• Sonuç bulunamadı

G. BEYDÂVÎ TEFSÎRİ ÜZERİNE YAPILAN ÇALIŞMALAR

1.5. AKSÂMÜ’L-KUR’ÂN

Aksâm, “kasem” kelimesinin çoğuludur. Sözlükte kuvvet, sağ taraf, sağ el ve yemin manasına gelmektedir.166 Dinî bir terim olarak

ise bir haberi veya şarta bağlı bir durumu Allah’ın adını ya da sıfatlarını anarak kuvvetlendirmektir.167

Kelâma yemin ile başlamak Kur’ân’ın sıkça başvurduğu bir hitap şeklidir. Kur’ân-ı Kerîm’de 17 sûrenin başında yemin bulunmaktadır. Buna ek olarak muhtelif âyetlerde de birçok yemin yer almaktadır. Bu âyetlerde Allah Teâlâ kendi yüce adına, peygamberlere, peygamberlerin zuhûr ettiği yerlere, Kur’ân’a, meleklere, kıyamet gününe, kâinat ve kâinattaki bazı varlıklara yemin etmiştir. Örneğin Kur’ân’da semâ, şems, kamer, necm, duhâ, asr, leyl ve nehâr gibi varlık ve olgular üzerine yeminler edilmiştir.168

Kur’ân’daki kasem’ler konusunda Beydâvî tefsîri’ne bakıldığında ise bu kasem’lerin daha çok lügavî yönden ele alındığı görülecektir. Müfessir, içerisinde kasem bulunan âyeti öncelikle gramer açısından açıklamış daha sonra da bu kasem’in cümleye kattığı manaları ortaya koymaya çalışmıştır. Beydâvî’nin Âksâmü’l- Kur’ân’ı, tefsir etme metodunu birkaç örnek üzerinde görmek gerekirse:

165 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, V, 342.

166 İbn-i Manzûr, XII, 481; Râğıb, el-Müfredât, I, 670; Komisyon (İbrahim Mustafa, Ahmed

Hasan, ez-Zeyyât, Hâmid Abdülkadir, M. Ali en-Neccâr), Mu‘cemu’l-Vesît I-II, Dâru’d- D’avâ, Kâhire tsz., II, 735.

167 Tehânevî, II, 1814; Cürcânî, s. 364; Demirci, Tefsîr Usûlü, s. 160; Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve

Hukuk Terimleri Sözlüğü, (1. Baskı), Rağbet Yayınları, İstanbul 1998, s. 486-487.

168 Cerrahoğlu, Tefsîr Usûlü, 168-171; Mesut Okumuş, “Ulûmu’l-Kur’ân (Kur’ân İlimler), Tefsîr

aksine Arapların en hayırlı mallarından kabul edilen develerin kesilerek muhtaçlara dağıtılması emredilmiştir.165

1.5. AKSÂMÜ’L-KUR’ÂN

Aksâm, “kasem” kelimesinin çoğuludur. Sözlükte kuvvet, sağ taraf, sağ el ve yemin manasına gelmektedir.166 Dinî bir terim olarak

ise bir haberi veya şarta bağlı bir durumu Allah’ın adını ya da sıfatlarını anarak kuvvetlendirmektir.167

Kelâma yemin ile başlamak Kur’ân’ın sıkça başvurduğu bir hitap şeklidir. Kur’ân-ı Kerîm’de 17 sûrenin başında yemin bulunmaktadır. Buna ek olarak muhtelif âyetlerde de birçok yemin yer almaktadır. Bu âyetlerde Allah Teâlâ kendi yüce adına, peygamberlere, peygamberlerin zuhûr ettiği yerlere, Kur’ân’a, meleklere, kıyamet gününe, kâinat ve kâinattaki bazı varlıklara yemin etmiştir. Örneğin Kur’ân’da semâ, şems, kamer, necm, duhâ, asr, leyl ve nehâr gibi varlık ve olgular üzerine yeminler edilmiştir.168

Kur’ân’daki kasem’ler konusunda Beydâvî tefsîri’ne bakıldığında ise bu kasem’lerin daha çok lügavî yönden ele alındığı görülecektir. Müfessir, içerisinde kasem bulunan âyeti öncelikle gramer açısından açıklamış daha sonra da bu kasem’in cümleye kattığı manaları ortaya koymaya çalışmıştır. Beydâvî’nin Âksâmü’l- Kur’ân’ı, tefsir etme metodunu birkaç örnek üzerinde görmek gerekirse:

165 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, V, 342.

166 İbn-i Manzûr, XII, 481; Râğıb, el-Müfredât, I, 670; Komisyon (İbrahim Mustafa, Ahmed

Hasan, ez-Zeyyât, Hâmid Abdülkadir, M. Ali en-Neccâr), Mu‘cemu’l-Vesît I-II, Dâru’d- D’avâ, Kâhire tsz., II, 735.

167 Tehânevî, II, 1814; Cürcânî, s. 364; Demirci, Tefsîr Usûlü, s. 160; Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve

Hukuk Terimleri Sözlüğü, (1. Baskı), Rağbet Yayınları, İstanbul 1998, s. 486-487.

168 Cerrahoğlu, Tefsîr Usûlü, 168-171; Mesut Okumuş, “Ulûmu’l-Kur’ân (Kur’ân İlimler), Tefsîr

El Kitabı, s. 349; Demirci, Tefsîr Usûlü, s. 160.

“ﺎَﻣ َو ْﻢُﮭَﺘَﻠْﺒِﻗ ٍﻊِﺑﺎَﺘِﺑ َﺖْﻧَا ﺎَﻣ َو َﻚَﺘَﻠْﺒِﻗاﻮُﻌِﺒَﺗﺎَﻣ ٍﺔَﯾٰا ِّﻞُﻜِﺑ َبﺎَﺘِﻜْﻟااﻮُﺗوُا َﻦﯾ ٖﺬﱠﻟا َﺖْﯿَﺗَا ْﻦِﺌَﻟ َو ْﻢُﮭُﻀْﻌَﺑ ٍﻊِﺑﺎَﺘِﺑ َﺔَﻠْﺒِﻗ ٍﺾْﻌَﺑ ِﻦِﺌَﻟ َو َﺖْﻌَﺒﱠﺗا ْﻢُھَءا َﻮْھَا ْﻦِﻣ ِﺪْﻌَﺑ ﺎَﻣ َكَءﺎَﺟ َﻦِﻣ ِﻢْﻠِﻌْﻟا َﻚﱠﻧِا اًذِا َﻦِﻤَﻟ َﻦﯿ ٖﻤِﻟﺎﱠﻈﻟا

Andolsun, sen kendilerine kitap verilenlere her türlü mucizeyi getirsen de onlar yine senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, o takdirde sen de mutlaka zalimlerden olursun.”168F

169

İmâm Beydâvî, yukarıdaki âyette geçen َﺖْﯿَﺗَا ْﻦِﺌَﻟ ve َﺖْﻌَﺒﱠﺗا ِﻦِﺌَﻟ şeklindeki iki kasemi (yemini) hem gramer yönünden, hem de mana yönünden tafsilatlı olarak ele almıştır. Onun bu konudaki açıklamaları şöyledir: “İlk kasem olan َﺖْﯿَﺗَا ْﻦِﺌَﻟ ’nin başındaki lâm, düşen kasemin başına gelen lâm-ı muvattıe’dir. َﻚَﺘَﻠْﺒِﻗاﻮُﻌِﺒَﺗﺎَﻣ cümlesi de kasem’in cevabıdır. Bu durumda mana şöyledir: ‘Onlar, içlerindeki bir şüpheden dolayı senin kıbleni terk etmediler. Andolsun bu şüpheyi yok edecek bir delil getirsen de kıblene uymazlar. Çünkü onlar sırf inat ve kibir yüzünden sana muhalefet ediyorlar.’ Beydâvî’ye göre َﺖْﻌَﺒﱠﺗا ِﻦِﺌَﻟ kasem cümlesinde ise Allah Teâlâ, tehdidini yedi vecihle (yönden) te’kîd etmiştir. Bu vecihler sırasıyla şöyledir:

1. Cümlenin başında düşen kasem’e delalet eden lâm-ı

muvattıe getirmesi suretiyle.

2. Lâm-ı muvattıe’den sonraki gizli kasem ile. 3. Kasem’in cevabındaki tahkik harfi olan ّنإ ile. 4. Kasem’in cevabında, isim cümlesinin gelmesiyle.

5. Kasem’in cevabında ّنإ’nin haberinin başına gelen lâm-ı

muzahlaka ile.

74

6. Ayrıca âyette Hz. Peygamber’e, hitâben “onların arzu ve keyiflerine uyarsan zalimlerden olursun” denilmiş, “zalim olursun” denilmemiştir. Bunun sebebi de zulmün tek şekilde olmadığını ve çeşitlerinin bulunduğunu göstermektir.

7. Hz. Peygamber’e “sana ilim geldiği halde” denilmek suretiyle de Hakk’ı yüceltmek, ona tabî olmaya teşvik etmek, insanları nefse uymaktan sakındırmak ve peygamberlerden günah sâdır olmayacağını göstermek gibi durumlar amaçlanmıştır.170

Diğer bir örnek de şu âyettedir: “ َكﻮُﻤِّﻜَﺤُﯾﻰﱣﺘَﺣ َنﻮُﻨِﻣْﺆُﯾ َﻻ َﻚِّﺑ َر َو َﻼَﻓ ﺎَﻤﯿٖﻓ َﺮَﺠَﺷ ْﻢُﮭَﻨْﯿَﺑ ﱠﻢُﺛ َﻻ اوُﺪ ِﺠَﯾ ﻰٖﻓ ْﻢِﮭِﺴُﻔْﻧَا ﺎًﺟ َﺮَﺣ ﺎﱠﻤِﻣ َﺖْﯿَﻀَﻗ اﻮُﻤِّﻠَﺴُﯾ َو ﺎًﻤﯿ ٖﻠْﺴَﺗ Hayır! Rabbine

andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”170F

171

Müfessir Beydâvî yukarıdaki âyetin tefsirinde, âyetin başındaki ( َﻻ) lâ’nın, kendisinden sonra gelen kasem’i te’kîd etmek maksadıyla zâid olarak geldiğini iddia etmiştir. Ona göre lâ, bazılarının takdir ettiği gibi “Hayır! İş onların zannettiği gibi değil, yemin ederim.” manasında nâfiye değildir. Çünkü lâ bazen isbât (olumlu) manalardan önce de zâid olur. “ ِﺪَﻠَﺒْﻟااَﺬ ٰﮭِﺑ ُﻢِﺴْﻗُا َﻻ”171F

172 âyetinde

öyledir.172F

173 Neticede Beydâvî, lâ’nın mutlak olarak kasem’i te’kid

etmek için geldiğini söylemektedir. Çünkü lâ, hem isbât (olumlu) hem de nefy (olumsuz) anlamlı kasemlerden önce de zâid olarak gelir.173F

174

Bunun dışında, kasem’in başında gelen lâ’nın te’kid için zâide olması veya nâfiye olmasının dışında, aslının te’kid lâm’ı yani

170 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, I, 112, Geniş bilgi için

bkz. Hafâci, II, 419-420.

171 Nisâ: 4/65. 172 Beled: 90/1.

173 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, II, 82. 174 Geniş bilgi için bkz. Hafâcî, III, 297.

6. Ayrıca âyette Hz. Peygamber’e, hitâben “onların arzu ve keyiflerine uyarsan zalimlerden olursun” denilmiş, “zalim olursun” denilmemiştir. Bunun sebebi de zulmün tek şekilde olmadığını ve çeşitlerinin bulunduğunu göstermektir.

7. Hz. Peygamber’e “sana ilim geldiği halde” denilmek suretiyle de Hakk’ı yüceltmek, ona tabî olmaya teşvik etmek, insanları nefse uymaktan sakındırmak ve peygamberlerden günah sâdır olmayacağını göstermek gibi durumlar amaçlanmıştır.170

Diğer bir örnek de şu âyettedir: “ َكﻮُﻤِّﻜَﺤُﯾﻰﱣﺘَﺣ َنﻮُﻨِﻣْﺆُﯾ َﻻ َﻚِّﺑ َر َو َﻼَﻓ ﺎَﻤﯿٖﻓ َﺮَﺠَﺷ ْﻢُﮭَﻨْﯿَﺑ ﱠﻢُﺛ َﻻ اوُﺪ ِﺠَﯾ ﻰٖﻓ ْﻢِﮭِﺴُﻔْﻧَا ﺎًﺟ َﺮَﺣ ﺎﱠﻤِﻣ َﺖْﯿَﻀَﻗ اﻮُﻤِّﻠَﺴُﯾ َو ﺎًﻤﯿ ٖﻠْﺴَﺗ Hayır! Rabbine

andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”170F

171

Müfessir Beydâvî yukarıdaki âyetin tefsirinde, âyetin başındaki ( َﻻ) lâ’nın, kendisinden sonra gelen kasem’i te’kîd etmek maksadıyla zâid olarak geldiğini iddia etmiştir. Ona göre lâ, bazılarının takdir ettiği gibi “Hayır! İş onların zannettiği gibi değil, yemin ederim.” manasında nâfiye değildir. Çünkü lâ bazen isbât (olumlu) manalardan önce de zâid olur. “ ِﺪَﻠَﺒْﻟااَﺬ ٰﮭِﺑ ُﻢِﺴْﻗُا َﻻ”171F

172 âyetinde

öyledir.172F

173 Neticede Beydâvî, lâ’nın mutlak olarak kasem’i te’kid

etmek için geldiğini söylemektedir. Çünkü lâ, hem isbât (olumlu) hem de nefy (olumsuz) anlamlı kasemlerden önce de zâid olarak gelir.173F

174

Bunun dışında, kasem’in başında gelen lâ’nın te’kid için zâide olması veya nâfiye olmasının dışında, aslının te’kid lâm’ı yani

170 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, I, 112, Geniş bilgi için

bkz. Hafâci, II, 419-420.

171 Nisâ: 4/65. 172 Beled: 90/1.

173 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, II, 82. 174 Geniş bilgi için bkz. Hafâcî, III, 297.

ibtidâiyye lâm’ı olduğunu söyleyenler de vardır. Bu görüşe göre ondan sonra gelen, işbâ’ elif’idir. Bu durumda kelime, “lâ uksimu” değil, “leuksimu” şeklindedir.175 Manası ise “Kesinlikle yemin

ederim ki…” şeklinde olur.

İçinde kasem ifadesi olan başka bir örnek de şu âyettir: “ َلﺎَﻗ ْج ُﺮْﺧا ﺎَﮭْﻨِﻣ ﺎًﻣُؤْﺬَﻣ ا ًرﻮُﺣْﺪَﻣ ْﻦَﻤَﻟ َﻚَﻌِﺒَﺗ ْﻢُﮭْﻨِﻣ ﱠﻦَﺌَﻠْﻣَ َﻻ َﻢﱠﻨَﮭَﺟ ْﻢُﻜْﻨِﻣ

َﻦﯿ ٖﻌَﻤْﺟَا Allah, dedi ki:

‘Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun, onlardan sana kim uyarsa sizin, hepinizi cehenneme doldururum.’”175F

176

Beydâvî’nin bildirdiğine göre َﻚَﻌِﺒَﺗ ْﻦَﻤَﻟ ifadesinin başındaki lâm, kasemin başına gelen lâm’dır. Bu durumda ondan sonra gelen ve hazfolunmuş (düşmüş) bir kasem fiili bulunmaktadır. Lâm’dan sonra gelen ْﻦَﻣ de şart ismidir. ﱠﻦَﺌَﻠْﻣَ َﻻ cümlesi ise düşmüş olan kasem’in cevabıdır. Müfessir burada Arapça gramerinde tartışmalı olan bir meseleyi de izah etmiş olmaktadır. Bu mesele şudur: “Kasem ve şarttan sonra gelen cevap fiili, kasem’in mi yoksa şartın mı cevabı olur?” Beydâvî bu örnekte, söz konusu meseleyi açıklamıştır. Ona göre bu örnekte ﱠﻦَﺌَﻠْﻣَ َﻻ ile başlayan cevap cümlesi kasem’in cevabı olup bu cevap, şartın cevabının da yerini tutmaktadır. Nitekim bu meselede kabul gören görüş de şart ve cevaptan hangisi önce gelirse cevap fiili ona ait olur, şeklindedir.176F

177