• Sonuç bulunamadı

Akif’e sesleniş

Belgede MUM ÇİÇEĞİ. Cihan Okuyucu (sayfa 196-200)

“Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın.”

Ey büyük şair!

B

u gün takvim yapraklarına sordum. Ebediyete göçü-şünün üzerinden tam 65 sene geçmiş! Oysa sen adınla ve eserinle hâlâ ne kadar içimizdesin ve ne kadar dirisin.

Buna niye şaşmalı. Değil mi ki her milletin bir tek istiklal marşı ve bir tek millî şairi vardır. Ve bizim için de bu bah-tiyar şair sensin. Okula adımını atan her vatan evladının öğrendiği ilk şiir senin şiirin ve ilk isim senin ismindir.

O şiir ki her sabah al bayrakla birlikte yükselir ve vatan ufkunda dalgalanır. Türk çocuklarına senin “korkma” diye haykıran sesin güven verir. Bu marşla onlara her gün vata-nı kurtaran o yüce ruhu tekrar aşılar, o millî zaferi yeniden yaşatırsın.

Bir zamanlar Anadolu’nun fakir bir kasabasındaki fa-kir bir evde misafir oldum. Gece yatağımın başucundaki etajerde ihtiram örtüsü altında iki kitap buldum. Biri İla-hi Beyan’dı, diğeriyse -ilhamını ondan alan- senin kitabın.

Ürperdim. Acaba bu şeref başka hangi şaire nasip olmuş-tur. Ve kim bilir meraklı bir bakış daha kaç Anadolu evin-de aynı manzarayla karşılaşır. Bu inanılmaz hadise nasıl gerçekleşti! Nasıl oldu da az okuyan bir toplumun hayatına şiiri sokabildin. Şiir denen o kutup yıldızını, o ancak bir

avuç insanın tatma lüksüne sahip olduğu müstesna zevki bütün bir milletin irfan sofrasına indirebildin. İşte bu gün zihnim Safahat’ının satırları arasında bunun sırrını arıyor.

Ey rehber şair!

Çocukluğumda bir tek şiirinle tanımıştım seni. Genç-liğimde fikir dönemeçleri arasında bocalarken bir rehber gibi tekrar karşıma çıktın. Önce hayat hikâyenle büyüledin beni. Süleyman Nazif, Mithat Cemal, Emin Erişirgil, Ma-hir İz, Nurettin Topçu, Ertuğrul Düzdağ… Seni resmeden her kalem bir karakter abidesi çiziyor, seni anan her dudak ihtirama duruyor. Sen adam gibi adam olmanın müşah-has numunesiydin. Söz nedir, şeref nedir, dava nedir, vefa nedir? Daha çok bir destanı andıran hayat tarihçen bütün bunların örnekleriyle doluydu. Sen sırtındaki paltoyu ilk karşılaştığı fakire verecek seciyedeki adamdın. Sen bir haksızlığa uğrayan iş arkadaşı için istifayı göze alan, yetim kalmış bir dostun çocuklarını evlatların arasına katmakta tereddüt etmeyen vefa eriydin.

Eserine gelince başlarda dilin ben yaştaki biri için bi-raz ağırcaydı. Lakin sayfalar çevrildikçe önümde aydınlan-dı, aradaki mesafeler kalktı. Bu eserde ben ve benim neslim kendimizi yeniden bulduk. Yeniden bulduk zira eser biz-den ve bizim buhranlarımızdan bahsediyor, kolumuzdan çekiştiren çeşitli fikir akımları arasında bize gidilecek yolu gösteriyordu. Sanki bir şiir kitabı değildi bu; şiir kitabının çok ötesinde bir şeydi. Sonra bunun sebeplerini anladım.

Ey büyük dava adamı!

Anladım ki senin için şiir bir telkin vasıtasıydı ancak.

Şair olmaktan önce dava adamıydın sen. Seni, senin özle-yişlerini, öfkeni kırıklıklarını, isyan ve küfürlerini anlıyor, mısralarında seni ve kendimi buluyordum. Yaşadığımız

günlerde ümmetin elmas çağları artık bin yıl ötedeydi.

Belleri demir kuşaklı muktedir cihan pehlivanlarının ruy-ı zemini ayaklarıyla titrettikleri altın ve gümüş çağların üze-rinden de çok asırlar geçmişti. Kendi kültürüne imanla bağ-lı o nesillerden birkaç kuşak sonra devlet-i aliyenin bakır günleri geldi. İlk şüphe kurdu gövdeye düşmüştü. Oğlunu eve çağıran Nabi, çiğ gerçeklere tahammülsüzlüğünü küfre vardıran Nefi o devrin buhranlı aydınlarıydılar. Sonra kriz derinleştikçe dönem aydınlarının buhranı da derinleşmiş çürüme içe işlemişti. Bize ait hiçbir şey iyi değildi artık.

Sentez dönemi bile geride kalmış, inkâr merhalesine gel-miş dayanmıştık.

Aydınların güneşi batıdan doğmaktaydı şimdi. Sade-ce devletin siyasî çatısı değildi başımıza çöken. Bu neslin iman ve güven sütunları da çökmüştü. Kömür çağı, katran çağıydı yaşadığımız. Şiiriyle büyük, imanıyla küçük bazı-larımızın gözüne kadim tarihimiz bir hata ve günah yuma-ğı gibi göründü. Şehirlerin en güzeli bile bu gözlerin önün-de kapkara bir renge büründü. Bizi kurtaracak kahramanı düşman ülkesinde aradık ve Promete’den medet umduk.

Ama sen bu Promete’nin karşısına bizim mahallemizin bir delikanlısıyla, Asım’la çıktın. Biraz para karşılığında Pro-testan zangoçluğundan utanmayan bu müstağrib vaizlerin idlaline Köse İmam’la karşı koydun. Aslında muarızlarınla pek çok noktada birleşiyordun. Farklı tarafın gösterdiğin reçetedeydi. O yüzden sen de Asım’a -bambaşka amaçlar-la- Berlin yolunu göstermiştin. Bir yandan Fatih ve Süley-maniye Camii ya da ata yadigarı bir sebil karşısında millî mefahir hisleriyle coşuyor: “Bir zamanlar biz de millet hem nasıl milletmişiz.” diyordun. Diğer taraftan zillet içindeki bu güne döndüğünde, gördüğün maddî ve manevî sefalet seni kahrediyor çıldırtıyordu. Mensup olduğun halkı asır-lar süren uyuşukluktan, miskinlikten uyandırman lazımdı.

Onun için şiirini bazen okuyucunun suratında şaklayan bir

kırbaç, ya da değnek gibi kullandın. Cihanda en beğendi-ğin meslek de buydu zaten: “Sözüm odun gibi olsun haki-kat olsun tek.”

Şiirin İsrafil’in suruna benziyordu; öylesine uyarıcı ve ürkütücüydü. Haksızın, zalimin, Batı mukallidinin ve sahte sofunun karşısında dilin Nefi gibi sivrildi, keskin-leşti. Şeriatı nefsine hadim kılanların maskesini indirmek, tevekkül namı altında, “Huda’yı kendine kul yapan” saygı-sızlara haddini bildirmek görevindi. Şiir üslubunu ve dilini işte bu ihtiyaçlar belirledi. Bunun için -şahsen zevk almak-la beraber- altın çağalmak-ların aydın eğlencesi oalmak-lan şiirini kuy-ruğundan tutup yere indirdin. Onu sefil sokak aralarında gezdirdin. Küfecinin, sarhoşun, berduşun, hasta çocuğun, külhanbeyinin ve mahalle karısının dili haline getirdin.

Yine de şiirin düşmanı olan bütün bu argo ve bütün bu ide-oloji senin sözlerini işporta malı propaganda manzumeleri haline getirmedi. Çünkü şiirin sırrına ermiş, kelama ruh vermiştin. Ve çünkü sen bir kelime virtüözüydün. Yaşayan dilin canlı kelimeleriyle Natüralist bir ressamın fırçasıyla yapamadığını yaptın, çiğ ve çirkin hakikati gözümüzde canlandırdın. Ya vezin kudretine ne demeli. Acem aruzu senin elinde artık milliyet değiştirmiş ve en az hece kadar milli ve bizim olmuştu. Şimdi “Failatun devri kapandı” di-yenlerin kulakları çınlasın.

Ey büyük lirik!

Sen fikir adamıydın, akıl ve irade adamıydın. Şiirin de başta bu kılıkta zuhur etmişti. Sonra Balkan felaketi gelip çattığında ve Kosova kanlı bir ovaya dönüştüğünde bizi li-rizminle şaşırttın. Çanakkale şehitlerini anlatan mısraların bir yanardağdan fışkırmışa benziyordu. İşgal ve Millî Mü-cadele yılları gelip çattığında milletin zaferine olan inan-cına asla halel düşmedi. Camiden camiye vaazdan vaaza

koştun. “Korkma” diyen sesinle imanı sarsılan gönüllere kuvvet iksiri akıttın. Ve senin imanınla beslenen Asım’ın nesli yurdunu çiğnetmedi, inşallah bundan sonra da asla çiğnetmeyecek.

Ey büyük vatan-cüda!

Gün geldi, kendi kendini mahkûm ettiğin gurbet yıl-ların başladı. Suç senindi ve sen de bunun farkındaydın.

Kendine çatarak diyordun ki:

Asrın hani yüz kıble değiştirse şuunu Tek ibre bilir kendisi ancak, o da burnu.

Bin söyle onun doğrusudur, vechesi şaşmaz Her satvede sürçer yıkılır sulha yanaşmaz

Bu dönemde şiirine ayrılıklar, kırıklıklar gölgeler düş-tü. Bu eserlerinde senin iç ürperişlerini, sızlanışlarını, ser-zenişlerini hülasa insan yanlarını daha çok gördük ve diğer eserlerindeki heykel Akif kadar bu Akif’i de sevdik. Niha-yet. Nihayet her insan gibi bu dünyadaki çilen bitti ve ilahî ikram “yükünün kördüğüm olmuş bağını” çözdü. Hem de arzu ettiğin gibi vatan topraklarında ve arzu ettiğin yaşta.

Ömrün boyunca izinden ayrılmadığın kutlu rehberine ve-fatınla da tabi oldun. Naşını her faniye nasip olmayan bir sevgi halesi kuşattı ve başlar üzerinde yükseltti.

Ey vatan şairi ve vatanlaşmış şair!

Sağlığında sana dost olanlar senin dostluğunun zor-luğundan bahsederler. Okuyucu dostların için de öylesin.

Seni tanıdım ve bu tanıma bana pahalıya mal oldu. Zira sen sorumluluk sahibi her vatan evladının sırtına ağır bir yük yüklersin. Sen birçok büyük sanatkârın aksine yakından da uzaktaki kadar büyüksün. Eserin kadar hayatınla da güzel ve yükseklerdesin. Sözü ne diye uzatmalı. Bu milletin sana

Belgede MUM ÇİÇEĞİ. Cihan Okuyucu (sayfa 196-200)