• Sonuç bulunamadı

Kur'ân'da Arapça Kelimelerin Varlığı Hususunda UzlaĢtırıcı GörüĢ

V. ARAġTIRMANIN TEMEL KAYNAKLARI

1.1. KĠTAB

1.1.2. Kur'ân'da Arapça Olmayan Kelimelerin Varlığı

1.1.2.3. Kur'ân'da Arapça Kelimelerin Varlığı Hususunda UzlaĢtırıcı GörüĢ

Ġmâm ġâfiî ve Gazâlî‟den kısmen farklı düĢünen Râzî ise Kur'ân'da Arapça olmayan kelimelerin varlığından ziyade Kur'ân'ın nüzul öncesi Arapçayı da tasavvur etmektedir. O, bu Ģekilde Kur'ân'ın, mutlak olarak Arapça olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre söz konusu kelimeler daha Kur'ân inmeden Arapların diline geçmiĢti. Kur'ân, nazil olduktan sonra bunlar Araplar tarafından zaten biliniyordu. Daha önemlisi bu kelimelerin ta„rîb faaliyeti bizzat Arapların kendileri tarafından yapılmıĢ olmasıdır. Zamanla Arapça bir nitelik kazanan bu kelimeleri, artık yabancı kelimeler olarak görmenin bir anlamı yoktur. Ayrıca bu kelimelerin sayısı da son derece azdır.139 Yani Arapça dıĢında baĢka bir dile ait bazı kelimeler bulunsa da bunlar kayda değer bir sayıda değildir. Zira siyah bir boğada bulunan birkaç beyaz kıl onu siyah boğa olmaktan çıkarmadığı gibi birkaç kelimenin varlığı da Kur'ân'ı Arapça olmaktan çıkartmaz.140

Râzî, bu kelimelerin ta„rîb faaliyetleri hususundaki görüĢünü Ģu örnek bağlamında dile getirmektedir: “ ٍْاَد ِْٓ١َزََّٕدٌْا ََٕٝخَٚ ٍقَشْجَزْعِا ِِْٓ بَُِٕٙئبَطَث ٍػُشُف ٍََٝػ َٓ١ِئِىَّزُِ ”141

âyetinde yer alan “قَشْجَزْعِا”, kelimesi kalın ipek anlamında olup ArapçalaĢmıĢ/mu„arreb Farsça bir kelimedir. Bu kelimenin aslı “نشجزع” dir. Yabancı dillerdeki kelimelerin ilk kısımları mebni olmadığından bu kelimenin baĢındaki harf, sukûn olarak kabul edilmiĢtir. Dolayısıyla okunmamaktadır. Okunsun diye baĢına bir hemze getirilmiĢ ve kelime “نشْجَزْعِا” Ģeklini almıĢtır. Sonra kelimenin sonundaki “ن” harfi kalın “ق” harfine dönüĢtürülmüĢ böylece “قَشْجَزْعِا” olmuĢtur. Buna göre yabancı bir kelime kalıp ve harfler açısından yeni bir Ģekil almıĢ ve nihayetinde vezn açısından Arapça bir kelime haline dönüĢmüĢtür. Dolayısıyla bu durumda bizzat Arapların vaz„ ettikleri kelimeler gibi bu kelime de Arapça olarak kabul edilmiĢtir.142

Râzî‟nin bu bakıĢ açısına göre, Kur‟ân‟da mutlak olarak Arapça dıĢında bir kelime yoktur. Bununla birlikte onunla ġâfiî arasında ince bir ayırım söz konusudur.

139 Râzî, et-Tefsîru'l-Kebîr, Dâru Ġhyâi't-Turâsi'l-Arabî, Beyrût 1995, X, 373. 140 Râzî, el-Mahsûl, I, 221.

141

er-Rahmân, 55/54. Onlar astarları kalın ipekten olan döĢeklere yaslanırlar. Bu iki cennetin meyveleri (zahmetsizce alınacak kadar) yakındır.

46

Zira ġâfiî, doğrudan en baĢta Kur‟ân‟da yabancı kökenli kelimenin varlığını kabul etmezken Râzî, bu hususta gelebilecek itirazları da göz önünde bulundurarak, redd ve kabul arasında uzlaĢtırıcı bir yol izlemiĢtir. Ona göre kökeni yabancı olsa da yapılan bir takım değiĢikliklerle vezn açısından Arapların vaz„ ettikleri kelimeler gibi Arapça bir kelimeye dönüĢmüĢtür.

Netice olarak bu konu, hem usûl-i fıkıh hem de dil bilimi ilimlerinin tartıĢılan konuları arasındadır. Fakat hangi açıdan ele alınırsa alınsın, tam olarak tek bir görüĢ tercih etmek zor görünmektedir. Bununla birlikte ġâfiî tarafından savunulan bu teorinin, onun kurduğu metodolojik sistemi içerisinde tutarlı bir görüĢ olduğu dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu yönüyle ġâfiî‟nin görüĢünün daha ağır bastığını söyleyebiliriz. Zira ġâfiî‟nin bu konudaki düĢünceleri iyi tahlil edildiğinde onun felsefi ve filolojik tartıĢmalara cevap vermesi bir tarafa öncelikle kendi metodolojisinin tutarlığını ispatlama çabası içerisinde olduğu görülecektir. Çünkü ġâfiî Kur'ân-ı Kerim‟i merkeze yerleĢtirip beyân ismini verdiği bir metodu savunmaktadır. Dolayısıyla onun Kur'ân'da Arapça kelimeleri içermediği iddiası, Kur'ân'ın beyân olması düĢüncesinden kaynaklanmaktadır. Zira Ġmâm ġâfiî, nass düzeyinde açıklanmayan Kur'ân hükümlerinin, mücmel veya zâhir olsun, yoruma açık bulunması hallerinde, yorumun Arap dilinin imkânları çerçevesinde yapılmasını zorunlu görmektedir. Kur‟ân‟ın Arapça oluĢu meselesini hararetle savunmasının en önemli sebeplerinden birisinin de bu olduğu anlaĢılmaktadır. Zira lâfızların delâletindeki kapalılık veya zannilik Sünnet devreye sokulduktan sonra mutlaka dil çerçevesinde çözülmek durumundadır.143 Ayrıca ġâfiî, bir usûlcü olması yanında bir davetçi olarak da Kur'ân'ın anlaĢılmaması durumunda inkârcıların Kur'ân'ı anlamama, Peygamberin kendi kavminin lisanıyla tebliğ etmeme ve kendi dilleriyle inmeyen Kur'ân'ın bir benzerini getirmenin mümkün olmayacağı iddialarının güç kazanacağı kaygısını taĢımaktadır. Bu yüzden bunlara cevap olarak Ģu âyetleri zikretmektedir:

“Andolsun ki biz onların, „Kur'ân ona bir insan öğretiyor‟ dediklerini

biliyoruz. İma ettikleri kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur'ân ise gâyet açık bir

47

Arapça‟dır”144

ve “Eğer biz onu başka dilde bir Kur'ân yapsaydık onlar mutlaka,

„Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Araba yabancı bir dille söylenir mi?' derlerdi”145

Öte yandan Gazâlî'nin, “, Farsça bir şiirin içinde,Farsçaya geçmiş birkaç

Arapça kelimenin bulunması bu şiiri Farsça olmaktan çıkarmayacağı” iddiası ise

yeterli bir delil olarak görülmemektedir. Çünkü Kur'ân, Allah Teâlâ'nın kelamı, Ģiir ise beĢer kelamıdır. Kur‟ân‟ın nazmında i„câz söz konusu iken Ģiirin nazmında i„câz söz konusu değildir. Dolayısıyla Kur'ân'la Ģiiri karĢılaĢtırmak haddizatında pek tutarlı gözükmemektedir. Bu bir yana ġâfiî‟nin belirttiği gibi dillerin bazı kelimelerinin birbirine benzemesi uzak bir ihtimal değildir: “Bir kelime ister öğrenilerek söylensin,

ister vaz„ edildiği gibi konuşulsun, yabancı bir dil veya bu dilin bazı kelimelerinin Arapçaya biraz benzeyebileceğini inkâr etmiyoruz. Yabancıların farklı olan dilleri, birçok kelimeleri bakımından birazcık birbirine benzer. Arap olmayanların dillerinde, memleketleri birbirinden uzak, lisanları farklı olmasına ve aralarında akrabalık bağları bulunmamasına rağmen kısmi bir benzerlik mevcuttur.”146

ġîrâzî ve Sem„ânî de ġâfiî‟nin bu sözlerini desteklemek üzere Ģunları dile getirmektedirler:

“Biz onların birkaç kelimeyi örnek göstererek, Kur‟ân‟da Arapça dışında bir

kelimenin var olduğu görüşüne katılmıyoruz. Çünkü bu kelimeler Arapça kelimeler olup Farsların, Hinduların da telefüz ettikleri ortak kelimelerdir. Nitekim bu konuda birçok örnek bulunmaktadır. Mesela, „sirâc‟ yerine „harâc‟, „sarâvîl‟ yerine „şarâvîl‟, „cibâl‟ yerine „avcabâ‟ ve „semâ‟ yerine de „âsimân‟ kelimelerini kullanmaktadırlar.” 147

Râzî‟nin serdettiği örnekler ve açıklamalara gelince, onun Kur‟ân‟da Arapça dıĢında yabancı kelimelerin olduğunu kabul edenlerle etmeyenler arasında orta yolu bulma çabasının, bir zorlama olduğu kanaatindeyiz. Çünkü onun bahsettiği ArapçalaĢtırma faaliyetinin yerleĢik bir kural olarak uygulandığını söylemek, ispatı zor bir iddiadır.

144 en-Nahl, 16/103.

145 Fussilet, 41/44. 146

ġâfiî, er-Risâle, md., 148. Ayrıca bk., ġîrâzî, et-Tebsira, s. 182; Sem„ânî, Kavâti„u‟l-Edille, I, 255.

48

Kanaatimizce bu konudaki görüĢler içerisinde ġâfiî‟nin görüĢü, Kur‟ân‟ın zâhirene de muvafıktır. Zira bir delil olmadıkça zâhir terk edilmez. Bu kelimelerin daha önce diğer dillerde kullandığını ispat etmek zordur.148

Dolayısıyla meseleye en azından “tercih bilâ müreccih/hiç bir üstünlük sebebi yok iken birbirine eĢit iki Ģeyden birisini diğerine üstün tutmak” kaide-i muvacehesinden bakmak daha yararlı olacaktır. Ayrıca Cüveynî, imamlar arasında Allah‟ın Kitâb‟ını en iyi bilen kiĢinin Ġmâm ġâfiî olduğunun altını çizerek bu konuda herhangi bir görüĢ belirtmeyip imamına zımnen katıldığını göstermektedir.149

ġâfiî usûl geleneğinde ġâfiî‟ye muhalefet etmede Gazâlî‟nin tek kalması ayrıca üzerinde düĢünülmesi gereken bir husus olarak ortada durmaktadır. ġunu da belirtelim ki, bu mesele ilk dönemlerde olduğu gibi sonraki dönemlerde de ilim erbabı tarafından tekrar tekrar ele alınarak tartıĢılmıĢ ancak halen de yukarıdaki iki farklı görüĢ lehine kanaat belirtilmeye devam edilmektedir. Örneğin, muasır usûlcülerden Abdulkerîm Zeydân, Ġmâm ġâfiî gibi düĢünürken150

Muhammed Ebû Zehra, ġâfiî gibi düĢünmediğini

belirtmektedir.151

Bazı araĢtırmacılar ise bu tartıĢmaların netice itibariyle usûl açıĢından çok önemli pratik bir karĢılığı olmadığını ileri sürmektedirler. Örneğin ġâtibî, el-

Muvâfakât isimli eserinde, son dönem âlimlerin bu konuyla ilgili ihtilafları üzerine

herhangi bir Ģer„î hüküm terettüp etmediğini, bu tartıĢmalardan fıkhî bir meselenin çözülemeyeceğini ve bu meselenin itikadı bir mesele olduğunu ifade etmektedir. Bununla birlikte ġâtibî, Arap dilinin kendine has lâfız, üslup ve manalarının bulunduğunu dile getirerek bu yönüyle ġâfiî‟ye katılmaktadır. Hatta ġâfiî‟den sonra gelen birçok âlimin bu metodu takip etmediğini eleĢtirmekte ve bu hususa dikkat edilmesinin gerekli olduğu tavsiyesinde bulunmaktadır. ġâtibî'ye göre Kur'ân'ın, Arapların lisanıyla indiği ve onun Arapça olup kendisinde yabancı kelimelerin bulunmadığı kabul edildiğinde bundan Kur'ân-ı Kerimin, Arapların alıĢık olduğu özel lâfızlar, üslup ve manalarla indiği anlamı çıkmaktadır.152 Çünkü Arapçada bazen

148 bk., Cüveynî, et-Telhîs, I, 221 (Tahkik edenin notu.) 149 Cüveynî, el-Burhân, md.,1176.

150 Abdulkerîm Zeydân, el-Vecîz fi Usûli‟l-Fıkh, Muessetu'r-Risâle NâĢirûn, Beyrût 2006, S. 119. 151

Ebû Zehra, Usûlu‟l-Fıkh, Dâru‟l-Fikri‟l-Arabî, Kâhire t.y., s. 79.

152 Ebû Ġshâk Ġbrahim b. Mûsâ el-Lahmî eĢ-ġatîbî, (v. 790/1388), el-Muvâfakât fî Usûl'i-ġerîa, Muhammed el-Ġskenderânî, Adnân DervîĢ (Thk.), Dâru'l-Kutubi'l-Ġlmî, Beyrût 2008, s.237.

49

bir mana âmm ve zâhir bir hitap ile bildirilir. Bununla da âmm ve zâhir olan mana murad edilir. Bu hitap tarzında herhangi bir açıklamaya ihtiyaç olmaz. Bazen de bir Ģey âmm ve zâhir bir hitap ile bildirilir. Bununla da âmm murad edilir, hâss da ona dâhil olur, bundan da ifade edilen Ģeyin bir kısmının murad edildiği anlaĢılır. Bazı hallerde de zâhir ile hitap edilir. Bununla baĢka bir Ģeyin murad edildiği onun siyakından anlaĢılır. Kelamın evvelinde, ortasında ve sonunda, bunlardan hangisinin murad edildiğini bildiren bir Ģey vardır.153

Aynı Ģekilde Kur‟ân‟ın da kendine has lâfız, üslup ve manalar içermektedir. Dolayısıyla dillerin vaz„ ve üslup farklılarından dolayı, yabancı bazı dillerle Arapça dili anlaĢılmayacağı gibi Arapça lisanı ile de yabancı dillerin anlaĢılamayacağı ortadadır.154

Yukarıda zikredilen tüm mülahazalardan hareketle Ģu önemli noktaya da değinmekte yarar vardır. “Kur‟ân‟da Arapça olmayan kelimelerin varlığı meselesi” bazı araĢtırmacıların iddia ettiği gibi, Ġmâm ġâfiî tarafından tartıĢma zeminine çekilmek suretiyle polemik konusu olan bir problematik haline getirilmiĢ bir sorun değildir. Daha da önemlisi bu konuyu bahane ederek dört büyük fıkıh mezhep kurucularından birini ırkçılıkla itham etmek gibi bir vebalin altına girme neticesini öngörmeyen, insaf sınırlarını zorlayan ve bilimsel verilerle örtüĢmeyen bir takım zorlama yorumlarda bulunan bazı iddia sahiplerinin dile getirdikleri Ģu ağır ifadelerin Ģer„î açıdan caiz olmadığı açıktır: “Yaşadığı dönemin siyasal ve kültürel

konjonktürünün beslediği „kavmî hassasiyet‟ gibi tepkisel sâiklerle geliştirdiği dogmatik tanımlama çerçevesinde Arap diline üstün nitelikler atfeden Şâfiî, Kur‟ân‟ın anlaşılmasından ziyade, Arap toplumunun, milliyetçi gururunu okşayan, „üstün ve kutsal nitelikli bir Arapça‟ fikrinin yaygınlaşmasına katkıda bulunmuştur.155

153 ġâfiî, er-Risâle, md., 173, s. 135; ġâtibî, el-Muvâfakât, s .237; GeniĢ bilgi için bk., M. Hâlid Mes„ûd, Ġslâm Hukuk Teorisi, Muharrem Kılıç, (Çev.) Ġz Yayıncılık, Ġstanbul 1997, s. 213-233. 154

ġâfiî, er-Risâle, md., 173, s. 135; ġâtibî, a.g.e., s. 237.

155 GeniĢ bilgi için bk., Öztürk, “Kur‟ân‟da Yabancı Kelime Bulunup Bulunmadığı TartıĢması ve ġâfiî‟nin Dogmatik Dil (Arapça) Tanımlaması Üzerine”, s. 181-204. Diğer iddialar için bk., Nasr Hâmid Ebû Zeyd, el-Ġmâmu‟s-ġâfiî ve Te‟sisu‟l-Aydiyûlûciyyeti‟l-Vasatiyye, Sînâ li‟n-NeĢr, Kahire 1992, s. 11; KırbaĢoğlu, “Risâle‟nin ġekil ve Muhteva Açısından EleĢtirisi”, s. 220. Bu iddialara verilen cevaplar için bk., Yiğit, “Ġmam ġâfiî'de Arapça Vurgusu ve Lafız-Mana Dengesi”, s. 804.

50

Bu satırları okuyan ve Ġmâm ġâfiî‟nin, Ġslâmî ilimlere ve özellikle Kur‟ân ve Sünnet gibi nasların anlaĢılmasındaki çaba, hizmet ve katkılarını bilmeyen bir kimse, onu, binlerce müçtehit ve âlim tarafından tâbii olunan ve milyonlarca müntesibi bulunan bir mezhep kurucu değil de sanki Ģer„i ilim ve irfandan nasibini almamıĢ, Arapçılık davası peĢinde koĢan ırkçı bir lider zannedecek özellikle “kavmî

hassasiyet” ve “Kur‟ân‟ın anlaşılmasından ziyade, Arap toplumunun, milliyetçi gururunu okşayan, „üstün ve kutsal nitelikli bir Arapça‟ fikrinin yaygınlaşmasına katkıda bulunmuştur.” gibi sözler, Ġslâm hukukuna göre caiz olmayan ve bu sözlerin

sahibini mesul hale getirecek sözler olduğu açıktır. Ayrıca Ġslâm düĢünce tarihinde Arapçanın önemi vurgulan âlim sadece Ġmâm ġâfiî olmamıĢtır. En önemlisi Kur‟ân ve Sünnet‟i doğru anlamak için Arapçaya önem atfetmek, “kavmî hassasiyet” değil; Arapçanın kendine özgü üslup ve karakteristik özelliklerinden dolayı haddizatında da yerinde bir tutumdur.156