• Sonuç bulunamadı

Akortlu yaşamak

Belgede MUM ÇİÇEĞİ. Cihan Okuyucu (sayfa 48-52)

F

asıl arasında sazların yeniden akort edildiğini hepimiz görmüşüzdür. Bu aletler, aslında fasıldan önce de ayar-lanmıştır; o halde onları bozan şey nedir, hiç düşündünüz mü? Konu hakkında biraz bilgisi olanlar hemen; “Elbette”

diyecekler, “Alet icra esnasında ısınır ve genleşir. Fizikî dış çevre, onların akordunu bozar.” Evet gerçekten böyle.

Ve bu, sazendeler için büyük bir ızdırap. Geçenlerde udî bir arkadaşım; “Keşke” diyordu “akordu hiç bozulmayan bir alet icat edilebilseydi ama buna fiilen imkân yok. Zira bu ancak hava akımından tecrit edilmiş ve sabit ısılı bir mekanda gerçekleşebilir. Buysa aleti kullanmamanız anla-mına geliyor.” Peki, nedir akort? Kısaca aletin kendi sesini bulması, her telin çıkarması gereken sesi çıkarması. Diğer bir tabirle onun kendi kendisiyle barışık olması da diyebi-liriz buna. Akortsuzluk da bunun tersi. Do’ya basarsınız

“re” çıkar, “sol”a basarsınız “la” bulursunuz vs. Böyle bir aleti dinlemek ne büyük işkencedir. Eh, bu işkenceyi bilen-ler, fasıl aralarındaki ufak ayarlamalara ve cızırtılara razı olacaklardır.

Sade aletlerin değil insanların da akortlu olanı var ol-mayanı var. Birçok düşünürün insanı müzik aletlerine ben-zetmesi acaba tesadüf mü? Hz. Mevlana, “ney”e, Pascal, saza benzetiyor insanı; bin bir telli bir saza. O da her alet gibi dış çevreye tâbi ve akorda muhtaç. Her aletin ayrı bir

sesi ve yapısı olduğu gibi insanlar da farklı yaratılışlarda-dır. Bununla birlikte yine de temel özellikleri ve ihtiyaçları bakımından insan cinsinin bir olduğu muhakkak. O halde akortlu insan, genelde temel insanî özelliklere ve özelde mizacına uygun yaşayan insandır, diyebiliriz. Size de öyle gelir mi bilmem, bazen karşılaştığım birini bazen de biza-tihi kendimi ayarı bozuk bir alet gibi hissederim. Bir itmi-nansızlık, olmamam gereken halde olma hissi beni sarar, hoşnutsuzluk duyarım. Bu durumda iken kendi kendimize hâkim değilizdir. Bozuk bir alet gibi hangi telimize dokun-sak başka ses elde ederiz. Düşünürüz, aklımız dağılır; ko-nuşuruz, ağzımızdan çıkan söz bizim değildir. Yaptığımız kendi doğrularımıza uymaz. Aslında bu düşünce ve davra-nış bozukluğu içteki ayar bozulmasının dış tezahürlerinden başka nedir? Ne dersiniz, psikolojinin bahsettiği “davranış bozukluğu” aslında “ruhî ayar bozukluğu” olmasın sakın.

Tabiatıyla bu bozukluk bazıları için arızîdir, gelir geçer.

Onlar kendi seslerini yine bulur. Bazılarındaysa fıtrata ay-kırı yaşama, bir hayat tarzı haline gelmiştir; bu sebeple on-ların akordu çok daha fazla gayret ve ustalık gerektirir.

Hepimiz çevre tarafından kuşatılmışız ve bu çevre bizi etkiliyor. Bazen müspet çok zaman da menfi yönde. “Çev-re” derken daha çok insan ilişkilerini kastediyorum elbet-te. “İnsan insanın aynasıdır” demiş atalarımız. Ne doğru söz! Çok zaman gördüğümüz biri bize ayna kesiliverir ve yer yer kendimizi görürüz onda. Özellikle olgun kimse-lerin sağlam duruşu, kararlılığı, davranışlarındaki uyum ve tabiîlik karşısında eksikliğimizi daha iyi fark ederiz.

Onlar gibi olmak ister, adımlarımızı onların adımlarına uydururuz. Ayarı bozulan saatimizi şehrin meydanındaki saate bakarak düzelttiğimiz yahut telimizin çıkardığı sesin sıhhatini diyapazonda ölçtüğümüz gibi kendimizi onunla düzeltiriz. Çok zaman da bunun tersi olur tabiî. Sabah “iç musikimizi” dinleyerek çıktığımız evimize, allak bullak

olmuş, “dolmuş müziğiyle” geri döneriz. Doluyken boşal-mış, düzken yamulmuş halde.

İşte burada bir acemilik, bir savunma hatası söz konu-su. Demek ki kendimizi dış etkilere karşı yeterince koru-yamıyor, savunamıyoruz. Acaba iç zırhımız mı yeterince dayanıklı değil yoksa gelen ok mu çok yaman? Sanırım her ikisi de. O halde Carneidge’nin bahsettiği “tecrit odamıza”

çekilelim hemen ve kendimizi koruyalım. Dış çevre, ken-dimizi ona bıraktığımız ölçüde etkiler bizi. Tıpkı bir akar-suyun, içine düşen adamı sürüklemesi gibi. Nehir, ne kadar azgın olursa olsun, dışarıdaki adama ne yapabilir? Ama, az evvel herkesin fizik çevreye tabi olduğunu ve etkilendiği-ni söylemiştik, şimdi kendi kendimizi tekzip mi ediyoruz?

Hayır, bu sefer bahsettiğimiz, psikolojik bir tecrit. Eskile-rin bahsettiği “encümen” arasındaki “halvet” işte bu tecrit, yalıtılmış odadaki alet gibi bizi muhafaza eder. Tabiatıy-la ne kadar iyi ayarTabiatıy-lanırsa ayarTabiatıy-lansın hiç bir alet sonsuza kadar aynı kalamaz. O yüzden sık sık aleti kontrol etmek gerekiyor. Kimi bu murakabeden ebediyen mahrumdur.

Kimileri, bayramdan bayrama, cumadan cumaya hatırlar bunu. Daha şanslı olanlar, kendilerini günde beş kez elden geçirir, kapıları önünden geçen suda yıkanırlar. Bahtiyarlar ise daimi bir huzur esintisine kapılmışlardır; saçları daima kendi rüzgârlarında dalgalanır onların. Kendi kendini ta-mir edip duran dış bünyemiz gibi onlar da en ufak bir iç sarsıntısını anında görür onarırlar. O yara açılmadan kapa-nır. Zaten açılmış, azmış yarayı onarmak güçtür; asıl olan yara almamaktır.

Biz gene akort meselesine dönelim ve bundan bir de toplumsal fayda umalım. Kendisiyle uyumlu ve barışık insanın çevreyle de uyum şansı yüksektir. Zira “kendi-siyle barışık olmak” başkasıyla uyumun da asgari şartı-dır. Tıpkı akortlu bir aletin korodaki diğer aletlere kolayca intibakı gibi. Akortsuz bir aletin ise böyle bir şansı asla

olmayacaktır. Peki ama diğer aletler de akortsuz ise. O za-man, şairin deyişiyle; “seyreyle sen gümbürtüyü” ideal bir cemiyet, farklı aletlerden meydana gelen fakat aynı parçayı çalan uyumlu bir koroya benzetilebilir. Böyle bir koro için her farklı alet yeni bir zenginlik, mevcuda yeni bir katkıdır.

Ancak uyumsuz, akortsuz bir toplulukta her artış ek bir gürültü ve problem manasına gelir. Bir de tersini düşüne-lim. Uyumlu dahi olsa sadece bir aletten -uddan, kudüm-den veya bir başkası- meydana gelmiş bir koro ne kadar tekdüze ve sıkıcı olur, değil mi. O halde “yaşasın farklılık içindeki birlik” eski tabiriyle “fark”taki “cem”,”kesret”teki

“vahdet” var olsun..

O halde kendimizi toplayalım ve Mevlana’nın ben-zetmesiyle noktalayalım sözlerimizi. Ham insan “kamış”, olgun insan yakıcı nağmeler çıkaran bir “ney”dir. Çalın-mayan alet ham mı olgun mu nereden bilinecek? Biz de kendi kendimizi üfleyelim ve gelen sese kulak kesilelim.

Görelim hele düdük müyüz, ney miyiz? Sesimiz soluğu-muz sarıyor mu bizi ve başkasını? Akordusoluğu-muz yerindeyse ne âlâ, ne hoş. Yok değilse yeniden elden geçirelim onu ve

“yeniden bir düzen verelim sazımıza.” Ne dersiniz a dost-lar, yoklayın kendinizi ve bakın akordunuz yerinde mi?

Belgede MUM ÇİÇEĞİ. Cihan Okuyucu (sayfa 48-52)