• Sonuç bulunamadı

STRES VE KAYNAKLAR

1.4. STRES KAYNAKLAR

1.4.1. Bireysel Stres Kaynakları

1.4.1.1. Kişilik Tipler

Kişilik denildiğinde ilk akla gelen bireyleri birbirinden farklı kılan özelliklerdir. Ancak, formel tanımı yapılmaya çalışılınca psikologların bile üzerinde aynı fikirde olduğu bir kişilik tanımı bulunmamaktadır. Buna rağmen Cüceloğlu’ na (2003: 404) göre kişilik, “bireyin iç ve dış çevresiyle kurduğu, diğer bireylerden ayırt edici, tutarlı ve yapılaşmış bir ilişki biçimidir”. Diğer bir deyişle kişilik, bireyin zihinsel ve bedensel özelliklerinde (otokratik olma, içe veya dışa dönüklük, hırs, duygusal, sabır vb) görülen farklılıkların kişinin davranış ve düşüncelerine yani yaşam biçimine yansımasıdır. Kişiliğin bir kısmı doğuştan diğer bir kısmı da sonradan kazanılır. Genelde kişilik süreci, ergenlik dönemi sonunda tamamlanır. Ancak genetik unsurlar, aile yapısı, eğitim vb gibi etkenler kadar sosyal çevrenin de kişiliğin oluşmasında sürekli etkili olması, onun zor da olsa değişmesini ve gelişmesini sağlayabilir (Türküm; 2004: 133).

Bireylerin davranışları arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar bireyleri ve bireylerin neyi neden yaptıklarının anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Bu nedenle bazı kuramcılar tarafından kişilik tipi oluşturulmuştur. Kişilik tipi; bireyleri ve bireylerin neyi neden yaptıklarını anlamayı sağlayan, bireyin sınırlılıklarını, neleri yapabileceğini, neyi yapamayacağını ve bilgi işleme süreci

içinde bireyin kendine göre tercihlerindeki doğal eğilimlerini anlamayı sağlayan bir sistemdir. Strese eğilimli kişilerin gruplandırılması için oluşturulan kişilik tipi ise A ve B tipi kişiliktir (Yurtsever, 2009: 56).

Bireylerin strese eğilimli olma düzeyleri açısından birbirinden farklı olduğuna dair ilk çalışma 1974 yılında Friedman ve Rosenman yapılmıştır. Kişilik tiplerinin davranışlarını sınıflandıran Friedman ve Rosenman, çok sayıdaki San Fransisco’lu erkeği inceleyerek onları A tipi davranış ve B tipi davranış olmak üzere gruplandırmıştır. Bu gruplandırma sonucunda A tipi davranış sergileyen kişilerin strese daha eğilimli olduğu bulunmuştur. Diğer bir ifadeyle, kişilik tiplerinin bireylerin davranışlarını farklı etkilediğini ve kişilik tipleri ile stres arasında yakın bir ilişkinin bulunduğu ortaya konulmuştur (Akt: Pehlivan, 2002: 33).

Strese eğilimli olan A tipindeki kişilerin gösterdikleri belirgin davranışlar; (Atkinson ve diğerleri, 1999: 508).

• İki şeyi aynı anda yapar ya da düşünürler.

• Güzelliklerin farkına varmaz ve sürekli iş düşünürler. • Başkalarından hızlı konuşmalarını isterler.

• Sinirlenme eğilimindedirler. • Her zaman işlerini takip ederler. • Konuşurken el kol hareketleri yaparlar. • Sık sık diz oynatır veya parmak tıkırdatırlar. • Sık sık kötü sözler söylerler.

• Geç kalmamaya özen gösterirler. • Boş kalmaktan hoşlanmazlar. • Hırslı yapıları vardır.

• Konuşurken nefes alma, dudak ısırma, kafa sallama, masaya vurma davranışları sergilerler.

• Sabırsızdırlar.

B tipindeki kişilerin göstermiş olduğu davranışlar ise A tipinin tersi niteliğindedir. B tipi kişilik özelliğine sahip olanlar A’ya göre daha rahat, daha sakin, daha az rekabetçi, güzelliklerin farkında olan, her zaman iş düşünmeyen, hayatını düzene sokan kişilerdir. Bu nedenle strese daha az eğilimlidirler. A tipi kişiliğin strese eğilimli olması B tipi kişilerin stres yaşamayacağı anlamına gelmez. B tipleri de strese maruz kalabilirler. Ancak bu kişiler, zorlama ve tehditler karşısında daha az paniğe kapılmaktadırlar. Tablo 1’de Ferhanoğlu (2009) A ve B tipinin kişilik özelliklerini özetlemektedir.

Tablo 1: Friedman ve Roserman’ın Saptadığı Kişilik Özellikleri

A Tipi Kişilik Özelliği B Tipi Kişilik Özelliği Aceleci bir yapıya sahip olmak Sakin bir yapıya sahip olmak Yarışma güdüsüne sahip olma Hayattan zevk almaya çalışmak Devamlı gerilim altında olma Yaşama daima gülümseyerek bakma Devamlı kendisi ve başarıları ile

övünme

Kendisini ve çevresindekileri rahatlatabilme

Kaynak: Ferhanoğlu, 2009, s.10.

A tipi kişilerin strese meyilli olması onların daha çok sağlık sorunlarına (kalp krizi geçirme olasılığı, migren, ülser vb) ve kötü alışkanlıklara (alkol, sigara veya madde vb) sahip olmasına neden olabilir. A tipi davranış biçimi içerisindeki kişilerin kalp hastalıklarına B tipi kişilere göre %50 oranında daha yatkın oldukları yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Friedman’ın araştırmasına göre ise B tipindeki kişilerin 60 ve 65 yaşından önce kalp krizi geçirmeyecekleri neredeyse garanti edilmektedir. A tipi davranış içerisinde olanlara ise böyle bir garanti verilememektedir (Braham, 1998: 160). Bunun yanında B tipi davranış gösteren kişiler sigara ve içki alışkanlığı olsa bile sağlıklı kişilerdir. Çünkü bu kişiler stresi daha kolay yönlendirebildiklerinden stresin etkisinden kolayca kurtulabilmekte ve yaşamlarını daha düzenli devam ettirebilmektedirler (Sabuncuoğlu, Tüz, 2003: 238).

strese daha fazla eğilimli olduğu için zamanla stresin fiziksel ve zihinsel etkileri altında kalarak sağlık açısından zarar görebilirler. Çalışanın sağlığının bozulması ise örgüt için işgücü ve verim düşüklüğüne neden olarak örgütünde kayıplarla karşılaşmasına neden olabilir (Kaya, 2006: 20). Buna en güzel örnek, A tipi kişilik ve mesleki stres ilişkisinin ölçülmeye çalışıldığı bir araştırmanın sonucu gösterilebilir. Araştırma Hindistan’da ve Amerika’daki A ve B tipi kişilik özelliğine sahip şoförler üzerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırma sonucuna göre A tipi kişiliğe sahip şoförlerin B tipi kişiliğe sahip şoförlere göre daha çok kaza yaptıkları, işe devamsızlıklarının daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak yüksek stres sadece kişiye değil aynı zamanda örgüte de zarar verebilmektedir (Ertekin, 1993: 42).

Yapılan diğer bir araştırmada A tipi kişiliğe en çok yöneticilik pozisyonunda çalışan bireylerde rastlanılmıştır. Araştırmaya göre yöneticilerin %60’ının “A tipi”, %12’nin “B tipi” olduğu tespit edilmiştir. Bu çalışma, A tipi kişiliğin herhangi bir bireyin organizasyon içinde yükselmesine yardımcı olan kişilik tipi olduğunu ortaya koymuştur. Ancak, A tipi kişiler organizasyon içinde statü ve mevkilerini arttırabilmelerine karşın, en başarılı tepe yöneticilerinin “B tipi” kişiler arasından çıktığı yine yapılan araştırmalarla kanıtlanmıştır (Tutar, 2007: 219).

1.4.1.2. Algı

Stres kaynaklarının (stresörlerin) strese dönüşmesinde algı etkin bir rol oynamaktadır. Çünkü kişileri etkileyen olaylar değil olaylara verdikleri anlamlardır. Bu anlamlar ise kişilerin tepki ve davranışlarını büyük ölçüde belirlemektedir (Tutar, 2007: 208).

Bilişsel psikolojiye göre stresin ortaya çıkmasında asıl önemli olan olaylar (uyarıcılar) değil, bireylerin olayları algılama biçimdir. Yani bir olayı algılayışımız ve onunla baş edebilecek becerilerimizi değerlendirişimiz o olayı “stres verici” ya da “stres vermeyici” olarak tanımlamamıza neden olur (Akt: Yurtsever, 2009: 85). Öyleyse algı, stres kaynağı ile bireyin bu duruma karşı reaksiyonu arasındaki ilişkiyi düzenlemektedir. Nitekim Lazarus da bireyin herhangi bir dışsal durumu kendine

yönelik bir tehdit veya hasar olarak algılamasında algılama farklılıklarının rolüne dikkat çekmiştir (Ünsal, 2009: 346). Örneğin aynı görevdeki iki kişiden biri, yeni işinin bir fırsat olduğunu ve terfi ettiğini düşünebilirken diğeri aynı görevi tehdit olarak algılar ve patronunun performansını beğenmediğini düşünebilmektedir (Hellriegel, Slocum, Woodman, 2001: 193).

Algı sadece bireyin stresi algılamasında değil aynı zamanda da stresle başa çıkmasında da önemli bir rol oynamaktadır. Bu nedenle Lazarus stres konusunda algının önemine iki yerde değinmektedir. Bunlardan biri stres kaynaklarının strese dönüşmesi (birincil değerlendirme) diğeri ise stresle mücadele etmeyi kolaylaştıran başaçıkma kaynaklarının değerlendirilmesin (ikincil değerlendirme) dir. Örneğin performans değerlendirme notları üst üste düşük gelen bir kişi işten çıkarılacağı için stres yaşayabilir, ama işten çıkarılma ile mücadele edebilecek kaynaklarının var olduğuna inancı varsa stres algısı düşük olacaktır (Ünsal, 2009: 346).

1.4.1.3. Yaş ve Cinsiyet

Biyolojik farklılıklar içerisinde yer alan yaş ve cinsiyet, bireyin stres düzeyini etkileyebilen faktörler arasında yer almaktadır. Endüstri devrimi ile birlikte kadınların ücretli olarak çalışma yaşamı içerisine girmeye başlaması, sorumluluklarının artmasına neden olmuştur. Kadınların ev ve annelik statüsünün ortaya çıkardığı sorumluluğun yanında bir de çalışma yaşamının sorumlulukları eklenince kadın rolündeki farklılaşma, onlara baskı ve yeni gerilimler yüklemiştir. Bu nedenle kadınlar, örgütlerde erkek meslektaşlarına oranla daha sık ve daha yoğun stres yaşayabilmektedirler (Himmetoğlu, Kırel, 1994: 15).

Ilgar’ın (2001: 209) örgütsel stresin çalışan kadınlar üzerindeki etkilerini incelediği betimsel çalışmasında kadın ve erkeklerin örgütsel stresten etkilenme düzeylerine ilişkin bulgularında;

• kadınların strese bağlı şiddetli baş ağrılarını erkeklere oranla daha sık yaşamakta,

• kadınların stresin fizyolojik sonuçlarından birisi olan “sağlıksızlık hissini” daha sık yaşamakta,

• kadınların strese bağlı psikolojik rahatsızlıklar nedeniyle sakinleştirici ilaçlara daha çok başvurmakta,

• kadınların, erkeklere oranla kendilerini daha fazla tükenmiş hissetmekte, • kadınların, kendilerini erkeklere oranla daha az sakın hissetmekte, olduğunu tespit etmiştir.

Ilgar’ın (2001) elde ettiği bulgulardan görüleceği üzere kadınların erkeklere oranla örgütsel stresten daha çok etkilendikleri saptanmıştır.

Cinsiyet gibi yaş da stres düzeyini etkileyebilen bir unsurdur. Osipow vd., yaşın stres üzerindeki etkilerini araştırmışlar ve kronolojik yaştan ziyade stresin, kişinin kendini yaşlı hissetme (orta yaş sendromu) ile ilişkili olduğunu bulmuşlardır (Türk, 1997; 24). Gerçekten belli bir yaşa gelen kadın ve erkekler çocuklarını yetiştirmiş, meslek yaşmalarında ilerlemiş, gerekli güvenceleri sağladığı için yaşadığı hayatın monotonlaşmaya başladığını düşünerek işine ve çevresindekilere karşı ilgisizlik içerisine girebilmektedirler. Bu sendrom içerisine giren bireyler, bu durumdan kurtulabilmek için yeni arayışlara girmek isterler. Ancak bedenen yaşlanan kişi, toplumsal değişmeyle beraber yeni koşullara karşı uyum zorlukları yaşayabilir. Bu durumdaki kişilerde fizyolojik ve psikolojik stres belirtileri ortaya çıkabilir (Cüceloğlu, 2003: 400). Kısacası, 35-40 yaş denilen bu aralıkta uyum zorlukları yüzünden birey, aşırı stresle karşılaşabilmektedir (Yurtsever, 2009: 101). Ancak unutulmamalıdır ki herkes orta yaş sendromu yaşamayabilir. Orta yaşın bireyde yaratabileceği stres, bireyin strese karşı dayanıklılığına bağlı olduğu için kişiden kişiye değişebilir (Cüceloğlu, 2003: 400).