseyenler. İbnü’l-Esîr; Saîd b. Müseyyeb, Zührî, Evzâî, Şâfiî, Ahmed b. Hanbel ve onlarla birlikte diğer Hicaz bölgesi imamlarının bu görüşü benimsediğini ifade etmektedir. Ayrıca hadis âlimlerinin çoğu da müdelles hadisi sahih kabul etmemektedir.575

İbnü’l-Esîr, sahihliğinde ihtilaf edilen hadislerin ikinci sırasında müdelles hadisleri zikretmektedir. Dolayısıyla onun yukarıda naklettiği ikinci görüş olan, hadis âlimlerinin görüşünü benimsediğini söylemek mümkündür. Ancak tedlîsi sahih kabul

572 İbn Salâh, Ulûmü’l-hadîs, s. 73; Nevevî, et-Takrîb ve’t-teysîr, s. 39; Ayrıca bkz. Koçyiğit, Hadis

Usûlü, s. 108-109.

573 İbn Hacer, Nüzhe, s. 85-86. 574 Hatîb, el-Kifâye, s. 357. 575

114

etmemekle birlikte her tedlîs yapanın rivayetinin sahih olmayacağını ifade etmek doğru görülmemiştir. Zira İbnü’l-Esîr de müdellis râvileri altı kısma ayırmış ve bunlardan bazılarının tedlîsinin kabul edileceğini, bazılarının ise kabul edilmeyeceğine dikkat çekmiştir.576

İbnü’l-Esîr’in altı kısımda incelediği müdellis râviler şu şekildedir:

1. Âdil ve güvenilir râvilerin, güvenilirlik yönünden kendileriyle aynı seviyede olmasına bakılmaksızın yine kendileri gibi güvenilir kişilerden tedlîs yapmasıdır. İbnü’l-Esîr’e göre bu grupta bulunan müdellislerin rivâyetleri güvenilirdir. Zira onların buradaki asıl amacı hadis rivayeti değil, insanları Allah’a itaate ve hayra teşvik etmektir. Ayrıca bu kısımda zikredilen müdellis râviler, kendilerinden istenildiği takdirde hadisin senedini zikretmektedir.577 Bunun sonucunda söz konusu râvilerin asıl amacının tedlîs yapmak olmadığı anlaşılmaktadır.

2. Râvinin, kendisinden hadisi dinlediğini açıkça belirtmeden “falanca kişi şöyle

dedi” ifadesini kulanarak tedlîs yapması, kendisine durumun hakikati sorulduğunda ise

tedlîs yaptığı râviye kadar işittiği kişileri zikretmesidir. Böylece müdellis, tedlîs yaptığı kişiye kadar aradaki vasıtaları istenildiği takdirde zikredebilmektedir. İbnü’l-Esîr’e göre bu şekilde tedlîs yaparak rivayette bulunan râviler ikinci grubu oluşturmaktadır. Örneğin, Süfyân b. Uyeyne “Zührî şöyle dedi” diyerek rivayette bulunmuş, ondan dinleyip dinlemediği kendisine sorulunca da “Hayır, onu Zührî’den dinlemedim.

Zührî’den dinleyen kişiden de dinlemedim. Ancak bana Abdürrezzâk b. Hemmâm (ö. 211/826) Ma’mer’den (ö. 153/770), o da Zührîden tahdis etti” şeklinde cevap vererek

durumu izah etmiştir.578

İbnü’l-Esîr’in nakletmiş olduğu bu örnekten hareketle onun, birinci kısımda olduğu gibi bu kısımdaki müdellis râvilerin de tedlîslerini güvenilir kabul ettiği söylenebilir. Hâkim en-Nîsâbûrî de bu görüştedir.579

3. Bazı râviler, kim oldukları bilinmeyen meçhul kimselerden tedlîs yaparak rivayette bulunmaktadır. Zira bu müdellislerin rivayette bulunduğu kişilerin kim oldukları, nereden oldukları ve isimlerinin ne olduğu kimse tarafından bilinmemektedir.

576 İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, I, 168-170. 577

İbnü’l-Esîr bu gruba örnek olarak tabiîn müfessirlerinden Katâde b. Diâme’yi (ö. 117/735) zikretmektedir.

578 İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, I, 169. 579

115

4. Bazı râviler ise, cerh edilmiş kişilerden rivayette bulunarak, onların başkaları tarafından tanınmaması için isimlerini, künyelerini değiştirmektedir. Böylece bu râviler, cerh edilen kişilerden rivayetlerini tedlîs yaparak gizlemektedir.

5. Râvilerden bazısı da birçok hadis dinlediği hocasından hiç işitmemiş olduğu birtakım hadisleri tedlîs yaparak rivayet etmektedir. Bunlar, tedlîs yaparak rivayet ettiği hadisler kendilerine sorulduğunda ise hadisi nasıl dinlediğini söylememektedir.580 Bu râviler hangi hadisi hocasından dinleyip hangilerini dinlemediklerini birbirinden ayırmamaktadır. İbnü’l-Esîr bu grupta yer alanların cerh edilen râvilerin yedinci tabakasında bulunduğunu ifade etmektedir.581

6. Tedlis yapan râvilerin son kısmı ise, hiçbir şekilde görmediği ve işitmediği bir kimseden sanki görmüş gibi rivayette bulunarak tedlîs yapan râvilerdir. Bunlar “falanca

şöyle dedi” ifadesini kullanarak, dinlemediği halde hadisi dinlemiş gibi rivayet

etmektedir.582

İbnü’l-Esîr, müdelles hadisle ilgili görüşlerini, sıhhatinde ihtilaf edilen hadisler başlığı altında, ikinci sırada incelemektedir. Dolayısıyla İbnü’l-Esîr’in altı kısımda incelediği müdellis râvilerden ilk iki kısımdakileri güvenilir kabul ettiği, ancak diğer dört kısımdakileri güvenilir kabul etmediği anlaşılmaktadır. Böylece İbnü’l-Esîr, hadis âlimlerinin genel olarak zayıf kabul ettiği müdelles hadislerin bazı istisnalar dâhilinde sahih olabileceğine de işaret etmektedir. İbnü’l-Esîr’in müdelles hadis ve müdellis râvilerle ilgili açıklamalarında, Hâkim en-Nîsâbûrî’nin etkisinde kaldığı söylenebilir. Zira bu konuyu, onun Ma’rifetü ulûmi’l-hadîs ve el-Medhal adlı eserlerinden alıntı yaparak açıklamıştır.583 580 İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, I, 170. 581 İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, I, 142. 582 İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, I, 169-170. 583

116 1.10. Cerh ve Ta’dîl

Hadis ilimleri içerisinde yer alan Cerh ve Ta’dîl İlmi genel olarak “bir takım özel

lafızlar kullanarak rivayetlerinin kabulü veya reddi yönünde râvilerin hallerinden ve haklarında kullanılan lafızların mertebelerinden bahseden bir ilim” şeklinde

tanımlanmaktadır.584

İbnü’l-Esîr, hadis usulü bilgilerini ihtiva eden mukaddimesinin bir bölümünü de cerh ve ta’dîl konusuna ayırmıştır. Bu bölümde, hadis ilminde cerh ve ta’dîlin tanımı, önemi, hükümleri, cerhin caiz olup olmaması, cerh ve ta’dîlin teâruzu, cerh ve ta’dîl sebeplerinin açıklanması, cerh ve ta’dîlin gerçekleşmesinde münekkitlerin sayısı, cerh edilen râvilerin tabakaları gibi konuları, kendisinden önce yazılan hadis ve fıkıh usulü eserlerinden istifade ederek incelemektedir.

1.10.1. Tanımı, Önemi ve Hükmü

İbnü’l-Esîr tarafından cerh, “bir râvi veya şahit hakkında kullanıldığında, onların

sözlerini geçersiz kılarak, o sözle amel edilmesini iptal eden sıfat” şeklinde

tanımlanmıştır. Ta’dîl kavramını ise İbnü’l-Esîr, cerhin zıddı mahiyetinde “bir râvi veya

şahit hakkında kullanıldığında, onların sözünü geçerli kılarak, o sözle amel edilmesini mümkün kılan sıfat” şeklinde tanımlamıştır.585

Râvilerin cerh ve ta’dîl edilmesinin caiz olduğu konusunda -bazı aykırı görüşler bulunmakla birlikte- hadis âlimleri ittifak etmiştir.586 Bazıları ise râviler hakkında konuşmayı iftira veya gıybet kapsamında değerlendirerek bunu uygun görmemiştir.587

Her ne kadar gıybet dinde yasaklanmış olsa da588

âlimlerin çoğu dinî ve dünyevî olmak üzere bazı durumlarda gıybetin mübah olduğunu kabul etmiş, râvilerin cerh ve ta’dîlini

584 Aşıkkutlu, Ricâl Tenkidi, s. 18. 585 İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, I, 126.

586 İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, I, 133; Hâkim, Ma’rife, s. 52; Hâkim, el-Medhal, s. 69; Nevevî, et-Takrîb, s. 120; Suyûti, Tedrîbü’r-râvî, II, 891.

587 İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-usûl, I, 130; Krş. Tirmizî, el-İlelü’s-sağîr, thk. Âdil b. Abdüşşekûr ez-Zürakî, Riyad: Dârü’l-Muhaddis, 2004, s. 37.

588

117 de bu kapsamda değerlendirmiştir.589

İbnü’l-Esîr ise benzer şekilde, râvilerin cerh edilmesinin iftira ve gıybet olduğunu öne sürerek cerhi caiz görmeyenleri tenkit etmiş ve onların, münekkitlerin maksadının ne olduğunu bilmediklerini ifade etmiştir. Nitekim İbnü’l-Esîr’e göre hadis âlimleri; dinî konularda ihtiyatlı olmak, dinin koymuş olduğu hükümleri korumak ve hatalı olanı doğru olandan ayırmak gibi amaçlarla hadis râvilerinin tenkit edilmesini caiz kabul etmiştir. Bu sebeple İbnü’l-Esîr’e göre muhaddisler, herhangi bir kimseye iftira atmak veya gıybet etmek maksadıyla değil, sadece hadis rivayetinde zayıf olanların, varsa zayıflıklarını bildirmek maksadıyla râvileri tenkit etmişlerdir. Buradan hareketle hadis âlimleri, yalancılıkla itham edilen ve