• Sonuç bulunamadı

2.4. Televizyon Haberlerinde Suriyelilerin Temsili

2.4.1. Mülteci Kavramı

Bütünüyle bir yere ait olamamak aslında tam olarak mülteci kavramının karşılığı olmaktadır. Mülteci demek aslında dünyanın her yerinde olabilen ama belirli bir yeri olmayan anlamı taşımaktadır. Yani mülteciler ne vatanında ne de vatanı olmayan yerde değillerdir (Işıklı, 2015: 65). Uluslararası bir kurum olan mültecilik, ulus devletlerin yapısı ile de oldukça bağlantılı olan bir kuruma işaret etmektedir. Normal koşullar içinde, kişiler vatandaşı olduğu ülkece korunmak durumunda olmalarına rağmen ülke içindeki yaşamını ve sosyal statüsünü tehdit eden durumlar yaşanması halinde ülkesi tarafından korunamamaya başladığında ülkelerinden ayrılmak zorunda kalarak kendilerini koruyacak bir ülke aramaya başlamak durumunda kalmaktadır (Erdoğan, Kavukçuer ve Çetinkaya, 2017: 6).

Yaşanan zorunlu göçler ve bu göçlerin artış hızı küresel olarak politikayı da etkileyerek, özellikle 1945 yılından itibaren şartlara göre sürekli değişimler gösteren uluslararası mülteci rejimini doğurmuştur. Uluslararası mülteci rejimi mültecileri koruyabilmek ve yardımcı olabilmek adına birçok yasal düzenlemeler yapmakta ve başta Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği olmak üzere bu alanda çalışan kurumlara öncülük etmektedir (Castles ve Miller, 2008: 147).

Mülteci statüsüne resmi olarak sahip olmuş kişiler, mültecileri korumaya yönelik kurulan Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından ve gittikleri ülkelerde mültecilere yönelik düzenlenen yasal haklardan faydalanabildikleri için diğer zorunlu göç eden kişilere göre daha iyi yaşam şartlarına ve birçok hakka sahip olabilmektedir (Castles ve Miller, 2008: 144- 145). Resmi

olarak mülteci statüsünden yararlanabilmeleri ve verilen haklara sahip olabilmeleri içinse, savaş suçu işlememiş, barış karşıtı hareketlerde bulunmamış, önemli bir suça karışmamış ve Birleşmiş Milletlerin yasalarına uymayan davranışlarda bulunmamış olmaları gerekmektedir (Kara ve Yılmaz Eren, 2015: 18).

Mülteciler konusunda yapılan uluslararası birçok sözleşmeden en önemlisi ve hepsinin başında gelen sözleşme olarak, ‘1951 Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme’ görülmekte ve bu sözleşmede mülteci tanımı yapılan 1/A-2 maddesinde aynen: ‘…tabiiyeti yoksa ve bahis konusu hadiseler neticesinde evvelce mutaden ikamet ettiği memleket dışında bulunuyorsa, oraya dönemeyen veya mezkûr korkuya binaen dönmek istemeyen şahıs’ hükmüne yer verilmektedir (Odman, 2011: 63).

Daha anlaşılır bir ifade ile uluslararası hukukta mülteci kavramı, belirli etmenler sonucu baskı ve işkenceye maruz kalacağından haklı sebeplerle korkarak ülkesinden kaçan/terk eden ve yine bu sebeplerle ülkesine geri dönme taraftarı olmayan kişileri ifade etmektedir (Akbaş Demirel, 2013: 464). Mültecilerin ülkelerinden doğal afetler, yoksulluk ve açlık, tehdit ve zorbalık, baskı ve zulüm, iç karışıklıklar ve savaş gibi birçok nedene bağlı olarak kaçmak zorunda kaldıkları ve bu sebeplerle de mülteci kavramının temelinde ‘koruma ve yardıma ihtiyacı olan’ varsayımı bulunduğu söylenebilir (Çiçekli, 2009: 39).

Türk Hukuk Sistemindeki mülteci tanımı ise, İltica ve Sığınma Yönetmeliği’nin 3. Maddesine göre: ‘Avrupa’da dini, milliyeti, ırkı, belirli bir topluluğa üyeliği yada politik tutum ve düşünceleri sebebiyle zulme uğrayacağından haklı olarak korkan ve ülkesini terk ederek vatandaşı olduğu ülkenin korumasından yararlanamayan veya yararlanmak istemeyen, yine korktuğu için tekrar ülkesine dönmek istemeyen yabancı kişi’ şeklinde açıklanmaktadır (Ağır ve Sezik, 2015: 103).

Mültecilerin büyük bir kısmı, Türkiye’nin hala geniş çaplı bir mülteci düzenlemesine sahip olmaması ile de ilgili olarak, Türkiye’yi Avrupa ülkelerine geçiş yapmak için kullanmakta ve bu nedenle de mültecilerin geçiş için kullandıkları ülkenin ekonomik, kültürel ve sosyal yaşantısına adapte olabilmeleri için herhangi bir girişimde bulunulmamaktadır (Özdemir ve Öner Özkan, 2016: 231).

Mülteciler zaman zaman göç ettikleri ülkelerde işsizlik ve parasızlıktan kaynaklı sorunlarını hırsızlık, dolandırıcılık, fuhuş gibi yollarla çözmeye çalışmayı seçtiğinde ev sahibi ülke için tehdit algısına ve (Aydınlıoğlu, 2015: 121) ekonomik, kültürel ve pek çok sosyal alanda gerilim yaratan sorunlara sebep olabilmektedir. Bu bağlamda mülteciler hem geldiği hem gittiği ülkelerce gerilimle karşılaşan toplumsal bir kategori halini almaktadır (Göker ve Keskin, 2015: 231).

Mülteci sorunu, geçmişten günümüze tarihin her döneminde karşılaşılmış bir olgu olarak süregelmiştir. Bu konuda da özellikle Asya, Afrika ve Orta Doğu ülkeleri pek çok mülteci vererek dünyanın gündeminde öne çıkan ülkelerin başını çekmektedir (Aydınlıoğlu, 2015: 120).

Mültecilerin, zorunlu göçüne sebep olan unsurların başında iç savaşlar veya ülkeler arasında çıkan savaşlar gelmektedir (Göker ve Keskin, 2015: 230). Günümüzde dünyanın birçok ülkesinde, özellikle savaş ve felaket kaynaklı olan mülteci nüfusu yer almaktayken, bugün, mültecilerin en çok tercih ettiği Avrupa ülkeleri ve Amerika mültecilere potansiyel birer suçlu gözüyle bakmakta ve güvenlik gerekçesi ile ülkelerine mülteci kabul etmek konusunda tedbirli olmaktadır (Aydınlıoğlu, 2015: 122).

Mülteci kavramının, uluslararası insan hakları belgelerinde yer alan sığınma hakkı beyanından yola çıkılarak sığınmacı kavramı ile aynı algılandığı veya karıştırılabildiği görülmektedir (akt. Tunç, 2015: 32). Sığınmacı konumunda olan kişiler, koruma talebinin yasal olarak karar verilme aşaması tamamlanmamış olan kişilerdir. Bu bağlamda her mültecinin yasal süreç sonuçlanana kadar, yani başlangıçta sığınmacı konumunda olduğu fakat her sığınmacının mülteci olarak kabul edilip edilmeyeceğini yasal sürenin belirleyeceği söylenebilir (Çiçekli, 2009: 45). Bu noktada da dikkat çekilmesi gereken husus olarak; uluslararası mülteci hukukuna göre her sığınmacının mülteci statüsü kazanma olasılığı söz konusuyken, Türkiye için, sığınmacı olarak adlandırılan kişilerin mülteci statüsü kazanma olasılığı hukuken söz konusu olamamaktadır (Çiçekli, 2009: 49).

Türkiye mülteciler konusunda uluslararası geçerli iki önemli sözleşme olan, ‘Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’ ve ‘Mültecilerin Hukuki

Statüsüne İlişkin New York Protokolü’ne coğrafi bir çekinceyle yani şartlı olarak taraf olmayı seçmiştir. Buna göre Türkiye, yalnızca Avrupa ülkelerinden gelmek isteyen kişileri mülteci olarak kabul ederken Avrupa ülkeleri dışından gelen kişilere sadece geçici sığınma hakkı vermektedir (İHD, 2013: 11). Bu bağlamda, ülkemizde bulunan Suriyelilerin yasal olarak mülteci statüsünde bulunmadıkları söylenebilmektedir.