• Sonuç bulunamadı

BEYDÂVÎ TEFSÎRİ’NDE RİVAYET METODU

Rivayet metodu, Kur’ân’daki herhangi bir âyeti, başka bir âyetle veya Hz. Peygamberin sünneti ya da sahabe ve tâbiûn’un sözlerine dayalı olarak tefsîr etmektir. Bu kaynaklarla yapılan tefsîre de rivayet tefsîri, naklî tefsîr veya me’sûr tefsîr denilir.418

2.1.1. Âyetin Âyetle Tefsîri

Kur’ân’daki bir kısım âyetler veya âyet içinde yer alan bazı kavramlar, başka âyetler tarafından belli usûl kâideleri çerçevesinde tefsir edilmiştir. Mutlakın takyîdi, mücmelin tafsîli ve

âmmın tahsîsi bu usûl kaidelerinden bazılarıdır. Müfessir Beydâvî de Envâru’t-Tenzîl’de yer yer bu usûl kaidelerine değinmiştir.

2.1.1.1. Beydâvî Tefsîri’nde Mutlakın Takyîdi

Mutlak, kendi cinsinde şûyû bulmuş bir medlûle delâlet eden lafızdır. Mutlak lafız, muayyen olmayan bir veya birden çok varlığa delalet eder.419 Diğer bir tanıma göre mutlak, hâss lafızlardan olan,

mana ve medlûlu şâyî olup herhangi bir kayıtla sınırlanmamış, cüzleri ta’yîn edilmemiş olan kavramdır.420

Örneğin “at” sözcüğü teker teker her bir at için kullanılabilir. Ancak aynı anda bütün atları kapsamaz. Dolayısıyla bu sözcük muayyen olmayan “herhangi bir at” anlamına gelir. Delâlet ettiği bütün cüzleri aynı anda kapsayan âmm lafızlardan, bu yönüyle ayrılır.421

Mukâyyed ise bir lafızla kayıtlanmış olarak kendi cinsinde şûyû bulmuş bir medlûle delâlet eden lafızdır. 422 Yani bir veya

418 Zehebî, Muhammed Hüseyn, I, 112; Bilmen, I, 109-110; Demirci, Tefsîr Tarihi, s. 126; Pak,

“Rivayet Ağırlıklı Tefsirler”, Tefsîr El Kitabı, s. 175.

419 Abdülkerîm Zeydân, el-Vecîz fî Usûli’l-Fıkh, (7. Baskı), Müssesetü’r-Risâle, Beyrut

2000/1421, s. 284.

420 Erdoğan, s. 355. 421 Erdoğan, s. 355. 422 Zeydân, s. 284.

2.1. BEYDÂVÎ TEFSÎRİ’NDE RİVAYET METODU

Rivayet metodu, Kur’ân’daki herhangi bir âyeti, başka bir âyetle veya Hz. Peygamberin sünneti ya da sahabe ve tâbiûn’un sözlerine dayalı olarak tefsîr etmektir. Bu kaynaklarla yapılan tefsîre de rivayet tefsîri, naklî tefsîr veya me’sûr tefsîr denilir.418

2.1.1. Âyetin Âyetle Tefsîri

Kur’ân’daki bir kısım âyetler veya âyet içinde yer alan bazı kavramlar, başka âyetler tarafından belli usûl kâideleri çerçevesinde tefsir edilmiştir. Mutlakın takyîdi, mücmelin tafsîli ve

âmmın tahsîsi bu usûl kaidelerinden bazılarıdır. Müfessir Beydâvî de Envâru’t-Tenzîl’de yer yer bu usûl kaidelerine değinmiştir.

2.1.1.1. Beydâvî Tefsîri’nde Mutlakın Takyîdi

Mutlak, kendi cinsinde şûyû bulmuş bir medlûle delâlet eden lafızdır. Mutlak lafız, muayyen olmayan bir veya birden çok varlığa delalet eder.419 Diğer bir tanıma göre mutlak, hâss lafızlardan olan,

mana ve medlûlu şâyî olup herhangi bir kayıtla sınırlanmamış, cüzleri ta’yîn edilmemiş olan kavramdır.420

Örneğin “at” sözcüğü teker teker her bir at için kullanılabilir. Ancak aynı anda bütün atları kapsamaz. Dolayısıyla bu sözcük muayyen olmayan “herhangi bir at” anlamına gelir. Delâlet ettiği bütün cüzleri aynı anda kapsayan âmm lafızlardan, bu yönüyle ayrılır.421

Mukâyyed ise bir lafızla kayıtlanmış olarak kendi cinsinde şûyû bulmuş bir medlûle delâlet eden lafızdır. 422 Yani bir veya

418 Zehebî, Muhammed Hüseyn, I, 112; Bilmen, I, 109-110; Demirci, Tefsîr Tarihi, s. 126; Pak,

“Rivayet Ağırlıklı Tefsirler”, Tefsîr El Kitabı, s. 175.

419 Abdülkerîm Zeydân, el-Vecîz fî Usûli’l-Fıkh, (7. Baskı), Müssesetü’r-Risâle, Beyrut

2000/1421, s. 284.

420 Erdoğan, s. 355. 421 Erdoğan, s. 355. 422 Zeydân, s. 284.

birden çok varlığa delalet eden lafız aynı zamanda bir sıfatla kayıtlanmıştır.

Örnek olarak “ ﱞﻲﻣوﺮُﺿ ْرأ ٌﻞُﺟ َر Erzurum’lu bir adam” denildiğinde, mutlak lafız olan “ ٌﻞُﺟ َر herhangi bir adam”, bir sıfatla kayıtlanarak mukayyed olmaktadır.422F

423

Hata ile adam öldürmenin keffâretinde de Allah Teâlâ, “ ْﻦَﻣ َو َﻞَﺘَﻗ ﺎًﻨِﻣْﺆُﻣ ًﺎَﻄَﺧ ُﺮﯾ ٖﺮْﺤَﺘَﻓ ٍﺔَﺒَﻗ َر ٍﺔَﻨِﻣْﺆُﻣ ٌﺔَﯾِد َو ٌﺔَﻤﱠﻠَﺴُﻣ ﻰٰﻟِا

ٖﮫِﻠْھَا Kim bir mü’mini yanlışlıkla

öldürürse, bir mü’min köleyi azad etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir”424 buyurmuştur. Âyette azat edileceği

bildirilen köle herhangi biri olamaz. Çünkü ifade “ ٍﺔَﻨِﻣْﺆُﻣ ٍﺔَﺒَﻗ َر mümin köle” şeklinde bir sıfatla kayıtlanmıştır. Yani mukayyed olmuştur.

Âyetin Âyeti Takyîd Etmesi: Âyetlerde mutlak lafzın takyîd edilmesi, iki şekildedir. Takyîd bazen farklı âyetler arasındaki lafızlarda vâki olurken bazen de aynı âyet içindeki farklı lafızlarda meydana gelir.

Örneğin “ ِ◌...ﺮﯾ ٖﺰْﻨ ِﺨْﻟا ُﻢْﺤَﻟ َو ُمﱠﺪﻟا َو ُﺔَﺘْﯿَﻤْﻟا ُﻢُﻜْﯿَﻠَﻋ ْﺖَﻣ ِّﺮُﺣ Ölmüş hayvan, kan,

domuz eti size haram kılındı” (Mâide: 5/3) âyetinde geçen “ ُمﱠﺪﻟا kan”

kelimesi mutlak bir lafız olup En’âm sûresi 6/145. âyette “ﺎًﺣﻮُﻔْﺴَﻣ ﺎًﻣَد akıtılmış kan” şeklinde kayıtlanmıştır. Buradaki takyîd, farklı âyetlerdeki lafızlar arasında cereyan etmiştir. Her iki âyette hüküm birdir. O da kanın yenilmesinin haram oluşudur. Hükmün sebebi de aynıdır. Bu da kanın yenilmesinden doğacak zarardır. İşte bu durumda mukayyed, mutlak olanı tefsir eder ve hükmü mukayyede göre neticelendirir.424F

425

Müfessir Beydâvî de “ﺎَﮭْﯿَﻠَﻋ ﺎَﻧ ْﺮَﺒَﺻ ْنَا َﻻ ْﻮَﻟﺎَﻨِﺘَﮭِﻟٰا ْﻦَﻋﺎَﻨﱡﻠ ِﻀُﯿَﻟ َدﺎَﻛ ْنِا Biz,

ilâhlarımıza sımsıkı sarılmasaydık neredeyse bizi ilâhlarımızdan

423 Bkz. Gümüş, s. 34. 424 Nisâ: 4/92.

138

uzaklaştıracaktı, (derler)”426 âyetinde, َﻻ ْﻮَﻟ harfinin bulunduğu bu ve

buna benzer yerlerde, bu harfin mutlak hükmü takyîd ettiğini bildirmiştir. Ona göre bu takyîd, lafzî açıdan değil, mana açısındandır.427 Yani mukayyette olageldiği gibi lafız, bir sıfatla

kayıtlanmamıştır. Ancak mana itibariyle, َﻻ ْﻮَﻟ harfinden önceki ifadelerde Mekkeli müşriklerin neredeyse puta tapmayı terk edecekleri bildirilmiş, sonraki ifadelerde ise bu durum, putlara tapınma noktasında gösterilen sebât/inat ile kayıtlanmıştır.

Sünnetin Âyeti Takyîd Etmesi: Bunun örneği şudur: “ َﻦﯾ ٖﺬﱠﻟاﺎَﮭﱡﯾَاﺎَﯾ اﻮُﻨَﻣٰا اَذِا ْﻢُﺘْﻤُﻗ ﻰَﻟِا ِةﻮٰﻠﱠﺼﻟا اﻮُﻠِﺴْﻏﺎَﻓ ْﻢُﻜَھﻮُﺟ ُو ْﻢُﻜَﯾِﺪْﯾَا َو ﻰَﻟِا ِﻖِﻓا َﺮَﻤْﻟا اﻮُﺤَﺴْﻣا َو ْﻢُﻜِﺳُؤُﺮِﺑ ْﻢُﻜَﻠُﺟ ْرَا َو ﻰَﻟِا

ِﻦْﯿَﺒْﻌَﻜْﻟا Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi,

dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın”427F

428

Beydâvî’ye göre Mâide 6. âyetteki ِةﻮٰﻠﱠﺼﻟا ﻰَﻟِا ْﻢُﺘْﻤُﻗ اَذِا ifadesi, abdestli olsun, olmasın namaza kalkmak isteyen her kişiyi kapsayan mutlak bir ifadedir. Hâlbuki icmâ, bunun aksinedir. Çünkü Hz. Peygamber’in, Mekke’nin fethi gününde beş vakit namazı bir abdestle kıldığına dair şu rivayet mevcuttur: “ : َﻢﱠﻠَﺳ َو ِﮫْﯿَﻠَﻋ ُﷲﻰﱠﻠَﺻ ﱠﻲِﺒﱠﻨﻟا ﱠنَأ

ﻰﱠﻠَﺻ ِتا َﻮَﻠﱠﺼﻟا ٍءﻮُﺿ ُﻮِﺑ ٍﺪ ِﺣا َو َم ْﻮَﯾ ِﺢْﺘَﻔْﻟا َلﺎَﻘَﻓ ُﮫَﻟ ُﺮَﻤُﻋ : َﻚﱠﻧِإ َﺖْﻌَﻨَﺻ ﺎًﺌْﯿَﺷ ْﻢَﻟ ْﻦُﻜَﺗ َﻨْﺼَﺗ ُﮫُﻌ َلﺎَﻗ : اًﺪْﻤَﻋ ُﮫُﺘْﻌَﻨَﺻ

. Resulullâh (s.a.s) fetih günü, beş vakit namazı bir abdestle kıldı.

Hz. Ömer ‘Yâ Resulallâh! Daha önce hiç yapmadığın şeyi yaptın’ dedi. Resulullâh (s.a.s) ‘Bunu kasıtlı yaptım’ dedi.”428F

429

Beydâvî’nin bildirdiğine göre bazı âlimler, âyetteki hükmün, mutlak olduğunu ve Hz. Peygamber’in sünnetiyle takyîd edildiğini söylemişlerdir. Dolayısıyla mana “Namaza kalkacağınız zaman

abdestsiz iseniz, yüzlerinizi dirseklere kadar yıkayın… (abdest alın)”

şeklinde olur. Bazılarına göre ise âyetteki emir, nedb ifade eder. Nedb ise Şârî’nin, yapılmasını kesin ve bağlayıcı olmayan bir tarzda

426 Furkân: 25/42.

427 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, IV, 125. 428 Mâide: 5/6.

uzaklaştıracaktı, (derler)”426 âyetinde, َﻻ ْﻮَﻟ harfinin bulunduğu bu ve

buna benzer yerlerde, bu harfin mutlak hükmü takyîd ettiğini bildirmiştir. Ona göre bu takyîd, lafzî açıdan değil, mana açısındandır.427 Yani mukayyette olageldiği gibi lafız, bir sıfatla

kayıtlanmamıştır. Ancak mana itibariyle, َﻻ ْﻮَﻟ harfinden önceki ifadelerde Mekkeli müşriklerin neredeyse puta tapmayı terk edecekleri bildirilmiş, sonraki ifadelerde ise bu durum, putlara tapınma noktasında gösterilen sebât/inat ile kayıtlanmıştır.

Sünnetin Âyeti Takyîd Etmesi: Bunun örneği şudur: “ َﻦﯾ ٖﺬﱠﻟاﺎَﮭﱡﯾَاﺎَﯾ اﻮُﻨَﻣٰا اَذِا ْﻢُﺘْﻤُﻗ ﻰَﻟِا ِةﻮٰﻠﱠﺼﻟا اﻮُﻠِﺴْﻏﺎَﻓ ْﻢُﻜَھﻮُﺟ ُو ْﻢُﻜَﯾِﺪْﯾَا َو ﻰَﻟِا ِﻖِﻓا َﺮَﻤْﻟا اﻮُﺤَﺴْﻣا َو ْﻢُﻜِﺳُؤُﺮِﺑ ْﻢُﻜَﻠُﺟ ْرَا َو ﻰَﻟِا

ِﻦْﯿَﺒْﻌَﻜْﻟا Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi,

dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın”427F

428

Beydâvî’ye göre Mâide 6. âyetteki ِةﻮٰﻠﱠﺼﻟا ﻰَﻟِا ْﻢُﺘْﻤُﻗ اَذِا ifadesi, abdestli olsun, olmasın namaza kalkmak isteyen her kişiyi kapsayan mutlak bir ifadedir. Hâlbuki icmâ, bunun aksinedir. Çünkü Hz. Peygamber’in, Mekke’nin fethi gününde beş vakit namazı bir abdestle kıldığına dair şu rivayet mevcuttur: “ : َﻢﱠﻠَﺳ َو ِﮫْﯿَﻠَﻋ ُﷲﻰﱠﻠَﺻ ﱠﻲِﺒﱠﻨﻟا ﱠنَأ

ﻰﱠﻠَﺻ ِتا َﻮَﻠﱠﺼﻟا ٍءﻮُﺿ ُﻮِﺑ ٍﺪ ِﺣا َو َم ْﻮَﯾ ِﺢْﺘَﻔْﻟا َلﺎَﻘَﻓ ُﮫَﻟ ُﺮَﻤُﻋ : َﻚﱠﻧِإ َﺖْﻌَﻨَﺻ ﺎًﺌْﯿَﺷ ْﻢَﻟ ْﻦُﻜَﺗ َﻨْﺼَﺗ ُﮫُﻌ َلﺎَﻗ : اًﺪْﻤَﻋ ُﮫُﺘْﻌَﻨَﺻ

. Resulullâh (s.a.s) fetih günü, beş vakit namazı bir abdestle kıldı.

Hz. Ömer ‘Yâ Resulallâh! Daha önce hiç yapmadığın şeyi yaptın’ dedi. Resulullâh (s.a.s) ‘Bunu kasıtlı yaptım’ dedi.”428F

429

Beydâvî’nin bildirdiğine göre bazı âlimler, âyetteki hükmün, mutlak olduğunu ve Hz. Peygamber’in sünnetiyle takyîd edildiğini söylemişlerdir. Dolayısıyla mana “Namaza kalkacağınız zaman

abdestsiz iseniz, yüzlerinizi dirseklere kadar yıkayın… (abdest alın)”

şeklinde olur. Bazılarına göre ise âyetteki emir, nedb ifade eder. Nedb ise Şârî’nin, yapılmasını kesin ve bağlayıcı olmayan bir tarzda

426 Furkân: 25/42.

427 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, IV, 125. 428 Mâide: 5/6.

429 Ahmed b. Hanbel, XXXVIII, 65.

istediği fiil anlamına gelmektedir.430 Bazıları da âyetteki emrin,

İslâm’ın ilk yıllarına has olup daha sonra neshedildiğini iddia etmişlerdir. Beydâvî’ye göre bu son görüş zayıftır. Çünkü Mâide sûresi, Hz. Peygamber’in vefatına yakın bir zamanda indiğinden dolayı nesih ihtimali azdır. Mâide hakkındaki şu hadis de bu duruma delalet etmektedir: “اﻮﻣ ِّﺮﺣوﺎﮭﻟﻼﺣاﻮِّﻠﺣﺄﻓ ًﻻوﺰﻧنآﺮﻘﻟاﺮﺧآﻦﻣةﺪﺋﺎﻤﻟا ﺎﮭﻣاﺮﺣ Mâide sûresi nüzûl itibâriyle Kur’ân’ın sonlarındandır. O halde

helalini helal, haramını haram kabul edin.430F

431

Beydâvî tefsîri’nin hâşiye yazarı Şeyhzâde el-Kôcevî’ye göre ise âyetteki mutlak hükmün, takyîd edilmesinin bir karînesi de teyemmüm âyetidir. Şeyhzâde’ye göre teyemmüm abdestin bedelidir ve teyemmüm için abdestsizlik şart koşulmuştur. Yani, abdestli olan birisinin teyemmüm etmesine gerek yoktur.

Zira âyette “ﺎًﺒِّﯿَطاًﺪﯿ ٖﻌَﺻاﻮُﻤﱠﻤَﯿَﺘَﻓ ًءﺎَﻣاوُﺪ ِﺠَﺗ ْﻢَﻠَﻓ َءﺎَﺴِّﻨﻟا ُﻢُﺘْﺴَﻤٰﻟ ْوَا ِﻂِﺋﺎَﻐْﻟا َءﺎَﺟ ْوَا ٌﺪَﺣَا

ْﻢُﻜْﻨِﻣ

َﻦِﻣ ” Veya biriniz abdest bozmaktan (def-i hacetten) gelir veya

kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprağa yönelin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (teyemmüm edin)”431F

432 buyrulmaktadır. Dolayısıyla bedel olan

teyemmümde abdestsizliğin şart koşulması, asl olan abdestte de şart koşulduğuna delalet eder. Çünkü bedel, mübdelün minh’e şartlarda da sebeplerde de muhalefet etmez.432F

433

Şeyhzâde el-Kôcevî kısaca şöyle demektedir: Abdest için su bulunamayan durumlarda teyemmüm edilir. Yani teyemmüm, abdestin yerine geçer. Teyemmüm alabilmek için de abdestsiz olmak şarttır. Bu, âyetle sabittir.434 O halde abdestin yerine geçen

teyemmümde abdestsizlik şart ise abdest alabilmek için de abdestsiz olunması şarttır.

430 Ferhat Koca, “Mendup” DİA, XLIV, TDV Yayınları, İstanbul 2004, XXIX, 128. 431 Bkz. Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, II, 116. 432 Mâide: 5/6.

433 Şeyhzâde el-Kôcevî, II, 196. 434 Mâide: 5/6.

140

Sonuçta abdestli olunsa dahi sevap niyetiyle, her namaz için abdest almak mümkündür. Ancak ilk gruptaki âlimlerin görüşüne göre “Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar…(abdest alınız)” âyetindeki mutlak ifade, “abdestsiz olunması durumuyla” takyîd edilmiştir.

Diğer bir örnek de “ ُه َﺮْﯿَﻏﺎًﺟ ْو َز َﺢِﻜْﻨَﺗ ﻰﱣﺘَﺣ ُﺪْﻌَﺑ ْﻦِﻣ ُﮫَﻟ ﱡﻞ ِﺤَﺗ َﻼَﻓﺎَﮭَﻘﱠﻠَط ْنِﺎَﻓ

Eğer erkek karısını (üçüncü defa) boşarsa, kadın, onun dışında bir başka kocayla nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz”434F

435 âyeti hakkındadır.

Beydâvî âyette bildirilen, üç talakla boşanmış kadının, kocasına dönebilmesi için başka bir kocayla nikâhlanması meselesi hakkında şöyle demiştir: “İbn-i Müseyyeb gibi düşünen bir kısım ulemâ, َﺢِﻜْﻨَﺗ ifadesini zâhirine hamledip, kadının yeni kocayla sadece nikâh akdi yapmasını yeterli bulmuşlardır. Onlara göre nikâh sonrasında cinsî münâsebet olmasa da bu kadın yeni kocadan boşanırsa, eski kocaya dönebilir. Cumhura göre ise nikâhta cinsî münâsebet şarttır. Onlar, bu görüşlerini şu hadis-i şerîfe dayandırmışlardır: “Rifâ’e adlı sahabînin eşi Hz. Peygamber’e gelerek, ‘Rifâ’e beni boşadı, daha sonra Abdurrahman b. Zübeyr benimle evlendi. Yalnız Abdurrahman’daki, elbise püskülü gibidir’ Hz. Peygamber de ‘Sen Rifâ’e’ye dönmek mi istiyorsun? diye sordu. Kadın, ‘evet’ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ‘Sen onun (Abdurrahman’ın) balcığını, o da senin balcığını tatmadıkça, ona (Rifâ’e’ye) dönemezsin’ buyurdu.”435F

436 Beydâvî’ye göre âyetteki

mutlak hüküm, sünnetle takyîd edilmiştir. Ancak nikâhın, cinsî münâsebet anlamında tefsir edilmesi de mümkündür.436F

437

Beydâvî’nin aktardığı bu son görüşe göre nikâh, cinsî münâsebet anlamında tefsir edilirse, o durumda sünnet âyeti takyîd etmez, tefsir eder.

435 Bakara: 2/230.

436 Müslim, Nikâh: 111; Tirmîzî, Nikâh: 25.

437 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, I, 143; Hafâcî, II, 539-

Sonuçta abdestli olunsa dahi sevap niyetiyle, her namaz için abdest almak mümkündür. Ancak ilk gruptaki âlimlerin görüşüne göre “Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar…(abdest alınız)” âyetindeki mutlak ifade, “abdestsiz olunması durumuyla” takyîd edilmiştir.

Diğer bir örnek de “ ُه َﺮْﯿَﻏﺎًﺟ ْو َز َﺢِﻜْﻨَﺗ ﻰﱣﺘَﺣ ُﺪْﻌَﺑ ْﻦِﻣ ُﮫَﻟ ﱡﻞ ِﺤَﺗ َﻼَﻓﺎَﮭَﻘﱠﻠَط ْنِﺎَﻓ

Eğer erkek karısını (üçüncü defa) boşarsa, kadın, onun dışında bir başka kocayla nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz”434F

435 âyeti hakkındadır.

Beydâvî âyette bildirilen, üç talakla boşanmış kadının, kocasına dönebilmesi için başka bir kocayla nikâhlanması meselesi hakkında şöyle demiştir: “İbn-i Müseyyeb gibi düşünen bir kısım ulemâ, َﺢِﻜْﻨَﺗ ifadesini zâhirine hamledip, kadının yeni kocayla sadece nikâh akdi yapmasını yeterli bulmuşlardır. Onlara göre nikâh sonrasında cinsî münâsebet olmasa da bu kadın yeni kocadan boşanırsa, eski kocaya dönebilir. Cumhura göre ise nikâhta cinsî münâsebet şarttır. Onlar, bu görüşlerini şu hadis-i şerîfe dayandırmışlardır: “Rifâ’e adlı sahabînin eşi Hz. Peygamber’e gelerek, ‘Rifâ’e beni boşadı, daha sonra Abdurrahman b. Zübeyr benimle evlendi. Yalnız Abdurrahman’daki, elbise püskülü gibidir’ Hz. Peygamber de ‘Sen Rifâ’e’ye dönmek mi istiyorsun? diye sordu. Kadın, ‘evet’ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ‘Sen onun (Abdurrahman’ın) balcığını, o da senin balcığını tatmadıkça, ona (Rifâ’e’ye) dönemezsin’ buyurdu.”435F

436 Beydâvî’ye göre âyetteki

mutlak hüküm, sünnetle takyîd edilmiştir. Ancak nikâhın, cinsî münâsebet anlamında tefsir edilmesi de mümkündür.436F

437

Beydâvî’nin aktardığı bu son görüşe göre nikâh, cinsî münâsebet anlamında tefsir edilirse, o durumda sünnet âyeti takyîd etmez, tefsir eder.

435 Bakara: 2/230.

436 Müslim, Nikâh: 111; Tirmîzî, Nikâh: 25.

437 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, I, 143; Hafâcî, II, 539-

540.

2.1.1.2. Beydâvî Tefsîri’nde Mücmelin Tafsîli (Mübeyyin ile Tefsiri)

Mücmel, kendisinden ne kastedildiği tam olarak anlaşılmayan, ancak söyleyen tarafından ilave bir açıklamayla anlaşılabilen lafızdır. Yaygın olarak kullanılmayan garip lafızlar, kendisiyle söyleyenin ne kastettiği anlaşılmayan lafızlar ve birçok manaya geldiği için hangisinin kastedildiği anlaşılamayan lafızlar mücmel kapsamına girer.438

Kur’ân’da, mücmel olarak kabul edilen ve kendisiyle, Allah Teâlâ tarafından ne kastedildiği tam olarak anlaşılamayan âyetler bulunmaktadır. Ancak bu âyetler ya başka âyetlerle veya Hz. Peyagamber’in sünnetiyle izâha kavuşmuştur. Böyle bir durumda kesin olarak açıklanan âyetlere, müfesser, mübeyyen veya mufassal denilir. Açıklayan âyete de mübeyyin ya da karîne denir.439

Örneğin Bakara sûresi 187. âyette “ ُﻂْﯿَﺨْﻟا ُﻢُﻜَﻟ َﻦﱠﯿَﺒَﺘَﯾﻰﱣﺘَﺣاﻮُﺑ َﺮْﺷا َواﻮُﻠُﻛ َو ُﺾَﯿْﺑَ ْﻻا

َﻦِﻣ ِﻂْﯿَﺨْﻟا ِد َﻮْﺳَ ْﻻا َﻦِﻣ

ِﺮْﺠَﻔْﻟا Sabahın beyaz ipliği, siyah ipliğinden ayırt

edilinceye kadar (fecirdeki beyazlık görününceye) kadar yiyin, için.”

“beyaz ipliğin siyah iplikten…” kısmı mücmeldir. Akabinde gelen “ ِﺮْﺠَﻔْﻟا fecirdeki beyazlık” ifadesi de onu açıklamıştır. َﻦِﻣ 439F

440

İmâm Beydâvî ise Mücmelin tafsîli meselesine şu örneklerle ışık tutmuştur:

“ َﻦﯿ ٖﻘِﺳﺎَﻔْﻟا ﱠﻻِا ٖﮫِﺑ ﱡﻞ ِﻀُﯾﺎَﻣ َو (Allah) Onunla ancak fasıkları saptırır.”440F

441

Beydâvî, yukarıdaki âyette zikri geçen fasıkları, ‘iman sınırının dışına çıkanlar’ olarak tefsir etmiş daha sonra “ ُﻢُھ َﻦﯿ ٖﻘِﻓﺎَﻨُﻤْﻟا ﱠنِا َنﻮُﻘِﺳﺎَﻔْﻟا Şüphesiz münafıklar, fasıkların ta kendileridir”441F

442 âyetini işaret

438 Zeydân, s. 352; Subhi es-Salih, s. 308; Gümüş, s. 36-37; Erdoğan, s. 313. 439 Bkz. Subhi es-Salih, s. 309-310; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 183; Gümüş, s. 36-37. 440 Subhi es-Salih, s. 310; Gümüş, s. 38.

441 Bakara: 2/26. 442 Tevbe: 9/67.

142

ederek bu kimselerin, münafıklar olduğunu belirtmiştir.443 Zira

münafıklar da iman üzere sabit durmayıp küfre daldıklarından dolayı fasıklar gürûhuna girmektedirler.

Bunun başka bir örneği de şudur: “ﺎﱠﻤِﻣ ُسُﺪﱡﺴﻟاﺎَﻤُﮭْﻨِﻣ ٍﺪ ِﺣا َو ِّﻞُﻜِﻟ ِﮫْﯾ َﻮَﺑَ ِﻻ َو َك َﺮَﺗ

ْنِا َنﺎَﻛ ُﮫَﻟ

ٌﺪَﻟ َو Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana

babasına, her biri için altıda bir hissesi vardır”444 âyet-i kerîmesinde

ِﮫْﯾ َﻮَﺑَ ِﻻ “anne babasına” kelimesi mücmeldir ve ondan sonra gelen ِّﻞُﻜِﻟ ٍﺪ ِﺣا َو

ﺎَﻤُﮭْﻨِﻣ “onlardan her birisine” ifadesiyle tafsîl edilmiştir.444F

445

Mücmel kelime, akabinde gelen diğer ifadelerle tafsîl edilmeseydi, âyetin manasında şöyle bir yanlış anlaşılma olabilirdi: “Ölenin geriye

bıraktığı maldan, ana ve babasının ikisine altıda bir hisse düşer.”

Dolayısıyla anne ve babanın her birisine düşen miras yarı yarıya azalmış olurdu ki bu anlam, âyetin gerçek anlamına bire bir muhâliftir.

Aynı şekilde “ َنﻮُﻧ َﺰْﺤَﯾ ْﻢُھ َﻻ َو ْﻢِﮭْﯿَﻠَﻋ ٌف ْﻮَﺧ َﻻ ِﱣ� َءﺎَﯿِﻟ ْوَا ﱠنِا َﻻَا Bilesiniz ki,

Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de”446

âyet-i kerîmesi mücmel’dir ve hemen peşinden gelen “اﻮُﻧﺎَﻛ َواﻮُﻨَﻣٰا َﻦﯾ ٖﺬﱠﻟَا َنﻮُﻘﱠﺘَﯾ Onlar iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır”446F

447

âyetiyle tefsir edilmiştir.447F

448 Görüldüğü gibi ilk âyette kendilerinden

bahsedilen “evliyâ/Allah dostları”, ikinci âyette “Allah’a iman eden ve takvalı olanlar” şeklinde açıklanmıştır.

Bu konunun bir örneği de şudur: “…ا ًﺮَﺸَﺑ ﱠﻻِا ُﺖْﻨُﻛ ْﻞَھﻰّٖﺑ َر َنﺎَﺤْﺒُﺳ ْﻞُﻗ ًﻻﻮُﺳ َر (90-93) Dediler ki: ‘Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça yahut senin

hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça yâhut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe

443 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, I, 64. 444 Nisâ: 4/11.

445 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, II, 62. 446 Yûnus: 10/62.

447 Yûnus: 10/63.

ederek bu kimselerin, münafıklar olduğunu belirtmiştir.443 Zira

münafıklar da iman üzere sabit durmayıp küfre daldıklarından dolayı fasıklar gürûhuna girmektedirler.

Bunun başka bir örneği de şudur: “ﺎﱠﻤِﻣ ُسُﺪﱡﺴﻟاﺎَﻤُﮭْﻨِﻣ ٍﺪ ِﺣا َو ِّﻞُﻜِﻟ ِﮫْﯾ َﻮَﺑَ ِﻻ َو َك َﺮَﺗ

ْنِا َنﺎَﻛ ُﮫَﻟ

ٌﺪَﻟ َو Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana

babasına, her biri için altıda bir hissesi vardır”444 âyet-i kerîmesinde

ِﮫْﯾ َﻮَﺑَ ِﻻ “anne babasına” kelimesi mücmeldir ve ondan sonra gelen ِّﻞُﻜِﻟ ٍﺪ ِﺣا َو

ﺎَﻤُﮭْﻨِﻣ “onlardan her birisine” ifadesiyle tafsîl edilmiştir.444F

445

Mücmel kelime, akabinde gelen diğer ifadelerle tafsîl edilmeseydi, âyetin manasında şöyle bir yanlış anlaşılma olabilirdi: “Ölenin geriye

bıraktığı maldan, ana ve babasının ikisine altıda bir hisse düşer.”

Dolayısıyla anne ve babanın her birisine düşen miras yarı yarıya azalmış olurdu ki bu anlam, âyetin gerçek anlamına bire bir muhâliftir.

Aynı şekilde “ َنﻮُﻧ َﺰْﺤَﯾ ْﻢُھ َﻻ َو ْﻢِﮭْﯿَﻠَﻋ ٌف ْﻮَﺧ َﻻ ِﱣ� َءﺎَﯿِﻟ ْوَا ﱠنِا َﻻَا Bilesiniz ki,

Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de”446

âyet-i kerîmesi mücmel’dir ve hemen peşinden gelen “اﻮُﻧﺎَﻛ َواﻮُﻨَﻣٰا َﻦﯾ ٖﺬﱠﻟَا َنﻮُﻘﱠﺘَﯾ Onlar iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır”446F

447

âyetiyle tefsir edilmiştir.447F

448 Görüldüğü gibi ilk âyette kendilerinden

bahsedilen “evliyâ/Allah dostları”, ikinci âyette “Allah’a iman eden ve takvalı olanlar” şeklinde açıklanmıştır.

Bu konunun bir örneği de şudur: “…ا ًﺮَﺸَﺑ ﱠﻻِا ُﺖْﻨُﻛ ْﻞَھﻰّٖﺑ َر َنﺎَﺤْﺒُﺳ ْﻞُﻗ ًﻻﻮُﺳ َر (90-93) Dediler ki: ‘Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça yahut senin

hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça yâhut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe

443 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, I, 64. 444 Nisâ: 4/11.

445 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, II, 62. 446 Yûnus: 10/62.

447 Yûnus: 10/63.

448 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, III, 118.

yahut altından bir evin olmadıkça ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.’ De ki: ‘Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim.’”449

Arabça metnini vermediğimiz yukarıdaki âyetlerde müşrikler, sırf inatları sebebiyle Hz. Peygamber’den, bir beşer olarak gücünü aşan isteklerde bulunmuşlardır.

Beydâvî bu âyette Hz. Peygamer’in müşriklere cevâben verdiği “ ًﻻﻮُﺳ َر ا ًﺮَﺸَﺑ ﱠﻻِا ُﺖْﻨُﻛ ْﻞَھ ﻰّٖﺑ َر َنﺎَﺤْﺒُﺳ ْﻞُﻗ Ben ancak resûl olarak

gönderilen bir beşerim” şeklindeki ifadelerin mücmel olduğunu ve

Kur’ân’ın başka âyetlerinde tafsîl edildiğini bildirmiştir. Beydâvî’nin ifadesine göre bunun tafsîli, şu âyet-i kerîmelerde yapılmıştır:449F

450

“ ٌﻦﯿٖﺒُﻣ ٌﺮْﺤِﺳ ﱠﻻِااَﺬـٰھ ْنِااو ُﺮَﻔَﻛ َﻦﯾ ٖﺬﱠﻟا َلﺎَﻘَﻟ ُهﻮُﺴَﻤَﻠَﻓ ٍسﺎَط ْﺮِﻗﻰٖﻓﺎًﺑﺎَﺘِﻛ َﻚْﯿَﻠَﻋﺎَﻨْﻟ ﱠﺰَﻧ ْﻮَﻟ َو ْﻢِﮭﯾ ٖﺪْﯾَﺎِﺑ (Ey Muhammed!) Eğer sana kâğıda yazılı bir kitap indirseydik, onlar

da elleriyle ona dokunsalardı, yine o inkâr edenler, “Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir” diyeceklerdi.”450F

451

“ ْﻞَﺑﺎَﻧ ُرﺎَﺼْﺑَا ْت َﺮِّﻜُﺳﺎَﻤﱠﻧِااﻮُﻟﺎَﻘَﻟ - َنﻮُﺟ ُﺮْﻌَﯾ ِﮫﯿٖﻓاﻮﱡﻠَﻈَﻓ ِءﺎَﻤﱠﺴﻟا َﻦِﻣﺎًﺑﺎَﺑ ْﻢِﮭْﯿَﻠَﻋﺎَﻨْﺤَﺘَﻓ ْﻮَﻟ َو ُﻦْﺤَﻧ

ٌم ْﻮَﻗ

َنو ُرﻮُﺤْﺴَﻣ (14-15) Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı

çıkmaya koyulsalar, yine “Gözlerimiz döndürüldü, biz herhâlde büyülenmiş bir toplumuz” derlerdi.”451F

452

2.1.1.3. Beydâvî Tefsîri’nde Âmmın Tahsîsi

Konuluşu itibariyle delâlet ettiği bütün fertleri sınırsız olarak aynı anda kapsayan lafza âmm denir.453 Tahsîs ise âmmı, ihtiva

ettiği fertlerden bir kısmına mahsus kılmaktır.454 Kur’ân’ı Kerîm’de

449 İsrâ: 17/90-93.

450 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, III, 267. 451 Enâm: 6/7.

452 Hicr: 15/15.

453 Cürcânî, s. 116; Zeydân, 305; Abdulvehhâb Hallâf, İlmu Usûli’l-Fıkh, (8. Baskı), Mektebetü’d-

D’avâ, s. 177-178; Subhi es-Sâlih, 304.

144

umûm ifade eden bir lafzın herhangi bir şekilde tahsîs edilmesine,

âmmın tahsîsi denir. Umûmîlik ifade eden lafızları tahsîs edecek bir

kârine bulunmadığı müddetçe bu lafızlar, umûmîlikleri üzere kalırlar. Kur’ân’da umûmîlikleri üzere kalan çok lazıf bulunmakla beraber birçoğu da çeşitli şekillerde tahsîs edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de umûmîlik ifade eden kelime ve cümlelerden bazıları şunlardır:455

1. ﺔﻔّﻓَﺎﻛ- ُﻊﯿﻤَﺟ- ﱡﻞُﻛ gibi kelimeler. Örnek: “ ِت ْﻮَﻤْﻟا ُﺔَﻘِﺋاَذ ٍﺲْﻔَﻧ ﱡﻞُﻛ

Her nefis ölümü tadacaktır.”456 ٌﻦﯿ ٖھ َر َﺐَﺴَﻛ ﺎَﻤِﺑ ٍئ ِﺮْﻣا ﱡﻞُﻛ Herkes kazandığı karşılığında rehindir.”456F

457

2. İsm-i mevsûller. “ ِﺮ ِﺧٰ ْﻻا ِم ْﻮَﯿْﻟﺎِﺑ َو ِﱣ�ﺎِﺑﺎﱠﻨَﻣٰا ُلﻮُﻘَﯾ ْﻦَﻣ ِسﺎﱠﻨﻟا َﻦِﻣ َو ﺎَﻣ َو

ْﻢُھ

َﻦﯿٖﻨِﻣْﺆُﻤِﺑ İnsanlardan, inanmadıkları hâlde, ‘Allah’a ve ahiret

gününe inandık’ diyen kimseler de vardır”458 âyetindeki ْﻦَﻣ ism-i

mevsûlü.

3. İzâfetle veya istiğrâk ifade eden لا takısı ile marife olan cemî kelimeler. Örnek: “ ِﻦْﯿَﻠِﻣﺎَﻛ ِﻦْﯿَﻟ ْﻮَﺣ ﱠﻦُھَد َﻻ ْوَا َﻦْﻌ ِﺿ ْﺮُﯾ ُتاَﺪِﻟا َﻮْﻟا َو (Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için) anneler çocuklarını iki

tam yıl emzirirler”459 âyetindeki ُتاَﺪِﻟا َﻮْﻟا َو kelimesi. “ﻰٖﻓ ُﱣ� ُﻢُﻜﯿ ٖﺻﻮُﯾ

ْﻢُﻛِد َﻻ ْوَا ِﺮَﻛﱠﺬﻠِﻟ ُﻞْﺜِﻣ ِّﻆَﺣ

ِﻦْﯿَﯿَﺜْﻧُ ْﻻا Allah, size, çocuklarınız(ın alacağı miras)

hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder”460 âyetinde

ْﻢُﻛِد َﻻ ْوَا kelimesi.

4. Şart isimleri. “ﺎًﻣﺎَﺛَا َﻖْﻠَﯾ َﻚِﻟٰذ ْﻞَﻌْﻔَﯾ ْﻦَﻣ َو Kim bunları yaparsa ağır

azaba uğrar”461 âyetindeki ْﻦَﻣ kelimesi.