• Sonuç bulunamadı

ġâfiî Usûlcülere Göre Beyânın Mertebeleri

V. ARAġTIRMANIN TEMEL KAYNAKLARI

1.1. KĠTAB

1.1.1. Beyân

1.1.1.2. Beyânın Mertebeleri

1.1.1.2.2. ġâfiî Usûlcülere Göre Beyânın Mertebeleri

Daha önce ifade ettiğimiz gibi ġâfiî Usûlcüler, beyanın mertebeleri hakkında iki temel yaklaĢım sergilemiĢlerdir. Bunların bir kısmı beyânı, müstakil bir baĢlık altında iĢlerken, diğer bir kısmı lâfız konularının mücmel ile ilgili bölümünde bir alt baĢlık olarak ele almıĢtır. Ayrıca nelerin beyân sayılacağı, nelerin sayılmayacağı yine beyân mertebeleri esnasında değerlendirmiĢlerdir. Beyânın iĢlevini de göz önünde bulunduran ġâfiî usûlcüler, -imamlarının istilâhî manada zikretmediği- beyânı gâyesine göre birkaç kısma ayırmıĢlardır.79

ġîrâzî ve Sem„ânî‟nin beyân ayırımı, ġâfiî‟nin yaptığı gibi mertebe esaslı değil türlere göre bir taksim Ģeklindedir. ġîrâzî, beyân çeĢitlerini yedi, Sem„ânî ise altı kısma ayırmaktadır. O beyânın, kavl/söz, sözün mefhûmu, fiil, takrir, iĢaret, kitâbet ve kıyas Ģeklindeki vasıtalarla gerçekleĢeceğini belirtirken, Sem„ânî mücmelin beyânı, söz, fiil, kitâbet, iĢaret, tefsir, ictihâd Ģeklindeki vasıtalarla

75 ġâfiî, Kitâbu Cimâi‟l-Ġlm Rifat Fevzî Abdulmuttalib (Thk.), (el-Umm ile birlikte), Dâru Ġbn Hazm, Beyrût 2011, IX. 42-43.

76

Ġmam ġâfiî, beyân mertebeleri arasında icmâı zikretmese de er-Risâle'de Ġcmâ baĢlığı altında icmâın, Kitâb, Sünnet ve kıyas ile birlikte dördüncü bir asıl olarak görülmesini ifade etmektedir. bk., ġâfiî, er-Risâle, md., 1309.

77 Bu hususa ileride kıyas konusunda değinilecektir. Bk., ġâfiî, er-Risâle, md., 1323-1324. 78

ġâfiî, er-Risâle, md., 1817.

79 Muhammed Edîb Sâlih, Tefsîru'n-Nusûs fi'l-Fikhi'l-Ġslâmî, el-Mektebetu'l-Ġslâmî, Beyrût, 2008, s.27.

32

gerçekleĢeceğini öngörmektedir. Onların bu yaklaĢımları beyânın sem„îyat cihetini öne çıkarmaktadır.80

Dolayısıyla ġîrâzî ile Sem„ânî'nin beyân taksimatı benzerlik arz etmektedir.81

80 ġîrâzî, el-Luma„, s.116; a. mlf., ġerhu‟l-Luma‟, I, 469. 81 Ġkisine göre beyân çeĢitleri Ģu Ģekildedir:

1. Sözle oluĢan beyân: Hz. Peygamber‟in zekâtın nisab miktarı ile benzer konulara iliĢkin yaptığı açıklamalar buna örnek verilebilir: “Beş devede bir koyun zekât vardır.” (Ebû Dâvûd, Zekâtu's-

Sâime, 9/5, 1568.) Usûlcülerin en çok üzerinde durduğu ve en çok kesinlik ifade eden beyan türü

budur.

2. Sözün mefhûmuyla oluĢan beyân: Allah Teâlâ'nın, “sakın onlara 'öf' bile deme” (el-Ġsrâ, 17/23.) âyeti buna örnek verilebilir. Zira âyetin mefhûmundan hakaret ve dövmenin yasak olduğu anlaĢılmaktadır. (ġîrâzî, el-Luma„, s. 117; a. mlf., ġerhu'l-Luma„, I, 470.) Bu beyân çeĢidinde bazen tenbîh bazen de hitâbın delili ile gerçekleĢmektedir. Hz. Peygamber‟in, “Sâime/otlayan

koyunlarda zekât vardır” (Buhârî, Zekât, 24/38, 1454; Ebû Dâvûd, Zekâtu's-Sâime, 9/5, 1568.)

hadisinin mefhumu muhalifi, ahırda beslenen /malûf olan koyunlarda zekât olmadığına delâlet etmektedir. (ġîrâzî, el-Luma„, s. 117; a. mlf., ġerhu'l-Luma„, I, 470.)

3. Fiille oluĢan beyân: Bu da, Hz. Peygamber‟in namaz, hac gibi ibadetleri ifa ederken beyân ettiği fiilleri kapsamaktadır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.): “Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız

öyle kılın” (Buhârî, Ezân, 10/18, 631; Alâuddîn Ali b. Belbân Ġbn Hibbân, Sahîhu Ġbn Hibbân,

ġuayb el-Erneût (Thk.), Muessetu'r-Risâle, Beyrût 1993, Ezân, 7, 1658.) ve “Hac menâsikinizi

benden alınız” (Ebû Dâvûd, Menâsik, 11/77, 1966; Ahmed b. Ali ġuayb en-Nesâî (v. 303/915), Sunnenu-Nesâî, Halîl Me‟mûn ġihâ (Thk.), Dâru‟l-Ma„rife, Beyrût 2007, “ Menâsiku‟l-Hâc”,

24/220, 3062. ) buyurarak namaz ve hac ibadetlerinin nasıl yapıldığını fiillerle göstermiĢtir. (ġîrâzî, el-Luma„, s. 117; a. mlf., ġerhu'l-Luma„, I, 470; Sem„ânî, Kavâti„u‟l-Edille, I, 270.) ġîrâzî, et-Tabsire'de bu konuyu biraz daha geniĢ olarak ele almakta ve bazı usûlcülerin, fiille beyânın

oluĢmayacağı görüĢünde olduklarını zikretmektedir. (GeniĢ bilgi için bk., ġîrâzî, et-Tebsira Fî

Usûli‟l-Fıkh Muhammed Hasan Heytû (Thk.), Dâru‟l-Fikr, ġam 1983, s. 247-248.) Öte yandan

söz ve fiilin birlikte bir mücmelin beyânı olması halinde hangisinin öncelikli olduğu hususunda ise iki farklı görüĢ rivâyet etmektedir. ġâfiî âlimlerin bir kısmına göre fiilin daha evla olduğunu, bir kısım kelamcılara göre ise ikisinin aynı derecede olduğunu belirtmektedir. Ona göre ise söz fiilden daha evladır. Çünkü söz, hükme tek baĢına delâlet ederken, fiil ancak bir vasıta ile meydana gelmektedir. Dolayısıyla kendi baĢına bir hükme delâlet eden Ģey, bir vasıta ile delâlet eden Ģeyden daha evladır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) Hacc ibadeti esnasında insanlara hacc ibadetinin nasıl yapılacağını açıklarken Ģöyle buyurmuĢtur: “Hac menâsikinizi benden alınız.” (Ebû Dâvûd,

Menâsik, 11/77, 1966; Nesâî, Menâsiku‟l-Hâc, 24, 3062.) Namazın nasıl kılacağını açıklarken

onlara, “Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız işte öyle kılın” (Buhârî, Ezân, 10/18, 631.) buyurmuĢtur. ġîrâzî, bu delilleri arz ettikten sonra meselenin, fiil ile beyânın meydana gelip gelmemesi olmadığını fakat delâlet açısından hangisinin daha kuvvetli olduğunu belirten görüĢünü ortaya koymuĢtur. (ġîrâzî, et-Tebsira, s. 249-250.) Onun bu yaklaĢımı özellikle Râzî sonrası ġâfiî usûlcüler tarafından tekrar ele alınmıĢ ve ġâfiîlerin genel görüĢü haline gelmiĢtir. (bk., Râzî, el-

Mahsul, II, 697; Âmidî, el-Ġhkâm, II, 24; Ġbn Subkî, Ref„u‟l-Hâcib an Muhtasar Ġbnu‟l-Hâcib,

Muhammed Abdurrahman Abdullah, (Thk.), Dâru‟l-Kutubi‟l-Ġlmiye, Beyrût 2009, II, 482-483; Subkî, el-Ġbhâc, II, 1053-1058.)

4. Takrir ile oluĢan beyân: Bu Hz. Peygamber‟in huzurunda yapılan bir davranıĢı onaylaması ile gerçekleĢen beyândır. Mesela, Hz. Peygamber (s.a.v.), sabah namazından sonra Kays'ın iki rekât namaz kıldığını gördü. Ona bu namazın ne olduğunu sordu. Kays, sabah namazının iki rekâtı olduğunu söyleyince, Hz. Peygamber‟in bunu reddetmedi. ĠĢte Hz. Peygamber‟in bu takriri sabah namazından sonra sünnetin kılınabileceğine delalet etmektedir. (ġîrâzî, el-Luma„, s. 117; a. mlf.,

ġerhu'l-Luma„, I, 471)

5. ĠĢaretle oluĢan beyân: Hz. Peygamber‟in yaptığı iĢaretlerle oluĢan beyânı içermektedir. Örneğin, Hz. Peygamber (s.a.v.) (gün olarak): “Bir ay, şöyle ve şöyledir” (Ebû Abdullah Muhammed b. Ġsmail el-Buhârî (v. 256/869), Sahîhu‟l-Buhâri, Ġzzeddîn Zallî, Ġmâd et-Tayyâr, Yâsir Hasan

33

ġîrazî ve Sem„ânî beyâna dair bu yaklaĢımlarıyla müctehidlere, naslardan hüküm çıkarmaları durumunda geniĢ bir hareket alanı sunmuĢ olmaktadırlar. Hâlbuki Ġmâm ġâfiî bu yetkiyi ancak bir konuya iliĢkin nasın bulunmaması halinde vermektedir.82

Cüveynî, beyân mertebelerini değerlendirirken, mücmelin, beyânın zıttı olduğunu, zâhirin ise ihtimal taĢıdığı için beyân sayılmayacağını söylemiĢtir.83

Kendisi beyân hususunda ġâfiî, ġîrazî ve Sem„ânî'den farklı bir tutum sergileyerek delil ve delil mertebelerini iç içe ele almakta ve nihaî görüĢünü en sona bırakmaktadır. Cüveynî, aklî ve sem‟î olmak üzere iki kısma ayırdığı “delil” hakkındaki açıklamalardan önce “beyânın mertebeleri” hususunda ġâfiî‟nin görüĢüyle birlikte üç görüĢü84

daha zikrederek konuya derinlik kazandırmaktadır.85 Nitekim bu bilgiler bağlamında ġâfiî‟nin beyân taksimatı hakkında Ģunları söylemektedir:

(Thk.), Muessetu‟r-Risâle NâĢirûn, Beyrût 2014, “Savm”, 30/11, 1908.) buyurduğu bir esnada eliyle bir keresinde 30, bir keresinde ise baĢparmağını gizlemek suretiyle ayın 29 gün olduğunu iĢaret etmiĢtir. (ġîrâzî, el-Luma„, s. 117; a. mlf., ġerhu'l-Luma„, I, 471; Sem„ânî, Kavâti„u‟l-

Edille, I, 270.)

6. Kitâbet ile oluĢan beyân: Hz. Peygamber‟in Yemen ve diğer memleketlere gönderdiği mektuplardaki zekât, beden uzuvlarının diyeti, krallara Ġslam daveti gibi hükümleri içeren beyânı içermektedir. (ġîrâzî, ġerhu'l-Luma„, I, 471-472; Sem„ânî, Kavâti„u‟l-Edille, I, 270.)

7. Kıyasla oluĢan beyân: Hz. Peygamber (s.a.v.): “Hurma hurmayla, buğday buğdayla, arpa arpayla,

tuz tuzla başbaşa misliyle peşin olarak satılır. Çeşitlerinin farklı olması hariç kim artırır veya artırılmasını talep ederse ribâya girmiştir” (Müslim, Müsâkat, 22/16, 4040.) buyurmaktadır.

Burada yiyecekler hakkındaki ribâ maddelerinin bu dört çeĢidi belirtilmektedir. Kıyas ise bu yiyeceklerin dıĢında kalanların da onlar gibi olduğuna delalet etmektedir. (ġîrâzî, el-Luma„, s. 117-118; a. mlf., ġerhu'l-Luma„, I, 472.)

8. Tefsirlerle oluĢan beyân: Bu beyân çeĢidi hükümlerin beyânı hususunda mana ve manalara neden olan illetleri içermektedir. ġu uygulama bu tür beyâna örnek verilebilir: Hz. Peygamber (s.a.v.), “Yaş hurma kuruyunca azalır mı?” (Ebû Dâvûd, Buyû‟, 22/18, 3359.) sorusuna evet cevabını alınca yaĢ hurmanın kuru hurma ile satıĢını yasaklamıĢtır. (Sem„ânî, Kavâti„u‟l-Edille, I, 270- 271.)

9. Âlimlerin ictihâdıyla oluĢan beyân: Bu beyân çeĢidinde âlimler bahsi geçen kısımları ictihâdlarıyla, ya fer'i aslı gibi sayılan delillere veya beyâna delalet eden bir iĢarete dayanarak iki vecihten biri ile beyân etmiĢlerdir. (Sem„ânî, Kavâti„u‟l-Edille, I, 271.)

82

Erol Erdem, ““ġâfiî Usûlcülerin Ġmam ġâfiî‟nin Usûlünü Temsil Sorunu” (Beyân, Âmm, Hâss,

Nesh, Hâber-i Vâhid)”, (Doktora, Selçuk Üniversitesi SBE, Konya 2008), s. 25.

83 Cüveynî, el-Burhân, md., 74; ĠltaĢ, Fıkıh Usûlünde Mütekillimîn Yönteminin Delâlet AnlayıĢı, s. 195.

84

bk., Cüveynî, el-Burhân, md., 74.

85 Cüveynî, el-Burhân, md., 72; Muhammed b. Ali Ömer el-Mâzerî, (v. 536/1144), Îzâhu'l-Mahsûl

34

“…işte bunlar Şâfiî‟ye göre beyânla ilgili taksiminin mertebeleridir. Kendisi

sanki her yönden beyânı, Allah Teâlâ'nın Kitâbı ile ilişkilendirmeyi tercih etmiştir. İmâm Şâfiî‟nin beyânın mertebeleri sıralamasında takip ettiği metot işte budur.86

Cüveynî, daha sonra Ebu Bekr b. Davûd el-Ġsfahânî'nin icmâı, beyân mertebeleri arasında zikretmeyen ġâfiî‟ye yönelttiği eleĢtirilere katıldığını belirtmekte ve bu hususta Ģunları söylemektedir: “Şâfiî, kıyasdan önce icmâı zikretseydi bu eleştiriye

maruz kalmayacaktı. Zira icmâ dinin asıl delillerindendir. Biri çıkıp „İcmâın dayanağı haberdir, haberi zikretmesi yeterlidir. Şâfiî de onu beyân mertebeleri arasında saymıştır. Dolayısıyla icmâı zikretmese de olur‟ deme tekellüfünde bulunursa, o kimseye, „icmâyı kıyastan önce zikretseydi ya!‟ diye cevap verilir. Çünkü kıyasın dayanağı da icmâdır. Sonra icmâ, kıyasın manasını da içermektedir.”87 Dolayısıyla bu itiraza göre de kıyasın hazfedilmesi İcmâdan evladır.88

Mâzerî, el-Burhân üzerine kaleme aldığı “Îzâhu‟l-Mahsûl” adlı eserinde delillerin kuvvet ve zayıflık derecelerine göre de Ġmâm ġâfiî‟ye bazı eleĢtireler getirilebileceğini söyleyerek Cüveynî‟yi desteklemektedir.89

Cüveynî, ġâfiî dâhil beyân mertebeleri hakkında ileri sürülen hiçbir görüĢü kabul etmeme nedenlerini açıkladıktan sonra konu hakkındaki nihaî görüĢ ve tercihin Ģu sözlerle dile getirmektedir:

“Sonuç olarak doğru olan görüş zikrettiğimiz şartlara binaen,90

„beyân delil‟dir‟ diyen Kâdî Bâkillânî‟nin görüşüdür. Delil de aklî ve Sem‟î olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır: Aklî delilin, açıklık ve kapalılık açışından bir tertibi yoktur. Onun tertibi ancak taaddüt ve fazla tefekküre gereksinim duyan durumlarda söz konusudur. Sem„îyatın dayanağı ise mucizedir. Mucizeye yakın olan her şey takdim edilmeye en layık olandır. Rütbe bakımından mucizeye uzak olan ise sona alınmaya daha layıktır. Bunun anlamı şudur: Hz. Peygamber‟den (s.a.v.) işitilen her söz onu gören için bir vasıta olmaksızın mucizenin medlulü olmaktadır. Çünkü Hz. Peygamber‟in verdiği haber kesin bilgi ifade etmektedir. Dolayısıyla O'ndan işitilen

86 Cüveynî, el-Burhân, md., 72; a.mlf., et-Telhîs, II, 207. 87 Cüveynî, el-Burhân, md., 73.

88 el-Mâzerî, Îzâhu'l-Mahsûl, s. 138. 89

GeniĢ bilgi için bk., Mâzerî, Îzâhu'l-Mahsûl, s. 138-139.

90 Cüveynî'nin kast ettiği Ģartlar Bâkillânî 'nin dile getirdiği beyân tanımındaki Ģartlardır. Cüveynî, et-

35

söz ilk mertebede yer alırken icmâ, Sünnet‟ten sonra ikinci mertebede gelir. Kıyas ise icmâ ile sabit ve haberlerin değişiklik arz etmesine binaen üçüncü sırada yer alır. Sonraki mertebeler zanların anlamlarına göre sıralanmakta ve disipline edilememektedir. Netice olarak nihaî amacımız beyânı tasnif etmek ve beyândan oluşan sonuca göre ilmin derecesini takdir etmektir.”91

Ayrıca Cüveynî, sem„îyyatın, bazen söz, bazen fiil, bazen de sembol ve iĢaret Ģeklinde olabileceğini ifade etmekte; aklın sem„îyyattan farklı olarak tek baĢına delalet etme özelliğine sahip olduğunu belirtmektedir.”92

Özetle kendisine göre beyân delildir. Delil de sem„î/naklî ve aklî olmak üzere iki çeĢittir. Sem„î delilin dayanağı mücizedir ve mucizeye en yakın olan her Ģey takdim edilir. Derece bakımından uzak olan ise ikinci planda yer alması gerekir. Cüveynî, bu bağlamdan hareketle, Kitâb'ın beyân sıralamasında neden yer almadığı sorusuna ise Ģöyle cevap vermektedir. “Hz. Peygamber'den (s.a.v.) işitilen ve onun

söylediği her şey Allah'tandır. Dolayısıyla Kitâb ile sünnet arasında bir ayrımdan söz etmenin bir anlamı da yoktur.” 93

Yukarıdaki bilgilerden hareketle diyebiliriz ki, Cüveynî, ġâfiî‟nin, beyânın her mertebesini Kitâb‟la iliĢkilendirmesine mukabil, beyânı akıl ve sem‟îyat bağlamında ele almıĢtır. ġâfiî‟nin ilk dört mertebesini bir mertebe, son mertebeyi de baĢka bir mertebe olarak tasnif etmeyi uygun görmüĢtür. Ġcmâı, kendi mertebeleri içinde açıkça zikretmeyen ġâfiî‟nin aksine, kendisinin kurguladığı tasnife, icmâı da ilave etmiĢtir. Böylece beyân mertebelerini Kitâb, Mütevâtir Sünnet, icmâ haber-i vâhid ve kıyas Ģeklinde bir sıralamayı takip ederek ġâfiî‟nin öngördüğü beyân tasnifinden daha anlaĢılır kılmıĢtır. Kanaatimizce de Cüveynî‟nin bu taksimatı daha uygundur. Nitekim bu hususta ġâfiî‟ye yöneltilen itirazlar, hemen hemen aynı gerekçelerle diğer usûlcüler tarafından da dile getirilmiĢ ve bu alanda kabul

91

Cüveynî, el-Burhân, md., 76; a. mlf., et-Telhîs, II, 207. 92 Cüveynî, et-Telhîs, II, 207.

36

görmüĢtür. Bu yüzden ġâfiî, kendi sistemine mutabık kalmadığı gerekçesiyle bazı eleĢtirilere maruz kalmıĢtır.94

Ayrıca beyân‟ın mertebelerine iliĢkin olarak ilk etapta görünen o ki, ġâfiî‟nin taksimatında tutarlı bir sistem bulunmamakta ve tekrar söz konusudur. Zira er-

Risâle'de bu taksimat bazen dört, bazen beĢ iken, el-Ûmm'da ikidir. ġâfiî‟nin söz

konusu tasnifi bir fikir verse de yeterli görülmemiĢ ve birçok usûlcü tarafından da ciddi bir Ģekilde eleĢtirilmiĢtir.95

Gazâlî de bu konuda hocasından farklı düĢünmemekle birlikte Menhûl ve

Mustasfâ adlı eserlerinde konuyu iki farklı üslupla arz etmektedir.96 Bunun sebebi kuĢkusuz her âlim gibi onun da zaman içerisinde tekâmül eden bilgi birikimi olduğu hakikatidir. Gazâlî, Burhân adlı eserin özeti mesabesinde olan Menhûl adlı eserinde beyânın beĢ mertebesinin bulunduğuna dair usûlcülerin görüĢ birliği içerisinde olduğunu fakat beyânın öncelik sıralamasında ise görüĢ birliğinin olmadığını belirtmektedir. Bu hususta ġâfiî‟nin yaklaĢımı ile birlikte üç görüĢü zikretmektedir.97 Netice itibari ile o da, Cüveynî gibi ġâfiî‟nin sistemleĢtirdiği beyân mertebelerinin bir özetini verdikten sonra icmâı beyan mertebeleri arasında zikretmemesini eleĢtirmekte ve hocasıyla paralel düĢündüğünü ortaya koymaktadır.98

Gazâlî sonrası ġâfiî usûlcülerden Râzî ise beyân taksimatını Sem„ânî gibi mücmelin beyânı Ģeklinde ifade etmekte fakat bu durumu farklı Ģekilde irdelemektedir. Ona göre mücmelin beyânı söz, fiil veya fiilin terk edilmesi ile olmaktadır. Ancak daha kapalı olan fiil ve terk ile oluĢan beyan üzerinde durmaktadır.99

Râzî, fiille oluĢan beyân hususunu Ebû'l Hüseyn Basrî'nin, kendisiyle beyânın yapıldığı Ģeyleri, muvâzaa ile delâlet ve muvâzaa'sız delâlet Ģeklindeki ikili

94

Bu husustaki tartıĢmalar nesh konusunda ele alınacaktır. bk., Muhammed Ebû Zehra, eĢ-ġâfiî,

Hayâtuhu ve Asruhu-Ârâuhu ve Fıhhuhu, Dâru‟l-Fikri‟l-Arabî, Kahire t.y., s. 169-170.

95 Yapılan eleĢtiriler için bk., Cessâs, el-Fusûl fi'l-Usûl, I, 240-246. 96

Gazâlî, el-Menhûl, 45-46; Mustasfâ, II, 29-30. 97

Gazâlî, el-Menhûl, 46. Gazâlî'nin bu açıklamalarından el-Menhûl'un, el-Burhân'ın bir özeti olduğu anlaĢılmaktadır. Fakat Gazâlî'nin Menhul'da beyân mertebelerini beĢ olarak vermesi Cüveynî'nin

Burhân'da verdiği bilgilerle örtüĢmemektedir. Zira Cüveynî, beyân mertebelerini ġâfiî için beĢ,

diğer görüĢler için ise üç ve altı olarak vermektedir. bk., Mâzerî, Îzâhu'l-Mahsûl Min Burhâni'l-

Usûl, s.138.

98 Gazâlî, el-Menhûl, 46. Cüveynî, aynı gerekçelerle ġâfiî‟nin beyân tertibini eleĢtirmiĢtir. 99 Râzî, el-Mahsûl, II, 694.

37

taksimatını geniĢleterek sunmaktadır.100 Ona göre beyâna delalet eden Ģey, ya muvâzaa ile ya da muvâzanın kendisine tâbi olduğu Ģey ile ya da muvâzaa'ya tâbi olan Ģeyle gerçekleĢmektedir. Bu durumların açıklaması sırasıyla Ģöyledir:101

1. Muvâzaa ile oluĢan beyân: Yazı ve parmak sayılarıdır. Yazı ile oluĢan beyân, Allah Teâlâ'nın levh-i-mahfûz'da yazdıkları ile Hz. Peygamberin elçilerine yazdıkları açıklamaları içerirken, parmak sayıları ile oluĢan beyân ise Hz. Peygamberin el parmaklarıyla iĢaret ettiklerini içermektedir.

2. Muvâzaa'nın kendisine tâbi olması ile oluĢan beyân: Beyân ise iĢarettir. Çünkü muvâzaa iĢarete gereksinim duymaktadır. Aksi durumda muvâzaa baĢka bir iĢarete gereksinim duyacaktı ki bu da imkânsız olan teselsülü gerektirmektedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) iĢaret ile beyânda bulunmuĢtur. Örneğin eliyle ipeği iĢaret ederek, “bu ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına helaldir”102

buyurmuĢtur.

3. Muvâzaa'ya tâbi olması ile oluĢan beyân: Bu Ģekilde oluĢan beyâna Hz. Peygamberin, “bu fiil bu âyetin beyânıdır” veya “Beni nasıl namaz kılıyor

görüyorsanız, öyle kılın”103

sözlerindeki açıklamalar örnek gösterilebilir.104

Râzî, bu açıklamalara bağlı olarak, fiil ile beyân yapılıp yapılmayacağı, söz ve fiilin birlikte bir mücmeli beyânı etmesi halinde hangisinin öncelikli olduğu ve beyânın mübeyyen kuvvetinde olmasının gerekip gerekmediği baĢlıkları altında konuyu iĢlemektedir. Bu hususun detaylı tartıĢma ve açıklamasını ise Âmidî yapmıĢtır. Böylece bu konuda ġâfiî usûlcülerin genel görüĢü de son Ģeklini almıĢtır.105

Buna göre, Râzî ve Âmidî dâhil olmak üzere usûlcülerin çoğu, aklî ve naklî delillerin delaletinden hareketle beyanın fiillerle olabileceğini söylemiĢlerdir.106

100

Basrî, el-Mu„temed, II, 296-297. 101 Râzî, el-Mahsûl, II, 694. 102 Nesâî, Zînet, 40, 5163. ب

َِ٘سُٛوُر ٍَٝػ ََِّشُز َٚ ِٟزَُِّأ ِسبَٔ٦ ُش٠ِشَسٌْا َٚ ُتََّ٘زٌا ًَِّزُا 103 Buhârî, Ezân, 10/18, 631; Ġbn Hibbân, Ezân, 7, 1658.

104

Râzî, el-Mahsûl fî Ġlmi Usûli‟l-Fıkh, II, 695-696. 105 Râzî, el-Mahsûl, II, 697-698; Âmidî, el-Ġhkâm, II, 23-27. 106 Râzî, el-Mahsûl, II, 697-698; Âmidî, el-Ġhkâm, II, 23-24.

38

Söz ve fiilin birlikte bir mücmelin beyânı olması halinde hangisinin öncelikli olduğu hususunda Râzî ve Âmidî, söz veya fiil hangisi önce olursa olsun sözün beyân kabul edilmesi gerektiği görüĢündedirler.107

Aslında Râzî ve Âmidî beyân hususunda birbirine yakın görüĢler belirtmiĢlerdir. ġu var ki, Âmidî, beyân mertebelerini Râzî ve ondan önceki ġâfiî usûlcüler gibi tek tek zikretmek yerine beyânın tanımından yola çıkarak kendisine daha geniĢ bir hareket alanı sunmuĢtur. Zira ona göre beyânın ve delilin tanımı aynıdır. Dolayısıyla da beyânı tarif etmek delili tarif etmektir. Böylece beyân/delil, aklî, hissî, Ģer„î örfî, söz, sükût, fiil, fiilin terki vs. ihtimallerinden hangisi olursa olsun kesinlik veya zan ifade eder.108

Beyân konusuna dair yukarıda zikrettiğimiz tüm hususlar neticesinde diyebiliriz ki ġâfiî usûl geleneğinde beyân kavramı ve beyân mertebeleri, ġâfiî ile baĢlamıĢ olup tüm usûlcüleri yakından etkilemiĢtir. ġâfiî‟nin usûlünde “beyân” kavramı ve konusu Ģemsiye konumda olup diğer konu ve kavramlar bunun altında Ģekillenmektedir.109

ġâfiî‟nin beyân merkezli metodolojisine karĢılık olarak ġîrâzî, Cüveynî, Râzî ve Âmidî gibi usûlcülerde “delil” Gazâlî‟de ise “hüküm” merkezli bir usûl sistemi söz konusu olmuĢtur. ġâfiî ile ġâfiî usûlcüler arasındaki birçok tartıĢma bu temele dayanmıĢtır. ġâfiî usûlcülerin kendi görüĢleri ile ġâfiî‟nin görüĢlerini mezcetme neticesinde ise beyân kapsamı geniĢlemiĢtir. Bu Ģekilde ġâfiî usûl geleneğinde beyân kavramı tanım ve mertebeleri yönüyle incelenmiĢ, nasların daha iyi anlaĢılması açısından sınırları belirlenmiĢ bir metot olarak hukuk metodolojisindeki yerini almıĢtır.