• Sonuç bulunamadı

G. BEYDÂVÎ TEFSÎRİ ÜZERİNE YAPILAN ÇALIŞMALAR

1.4. MÜNÂSEBÂTÜ’L-KUR’ÂN

Münâsebâtü’l-Kur’ân, Kur’ân’daki âyet ve sûrelerin arasındaki mana ilişkisini ortaya koyan ilimdir.159

Genel anlamda Kur’ân’daki âyet ve sûrelerin arasında çoğu zaman da âyet ve sûrelerin başları ve sonları itibariyle mana açısından bir irtibat ve insicâm bulunmaktadır. Bu yüzden Kur’ân’da herhangi bir âyetin veya âyet bölümününün yeri değiştirilemez. Çünkü bu durum Kur’ân’ın tertibiyle alakalıdır. Tertîp ise Kur’ân’ın mû’cizevî yönlerinden birisidir.160

158 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, I, 58-59. 159 Demirci, Tefsir Usûlü, s. 209; Çetin, s. 328.

70

Müfessirlerden bazıları yazmış oldukları tefsirlerinde, bu husus üzerinde durup âyet ve sûreler arasındaki anlam ilişkisine dikkat çekmişlerdir. Başta Fahreddîn Râzî (ö. 606/1209) olmak üzere Zemahşerî (ö. 538/1143), Bikâ’î (ö. 885/1480) ve Âlûsî (1270/1853) konuya önem veren âlimlerdendir.161 Müfessir Beydâvî de nadiren

bu konuya eğilmiş ve bazı âyet ve sûrelerin arasındaki münâsebeti açıklamıştır.

Örneğin “ َﻦﯿٖﻨِﻣْﺆُﻤِﺑ ْﻢُھ ﺎَﻣ َو ِﺮ ِﺧٰ ْﻻا ِم ْﻮَﯿْﻟﺎِﺑ َو ِﱣ�ﺎِﺑ ﺎﱠﻨَﻣٰا ُلﻮُﻘَﯾ ْﻦَﻣ ِسﺎﱠﻨﻟا َﻦِﻣ َو

İnsanlardan, inanmadıkları hâlde, ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık’ diyenler de vardır” (Bakara2/8) âyetinin tefsîrinde Beydâvî, Bakara

sûresinin başından bu âyete kadarki âyetler arasında mana olarak son derece uyumlu bir münâsebet olduğunu söylemiştir. Beydâvî’nin ifadesine göre Allah zü’l-Celâl en başta, kendisinde şüphe olmayan hidayet kaynağı kitaptan bahsetmiş, akabinde de bu kitaba ancak müminlerin inandığını bildirmiştir. Bu âyetin devamında ise ilkin inanan ve kalpleri ile dilleri arasında uyum olan müminler zikredilmiş; ikinci olarak müminlerin muhâlifi olan ve mahz bir küfür içerisinde devam eden, küfürden başka bir tarafa yönelmeyen kâfirler zikredilmiş; üçüncü olarak da bu iki grup (müminler ile kâfirler) arasında gidip gelen, dilleri ile iman ettikleri halde kalpleriyle iman etmeyen münafıklar zikredilmiştir. Beydâvî’ye göre bu üçüncü grup; kâfirlerden daha kötü ve Allah (c.c) katında daha çok kınanmıştır. Çünkü bunlar, küfürlerini örterek itikatlarına çeşitli alay ve aldatmalar karıştırmışlardır. Bu yüzden Allah Teâlâ kitabında, onların kötülüklerine ve bilgisizliklerine uzun uzadıya yer vermiş; hallerine ve amellerine alayvârî bir şekilde değinmiş ve böylelikle sapkınlıklarını tescil etmiştir. Nitekim bu grupla ilgili bir başka âyette Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “ا ًﺮﯿ ٖﺼَﻧ ْﻢُﮭَﻟ َﺪ ِﺠَﺗ ْﻦَﻟ َو ِرﺎﱠﻨﻟا َﻦِﻣ ِﻞَﻔْﺳَ ْﻻا ِك ْرﱠﺪﻟاﻰِﻓ َﻦﯿ ٖﻘِﻓﺎَﻨُﻤْﻟا ﱠنِا Şüphesiz

Müfessirlerden bazıları yazmış oldukları tefsirlerinde, bu husus üzerinde durup âyet ve sûreler arasındaki anlam ilişkisine dikkat çekmişlerdir. Başta Fahreddîn Râzî (ö. 606/1209) olmak üzere Zemahşerî (ö. 538/1143), Bikâ’î (ö. 885/1480) ve Âlûsî (1270/1853) konuya önem veren âlimlerdendir.161 Müfessir Beydâvî de nadiren

bu konuya eğilmiş ve bazı âyet ve sûrelerin arasındaki münâsebeti açıklamıştır.

Örneğin “ َﻦﯿٖﻨِﻣْﺆُﻤِﺑ ْﻢُھ ﺎَﻣ َو ِﺮ ِﺧٰ ْﻻا ِم ْﻮَﯿْﻟﺎِﺑ َو ِﱣ�ﺎِﺑ ﺎﱠﻨَﻣٰا ُلﻮُﻘَﯾ ْﻦَﻣ ِسﺎﱠﻨﻟا َﻦِﻣ َو

İnsanlardan, inanmadıkları hâlde, ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık’ diyenler de vardır” (Bakara2/8) âyetinin tefsîrinde Beydâvî, Bakara

sûresinin başından bu âyete kadarki âyetler arasında mana olarak son derece uyumlu bir münâsebet olduğunu söylemiştir. Beydâvî’nin ifadesine göre Allah zü’l-Celâl en başta, kendisinde şüphe olmayan hidayet kaynağı kitaptan bahsetmiş, akabinde de bu kitaba ancak müminlerin inandığını bildirmiştir. Bu âyetin devamında ise ilkin inanan ve kalpleri ile dilleri arasında uyum olan müminler zikredilmiş; ikinci olarak müminlerin muhâlifi olan ve mahz bir küfür içerisinde devam eden, küfürden başka bir tarafa yönelmeyen kâfirler zikredilmiş; üçüncü olarak da bu iki grup (müminler ile kâfirler) arasında gidip gelen, dilleri ile iman ettikleri halde kalpleriyle iman etmeyen münafıklar zikredilmiştir. Beydâvî’ye göre bu üçüncü grup; kâfirlerden daha kötü ve Allah (c.c) katında daha çok kınanmıştır. Çünkü bunlar, küfürlerini örterek itikatlarına çeşitli alay ve aldatmalar karıştırmışlardır. Bu yüzden Allah Teâlâ kitabında, onların kötülüklerine ve bilgisizliklerine uzun uzadıya yer vermiş; hallerine ve amellerine alayvârî bir şekilde değinmiş ve böylelikle sapkınlıklarını tescil etmiştir. Nitekim bu grupla ilgili bir başka âyette Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “ا ًﺮﯿ ٖﺼَﻧ ْﻢُﮭَﻟ َﺪ ِﺠَﺗ ْﻦَﻟ َو ِرﺎﱠﻨﻟا َﻦِﻣ ِﻞَﻔْﺳَ ْﻻا ِك ْرﱠﺪﻟاﻰِﻓ َﻦﯿ ٖﻘِﻓﺎَﻨُﻤْﻟا ﱠنِا Şüphesiz

161Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 204; Demirci, Tefsir Usûlü, s. 211- 212; Çetin, s. 329.

ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar. Onlara hiçbir yardımcı da bulamazsın.”162

Hafâcî’ye göre Beydâvî’nin İlâhî kelâm’da geçen bu üçlü taksîm üzerinde durması, aslında insanların itikat açısından üçe ayrıldığını belirtmeye yöneliktir. Zîra bunların bir kısmı hem zâhirde hem de bâtın da mümin; bir kısmı da hem gizliden hem açıktan kâfir; son kısım ise bâtında kâfir, zâhirde ise mümin olan münafıklardır. Dolayısıyla Ammâr b. Yâsir gibi imanını gizlemek zorunda kalıp zâhirde kâfir olduğunu açıklayan kimse, bu taksîme girmez. Nitekim Allah Teâlâ, Ammâr’ın mümin olduğunu Nahl/106. âyette bildirmiştir: “ ِنﺎَﻤﯾ ْٖﻻﺎِﺑ ﱞﻦِﺌَﻤْﻄُﻣ ُﮫُﺒْﻠَﻗ َو َه ِﺮْﻛُا ْﻦَﻣ ﱠﻻِا Kalbi imanla dolu

olduğu hâlde zorlanan kimse hariç…”162F

163

Son olarak müfessir, münafıkların kıssasının, küfürde ısrar edenlerin kıssasına atfedildiğini söyleyerek, bu iki grup (münafık, kâfir) arasında da bir ortak noktanın varlığına vurgu yapmıştır.164

Görüldüğü üzere allâme Beydâvî söz konusu âyetler arasındaki münâsebeti, konu bütünlüğü içerisinde ve aradaki anlam ilgilerini kaçırmadan mükemmel bir şekilde ortaya koymuştur.

Bir diğer örnek de Mâ’ûn ile Kevser sûreleri arasındaki münâsebettir. Beydâvî’ye göre Kevser sûresi, Mâ’ûn sûresinin mukâbili konumundadır. Çünkü Mâ’ûn sûresinde namazlarından gafil olan ve riyâ yapan kimselerden bahsedilmekteyken, Kevser sûresinde buna karşılık olarak, namazın riyâsız bir şekilde sırf Allah rızası için kılınmasından bahsedilmektedir. Aynı şekilde Mâ’ûn’da yetimleri ve muhtaçları itip kakan, yardım ve teşvikte bulunmayan kimsenin kötülüğünden bahsedilmekteyken, Kevser’de bunun

162 Nisâ: 4/145. 163 Hafâcî, I, 463.

72

aksine Arapların en hayırlı mallarından kabul edilen develerin kesilerek muhtaçlara dağıtılması emredilmiştir.165