• Sonuç bulunamadı

G. BEYDÂVÎ TEFSÎRİ ÜZERİNE YAPILAN ÇALIŞMALAR

1.2. MÜŞKİLÜ’L-KUR’ÂN

Müşkil, sözlükte ﻞﻜﺷا “karışık oldu” anlamına gelen fiilden ism-i fâil olan bir kelimedir. Birbirinden ayırt edilemeyen durumlara da müşkil denilmiştir.105F

106 Istılahta ise müşkil, Kur’ân’ın

bazı âyetleri arasındaki ihtilaflı ve çelişkili gibi görünen durumlardır.106F

107

Kesin olarak bilinmelidir ki Kur’ân’da mana itibariyle birbirine çelişen aralarında tenâkuz olan âyetler bulunmamaktadır. İlk bakışta âyetler arasında ihtilaf gibi bir durum, zâhiren gözükse de kısa bir araştırma neticesinde ihtilafın söz konusu olmadığı anlaşılacaktır. Buna şu âyet-i kerîme açıkça delâlet emektedir: “ َﻼَﻓَا

َنو ُﺮﱠﺑَﺪَﺘَﯾ َنٰا ْﺮُﻘْﻟا ْﻮَﻟ َو َنﺎَﻛ ْﻦِﻣ ِﺪْﻨِﻋ ِﺮْﯿَﻏ ِﱣ� اوُﺪَﺟ َﻮَﻟ ِﮫﯿٖﻓ ﺎًﻓ َﻼِﺘْﺧا ا ًﺮﯿٖﺜَﻛ Hâlâ Kur’an’ı

düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.”107F

108 Bu meseleyle ilgili Ömer Nasûhî Bilmen’in ifadeleri

şöyledir: “Bir kere Kur’ân-ı Kerîm, bir Kelâm-ı İlâhî olduğundan âyetleri arasında hakîkî sûrette bir ihtilaf vukû’una imkân yoktur. Ancak bâdi-î nazarda bazı âyetler arasında bir ihtilaf nişânesi

105 Kônevî, VII, s. 48.

106 İbn-i Manzûr, Cemâlüddîn Ebu’l-Fazl Muhammed b. Mükerrem el-Ensârî, Lisânu’l-‘Arab I,

XV, (3. Baskı), Dâr Sâdır, Beyrut 1414, XI, 357-359; Zebîdî, Ebu’l-Feyz Muhammed b. Muhammed Murtazâ, Tâcu’l-Arûs I-XL, Dâru’l-Hidâye, tsz., XXIX, 271.

107 Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 179; Çetin, s. 285; Demirci, Tefsir Usûlü, s. 201. 108 Nisâ: 4/82.

56

görülebilirse de cüz’î bir inceleme neticesinde böyle bir ihtilafın mevcut olmadığı anlaşılır.”109

Beydâvî tefsirinde ele alınan müşkilü’l-Kur’ân konusunun bir örneği, şeytanın, bir varlık olarak hangi türe mensup olduğunu bildiren şu âyetlerdir: “ َﺮَﺒْﻜَﺘْﺳا َوﻰٰﺑَا َﺲﯿٖﻠْﺑِا ﱠﻻِااوُﺪَﺠَﺴَﻓ َمَدٰ ِﻻاوُﺪُﺠْﺳا ِﺔَﻜِﺌٰﻠَﻤْﻠِﻟﺎَﻨْﻠُﻗ ْذِا َو

َنﺎَﻛ َو َﻦِﻣ

َﻦﯾ ٖﺮِﻓﺎَﻜْﻟا Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de

İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.(Bakara/34)”

“ ٖﮫِّﺑ َر ِﺮْﻣَا ْﻦَﻋ َﻖَﺴَﻔَﻓ ِّﻦ ِﺠْﻟا َﻦِﻣ َنﺎَﻛ َﺲﯿٖﻠْﺑِا ﱠﻻِااوُﺪَﺠَﺴَﻓ َمَدٰ ِﻻ اوُﺪُﺠْﺳا ِﺔَﻜِﺌٰﻠَﻤْﻠِﻟ ﺎَﻨْﻠُﻗ ْذِا َو

Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. (Kehf/50)”.

Yukarıdaki âyetlerin ilkinde, meleklerin Hz. Âdem’e secde etmeleri emredilmekte ve şeytan hariç hepsinin secde ettiği geçmektedir. Diğerinde ise şeytanın cinlerden olduğundan bahsedilmektedir. Âyetlerdeki bu işkâlin giderilmesi hususunda Beydâvî, şeytanın meleklerden olduğunu iddia etmiştir. Beydâvî’ye göre şeytan, meleklerden olmasaydı Allah Teâlâ’nın meleklere verdiği emirle muhatap tutulmaz ve âyette geçen meleklerden istisna edilmesi sahih olmazdı. Dolayısıyla yukarıda Kehf Sûresi 50. âyette geçen şeytanın cinlerden olması durumu, onun fiilleri itibariyle cinlerden, tür olarak ise meleklerden olduğu manasındadır.110 Burada müfessir, şeytanın fiil yapma kabiliyeti

olarak cinlere benzediğini, bununla birlikte melek nev’ine mensup olduğunu iddia etmiş ve devamında delil olarak, İbn-i Abbas’ın bu minvaldeki rivâyetini zikretmiştir. İbn-i Abbas’tan gelen söz konusu rivayette ise meleklerden bir kısmının çoğaldığı (ürediği), bunlara

109 Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi I-II, Ravza Yayınları, İstanbul 2008, I, 154. 110 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, I, 70-72, III, 210.

görülebilirse de cüz’î bir inceleme neticesinde böyle bir ihtilafın mevcut olmadığı anlaşılır.”109

Beydâvî tefsirinde ele alınan müşkilü’l-Kur’ân konusunun bir örneği, şeytanın, bir varlık olarak hangi türe mensup olduğunu bildiren şu âyetlerdir: “ َﺮَﺒْﻜَﺘْﺳا َوﻰٰﺑَا َﺲﯿٖﻠْﺑِا ﱠﻻِااوُﺪَﺠَﺴَﻓ َمَدٰ ِﻻاوُﺪُﺠْﺳا ِﺔَﻜِﺌٰﻠَﻤْﻠِﻟﺎَﻨْﻠُﻗ ْذِا َو

َنﺎَﻛ َو َﻦِﻣ

َﻦﯾ ٖﺮِﻓﺎَﻜْﻟا Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de

İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.(Bakara/34)”

“ ٖﮫِّﺑ َر ِﺮْﻣَا ْﻦَﻋ َﻖَﺴَﻔَﻓ ِّﻦ ِﺠْﻟا َﻦِﻣ َنﺎَﻛ َﺲﯿٖﻠْﺑِا ﱠﻻِااوُﺪَﺠَﺴَﻓ َمَدٰ ِﻻاوُﺪُﺠْﺳا ِﺔَﻜِﺌٰﻠَﻤْﻠِﻟ ﺎَﻨْﻠُﻗ ْذِا َو

Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. (Kehf/50)”.

Yukarıdaki âyetlerin ilkinde, meleklerin Hz. Âdem’e secde etmeleri emredilmekte ve şeytan hariç hepsinin secde ettiği geçmektedir. Diğerinde ise şeytanın cinlerden olduğundan bahsedilmektedir. Âyetlerdeki bu işkâlin giderilmesi hususunda Beydâvî, şeytanın meleklerden olduğunu iddia etmiştir. Beydâvî’ye göre şeytan, meleklerden olmasaydı Allah Teâlâ’nın meleklere verdiği emirle muhatap tutulmaz ve âyette geçen meleklerden istisna edilmesi sahih olmazdı. Dolayısıyla yukarıda Kehf Sûresi 50. âyette geçen şeytanın cinlerden olması durumu, onun fiilleri itibariyle cinlerden, tür olarak ise meleklerden olduğu manasındadır.110 Burada müfessir, şeytanın fiil yapma kabiliyeti

olarak cinlere benzediğini, bununla birlikte melek nev’ine mensup olduğunu iddia etmiş ve devamında delil olarak, İbn-i Abbas’ın bu minvaldeki rivâyetini zikretmiştir. İbn-i Abbas’tan gelen söz konusu rivayette ise meleklerden bir kısmının çoğaldığı (ürediği), bunlara

109 Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi I-II, Ravza Yayınları, İstanbul 2008, I, 154. 110 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, I, 70-72, III, 210.

cin denildiği ve şeytanın da bu kısımdan olduğu bilgisi geçmektedir.111

Ne var ki Beydâvî, “şeytanın fiilen cinlerden, tür olarak ise meleklerden olduğunu” söylemekle, meleklerin bir kısmının günah işleyebileceğini veya işleyebilecek konumda olduğunu iddia etmiş olmaktadır. Hâlbuki böyle bir düşünce, َﱣ� َنﻮُﺼْﻌَﯾ َﻻ ٌداَﺪِﺷ ٌظ َﻼِﻏ ٌﺔَﻜِﺌٰﻠَﻣﺎَﮭْﯿَﻠَﻋ

ﺎَﻣ ْﻢُھ َﺮَﻣَا َنﻮُﻠَﻌْﻔَﯾ َو ﺎَﻣ

َنو ُﺮَﻣْﺆُﯾ O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın

kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır111F

112 âyetiyle çelişmektedir. İmâm Beydâvî

buradaki işkâli de şu şekilde açıklamıştır. “İnsanlarda galip olan vasıf günahkâr olmaktır, ancak bir kısmı da tamamen günahsızdır. Meleklerde ise galip olan vasıf ismettir (günahsızlıktır), ancak bazıları da günah işleyebilir.112F

113

Suyûtî’ye göre Beydâvî, felsefe vb. ilimlere aşırı bir şekilde dalması ve hadis konusunda yetkin olmayışı sebebiyle şeytanın meleklerden olduğunu iddia etmiştir. Hâlbuki âyette meleklerin zikredilip şeytanın onlardan istisna edilmesi, meleklerin şeytana tağlib114 ettirilmesiyle açıklanabilir. Çünkü şeytanın, cinlerin babası;

Hz. Âdem’in de insanların babası olduğuna dair birçok delil bulunmaktadır.115 Burada şeytan hem sayıca hem de iyilik vasfı

yönüyle kendisinden daha üstün olan meleklerin kapsamı altında

111 Envâru’t-Tenzîl’deki hadislerin tahrîcini yapan Münâvî, sözkonusu hadis hakkında “ﻒﻗَأﻢﻟ

ِﮫْﯿَﻠَﻋ Hadisin isnâdını bulmadım” demektedir. Bkz. Münâvî, I, 157. Aynı şekilde Suyûtî de Nevâhidü’l-Ebkâr adlı hâşiyesinde, geçen hadisle ilgili Münâvî ile aynı ifadeyi kullanmıştır. Bkz. Suyûtî, Nevâhidü’l-Ebkâr, II, 199. Biz de yaptığımız araştırma neticesinde söz konusu rivayeti hadis kaynaklarından, sadece Kastallanî’nin İrşâdü’s-Sârî adlı Buharî şerhinde bulduk. Ancak Kastallanî, bu hadisin isnâdı veya kaynağı hakkında herhangi bir açıklama yapmadan, Beydâvî’nin ilgili iddiasını nakletmiş; ardından, muhakkik âlimlerin, meleklerin günahsız olduğu görüşünde ittifak ettiklerini bildirmiştir. Bkz. Kastallânî, Ebu’l-‘Abbâs Ahmed b. Muhammed, İrşâdü’s-Sârî li Şerhi Sahîhi’l-Buhârî I-X, (7. Baskı), Matbaatu’l-Kübrâ, Mısır 1323, Bed’ü’l-Halk: 6, 11.

112 Tahrîm: 66/6.

113 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, I, 70-72.

114 Tağlîb sanatıyla ilgili geniş bilgi için çalışmamızın, “Beydâvî Tefsîri’nde Arap dili ve

Belâğatı/Tağlîb Sanatı” başlığına bakınız. (s. 163-167.)

58

değerlendirilmiştir. Dolayısıyla ifadede, melekler muhatap alınmıştır.

Aynı şekilde Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber’den naklettiği “ ﺖﻘﻠﺧ ﺔﻜﺋﻼﻤﻟا ﻦﻣ ،رﻮﻨﻟا ﻖﻠﺧو ّﻦﺠﻟا ﻦِﻣ ٍج ِرﺎﱠﻣ ﻦﻣ

رﺎﻧ Melekler, nurdan; cinler de karışık

bir ateşten yaratılmıştır”115F

116 şeklindeki rivayetinden hareketle

cinlerin, meleklerden farklı varlıklar olduğu iddiası karşısında da Beydâvî, şöyle bir savunma yapmıştır: “Nur da ateş de ışık veren cevherlerdir. Lâkin ateşin ışığı bulanık ve dumanla kaplanmıştır. Ateşin ısısı ve yakıcılık özelliği, (başka maddelerle) karışık şekilde olmasındandır. Ateş de arındırılır ve saflaştırılırsa mahz nur olur. Yani nârın (ateşin) ileri bir boyutu nurdur.”116F

117

Birçok konuda Beydâvî’nin fikir hocası sayılabilecek Zemahşeri ise bu meselede şeytanın meleklerden değil, cinlerden olduğunu söylemiştir. Zemahşeri âyette meleklerin zikredilip şeytanın onlardan istisna edilmesini, meleklerin şeytana tağlib ettirilmesi olarak açıklamıştır.118

Görüldüğü üzere Beydâvî, Kehf Sûresi 50. âyeti ( َﻦِﻣ َنﺎَﻛ َﺲﯿٖﻠْﺑِا ﱠﻻِا ِّﻦ ِﺠْﻟا) şeytanın fiilen cinlerden, tür olarak ise meleklerden olduğu şeklinde yorumlayarak ve İbn-i Abbas rivayetini de delil getirmek suretiyle her iki âyet arasında bir işkâl olmadığını ortaya koymaya çalışmıştır. Ona göre bu nasslar arasını cem’ etmenin en doğru yolu budur.118F

119 Ancak Beydâvî’nin ileri sürdüğü İbn-i Abbas rivayetinin

hadis kaynaklarında bulunamayışı, bununla birlikte Tahrîm sûresi 6. âyette meleklerin Allah’a isyan etmeyecekleri açıkça belirtildiği halde Beydâvî’nin meleklerden bir kısmının günah işleyebileceğini ve bunlara cin denildiğini iddia etmesi isabetli bir düşünce olarak

116 Müslim, Zühd ve’r-Rekâik: 60.; Ebu’ş-Şeyh el-Asbahânî Abdullâh b. Muhammed, Zikru’l-

Akrân, (1. Baskı), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1996/1417, s. 100.

117 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, I, 71-72.

118 Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım Mahmûd, b. Amr b. Ahmed Cârullah, el-Keşşâf I-IV, haş. İbnü’l-

Müneyyir el-İskenderî, el-İntisâf fî Mâ Tezammanehu’l-Keşşâf, (3. Baskı), Dâru’l-Kitâbi’l- Arabî, Beyrut 1407, I, 27.

değerlendirilmiştir. Dolayısıyla ifadede, melekler muhatap alınmıştır.

Aynı şekilde Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber’den naklettiği “ ﺖﻘﻠﺧ ﺔﻜﺋﻼﻤﻟا ﻦﻣ ،رﻮﻨﻟا ﻖﻠﺧو ّﻦﺠﻟا ﻦِﻣ ٍج ِرﺎﱠﻣ ﻦﻣ

رﺎﻧ Melekler, nurdan; cinler de karışık

bir ateşten yaratılmıştır”115F

116 şeklindeki rivayetinden hareketle

cinlerin, meleklerden farklı varlıklar olduğu iddiası karşısında da Beydâvî, şöyle bir savunma yapmıştır: “Nur da ateş de ışık veren cevherlerdir. Lâkin ateşin ışığı bulanık ve dumanla kaplanmıştır. Ateşin ısısı ve yakıcılık özelliği, (başka maddelerle) karışık şekilde olmasındandır. Ateş de arındırılır ve saflaştırılırsa mahz nur olur. Yani nârın (ateşin) ileri bir boyutu nurdur.”116F

117

Birçok konuda Beydâvî’nin fikir hocası sayılabilecek Zemahşeri ise bu meselede şeytanın meleklerden değil, cinlerden olduğunu söylemiştir. Zemahşeri âyette meleklerin zikredilip şeytanın onlardan istisna edilmesini, meleklerin şeytana tağlib ettirilmesi olarak açıklamıştır.118

Görüldüğü üzere Beydâvî, Kehf Sûresi 50. âyeti ( َﻦِﻣ َنﺎَﻛ َﺲﯿٖﻠْﺑِا ﱠﻻِا ِّﻦ ِﺠْﻟا) şeytanın fiilen cinlerden, tür olarak ise meleklerden olduğu şeklinde yorumlayarak ve İbn-i Abbas rivayetini de delil getirmek suretiyle her iki âyet arasında bir işkâl olmadığını ortaya koymaya çalışmıştır. Ona göre bu nasslar arasını cem’ etmenin en doğru yolu budur.118F

119 Ancak Beydâvî’nin ileri sürdüğü İbn-i Abbas rivayetinin

hadis kaynaklarında bulunamayışı, bununla birlikte Tahrîm sûresi 6. âyette meleklerin Allah’a isyan etmeyecekleri açıkça belirtildiği halde Beydâvî’nin meleklerden bir kısmının günah işleyebileceğini ve bunlara cin denildiğini iddia etmesi isabetli bir düşünce olarak

116 Müslim, Zühd ve’r-Rekâik: 60.; Ebu’ş-Şeyh el-Asbahânî Abdullâh b. Muhammed, Zikru’l-

Akrân, (1. Baskı), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1996/1417, s. 100.

117 Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, I, 71-72.

118 Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım Mahmûd, b. Amr b. Ahmed Cârullah, el-Keşşâf I-IV, haş. İbnü’l-

Müneyyir el-İskenderî, el-İntisâf fî Mâ Tezammanehu’l-Keşşâf, (3. Baskı), Dâru’l-Kitâbi’l- Arabî, Beyrut 1407, I, 27.

119 Bkz. Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, thk., Muhammed Abdurrahmân el-Mar’aşlî, I, 70-72.

gözükmemektedir. Kaldı ki tefsîrinin birçok yerinde bazı durumları tağlîb sanatıyla açıklayan Beydâvî’nin, Kehf Sûresi 50. âyettteki durumu (meleklerin zikredilip şeytanın onlardan istisna edilmesi), Zemahşerî ve Suyûtî gibi tağlîb sanatıyla açıklamamasını anlamak mümkün değildir. Zira melekler hem sayıca hem de iyilik vasfı yönüyle şeytandan üstündür. Âyette meleklerin muhatap kabul edilerek, o zamanda aralarında bulunan şeytanın da onların kapsamı altında değerlendirilmesi gayet tabiî bir durumdur.

Beydâvî’nin üzerinde durmuş olduğu bir işkâl örneği de Hz. Âdem’in yaratılışının mahiyeti hakkındaki âyetler arasındadır. Söz konusu âyetler şunlardır:

“ ُنﻮُﻜَﯿَﻓ ْﻦُﻛ ُﮫَﻟ َلﺎَﻗ ﱠﻢُﺛ ٍبا َﺮُﺗ ْﻦِﻣ ُﮫَﻘَﻠَﺧ َمَدٰا ِﻞَﺜَﻤَﻛ ِﱣ� َﺪْﻨِﻋ ﻰ ٰﺴﯿ ٖﻋ َﻞ َﺜَﻣ ﱠنِا Şüphesiz

Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi.”119F

120

“ ٍنﻮُﻨْﺴَﻣ ٍءﺎَﻤَﺣ ْﻦِﻣ ٍلﺎَﺼْﻠَﺻ ْﻦِﻣ َنﺎَﺴْﻧِﻻاﺎَﻨْﻘَﻠَﺧ ْﺪَﻘَﻟ َو Andolsun, biz insanı kuru

bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık.”120F

121

“ ِرﺎﱠﺨَﻔْﻟﺎَﻛ ٍلﺎَﺼْﻠَﺻ ْﻦِﻣ َنﺎَﺴْﻧِ ْﻻا َﻖَﻠَﺧ Allah, insanı pişmiş çamur gibi bir

balçıktan yarattı.”121F

122

Beydâvî’nin bildirdiğine göre, Rahmân sûresinde geçen لﺎَﺼْﻠَﺻ kelimesi, kuruduğunda ses çıkaran toprağa denir. Yani bu toprağın çamur yapılması ve oyulması halinde, kuruduktan sonra kendisine sert bir cisimle vurulursa, ondan ses çıkar. Âyette geçen

َﻓ

رﺎﱠﺨ kelimesi ise çanak çömlek manasındadır; yakılıp taş haline getirilen toprağa da denir. Diğer âyette geçen ٍﺄَﻤَﺣ ise toprağın uzun süre su ile birlikte kaldıktan sonra siyahlaşması durumudur. نﻮُﻨْﺴَﻣ ise şekillenmiş ve kuruması için kalıba dökülmüş topraktır. Beydâvî

120 Âli İmrân: 3/59. 121 Hicr: 15/26. 122 Rahmân: 55/14.

60

Hz. Âdem’in yaratılış aşamalarını sırasıyla şu şekilde açıklamıştır: Onun ilk maddesi turâb (kuru toprak)’dır.123 Sonra turâb, tîn’e

(çamur-balçık)124 dönüştürülmüştür. Tîn de hamein mesnûn’a

(siyahlaşmış, kokmuş çamur)125 dönüştürülmüş, en sonunda da salsâl (kurumuş çamur)126 olmuştur. Netice itibariyle turâb, Tîn, hamein mesnûn ve salsâl gibi isimlendirmelerin hepsi, toprağın farklı

aşamalardaki halidir. Dolayısıyla âyetlerin birbirine ihtilafı söz konusu değildir.127

Beydâvî’nin de işaret ettiği gibi Hz. Âdem’in yaratılışından bahseden âyetlerde herhangi bir çelişki mevcut değildir. Söz konusu âyetler, onun farklı yaratılış merhalelerinden bahsetmektedir. Çünkü Hz. Âdem’in yaratılış sürecinde geçen merhaleler arasında şekil ve yapı itibariyle farklılıklar olsa da öz itibariyle tek bir madde ve o maddenin farklı halleri mevcuttur. O madde de Hz. Âdem’in asıl maddesi olan topraktır.