• Sonuç bulunamadı

Kur'ân'da Arapça Olmayan Kelimelerin Varlığını Kabul Etmeyen GörüĢ

V. ARAġTIRMANIN TEMEL KAYNAKLARI

1.1. KĠTAB

1.1.2. Kur'ân'da Arapça Olmayan Kelimelerin Varlığı

1.1.2.1. Kur'ân'da Arapça Olmayan Kelimelerin Varlığını Kabul Etmeyen GörüĢ

Bu görüĢün en önemli temsilcisi Ġmâm ġâfiî‟dir. Onun bu konudaki görüĢlerine geçmeden önce Ģunu da belirtelim ki, ġâfiî‟nin içinde bulunduğu dönemde, siyasî, dinî, mezhebî ve filolojik konuların, yoğun bir Ģekilde tartıĢıldığı bilinmektedir. Böyle bir ortamda pek çok meselede olduğu gibi, sahabe ve tâbiîn döneminde var olduğu bilinen bu meselenin de tartıĢıldığı görülmektedir.112 Ġmâm ġâfiî de o çağın bir ilim adamı ve entelektüel kiĢiliği ile mezkûr tartıĢmalara katılmıĢ ve birçok düĢüncenin geliĢmesinde olduğu gibi bu meseleye de önemli katkılar sunmuĢtur. Hatta bu düĢüncenin en bariz önderi haline gelmiĢtir.113

Ancak bu mesele etrafında cereyan eden tartıĢmalar nihayet bulmamıĢ, usûl ilmiyle birlikte birçok bilim dalıyla olan irtibatından dolayı ġâfiî‟den sonra ivme kazanmıĢ ve günümüze kadar güncelliğini korumuĢtur. Bu tartıĢmaların detaylarına geçmeden önce özetle söylemek gerekirse, tarihi süreç itibariyle ġâfiî usûl geleneğinde Kur'ân'da Arapça dıĢında yabancı kökenli bir kelimenin varlığını kabul etmeyen ilk kiĢi Ġmâm ġâfiî

Raf„u'l-Hâcib'te Kur„an'da adı geçen bu kelimelerin toplam sayısının yirmi yedi olduğu ve tamamının

Ģu beyitlerde bir araya toplandığı belirtilmektedir:

ِّٛـــُو َٗـــَؽَٚ ًُ١جَغٍَغٌا ٌغـَ١ِث دَس ّدــِعَٚ ٝثٛـؽَٚ ٌَٚس ُسٛفبـوَٚ ًٌ١ غَِ ٌقِداشَع ٌحبىشَِِٚ ًُ١جَدَٔضٌاَٚ ُسٛؽ ٌطُذٕــُع ٌداٍَٛط ٍقَشجَزعِا بـغَغَٚ ُِِّٙ١ِٔبّثَس ُظ١ؽاشـَل ازـَو ُسٛٙشَِ ُطبطغِمٌاَٚ ُسبٕ٠د َُُّث ٌق ٌخـَئـِشبٔ َُُّ١ـٌاَٚ ٌحَسَٛــغَل َنازـَو ُسٛطغََِٚ ٌسُٛوزـَِ ِٓ١ٍَفِـو ِدئُ٠َٚ َِ ُٗــٌَ ازَـو ُّذـَؼُ٠ ٌطَٚدشـِف ُذ١ٌبم ىـَز بّ١ـف ُسَّٕٛر ُِِٕٗ ٍذ٠َسُد ُٓـثِا ٝـ

111 Bu hususta birçok görüĢ olduğu tespit edilmiĢtir. GeniĢ bilgi için bk., Celâluddin Abdurrahmân b. Ebû Bekr es-Suyûtî, el-Ġtkân fî Ulûmi'l-Kur„an, Mustafa Dîb el-Buğa (Thk.), Dâr Ġbn Kesîr, Beyrût 2002, I, 427-428; Ahmed el-Hâc Ġbrahim Zeyyân, Ahmet Bostancı (Çev.), “Kur'an-ı Kerim'de Arapça Oldukları TartıĢmalı Kelimeler”, Sakarya Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi

Dergisi, (2), 185-201.

112 Ġbn Abbâs, Ġkrime, Ebû Meysere, Saîd b. Cübeyr, Mücâhid ve Dahhâk, Kur'an'da Arapça olmayan kelimelerin varlığını kabul edip bunları tefsir eden meĢhur âlimlerinden bazılarıdır. Hatta Ebû Meysere: “Kur'an'da her dilden kelime vardır.” Ģeklinde bir iddiada bulunmaktadır. bk., Suyûtî ,

Muhezzeb fî mâ Vaka„ fî‟l-Kur'ân mine'l-Muarreb, Et-Tehâmî er-Râcî el-HaĢimî (Thk.),

Sundûk Ġhyâi't-Turâsi'l-Ġslâmî, Fas ve BirleĢik Arap Emirliği t.y., s. 57; el-Ġtkân, I, 428-443. 113 ġâfiî ile aynı görüĢte olanlar arasında Ġbn Cerîr, Ebû Ubeyde, Kâdî Ebû Bekr ve Ġbn Fâris gibi

âlimler de bulunmaktadır. GeniĢ bilgi için bk., Ahmed b. Zekerriyâ b. Muhammed Ġbn Fâris, es-

Sâhibey, Ömer Farûk et-Tabbâ„ (Thk.), Dâru Mektebutu'l-Maârif, Beyrût 1993, s. 63; Suyûtî, el- Ġtkân, I, 427; Ebû Zehra, eĢ-ġâfiî, Hayâtuhu ve Asruhu-Ârâuhu ve Fikhuhu, s. 170.

40

olmuĢtur. Bu konuya iliĢkin olarak sonraki tartıĢmalarda da onun etrafında temerküz etmiĢtir.

ġâfiî, kendisine özgü bir yapıda oluĢturduğu metodolojisinde, nasların anlaĢılması ve onlardaki hükümlerin açıklanması kadar, Kur'ân'ın diline de ayrı bir önem atfetmiĢtir. Nitekim “Allah‟ın Kitab‟ı ile ilgili ilme şunlar da girer: Allah‟ın

Kitâb‟ının tamamının Arapça olarak nazil olduğunu bilmek”114 Ģeklindeki sözleri ile bunu açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü onun fıkıh düĢüncesi, Kur'ân, usûl ve dil bileĢimlerinden müteĢekkil bir metoda dayanmaktadır. ĠĢte bu üç unsurun kendini bariz bir Ģekilde gösterdiği yerlerden birisi de “Kur'ân'ın Arapça nazmı içerisinde

hiçbir yabancı kökenli kelimenin yer alıp almadığı” meselesidir. ġâfiî‟nin, Kur'ân'ın

“beyân” olması fikrine binaen er-Risâle'de beyân konusundan sonra -atfettiği önemden dolayı- ele aldığı ikinci konu budur. ġâfiî‟nin, metot sisteminin ön gördüğü Kur'ân merkezli beyân düĢüncesinin tutarlığı adına, Kur'ân'da Arapça dıĢında yabancı kelimelerin olmadığını ispatlamaya çalıĢması, kendisi açısından adeta yerine getirilmesi gereken bir görev olmuĢtur.115 Ona göre Arap dilini, ifade Ģekillerini ve beyân üsluplarını bilmeyen kimselerin, Ģer„î hüküm istinbâtında bulunması mümkün

114 ġâfiî, er-Risâle, md., 127.

115 Kimi araĢtırmacılar, ġâfiî‟nin bu görüĢünü ve Arapçanın önemini vurgulayan sözlerini bağlamından kopararak "fazilet/üstünlük" ve "tâbi olmak" ifadelerini siyasî ve kavmî eğilimlerle irtibatlandırmaya çalıĢmaktadırlar. Kimisi de Arapçaya kutsallık atfettiğini ileri sürmektedir. Ġddialar hakkındaki GeniĢ bilgi için bk., Mustafa Öztürk, “Kur‟ân‟da Yabancı Kelime Bulunup Bulunmadığı TartıĢması ve ġâfiî‟nin Dogmatik Dil (Arapça) Tanımlaması Üzerine” Sünni

Paradigmanın OluĢumunda ġâfiî‟nin Rolü, (181-204), Kitâbiyât, Ankara 2000; Mustafa Öztürk, Kur'an Dili ve Retoriği, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2010, s. 83-106. Ancak bazı

araĢtırmacılar da bu iddialara Ģu Ģekilde cevap vermiĢlerdir: ġâfiî‟nin "insanlar arasında dil

noktasında fazilete en ziyade layık olan, dili Peygamberin diliyle aynı olanıdır" cümlesinde

"fazilet"ten kasıt Türkçedeki fazilet değildir. Türkçede "fazilet" kelimesi, manevî ve uhrevî bir çağrıĢım taĢımaktadır. ġâfiî‟nin kullanımdaki ifade ise, Arapların dünya Ģartlarında bu konuda daha fazla nimete ve imkâna sahip olduğunu anlatmaktadır. Bu tıpkı Ġsrail oğullarına hitaben: "Sizi

âlemlere faziletli/üstün kıldım" (el-Bakara, 2/22.) âyetinde geçen ifadeye benzemektedir. bk.,

Metin Yiğit, “Ġmam ġâfiî'de Arapça Vurgusu ve Lafız-Mana Dengesi”, Uluslararası Ġmam ġâfiî

Sempozyumu, Ġstanbul, Kent IĢıkları, 7-9-05-2010, s.809. Ayrıca Mustafa Öztürk, Kur'ân Dili ve Retoriği isimli kitabında ġâfiî‟ye yönelik ilmi dayanaklardan yoksun bazı iddiaların varlığı gözden

kaçmamaktadır. Öztürk‟ün Özellikle, Ebû Zeyd‟e dayandırdığı Ģu iddiasına katılmıyoruz: "Şâfiî,

Abbasîlerden hiç hoşlanmadı. Çünkü onlar, Emevî yönetiminin alâmet-i fârikası olan 'Arapçılık' ideolojisini terk ederek, İran unsuruna sırtlarını dayanmışlardır. İşte bu durum, İmam Şâfiî‟deki asabiyet temayüllünün ve Kur'ân dilinin, dolayısıyla Arapçanın her türlü yabancı unsurlarından aranmış olduğuna dair savunusunun nedenini gayet açık bir şekilde gözler önüne sermektedir."

bk., Öztürk, Kur'ân Dili ve Retoriği, 2010, s. 83-106. Söz konusu iddiaların değerlendirilmesi için bk., Nejdet Çağıl, “Kur'ân Dili ve Retoriği Adlı Kitap Üzerine”, Marife Bilimsel Birikim (2), s. 98-100.

41

değildir. Buna binaen Ġmâm ġâfiî, Kur‟ân‟da yabancı kökenli kelime bulunduğunu ileri sürenlere yönelik olarak Ģunları dile getirmektedir:

“Bazı kimseler: 'Kur'ân'da Arapça ve yabancı kelimeler bulunduğunu ileri

sürmüşlerdir. Oysa Kur‟ân, Allah'ın Kitâb'ındaki her şeyin Arap lisanıyla gerçekleştiğini göstermektedir. Kur'ân'da Arapça dışında kelimelerin varlığını kabul edenin bu düşüncesine katılanlar da olmuştur. Fakat bu fikre katılanlar, onu taklit etmişler ve meselenin delilini araştırmamışlardır. Bu taklit neticesinde onlar, bazı kimseleri gaflete düşürüp yanıltmışlardır. Kur'ân'da Arapça dışında kelimelerin bulunduğunu söyleyen ve bu görüşü kabul eden bir kişi, Kur'ân'da bir kısım Arapların da bilmediği bazı özel kelimelerin var olduğunu ileri sürebilir.(Gerçek şu ki) Arapça, ifade biçimleri ve kelime hazinesi yönünden dillerin en zengindir. Dolayısıyla Peygamber‟in dışında bir insanın Arapçayı tamamıyla kavramasının mümkün olduğunu düşünmüyoruz. (Fakat) insanların tamamı (Arapçayı konuşanlar) bir bütün olarak düşünülürse, Arapçanın bilinmeyen bir yönü kalmayacaktır. Arapların Arapçayı bilmesi, fakihlerin Sünnet‟i bilmesi gibidir. Zira Sünnet‟in tamamını eksiz bir şekilde bilen bir kimseyi bilmiyoruz. Ancak Sünnet âlimlerin hepsinin ilmi bir araya toplanınca, Sünnet‟lerin tamamı ortaya çıkar ve bilinmeyen hiçbir Sünnet kalmaz.116

Görüldüğü üzere Ġmâm ġâfiî, körü körüne bir taklitçiliği eleĢtirmekte ve yukarıdaki ibarelerin devamında da filolojik117

ve metodolojik118 bir yaklaĢım ortaya koymaktadır. Fakihliği yanında donanımlı bir filolog da olan ġâfiî, sosyo-ekonomik ve benzer faktörlerin dil üzerindeki etkilerini en iyi idrak edenlerden biri olarak tezini aklî ve naklî argümanlar ileri sürerek savunmaktadır.119 ġâfiî‟nin bu yaklaĢımı,

116 ġâfiî, er-Risâle, md., 133-138; Ahkâmu'l-Kur'ân, s.31. 117

ġâfiî er-Risâle, md., 147-148. 118 ġâfiî er-Risâle, md., 138-145.

119 Bazı araĢtırmacılar, ġâfiî‟nin, dil konusunda kıyas ve ictihâdı kabul etmeyip dil anlayıĢını gelenek, rivayet ve sem„iyata dayandırdığını ileri sürmektedirler. bk., Arslan, Ġmam ġâfiî‟nin Kur'ân

Okumaları, s. 155-156. Ancak biz ġâfiî‟nin bu konudaki görüĢü hususunda net bir bilgiye

ulaĢamadık. Nitekim Soner Duman, Arslan'ın aksine, "Şâfiî, bu konuda bir görüş ortaya

koymamıştır," demektedir. bk., Duman, ġâfiî‟nin Kıyas AnlayıĢı, Ġsam Yayınları, Ġstanbul 2009,

s. 181. ġîrâzî, ġâfiîlerin dilde kıyası kabul ettiğini ve fakat Hanefî mezhebi âlimleri ve mütekellim usûlcülerin çoğunluğunun ise bunu kabul etmediğini ifade etmektedir. bk., ġîrâzî, et-Tebsira, s. 444. Gazâlî ise usûl âlimlerinin bu konuda derin bir fikir ayrılığına düĢtüklerini ifade etmektedir. Ona göre, büyük çoğunluk dilde kıyas yapılabileceğini kabul etmez. Zira böyle bir Ģey onlara göre

42

onun konuyu bilimsel objektifliği yakalama gayretleri içerisinde bulunduğunu göstermektedir. Örneğin, “bu hususta delilin nedir?” diye kendisine yöneltilen bir soruya karĢılık olarak Ģöyle cevap vermektedir:

“Söylediklerimizin delili Kur'ân'da vardır. Zira Allah Teâlâ, „Biz, her

peygamberi ancak kendi kavminin lisanıyla gönderdik…'120

buyurmuĢtur.”121

ġâfiî, bu ve benzeri naklî deliller yanında filolojik bir yaklaĢımla; dillerin, insanların birbirini anlamayacakları derecede farklı bir yapıda olduklarına ve yabancıların farklı olan dillerinin, kelimeler bakımından birazcık birbirine benzeyebileceklerine de dikkatleri çekmektedir.122 Tezini desteklemek için de bu konuda birçok ayetin olduğunu ifade ederek peĢ peĢe birçok âyeti delil olarak getirmektedir. Özellikle Allah Teâlâ‟nın, Kur'ân'da Arapça dıĢında hiçbir kelimenin bulunmadığını pekiĢtirerek açıkladığını ve buna vurgu yaptığını belirtmektedir.123 Daha sonra Ģu iki âyeti -aĢağıda yer vereceğimiz bazı nedenlerden dolayı- hüccet olarak sunmaktadır. Allah Teâlâ: “Andolsun ki biz onların, “Kur'ân ona bir insan

öğretiyor” dediklerini biliyoruz. İma ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur'ân ise gâyet açık bir Arapça‟dır”124 ve “Eğer biz onu başka dilde bir Kur'ân yapsaydık

onlar mutlaka, “Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?” derlerdi”125 buyurmaktadır.126

ġâfiî‟nin bu konuda delil olarak sunduğu âyetler ıĢığında görünen o ki kendisi, kaygı duyulması gereken önemli bir kaç noktaya iĢaret etmektedir. Birincisi, eğer Kur'ân'da bir kısım Arapların da bilmediği bazı yabancı kelimelerin varlığı kabul edilirse Kur'ân'ın bir kısmının Araplar tarafından bilinemeyeceği neticesini

dili Arapların kullanımının dıĢına çıkarmak ve dolayısıyla Kur'ân'ın indirildiği bu dili bozmak anlamına gelir. Yine böyle düĢünenlere göre Araplar varlıkları isimlendirirken böyle bir kıyas yoluna baĢvurmamıĢlardır. Meselâ Araplar siyah olan at için "edhem", kırmızı doru at için ise "kumeyt" dedikleri halde, siyah veya kırmızı elbiseye "edhem" demezler. Gazâlî, bu hususta; dil, bütünüyle, vaz„ ve tevkifidir, dilde asla kıyas yapılamaz, demektedir. Gazâlî, el-Mustasfâ, II, 14; Câbirî, Arap-Ġslâm Kültürünün Akıl Yapısı, s. 75.

120

Ġbrahim, 14/4. ِِِٗ َْٛل ِْبَغٍِِث َّلاِا ٍيُٛعَّس ِِٓ بٍََْٕعْسَأ بََِٚ 121 bk., ġâfiî er-Risâle, md.,149-150.

122 bk., ġâfiî er-Risâle, md.,148-153.

123 eĢ-ġuârâ, 26/192-195; er-Ra„d, 13/37; eĢ-ġûrâ, 42/7; ez-Zuhrûf, 43/1-3; ez-Zumer, 39/28. 124

en-Nahl, 16/103. ٌٓ١ِجُِّ ٌِّٟثَشَػ ٌْبَغٌِ اَزََ٘ٚ ٌَِّّٟدْػَأ ِْٗ١ٌَِا َْٚ ُذِسٍُْ٠ ِٞزٌَّا ُْبَغٌِّ ٌشَشَث ٍَُُِّّٗؼُ٠ بََِّّٔا ٌَُُْٛٛمَ٠ ََُُّْٙٔأ ٍَُُْؼَٔ ْذَمٌََٚ 125 Fussilet, 41/44.

ٌِّٟثَشَػَٚ ٌَِّّٟدْػَأَأ ُُٗربَ٠آ ْذٍَِّظُف َلاٌَْٛ اٌُٛبَمٌَّ ب ّ١َِّدْػَأ ب ٔآْشُل ُٖبٍََْٕؼَخ ٌََْٛٚ

43

doğuracaktır ki inkârcılar, “biz anlamadığımız bir şeyden sorumlu değiliz” diyecek ve bu durumu kendi lehlerine delil olarak kullanacaklardır.127

Ġkincisi, eğer Peygamber kendi kavminin diliyle tebliğ görevini yerine getirmezse inkârcıların, “Peygambere Kur'ân'ı bir insan öğretiyor” iddiaları güç kazanmıĢ olacaktır. Üçüncüsü, Kitab'da yer alan mücmel bilgilerin açıklanması, farklı anlamlara gelebilecek kelimelerin yorumlanması ve arızî Ģüphelerin ortadan kalkması Arapçayı bilmeyi gerekli kılmaktadır. Aksi takdirde mücmel olan bilgiler açıklanamayacak, oluĢan Ģüpheler giderilemeyecek ve farklı anlamlara gelebilecek kelimelerin ihata edilmesi kolay olmayacaktır.128