• Sonuç bulunamadı

3.8. Mûsikî/Lahin/Gınâ:

3.8.3. Mûsikînin/Lahnin/Gınânın Fazileti:

Bir önceki bölümün sonunda mûsikînin fazileti ve tesirine dair vermiş olduğumuz kısa bir anlatımın ardından bu bölümde konuyu daha ayrıntılı bir şekilde işleyeceğiz. Ali el-Kâtib lahinlerin fazileti hakkında bazı insanların nağmelerden yararlanmanın kıymetini bilmediğini ve bu yararın sadece nefsi harekete geçirme, şarabın içilme vesilesi ve işitme lezzetinden ibaret olduğunu zannettiklerini söyler. Müellife göre usûlünün açıkça belli olduğu, konularının iyice bilindiği durumlarda ondan istifade etmek, önceki cümlede zikredilen faydalardan çok daha büyük ve şereflidir. Elbette lahinlerde/nağmelerde kulağa tatlı gelen ve ruhu harekete geçiren bir

366 Ğattâs, Kemâlü Edebi’l-Gınâ, s.22. Bu konuda benzer ifadeler Ebu’l-Hüseyin Muhammed b. el-

90

özellik vardır. Ancak müellife göre bu özellikler lahinlere/nağmelere nispet edilen konumların en basitidir.367

Ebu’l-Hüseyn Muhammed b. el-Hasan et-Tahhân ve Hurdâzbih'e göre gınânın/lahnin konuşmaya olan üstünlüğü konuşanın dilsize, sağlığın hastalığa olan üstünlüğü gibidir.368

Eflatun’a göre lahinler, insanlara tanrı tarafından ihsan edilmiştir. Asıl gaye sadece eğlenmek değil yaşanan acıların hafîfletilmesi ve en önemlisi hatalarla dolu kalplerin düzeltilmesidir.369 Hermes’e370 göre Cenâb-ı Allah (c.c) insanların zayıflığını bilmesinden ötürü halet-i ruhiyelerinin düzelmesi ve önemli günlerde kendisine yakınlığı arttırmak için bu ilmi bize bahşetmiştir.371

Gevrekzâde, Eflatun’dan bu konu ile ilgili şu ifadeleri nakleder: “Biliniz ki filozoflar müziği oyun ve eğlence için değil,

kişiye fayda vermek, ruhi lezzetler sağlamak, insanın psikolojisini rahatlatmak, kuru mizaçları nemlendirmek, fizyolojiyi dengelemek ve kanın akışını düzenlemek için ortaya koymuşlardır. Bu ilmi inkar edenler ise müziği sadece meyhanelerde ve sokaklarda dinleyip ilkelerini, anlamlarını ve ortaya konuş sebebini kavramadan, bu ilmin sadece

oyun ve eğlence için olduğunu zannederek dînen yasaklamışlardır."372

Ali el-Kâtib’e göre lahinlerin fazileti süfli zevklerle kıyas edilmeyecek kadar mühimdir. Ona göre: “Eskilerin savaş ve barış hallerinde kullandıkları bir takım lahinleri vardır. Bunlardan bazıları insana güç, kuvvet verir, bir kısmı ise dinginlik kazandırarak yorgunluk ve bitkinliği giderir. Filozoflar lahinlerin insana pek çok fayda, hikmet, hey’et, ahlak kazandırdığını ve onu kendisinden istenilen şeyleri yapmaya yönlendirdiğini, ona ilim, insani güzellikler verdiğini ve nefs-i nâtıka373 bilgisine vesile

367 Ğattâs, Kemâlü Edebi’l-Gınâ, s.22.

368 et-Tahhân, Havi’l-fünûn ve Selvetü’l-Mahzûn, s. 13. Yahşi, Mufaddal B. Seleme'nin Kitâbü'l-

Melâhi ve Esmaiha adlı eserinin incelenmesi, s.76. İbn Hurdâzbih Kitâbü’l-Lehv ve’l-Melâhî, s.43.

369

Casimire, Colombe, Müziğin İnsan ve Hayvanlara Etkisi, Haz: Prof. Dr. Salih Ergan-Ahmet Şahin Ak, İstanbul Ötüken Yayınları, Nisan-2012, s.27.

370 Felsefi literatürde Hermes olarak kullanılan bu isim İslam literatüründe Hz. İdris (a.s) olarak kabul

edilmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Mahmut Erol Kılıç, “Hermes”, DİA, XVII, s. 229.

371 et-Tahhân, Havi’l-fünûn ve Selvetü’l-Mahzûn, 15. 372

Turabi, Gevrekzâde Hafız Hasan Efendi ve Mûsikî Risâlesi, s.99.

373

Süleyman Uludağ Nefs-i Nâtıka için : “Bizatihi maddeden mücerret, ama maddeyle faaliyette bulunan

cevher.” demiştir. Bkz. Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul-Kabalcı Yayınevi,

2005, s.275; Hasan Kâmil Yılmaz ise “insanlara hayat veren can” mânâsında kullanmıştır. Bkz. Hasan Kâmil Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar, İstanbul, 2004, s. 311.

91 olduğunu düşünürler.”374

Ancak İhvân-ı Safâ ise lahinlerin her millet tarafından aynı duygu ve heyecanla karşılık bulmasının imkânsız olduğunu hatta aynı duygu ve düşünceye sahip milletlerde dahi tepkilerin tamamen farklılık gösterebileceğini özellikle belirtmektedir.375

Burada lahinlerin faziletine dair müellifin kastettiği mûsiki, tamamen kadim lahinler eksenindedir. Günümüzde nasıl ki bazı mûsikişinaslara göre gerçek mûsikî “Klasik Türk Mûsikîsi” olarak isimlendirilen ve Itri (ö.1711-12), Hammamizâde İsmail Dede Efendi (ö.1846), Zekâî Dede (ö.1897) gibi büyük bestekârların ortaya koyduğu üslup kabul ediliyorsa aynı şekilde Ali el-Kâtib’e göre de hakiki mûsikî İshak el- Mevsılî, İbrahim el-Mevsılî gibi kendinden önceki dönemlerde yaşamış önemli mûsikîşinasların icra ettiği mûsikîdir. İshak el-Mevsılî’nin kadîm gınaların korunması ve önemine dair söylediği: “Keşke eskilerden aldıklarımızı öğrendiğimiz gibi icra

edebilseydik.” ifadesi dikkat çekicidir. Çünkü kendi döneminde pek çok sahada olduğu

gibi mûsikide de otorite birinin böyle bir açıklamada bulunarak devamında “bu sanatı

hakkıyla icra edemeyenler hakkında gerisini siz düşünün” demesi durumun ciddiyetini

ortaya koymaktadır.376

Öyleki Hammamizade İsmail Dede’ye atfedilen “Bu işin tadı

kaçtı” meşhur sözünün bir yansımasını kendinden yaklaşık 1000 sene önce yaşayan

döneminin en kudretli mûsikîşinası İshak el-Mevsılî’nin ifadelerinde görmekteyiz. Ali el-Kâtib’e göre yeni yapılan lahinler meyveler gibidir. Çok geçmeden çürüyüp atılırlar. İnsanlar her yıl önceki yıllarda yapmış oldukları eserleri terk ederek yenisini yapmaya çalışmışlardır. Müellif her sene yeni bir şarkı yapıp bir sene sonra unutulmaya yüz tutmuş bu tür şarkılardan kaçınmak gerektiğini düşünür. Bu tür eserleri Acemlerin maymun ve çekirge hikâyesine benzetmektedir. Hikâye şöyle anlatılır: “Bir maymun çekirge avlamaya başlamış. Bir çekirgeyi avlayınca onun üstünde oturarak bir saat bekler ama yeni bir tane görünce ona saldırıp almaya çalışınca ilk tuttuğu uçup gidiyormuş. Uzun süre birini bırakıp diğerini alırken hiçbir şey elde edememiş. Sadece son tuttuğu ile kalmış.” Müellife göre bu şekilde eser veren insanlar da böyledir. Bir şarkı yaptıklarında içinde bulundukları seneyi kurtarırlar ama önceki şarkıları unutulup

374 Ğattâs, Kemâlü Edebi’l-Gınâ, s.23.

375Resâilu İhvâni's-safâ ve Hullânu'l-vefâ, s. 204. 376 Ğattâs, Kemâlü Edebi’l-Gınâ, s.29.

92

gider. Sadece dönemin kralları hakkında söylenmiş ve şiir yönünden ezberlenmeye değer çok az eser kalıcılığını korur ve ezberlenir.377

Eski gınâların faziletine dair müellif şunları anlatıyor: Onların uzun süre kulaklarımızda tekrarlandığını duyarsın, şarkıcılar her defasında bestelendiği günden bu ana kadar onu naklettikleri halde ruhlar ondan sıkılmaz, kulaklara rahatsızlık vermez, geçen günler onları yıpratamaz. Her gün güzellikleri ve tazelikleri artar. Yeni şarkılar arasında eski tarzdan çıkan ve insanlara güzel gelen ve sevilen pek azdır. Reşid378

, İbrahim b. Meymun el-Mevsilî’ye eski ve yeni şarkıları sormuş o da şöyle demiştir: Eski şarkılar üstünlüğü bilinen güzelliği baktıkça inceledikçe anlaşılan eski dövme gibidir. Onu inceledikçe güzellikleri ortaya çıkar. Yeni şarkı ise yeni dövme gibidir. Görüntüsü başta hoşuna gider ama inceledikçe ayıpları ortaya çıkar ve güzelliği azalır.379

Et-Tahhân eski ğınânın yenilere olan üstünlüğü hakkında başka kişilerden nakiller yapmıştır. Bu nakillere göre eski ğınâlar vezin bakımından düzgün, parçaları eşit, maktaları benzer, bölümlenmesi ahenkli eserlerdir. İbrahim el-Mevsılî’ye göre eski ile yeni eserler arasındaki fark, güzel yemek ve kötü yemek arasındaki fark gibidir. İnsan güzel yemeği tokken dahi yiyebilirken, kötü yemeği ancak çok aç ve mecbur kaldığında yer. Yine İshak el-Mevsılî babasından nakille eski lahinleri güzel yazıya, yeni lahinleri ise çirkin yazıya benzetmiştir.380

Kısaca hem Ali el-Kâtib hem de et- Tahhân’a göre isnad ne kadar geçmişe dayandırılırsa hem şiir hem de lahinler daha güzel ve sanatlı kabul edilir.

Lahinlerin faziletinden ötürü pek çok hükümdar, halife bu ilme sahip kişileri himâye etmiş ve ödüllendirmiştir. Kemâlü Edebi’l-Ğınâ’da mûsikîşinasların himayesi ve taltifine dair iki örnek verilmiştir. Bunlardan birincisi İskender-i Zülkarneyn’in kendi meclisine gelen bir mûsikîşinası ayakta karşılayıp meclisin başköşesine oturtmasıdır. Bunu gören yakındaki hazirun her ne kadar hoş karşılamasa da İskender “bu adama ancak taşıdığı müzisyenlik vasfından dolayı değer veriyorum.” diyerek müzisyeni himaye etmiş ve taltiflendirmiştir. Bir diğer örnek ise Abbasi halifelerinden Ebû

377

Ğattâs, Kemâlü Edebi’l-Gınâ, s.29.

378

Abbasi halifesi Harünürreşid

379 Ğattâs, Kemâlü Edebi’l-Gınâ, s.29-30. Et-Tahhân yukarıda zikredilen hikayenin aynısını kendi

eserinde de zikretmiştir. Bkz. Havi’l-fünûn ve Selvetü’l-Mahzûn, s. 25-26.

93

Muhammed Mûsâ el-Hâdî-İlelhak b. Muhammed el-Mehdî’nin İbrahim el-Mevsılî’nin tüm kibir ve sertliğine rağmen onu beytü’l-maline tayin edip oradan 100 kese almasına müsaade etmesidir.381