• Sonuç bulunamadı

Köprüler kurmak

Belgede MUM ÇİÇEĞİ. Cihan Okuyucu (sayfa 108-114)

E

kranda iki mükemmel çelik konstrüksüyon; Boğazi-çi ve Fatih köprüleri ve rakamlar, rakamlar... Yapılalı beri kaç araba, kaç yolcu geçmiş, ne kadar para bırakmış vs. Hakikaten bu iki köprünün mühendislerinin başardık-ları iş pek büyük. Birinci köprünün kurulduğu tarihten ön-ceki yıllarda iki yaka arasındaki araçlar da Şehir vapurla-rıyla taşınıyordu. Bu yüzden Sirkeci iskelesi önünde bazen yola kadar uzayan araba kuyrukları oluşur ve araç sahipleri saatlerce beklemek zorunda kalırlardı. Şimdi, bütün prob-lemlerine rağmen köprüler nisbî bir rahatlama sağladılar.

Asya ve Avrupa, tarihinde ilk defa bu iki demir gerdan-lıkla bir araya geliyor. Sadece bizim köprüler mi? Bu asrın mühendisleri demir, çelik ve betondan mamul nice büyük eserler ortaya koydular. Birçok dağlar delindi, denizler tüp geçitlerle, nehirler dev köprülerle aşıldı. Dünyayı saran as-falt ve demiryollarından başka hemen bütün başkentler bir-birine hava ağlarıyla da bağlandı. Böylece ülkeler ve kıtalar birbirine yaklaştı, zaman kısaldı. Bu gün cedlerimizin asla tanımadığı kadar dünyayı tanıyor ve diğer hemcinslerimiz-le iç içe yaşıyoruz. Bütün bu vasıtaları kullanan milyonlar-ca insan, her gün bir yerden bir yerlere taşınıyor.

Acaba dünyayı küçülten, mesafeleri kısaltan sadece modern ulaşım vasıtaları mı? Elbette hayır! Dünya sa-dece beton ve çelik ağlarla sarılmadı günümüzde. Göze

görünmeyen başka ağlar da var. Bilgi ağı, iletişim ve ha-berleşme ağı gibi. Çocuklarımız yakında eski türküleri-mizdeki hasreti anlamayacaklar; âşığın dağları delmesini, turnalarla haber göndermesini yadırgayacaklar. Yar mek-tubunun ucu niçin ve nasıl yakılırmış bilemeyecekler. Te-lefonun yaygınlaşmasıyla mektup türü ölümcül bir yara aldı. Yakında görüntülü haber cihazları telefonun eksik bıraktığı şeyi de tamamlayacak. Ya bilgi ağındaki süra-te ne demeli! Bu gün hemen her şey dünyanın iki uzak köşesine aynı anda ulaşıyor. Bilgi ve sanatla ilgilenmek eskiden olduğu gibi seçkin bir zümrenin imtiyazı değil ar-tık. İnternet ağı sayesinde farklı ülkelerin bilim adamları bilgi ve tecrübelerini paylaşıyor, ortak projeler üretiyorlar.

Hasıl-ı kelam -hadi biz de o kullanıla kullanıla aşındırıl-mış tabiriyle söyleyelim-dünya global bir köy haline geldi veya gelmek üzere. Yaşadığımız bu gelişmeler geçmiş as-rın bilim kurgu romanlaas-rını çoktan geride bıraktı. J. Ver-ne, “Ay’a Seyahat”i düşünmüştü ama Mars’a gidileceğini her hâlde aklına bile getiremezdi. Bu hızlı gelişme toplum mühendislerinin teorilerini de derinden etkiliyor. Geçti-ğimiz asır keskin bir milliyetçiliğe açmıştı gözlerini. Son elli yıldır, daha çok evrensel değerlerden söz ediyoruz.

Toynbe, tek bir dünya devleti tasarlar hayalinde. (Yaşamı Seçin, Ank 1985?) Millî devletlere ise bu tek devletin bün-yesinde, şimdiki belediyelerinkine benzer bir değer biçer.

Çünkü, der; “Küçülen dünyada bütün insanlık tek bir ka-dere doğru koşuyor ve koşacak.”

Yukarıdan beri yazdıklarımı modernizme bir kaside olarak algılayanlar çıkabilir. Gerçekten, eski ile yeni hayat şartlarının ikisi arasında büyümüş bir insan olarak, moder-nitenin sunduğu nimetlerden şikayetçi olduğumu söyleye-mem. Buna rağmen yine de kastım yukarıdakine benzer bir methiye yazmaktan tamamen farklı. Asıl söylemek is-tediğim bu git gide kalabalıklaşan ve madden yakınlaşan

insanların, ruhen birbirinden uzaklaşması, yabancılaşması.

Kalabalık şehirlerde, bir çangıldaki kadar keskin bir yal-nızlık duygusu çağımız insanının trajedisi. İnsan yalyal-nızlık- yalnızlık-tan her asırda şikâyet etmiştir. Yunus, “öldükten üç günden sonra duyulan” ve “soğuk su ile yunulan” bir garipten bah-seder mısralarında. Fuzulî ise, bad-ı sabadan gayrı kapısını kimsenin açmamasından yakınır. Söylendikleri devirlerin insan münasebetlerine göre biraz şairane yalan olarak te-lakki edebileceğimiz bu ifadeler, bu gün için aynıyla ha-kikattir. Yıllarca kapısı çalınmamış insanlar var aramızda.

Ölümü ne zaman sonra fark edilen kat komşularımız, kim-sesiz yaşlılarımız. Sokaktan başka evi, çöplerden başka aşı olmayan çocuklar. Bütün bunlar yaşanıla yaşanıla, duyula duyula kanıksadığımız, normal görmeye başladığımız ce-miyet manzaraları.

Tekrar başa dönelim ve soralım kendimize. Bütün bu yollar, yolları kısaltan köprüler, tüneller ve geçitler bizi bir-birimize gerçekten yaklaştırabildi mi? Yoksa araya, görün-meyen yeni uzaklıklar mı koydu? Bu iki şey, yani beden ve ruh yakınlığı çok zaman aynı şeyleri ifade etmiyor. Veysel Karanî’nin uzaklığı, Ebu Lehebçe bir yakınlıktan elbette bin defa hayırlı. Özleyen, seven ve arayan için uzaklar da yakındır. Dağlar Ferhad’ı sadece cismen ayırır sevgiliden, ruhen değil. Acaba yaklaştıkça uzaklaşmak bir kader mi?

Her dağ yaklaştıkça mutlaka küçülür mü gerçekten? Bunun için mi bütün klasik hikâyelerimiz acı çeken sevgililerle dolu? Biz işin bu tarafını şimdilik bir tarafa bırakalım ve sadede dönelim yeniden.

Okuyucu, sadedi nihayet anlamış olmalı. Bu yollar ve köprüler çağında, biz yine de insanlar arasında bir türlü kurulamayan yollardan ve köprülerden söz edeceğiz. Be-denleri bağlayan köprülere eyvallah. Ya gönüller arasında-ki köprülerden ne haber! Gönülden gönle yol var, demiş atalarımız. Tabi ki seven gönüller burada söz konusu olan.

O halde sevgi de bu iki nokta arasındaki bağ ve köprü. Sev-gisizlik, bunun yokluğu anlamına geliyor. Günümüz insanı işte bunun için birbirine ulaşamıyor. Bunun içindir ki aynı katı, hatta aynı çatıyı paylaştığımız, aynı sofraya birlikte oturduğumuz, bir ömür boyu hayat arkadaşı seçtiğimiz ki-şilere bile öylesine yabancı, öylesine uzağız. O halde yeni bir tür mühendise daha ihtiyacımız olacak; gönül mühendi-sine. Ta ki birbirine ulaşamayan insanlar arasında yol bul-sun, köprüler kursun.

Sevmekten mahrum kalp, gölgesiz ve meyvesiz ağaç gibi. Kim, ne için onun altına sığınsın. Sevgi denen ilahî mevhibeye malik insanlar ise gönül zenginlikleriyle çöl-deki bir vaha gibi cazibe merkezidirler. Susuz dudaklar kanmak, yanmış alınlar serinlemek için oraya koşarlar. Ya-nık yolcular gölgeyi ve serinliği orda tanır, orda öğrenir.

Aklın öğretmeni akıldır. Gönle sevmeyi öğretense yine bir gönül olabilir ancak. Oraya koşanlar, koştukları şeyin ya-nında birbirlerini de tanır ve severler. İşte her kutlu nebi, sevmeyi, acımayı ve adaleti unutmuş bir dünyaya bütün bunları yeniden hatırlatmak üzere gönderilmişlerdir. Bu yüzden Onlar, sahraya düşen ve orayı cennete çeviren rah-met gibidirler. Bu özelliği sebebiyledir ki, ilahî beyan Son Peygamber’i “Âlemlere rahmet” olarak nitelemiştir. Sonra O’nun mektebinden yetişmiş varisler geldi. Ondan öğren-diklerini her asırda insanlara yeniden öğrettiler. Onlar O servi kametin bize uzanmış, bol yemişli, bol gölgeli dalları gibidirler. Onlara ne mutlu! O varislerin başbuğlarından Hz. Mevlana nice gönle sevgi tohumları ekmiş ve o sevgi-de insanları birleştirmişti. Onun görevi köprüler kurmak-tı insanlar arasında. Bunun içindir ki şöyle demişti; “Ma bera-yı vasl âmedim / Ne bera-yı fasl âmedim” Yani; “Biz bölmeye, parçalamaya gelmedik bu dünyaya. Bölünmüşü ulamaya, ayrılmışı birleştirmeye geldik.” O mektebin sırlı erlerinden biri de büyük Yunus’du. O, Bir’e ve birliğe âşık,

ayrılık ve ayrılık sebeplerine düşmandı. Bunun içindir ki düşmanlığa savaş açmış; “Düşmanımız kindir bizim” diye haykırmıştı. Kendisine taş atana gülle mukabele etmiş, ya-ratılıştaki farklılığın sırrına erdiği için 72 millete bir gözle bakmıştı.

İnsan insanî özelliklerinin inkişafı nispetinde gelişir ve hürmete hak kazanır. Her insanda mevcut olan sevgi, şefkat, acıma ve feragat gibi yüce duygular ancak yüce ruhlarda-dır ki, bir hayat prensibi haline gelir. Belki, ekmeksiz, susuz ve havasız yaşamaya katlanırlar da sevgisiz yaşamaya asla katlanamazlar. Onun için her şeylerini bölüşürler. Sofraya sadece ekmeklerini değil kalplerini de koyarlar. Filistin’de onların da kolu kırılır, Bosna kanayan bir yaradır yürekle-rinde; Doğu Türkistan’da kurşunlanan gençlerin içinde onlar da vardır. Bedenlerinin bir parçası gibi her acı çekenle onlar da acı çeker ve üzülür. Yine de kendilerine zulmedenlerin halâsıdır dua ve niyazları. Hiç bir acı onlara nefret etmeyi öğretemez. Acırlar, severler ve ümit ederler.

Elbette sadece köprü kurucular değil köprü yıkıcılar da olacak bu dünyada. Onlar da sevgi yerine nefret tohumları-nı sulayacak, kin duygularıtohumları-nı kamçılayacaklar. Kendilerine uzanan eli ısıracak, etraflarına kinden bir hisar örecekler.

İçeri ışık düşmemesi için kepenklerini çekecek, bacalarını tıkayacaklar. Allah kalplerine bir hidayet vermedikçe on-lara ulaşmak ne mümkün. Ama unutmayalım, insanların kahir ekseriyeti içlerinde güzelliğe ve sevgiye meclup bir öz taşır. Bu yüzden sevgi kine galiptir ve daima da galip gelecek. Suyun ateşe üstünlüğü gibidir bu. Bırakalım, köp-rü yıkıcılar da kendi işlerini yapadursunlar. Köpköp-rü kurmak olsun bizim işimiz.

Bir medeniyet insanları gerçek insan haline getirmesi oranında başarılı sayılmaya layıktır. Kurduğumuz mede-niyete dönüp bir de bu gözle bakalım ve bir kıymet biçe-lim ona. O halde, çelik köprülerimiz, demir yollarımız ve

hava alanlarımızla övünelim ve bunları bize kazandıran mühendislere, mimarlara saygı duyalım. Ama asıl muhtaç olduğumuz mühendisleri unutmayalım, kalbimizi onlara da açalım.

Ey sevgi erleri, gönül mühendisleri! Haydi iş başına.

Çünkü çağ size muhtaç.

Belgede MUM ÇİÇEĞİ. Cihan Okuyucu (sayfa 108-114)