• Sonuç bulunamadı

Önemli bir eser

Belgede MUM ÇİÇEĞİ. Cihan Okuyucu (sayfa 168-174)

G

ecenin sabaha yakın bir saatinde elimdeki eserin son sayfasını çevirip başımı yastığa koyduğumda, gözüm-de uykunun zerresi yoktu. Kitabın üzerimgözüm-deki tesiriyle uzak yıllara, çocukluğuma gittim ve düşünmeye başladım.

Yolu kitaplardan geçen herkesin hayatında kendisini derinden etkileyen eserler vardır. Hayatımıza mal olan, kendimizi içinde bulduğumuz, bazen kahramanlarıyla yer değiştirdiğimiz eserler. Artık kitapta anlatılan kişi bizizdir, hikâye bizim hikâyemizdir. O yüzden hikâyeye ve kah-ramanların kaderine ortak olur, onlarla birlikte acı çeker yahut seviniriz; onlarla ağlar, onlarla güleriz. Öyle benim-seriz ki, bu eserin bizim eserimiz olmadığına hayıflanı-rız. Özellikle çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda, bendeniz de birçok eser karşısında; yazma ihtirasıyla kanımın ateş kesildiğini ve: “Keşke bu kitabı ben yazsaydım!” diye iç geçirdiğimi hatırlarım. İlk ve ortaokul yıllarımda özellik-le biyografik ve macera romanlarının tesiri altındaydım.

Uzun yolculuklara çıkmak, dünyanın değişik yerlerini görmek ve çeşitli maceralar yaşamak bütün çocuklar gibi benim de rüyalarımdı. Bu yüzden, “Robinson Crusoe”

“Define Adası” “Tom Sawyer’in Maceraları” ve benzerle-ri bu yaşlarda elimden düşürmediğim, dönüp dönüp oku-duğum hikâyelerdi. Bazı hissi romanları okuoku-duğumda ise gözyaşlarıma mani olamaz, kitabın son sayfasını çevirip

yanağımı ıslanmış yastığa koyduğumda yüzümün yandığı-nı hissederdim. O zamanlar, bütün ev halkı evin sobalı tek odasını paylaşıyorduk. Burası, yemek saatlerinde mutfak, onun dışındaki vakitlerde, büyüklerin sohbet, biz küçükle-rinse çalışma mahalliydi. İşte bütün okuduklarımı ben bu ortamda okudum. Beni saran bir hikâyeyi elime aldığımda bir müddet sonra çevremdeki şekiller ve sesler kesilir, an-cak son sayfayı çevirdiğimde, derin bir uykudan uyanmış gibi çevremdekilerin farkına varırdım. Gençlik yıllarımın baş eseri ise Victor Hugo’nun “Sefiller”i oldu. Bilmem bu romanı dönüp dönüp benim kadar çok okuyan bir başkası var mıdır? Hayatın kendisini ittiği çamurdan çıkıp örnek bir hayat yaşamış olan eserin baş kahramanı- önce Jean Valjean, sonra Pere Madleine- benim önümde ideal bir in-san tipi olarak belirmişti. Çok zaman Jean Valjean gücünde bir kahramanın bizim edebiyatımızda vücut bulmamasına hayıflanmışımdır. Aradan uzun yıllar geçti ve ben artık her kitaptan zevk almaz, kendimi okuduğum kitabın içinde bulamaz oldum. Demek ki insan yaşlandıkça daha müşkil-pesent oluyor.

Kastım çocukluk ve gençlik hatıralarıyla okuyucuyu sıkmak değil elbette; amacım yukarıda bahsettiğim, beni uykusuz bırakmayı başarmış eseri tanıtmak; ancak istedim ki yaptığım iş klasik bir kitap tanıtımı olmasın; bunun için hayatımdaki kitapların yerini tespitle başladım söze.

Kaynak Yayınları, ilim ve irfan çevrelerinin eserleri ve sohbetleriyle yakından tanıdığı A. Muhtar Büyükçınar Hocaefendi’nin hatıralarını 2 cilt halinde bastı geçenlerde.

Eser, değerli büyüğümüz M. Ertuğrul Düzdağ beyefendi-nin dest-i himmetlerinden geçmiş.”Hayatım İbret Ayna-sı” adıyla takdim edilen kitabın ilk cildi, Hocaefendi’nin Antep ve çevresinde geçen acılı ve maceralı çocukluğunu anlatmakta. Günümüz şartlarına göre imkânsız görünen birçok hadise bir roman üslubunda sayfalara dökülüyor ve

bizi de içine alıveriyor. Başta müellifin de belirttiği üzere, hâdiseler geçmişte kalmış ve küllenmiş olaylar olmaktan çıkmakta ve yeni yaşanıyormuşçasına şaşırtıcı bir berrak-lık ve teferruat zenginliğiyle anlatılmaktadır. Bu husus -yer yer yazarın da belirttiği gibi- Allah’ın lutfettiği müstesna bir hafıza ile imkân dahiline girmektedir. -Benim gibi, ço-cukluğundan geriye hatırladıkları birkaç sayfayı geçmeyen biri için özellikle dikkat çekici bir durum!- Bu kısım bir macera romanı özelliği taşıması yanında, içerdiği devre ait birtakım bilgiler bakımından da bilgilendirici. Bu meyan-da, müellifin doğum tarihi olan, 1920’li yıllarda Antep’te insanların kılık kıyafeti, âdetleri, muhtelif sanatlar, cami-lerde hocaların ders okutma usulü vs. sayılabilir. Bu mahalli hususlar yanında memleketteki umumî durum ve devletin kültürel politikalarının taşraya yansımasını da belgeleyen eser, sanırım bu konulara ilgi duyan kimseler için değerli bir kaynak özelliği taşıyor. Bu ciltte, insafsız baba ve üvey annenin hoyrat ellerinde vaktinden önce olgunlaşan çocuk A. Muhtar’ı, 8 yaşında evden uzaklara kaçarken, 12 yaşında dükkan işletirken, kaçak imal edilmiş esrarı satmak üzere uzak illere giderken yahut tarlalarda amelelik, limanlarda hamallık yaparken görüyoruz. Yazar yanlış işlere bulaştı-ğı kısımları anlatırken, bir ahlak adamı vasfıyla, çocukları ve ebeveynleri sık sık uyarmak lüzumunu duyuyor, benzer durumlarda nasıl davranılması gerektiği hakkında tecrü-belerinin kullanılmasını istiyor. Esasen, kitap başlığından da anlaşıldığı üzere, bu teliften gaye, söz konusu hayatın ve tecrübelerin bir “ibret aynası” olmasıdır.

Bu gayesiz maceralara bir son veren genç A. Muhtar sonunda memleketine geri döner. Bu dönüş bir manada, çocukluğunda derviş dedesinin telkin ettiği ideallere de geri dönüştür. Dede, henüz beş yaşında iken onu mescit ve tekkelere götürmüş, örnek hayatıyla ve aşıladığı ideallerle yazarın hayatında önemli bir rol oynamıştır. Gurbetlerde

geçen ve bir nevi sapma olan yıllardan sonraki bu dönüş manevi anlamda da bir “ eve dönüş”tür. İçinde büyük bir Kur’ân ve İslam aşkı duyan genç, dinini öğrenme yollarını araştırır. Bu onu, o zamana kadar pek hissetmediği bazı memleket gerçekleriyle yüz yüze getirecektir. Bazı cami-lerin kapatıldığını, din âlimcami-lerinin baskı altında tutuldu-ğunu, Kur’ân ve din ilimlerini okuma ve okutmanın yasak olduğunu hayretle fark eder. Bu onun yılmak bilmeyen mi-zacını daha çok kamçılar ve genç, kendisini bu yola feda etmeye karar verir. Gayesi büyük bir âlim olmak ve isteyen herkese dinini öğretmektir. Parolası “ya ilim ya ölüm”dür artık. İşte eserin ikinci cildi bu idealler uğruna çekilen sı-kıntıların uzun ve ilgi çekici hikâyesidir. Kanundan kaçma ve kovalamalar, tahsil için Halep ve Şam’a yapılan yolcu-luklar, açlıklar ve hapislerle dolu bu sahifelerde hiç şüp-hesiz ilim ve irfan yolcularının alacağı çok önemli dersler vardır. İlim tahsili yanında, müellifin iç buhranları ve ara-dığını buluncaya kadarki garip hâl ve hareketleri ile kendi başına yaptığı mistik tecrübeler, esere ayrıca bir derinlik katıyor ve ilgi duyanlar için tasavvufun nasıl anlaşılması gerektiği hususuna ışık tutuyor.

Ezher yıllarıyla devam edeceği bildirilen hatıraların ikinci cildi yazarın ilginç askerlik hatıralarıyla sona er-mektedir. Okuyanlar daha evvel “Mutluluk Yolları Hayat Kitabı” isimli eserindeki tavsiyelerin büyük ölçüde bu ha-tıratta anlatılan hayat tecrübelerinden çıkarıldığını fark edeceklerdir. Umarız ki pir-i fani bu dinç zihin, hatıratın kalan kısmıyla birlikte daha başka eserlerini verme imkân ve enerjisini kendisinde bulsun. Her büyük yazarın bir baş eseri olduğu söylenir. Anlaşılıyor ki yazarın baş eseri, onun herkese nasip olmayan, değerli tecrübelerle dolu uzun haya-tıdır. Bu vasfıyla eser “yaşanmış olmanın değerini” taşıyor ve sadece bir macera hikâyesi olmaktan çıkıyor. Her yaş ve meslekteki okuyucu bir şekilde kendisini eserdeki hâl

ve durumla karşı karşıya hissedecek ve bu tecrübelerden faydalanacak bir yön bulacaktır. İki günlük yoğun bir oku-madan sonra kitabın son sayfasını çevirdiğimde, bu yazı-nın başında anlattığım his ve heyecanları duydum içimde.

Değişik biçimde yeni bir Jean Valjean’la karşı karşıya ol-duğum hissine kapıldım. Uzun yıllardır bir kitabı bu kadar iştahla okumadığımı düşündüm ve çok zaman duyduğu-muz, değerli şeyleri paylaşma ihtiyacıyla, eseri okuyucuya takdim lüzumunu hissettim.

Son olarak bir temennimi belirterek bitireyim yazımı:

Değerli senaryo yazarlarımız ve film yapımcıları! Eseri bir gözden geçirin. Eminim ki siz de onun, gıptayla seyretti-ğimiz yabancı diziler gibi bir film serisi olmaya ne kadar elverişli olduğunu göreceksiniz.

Belgede MUM ÇİÇEĞİ. Cihan Okuyucu (sayfa 168-174)