• Sonuç bulunamadı

G. BEYDÂVÎ TEFSÎRİ ÜZERİNE YAPILAN ÇALIŞMALAR

1.1. GARİBÜ’L-KUR’ÂN

Garîb kelimesi “garâbet” kökünden türemiştir. Manası açık olmayan, kullanımı az olup insanlar tarafından bilinmeyen kelimeye garîb denilmektedir.93 Garîb kelimeler, isti’mâlde çokça

90 Zürkânî, Muhammed Abdü’l-Azîm, Menâhilü’l-İrfân I-II, (3. Baskı), thk., Ahmed İsâ el-

Ma’sarâvî, Dâru’s-Selâm, Kâhire 2010, I, 20; Sâbûnî, Muhammed Ali, et-Tibyân fî ‘Ulûmi’l- Kur’ân, Mektebetü’l- Büşrâ, Karachi-Pakistan 2011, s. 7-8; Bkz. Recep Orhan Özel, Zemahşeri ve Dilbilimsel Tefsir, (1. Baskı), Sage Yayıncılık, Ankara 2012, s. 23.

91 Zürkânî, I, 23-24.

92 Abdurrahman Çetin, Kur’ân İlimleri ve Kur’an-ı Kerîm Tarihi, (2. Baskı), Dergâh Yay.,

İstanbul 2012, s. 206.

93 Cürcânî, Seyyid Şerif Ali b. Muhammed, et-Ta’rîfât, (2. Baskı), thk., Muhammed

Abdurrahman el-Mar’aşlî, Dâru’n-Nefâis, Beyrut 2007/1428, s. 239; Tehânevî, Muhammed b. Ali, Mevsûatü Keşşâfi Istılâhati’l-Fünûn ve’l-‘Ulûm I-II, thk., Ali Dahrûc, (1. Baskı), Mektebetü Lübnân Nâşirûn, Beyrut 1996, II, 1250-1252; Ahmet Cevdet Paşa, Belâgat-ı

BİRİNCİ BÖLÜM BEYDÂVÎ TEFSİRİ’NDE KUR’ÂN İLİMLERİ

Kur’ân’a dayanan ve onun anlaşılması yolunda ona hizmet eden ilimlere Ulûmu’l-Kur’ân denir.90 Ulûmu’l-Kur’ân, Türkçe’de

Kur’ân ilimleri manasına gelmektedir. Kur’ân’ın nüzûlü, tertibi, cem’î, kıraatı, kitâbeti, tefsiri, i’câzı, nâsih ve mensûhu, bu ilimlerden bazılarıdır.91 Bu ilimler müstakil olarak, Kur’ân’ın bir

bölümünü veya bir yönünü konu edinir. “Bunlardan bir kısmı Kur’ân’ın bazı özellikleri ve tarihi hakkında bilgi verirken, bir kısmı da onun doğru anlaşılıp yorumlanmasına katkıda bulunmaktadır. Bunun içindir ki tefsir tarihi ve tefsir usûlüne dair eserlerde bu konular da işlenmektedir.”92

Araştırmamızın konusu olan Envâru’t-Tenzîl’de, Kur’ân ilimlerine sıklıkla yer verilmiştir. Envâru‘t-Tenzîl’de âyetler tefsir edilirken, Kur’ân ilimlerine bazen ismen değinilmiş bazen de dolaylı olarak işaret edilmiştir. Bu bölümde, Envârü‘t-Tenzîl’de geçen Kur’ân ilimleri tespit edilerek örneklerle açıklanacaktır. Söz konusu Kur’ân ilimleri sırasıyla şöyledir:

1.1. GARİBÜ’L-KUR’ÂN

Garîb kelimesi “garâbet” kökünden türemiştir. Manası açık olmayan, kullanımı az olup insanlar tarafından bilinmeyen kelimeye garîb denilmektedir.93 Garîb kelimeler, isti’mâlde çokça

90 Zürkânî, Muhammed Abdü’l-Azîm, Menâhilü’l-İrfân I-II, (3. Baskı), thk., Ahmed İsâ el-

Ma’sarâvî, Dâru’s-Selâm, Kâhire 2010, I, 20; Sâbûnî, Muhammed Ali, et-Tibyân fî ‘Ulûmi’l- Kur’ân, Mektebetü’l- Büşrâ, Karachi-Pakistan 2011, s. 7-8; Bkz. Recep Orhan Özel, Zemahşeri ve Dilbilimsel Tefsir, (1. Baskı), Sage Yayıncılık, Ankara 2012, s. 23.

91 Zürkânî, I, 23-24.

92 Abdurrahman Çetin, Kur’ân İlimleri ve Kur’an-ı Kerîm Tarihi, (2. Baskı), Dergâh Yay.,

İstanbul 2012, s. 206.

93 Cürcânî, Seyyid Şerif Ali b. Muhammed, et-Ta’rîfât, (2. Baskı), thk., Muhammed

Abdurrahman el-Mar’aşlî, Dâru’n-Nefâis, Beyrut 2007/1428, s. 239; Tehânevî, Muhammed b. Ali, Mevsûatü Keşşâfi Istılâhati’l-Fünûn ve’l-‘Ulûm I-II, thk., Ali Dahrûc, (1. Baskı), Mektebetü Lübnân Nâşirûn, Beyrut 1996, II, 1250-1252; Ahmet Cevdet Paşa, Belâgat-ı

yer almadıkları için bu gibi kelimelerin anlamları, ancak geniş dil sözlüklerine bakmakla ve derinlemesine araştırmakla bilinebilir. Tıpkı ﻢﺗﺄﻛﺄﻜﺗ “toplandınız” ve اﻮﻌﻘﻧﺮﻓا “benden uzak durun/dağılın” kelimeleri gibi… Bu sözleri, Sibeveyh’in hocası İsâ b. Ömer es-Sekafî (ö. h. 149) söylemiştir. Bineğinden düştüğü bir esnada başına toplanan insanlara sinirlenerek şöyle demiştir:

ﻲّﻨﻋ

اﻮﻌﻘﻧﺮﻓاﺔّﻨﺟيذ

ﻰﻠﻋﻢﻜﺌﻛﺄﻜﺘﻛ ّﻲﻠﻋﻢﺗﺄﻛﺄﻜﺗﻢﻜﻟﺎﻣ

Size ne oluyor

da bir delinin başına toplanır gibi toplandınız? Benden uzak durun!” 93F

94

Kur’ân’da kullanılmışken daha sonraları unutulan veya az kullanılan lafızlar ve farklı Arap lehçelerinden gelen ya da başka dillerden Arapçaya girip Arapçalaştırılan kelimeler garîb olarak değerlendirilmektedir.95

Dünyada az veya çok diğer dillerden etkilenmemiş yüzde yüz saf bir dil yoktur. Çünkü dil, insanların kullandığı bir araç olarak sürekli gelişen, değişen, etkileyen ve etkilenen bir olgudur. 96

Diğer bütün dillerde olduğu gibi Arap diline de komşu dil ve kültürlerle etkileşim sonucu girmiş bazı kelimeler mevcuttur. Örneklendirmek gerekirse (ﺾﯿﻗ), Habeş dilinde noksan; (ﻢﯿﻗر) Rumca’da kitap; ( ّﻢﯾ), Kıptîce’de deniz; (رﻮط), Süryânice’de dağ ve (ﻞﯿﺠﺳ), Farsça’da çamur manasına gelmektedir. Yine (ﻲﻐﺑ), Arapça’nın Temim lehçesinde hased; (ﮫﯿﻔﺳ), Kinâne lehçesinde cahil; (ﺔﻠﺤﻧ), Kays lehçesinde farz; (ﺔﯾﺪﺼﺗ), Kureyş lehçesinde alkış anlamındadır. Ekserî ulemâ bu gibi kelimelerin “garîb” olduğunu Osmâniyye, haz. Turgut Karabey, Mehmet Atalay, Akçağ Yayınları, Ankara 2000, s. 4-5; R. Selçuk Uysal, Belâgat ve Edebî Sanatlar Lügati, (1. Baskı), Doğu Kitabevi, İstanbul 2010, s. 77.

94 Tehânevî, II, 1250-1252; Nusrettin Bolelli, Belâgat/Arap Edebiyâtı, (5. Baskı), İFAV Yayınları,

İsanbul 2009, s. 17; Cüneyt Eren, Vecih Uzunoğlu, Hülâsatu’l-Belâğa/Arapça Belâğat, Cantaş Yayınları, İstanbul 2012, s. 11.

95 İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, (24. Baskı), TDV Yayınları, Ankara 2013, s, 151-156; Muhsin

Demirci, Tefsir usûlü, (13. Baskı), İFAV Yayınları, İstanbul 2011, s, 155.

96 Mesut Okumuş, “Ulûmu’l-Kur’ân (Kur’ân İlimler), M. Akif Koç (Ed.), Tefsîr El Kitabı, Grafiker

52

söylemişlerdir. Âlimlerin çoğunluğu, Kur’ân-ı Kerîm’de başka dillerden Arapçaya girmiş ya da Kureyş lehçesi dışında diğer Arap lehçelerinde kullanılan bazı kelimelerin olabileceğini kabul etmekteyken, Şâfiî (ö. 204/819) ve Taberî (ö. 310/922) gibi âlimler Kur’ân’da, Arapça dışında yabancı bir dilden gelmiş başka bir kelimenin olduğunu kabul etmemektedirler.97 Hâlbuki sahabe bile

Kur’ân’da manasını tam olarak anlamadıkları kelimelerin varlığından bahsetmiştir. Hz. Ömer’in Abese sûresindeki ﺎ�ﺑَا kelimesinin manasını bilmediğini nakleden rivayetler bulunmaktadır.98 Beydâvî’nin naklettiğine göre İbn-i Abbâs da “ ِﺮِطﺎَﻓ

ِتا َﻮ ٰﻤﱠﺴﻟا

ِض ْرَ ْﻻا َو ”99 âyetindeki ﺮِطﺎَﻓ kelimesinin manası hakkında, “Bir

kuyunun başında çekişen iki bedevîyle karşılaşana kadar fâtır kelimesinin manasını bilmiyordum. Onlardan birisi ‘ﺎﮭﺗﺮﻄَﻓ ﺎﻧأ Bu

kuyuyu ilk önce ben açtım.’ deyince bu kelimenin manasını anladım”

demiştir.99F

100

Ğarîbü’l-Kur’ân ilmi çerçevesinde Beydâvî tefsîri’ne baktığımızda Beydâvî’nin, Kur’ân’da geçen garîb kelimelerle ilgili genel olarak âlimler tarafından söylenmiş görüşleri naklettiğini görürüz. O, bu garîb kelimeleri tefsir ederken, mevcut görüşler arasında bazen tercihte bulunur, bazen de tercihte bulunmadan var olan görüşleri sıralamakla yetinir. Mesela “ ِﻒْﮭَﻜْﻟا َبﺎَﺤْﺻَا ﱠنَا َﺖْﺒِﺴَﺣ ْمَا

ِﻢﯿٖﻗ ﱠﺮﻟا َو اﻮُﻧﺎَﻛ ْﻦِﻣ ﺎَﻨِﺗﺎَﯾٰا

ﺎًﺒَﺠَﻋ Yoksa sen, (sadece) Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı

Rakîm’i mi bizim ibret verici delillerimizden sandın?”101 âyeti

kerîmesinde ِﻢﯿٖﻗ ﱠﺮﻟا lafzı hakkında söylenmiş görüşleri nakletmiş ve

97 Cerrahoğlu, Tefsîr Usûlü, 151-156; Demirci, Tefsîr Usûlü, 155; Mesut Okumuş, “Ulûmu’l-

Kur’ân (Kur’ân İlimler), Tefsîr El Kitabı, s. 358.

98 Zerkeşî, Bedrüddîn Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillâh, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân I-IV,

thk., Muhammed ebu’l-Fadl İbrahim, (1. Baskı), Dâru İhyâi Kütübi’l-‘Arabiyyeti, 1376/1957, I, 295; Suyûtî, Celâlüddîn Abdurrahman b. Ebî Bekr, el-İtkân fî Ulûmi’l-Kurân I-IV, thk., Muhammed Ebu’l-Fazl İbrahim, Hey’etü’l-Mısrıyyetü’l-‘Ammetü li’l-Kütüb, 1394/1974, II, 4.

99 En’âm: 6/14.

100 Beyhâkî, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyn b. Ali, el-Esmâ’ ve’s-Sıfât I-II, thk., Abdullah b.

Muhammed el-Hâşidî, Mektebetü’s-Sevâdî, Cidde 1993, I, 78; Suyûtî, el-Itkân fî Ulûmi’l- Kurân, II, 4; Münâvî, II, 602; M. Zeki Duman, Uygulamalı Tefsir Usulü ve Tefsir Tarihi, Erciyes Üni. Yayınları, Kayseri 1992, s. 119.

söylemişlerdir. Âlimlerin çoğunluğu, Kur’ân-ı Kerîm’de başka dillerden Arapçaya girmiş ya da Kureyş lehçesi dışında diğer Arap lehçelerinde kullanılan bazı kelimelerin olabileceğini kabul etmekteyken, Şâfiî (ö. 204/819) ve Taberî (ö. 310/922) gibi âlimler Kur’ân’da, Arapça dışında yabancı bir dilden gelmiş başka bir kelimenin olduğunu kabul etmemektedirler.97 Hâlbuki sahabe bile

Kur’ân’da manasını tam olarak anlamadıkları kelimelerin varlığından bahsetmiştir. Hz. Ömer’in Abese sûresindeki ﺎ�ﺑَا kelimesinin manasını bilmediğini nakleden rivayetler bulunmaktadır.98 Beydâvî’nin naklettiğine göre İbn-i Abbâs da “ ِﺮِطﺎَﻓ

ِتا َﻮ ٰﻤﱠﺴﻟا

ِض ْرَ ْﻻا َو ”99 âyetindeki ﺮِطﺎَﻓ kelimesinin manası hakkında, “Bir

kuyunun başında çekişen iki bedevîyle karşılaşana kadar fâtır kelimesinin manasını bilmiyordum. Onlardan birisi ‘ﺎﮭﺗﺮﻄَﻓ ﺎﻧأ Bu

kuyuyu ilk önce ben açtım.’ deyince bu kelimenin manasını anladım”

demiştir.99F

100

Ğarîbü’l-Kur’ân ilmi çerçevesinde Beydâvî tefsîri’ne baktığımızda Beydâvî’nin, Kur’ân’da geçen garîb kelimelerle ilgili genel olarak âlimler tarafından söylenmiş görüşleri naklettiğini görürüz. O, bu garîb kelimeleri tefsir ederken, mevcut görüşler arasında bazen tercihte bulunur, bazen de tercihte bulunmadan var olan görüşleri sıralamakla yetinir. Mesela “ ِﻒْﮭَﻜْﻟا َبﺎَﺤْﺻَا ﱠنَا َﺖْﺒِﺴَﺣ ْمَا

ِﻢﯿٖﻗ ﱠﺮﻟا َو اﻮُﻧﺎَﻛ ْﻦِﻣ ﺎَﻨِﺗﺎَﯾٰا

ﺎًﺒَﺠَﻋ Yoksa sen, (sadece) Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı

Rakîm’i mi bizim ibret verici delillerimizden sandın?”101 âyeti

kerîmesinde ِﻢﯿٖﻗ ﱠﺮﻟا lafzı hakkında söylenmiş görüşleri nakletmiş ve

97 Cerrahoğlu, Tefsîr Usûlü, 151-156; Demirci, Tefsîr Usûlü, 155; Mesut Okumuş, “Ulûmu’l-

Kur’ân (Kur’ân İlimler), Tefsîr El Kitabı, s. 358.

98 Zerkeşî, Bedrüddîn Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillâh, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân I-IV,

thk., Muhammed ebu’l-Fadl İbrahim, (1. Baskı), Dâru İhyâi Kütübi’l-‘Arabiyyeti, 1376/1957, I, 295; Suyûtî, Celâlüddîn Abdurrahman b. Ebî Bekr, el-İtkân fî Ulûmi’l-Kurân I-IV, thk., Muhammed Ebu’l-Fazl İbrahim, Hey’etü’l-Mısrıyyetü’l-‘Ammetü li’l-Kütüb, 1394/1974, II, 4.

99 En’âm: 6/14.

100 Beyhâkî, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyn b. Ali, el-Esmâ’ ve’s-Sıfât I-II, thk., Abdullah b.

Muhammed el-Hâşidî, Mektebetü’s-Sevâdî, Cidde 1993, I, 78; Suyûtî, el-Itkân fî Ulûmi’l- Kurân, II, 4; Münâvî, II, 602; M. Zeki Duman, Uygulamalı Tefsir Usulü ve Tefsir Tarihi, Erciyes Üni. Yayınları, Kayseri 1992, s. 119.

101 Kehf: 18/9.

herhangi bir tercihte bulunmamıştır. Beydâvî tefsîri’nde ﻢﯿٖﻗ ﱠﺮﻟا tabirinin ne olduğuyla ilgili şu görüşler mevcuttur:

1. ﻢﯿٖﻗ ﱠﺮﻟا (Rakîm), bir dağ ismidir.

2. Mağaranın yer aldığı vadinin ismidir. 3. Ashâb-ı Kehf’in köylerinin ismidir. 4. Ashâb-ı Kehf’in köpeklerinin ismidir.

5. Ashâb-ı Kehf’in isimlerinin üzerine yazılı olduğu ve mağara kapısı üzerinde asılı olan kurşundan veya taştan yapılmış levhanın ismidir.

Beydâvî, bu görüşlerin ardından, muhtemelen tercih etmediğine işaret olsun diye ﻞﯿﻗ lafzıyla altıncı bir görüş daha zikreder ki bu görüşe göre Ashâbu’r-Rakîm, Ashabu’l-Kehf’in dışında başka bir topluluktur. Sayıları üç olan bu topluluk, rızık aramak için dağda oldukları bir sırada şiddetli bir yağmura tutulmuşlar ve yakınlardaki bir mağaraya sığınmışlardı. Derken büyük bir kaya yuvarlanıp mağaranın ağzını kapatmış. Bunlardan birisi, “her birimiz yaptığı hayırlı bir ameli zikretsin de belki yüce Allah yaptığımız bu hayırlı amelin bereketiyle bize merhamet eder ve bu kayayı kaldırır”, demiş. Bunun üzerine birisi, “bir gün evimde birkaç işçi çalıştırdım. Bir işçi de öğle vakti geldi ve akşama kadar diğer işçilerle beraber çalıştı. Ben de akşamleyin ona, diğerlerine verdiğim ücret kadar verdim. İşçilerden biri, bu duruma kızdı ve kendi ücretini istemeden çekip gitti. Ben, o ücreti ayırdım bir müddet sonra evin yanından bir sığır sürüsü geçti. Sığır sürüsünden, işçi için ayırdığım ücretle bir buzağı aldım. Birkaç sene sonra yaşlanmış ve kendisini tanımadığım halde ücretini almak için bana geldi. Kendisini tanıttı ve ücretini istedi. Ben de buzağı ve ondan üreyen bütün sığırları adama verdim. Ey Rabbim! Bu ameli

54

senin rızan için yaptıysam bizi kurtar”, dedi. Kaya biraz açıldı ve ışık göründü. İkincisi de “ben zengin birisiydim ve o sene kıtlık vardı. İhtiyaç sahibi bir kadın bana geldi ve yardımda bulunmamı istedi. Ben de bu yardımı, ancak kendisini bana teslim etmesi karşılığında yapabileceğimi söyledim. Kadın teklifimi reddetti ve bu şekilde üç kere gidip geldi. En sonunda kocasına durumu anlattı ve kocası ona, ‘teklifi kabul et ve çocuklarını koru’, dedi. Sonra kadın bana geldi ve kendini teslim etti. Ben ona yönelince, şiddetle titredi. Ona, ‘neyin var?’ diye sorduğumda bana, Allah’tan (c.c) korktuğunu söyledi. Ben de ona, ‘sen sıkıntıda olduğun halde Allah’tan (c.c) korkup günah işlemiyorsun; bense zor durumda olmadığım halde Allah’tan (c.c) korkmayıp günah işlemeye kalkıyorum’, dedim. Sonra onu bıraktım ve istediği yardımı yaptım. Ey Rabbim! Bu ameli senin rızan için için yaptıysam bizi kurtar”, dedi. Kaya biraz daha açıldı ve birbirlerinin yüzlerini gördüler. Üçüncü olan da “benim anne ve babam yaşlı ve bakıma muhtaç idiler. Koyunlarım vardı ve arada, koyunları bırakıp gelir; anne ve babamı yedirir, içirir sonra da koyunlarıma dönerdim. Günlerden bir gün yağmura tutuldum ve akşama kadar onlara gidemedim. Eve geldim, süt kabını alıp süt sağdım. Anne ve babama gittiğimde uyumuşlardı, uyandırmak istemedim. Elimde süt kabıyla onları, sabaha kadar bekledim. Uyandıklarında onları yedirdim ve içirdim. Ey Rabbim! Bu ameli senin rızan için için yaptıysam bizi kurtar”, dedi. Kaya tamâmen açıldı ve çıkıp kurtuldular.102 Bu haberi, Numan

b. Beşîr merfû olarak nakletmiştir103

Müfessir Beydâvî, konunun başında da geçtiği üzere Kur’ân-ı Kerîm’de garîb kelimelerden kabul edilen “ ًﺔَﮭِﻛﺎَﻓ َوﺎ�ﺑَا َو ”104 âyetindeki ﺎ�ﺑَا

102 Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahîh-u Buhârî I-IX, (1. Baskı), thk.,

Muhammed Züheyr b. Nâsır, Şerh: Mustafa Dîb el-Buğâ, Dâru Tavki’n-Necât, 1422, Büyû: 98, İcâre: 12, Enbiyâ: 53; Müslim b. Haccâc Ebu’l-Hasan el-Kuşeyrî, Sahîh-u Müslim I-V, thk., Muhammed Fuâd Abdülbâkî, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, Beyrut tsz, Zikr: 100; Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, III, 273-274.

103 Kônevî, V, 8-9. 104 Abese: 80/31.

senin rızan için yaptıysam bizi kurtar”, dedi. Kaya biraz açıldı ve ışık göründü. İkincisi de “ben zengin birisiydim ve o sene kıtlık vardı. İhtiyaç sahibi bir kadın bana geldi ve yardımda bulunmamı istedi. Ben de bu yardımı, ancak kendisini bana teslim etmesi karşılığında yapabileceğimi söyledim. Kadın teklifimi reddetti ve bu şekilde üç kere gidip geldi. En sonunda kocasına durumu anlattı ve kocası ona, ‘teklifi kabul et ve çocuklarını koru’, dedi. Sonra kadın bana geldi ve kendini teslim etti. Ben ona yönelince, şiddetle titredi. Ona, ‘neyin var?’ diye sorduğumda bana, Allah’tan (c.c) korktuğunu söyledi. Ben de ona, ‘sen sıkıntıda olduğun halde Allah’tan (c.c) korkup günah işlemiyorsun; bense zor durumda olmadığım halde Allah’tan (c.c) korkmayıp günah işlemeye kalkıyorum’, dedim. Sonra onu bıraktım ve istediği yardımı yaptım. Ey Rabbim! Bu ameli senin rızan için için yaptıysam bizi kurtar”, dedi. Kaya biraz daha açıldı ve birbirlerinin yüzlerini gördüler. Üçüncü olan da “benim anne ve babam yaşlı ve bakıma muhtaç idiler. Koyunlarım vardı ve arada, koyunları bırakıp gelir; anne ve babamı yedirir, içirir sonra da koyunlarıma dönerdim. Günlerden bir gün yağmura tutuldum ve akşama kadar onlara gidemedim. Eve geldim, süt kabını alıp süt sağdım. Anne ve babama gittiğimde uyumuşlardı, uyandırmak istemedim. Elimde süt kabıyla onları, sabaha kadar bekledim. Uyandıklarında onları yedirdim ve içirdim. Ey Rabbim! Bu ameli senin rızan için için yaptıysam bizi kurtar”, dedi. Kaya tamâmen açıldı ve çıkıp kurtuldular.102 Bu haberi, Numan

b. Beşîr merfû olarak nakletmiştir103

Müfessir Beydâvî, konunun başında da geçtiği üzere Kur’ân-ı Kerîm’de garîb kelimelerden kabul edilen “ ًﺔَﮭِﻛﺎَﻓ َوﺎ�ﺑَا َو ”104 âyetindeki ﺎ�ﺑَا

102 Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahîh-u Buhârî I-IX, (1. Baskı), thk.,

Muhammed Züheyr b. Nâsır, Şerh: Mustafa Dîb el-Buğâ, Dâru Tavki’n-Necât, 1422, Büyû: 98, İcâre: 12, Enbiyâ: 53; Müslim b. Haccâc Ebu’l-Hasan el-Kuşeyrî, Sahîh-u Müslim I-V, thk., Muhammed Fuâd Abdülbâkî, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, Beyrut tsz, Zikr: 100; Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, III, 273-274.

103 Kônevî, V, 8-9. 104 Abese: 80/31.

kelimesi hakkında ise şöyle demektedir: “Bu kelime, “otlak” manasında olup ّبأ “hazır oldu” fiilinden türemiştir. Ona göre mana, ‘otlanmaya hazır mera veya kışta yenilmek üzere hazırlanmış meyveler’ şeklinde de olabilir. Kônevî’nin Beydâvî tefsiri üzerine yazmış olduğu hâşiyesinde ise bu kelimenin, ‘gitmeye hazır olmak, bir şeyi yapmaya hazır olmak, hazırlanmak ve bir şeyin yapılması için belirlenen zaman’ gibi anlamlarda olduğu zikredilmiştir.104F

105