• Sonuç bulunamadı

Kutsal şaşkınlıklar

Belgede MUM ÇİÇEĞİ. Cihan Okuyucu (sayfa 140-144)

Ü

st komşu, çalar saatin ısrarıyla nihayet ayılabildi.

Şişkin göz kapaklarını zorlukla açarak doğruldu.

Az uyumadığı halde kendisini dinlenmemiş hissediyordu.

Bezgin adımlarla lavaboya yürüdü. Kurulu bir alet gibi yüzünü yıkadı, önceden hazırlanmış kahvaltısını yaptı ve tıraş olup giyindi. Öncekilerden farksız, renksiz ve heye-cansız yeni bir gün başlıyordu işte. Gözü cama takıldı; ama denizin ufkunu bir kan gölüne çevirerek doğan güneş, il-gisini çekmedi. Uzaktaki denize ve limanı dolduran tekne-lere, görmeden öylesine bir baktı. Yıllar önce yoksul gün-lerinde olsaydı belki başka davranırdı. Ama artık bütün bunlar sadece can sıkıyordu. Esasen tabiattan adamakıllı kopmuştu. Çocukluk sevinçlerini, delikanlılık heyecanla-rını yitireli yıllar olmuştu. Hayatın bir şiir olduğu zamanlar şimdi o kadar uzak o kadar uzaktı ki. Ne zamandır iş ve ev arasında hayat sıkıcı bir alışkanlığa dönmüştü onun için.

Çıkarken eşine zoraki bir gülümsemeyle veda etti. Karı-sının hissedilmeden bir alışkanlık gibi yerine getirilen bu sevgi gösterisine içten kırıldığını fark etmedi. Her şey gibi evlilik de zamanla bir alışkanlık haline gelmişti. Severek evlendiği karısı, duygularının değil konforunun bir parçası olmuştu şimdi. Adam, asansörün önünde bekleyen komşu çocuğunu görmedi. Kapıcının dış kapı önüne diktiği güller muhteşem bir güzellikte açmıştı. Ama onun şuuru bulanık

ve uyuşuktu. Güllerin ne rengi ne de kokusu onun bakışla-rını çeviremedi. Kumandalı pahalı arabasını uzaktan açtı, saatine baktı, işine kaç dakikada gideceğini düşündü ve kendisini bekleyen sıkıcı, stresli bir günün peşin yorgunlu-ğunu omzunda hissetti.

Durakta bekleyen insanlar vardı; ama onun arabasına yolcu alma gibi bir alışkanlığı hiç olmamıştı. Neme lazım, bu devirde insanlara hiç güven olmazdı. Esasında o insan-larla sadece işinin gerektirdiği kadar ilgilenirdi. Bunun dı-şındaki özel alana kendisini kapatmıştı. İçgüdülerle yaşa-maya alışmıştı. Sadece ihtiyaçlara endeksli bir ilgisi vardı.

Dikkati hiçbir şey üzerinde oyalanmaz bir andan öteki ana ve bir nesneden ötekine atlardı. Çevresine bir duvar örmek ve hiçbir şeyin kendisine zarar vermesine fırsat vermemek.

Hayat felsefesi buydu. Günler böyle gelip geçerken bir yer-lerin kabuk tuttuğunu, hissetmeyi unuttuğunu fark edeme-di. Böylece içindeki çocuk ölmüş, hayat şiiriyetini yitirmiş-ti. Yıllardır göğsünden söküp atamadığı tatminsizlik ve can sıkıntısıyla gaza yüklendi, kendisini, açılmış bir ağız gibi bekleyen günün karanlığına fırlattı.

***

Alt komşu da hemen hemen aynı şeyleri yaptı o gün.

Sadece vakit biraz daha erkendi ve onu çalar saati değil penceresine konan kuşun ötüşü uyandırmıştı. Üst komşu gibi onun evi de Marmara’ya bakıyordu. Gitti camı açtı.

Bu duruma alışık kuş, öbür cama kondu ve ötüşüne devam etti. Bu ötüş, içeriyi taze bir bahar kokusuyla doldurdu.

Henüz güneş doğmamıştı ve vakte ait yapacak görevleri vardı. Daha sonra kuşun çağrısına uyan adımlar, kendi-sini balkona sürükledi. Orada dünden kalmış iskemlesi kendisini bekliyordu. Oturdu ve birkaç yüz metre ilerdeki denizi seyretti. Neredeyse her sabah seyrettiği halde gör-dükleri karşısında yine de şaşırdı. Zaten o daimi bir şaşkın-dı. Gelip geçen yıllar çocuk gözlerini, hayran bakışlarını

çalmamışlardı ondan. İşte şimdi kuzeyde incelmiş hilâl ne kadar zarif görünüyordu. Limanda ışıklarını hâlâ sön-dürmemiş irili ufaklı gemiler ve tekneler esrarlı bir havaya gömülmüştü. Kim bilir nereden gelip nereye gidiyorlardı.

Yükleri neydi? Kaç limana uğramışlardı kim bilir.

Adam birden kendisini de onlardan biri gibi hissetti.

Kaderin rüzgârıyla o da birçok şehirden geçmiş, birçok kıyıya uğramıştı. Yaşamak, devamlı bir yerlere uğramak, bir limandan bir limana yolcular ve yükler taşımak değil miydi? Az sonra ufuk çizgisindeki kızıllık keskin kan ren-gine döndü ve ilk ışıklar gemilerin güvertesine düştü. De-nizin üzerinde büyüyen güneş ne kadar büyük ne kadar büyüktü. Önce bir ucu sonra yarısı şimdi ise tamamı deni-zin üzerindeydi ve yavaşça yükseliyordu. Bir an nefesinin kesildiğini sandı. Bu her zaman seyrettiği manzara sanki yeni görüyormuşçasına onu heyecanlandırmış, etkilemişti.

Güneş doğmuyor âdeta yeniden yaratılıyordu ve o da bu yaratılışın tanığıydı. Bir anını bile kaçırmak istemediği bu manzarayı gözleriyle görmüyor âdeta ruhuyla içiyordu.

Başı döndü ve doğan günle birlikte kendisinin de yeniden doğduğuna inandı. Gözlerini kapayınca sessiz bir musiki gönül pınarlarından usul usul aktı. Şair değildi ama şairleri anladığını hissetti o an. İçi neşe, hayranlık ve güzellikle dolmuştu. Bu hisleri yaşayabildiği için şükretti.

Bu sırada ayak seslerinden üst komşunun çıktığını duydu ve hazırlanması gerektiğini düşündü. Kahvaltısını yaptı ve giyindi. Çıkarken gönülden gelen bir sevgiyle eşini selamladı. “Sevgim benim ağırlık merkezimdir; o nereye giderse ben de oraya giderim.” diyen St. Agustin gibi bü-tün sevgisini bu selama sığdırmıştı. Karısı bunu hissetti ve mutlu oldu. Adam asansördeki komşusuna sırasını verdi, okula giden bir çocuğun başını okşadı. Bütünüyle bu apart-manı evi, orada oturanları ailesi sandı bir an. Herkese ve her şeye bir şeyler borçlu hissetti kendini.

Dostlarla sarılı bir dünyada yaşamaktan büyük bir ke-yif duydu. Dış kapıdan çıkarken gülün keskin kokusuna yakalandı. Döndü ve bu delice güzellik karşısında şaşırdı.

Ne iyi ne zarif insandı şu kapıcı. Akşam dönüşünde ona teşekkür etmeye karar verdi. Arabasına bindi ve duraktan birkaç yolcu aldı. Onu da komşuyu bekleyen işler bekliyor-du. Oldukça yorucu uzun bir gün olacağını biliyordu fakat nedense bir an evvel işe başlama isteğiyle doluydu. Ve kut-sal şaşkın, hayat denilen şiire yeni mısralar eklemek üzere yola koyuldu.

Belgede MUM ÇİÇEĞİ. Cihan Okuyucu (sayfa 140-144)