• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de 1945’li yıllar büyük dönüşümlerin, toplumsal değişimin yaşandığı zamanlardır. Demokrasi anlamında muhalefet partilerinin önünü açan çok partili sistem, devletin sanayi yönünde ilerlemeye dönük politika izlemeye başlaması, tarımsal sektörde yaşanan teknolojik devrim, köylerden kentlere göçün hızlanmasını dolayısıyla ülkede toplumsal değişmeyi hızlandırmıştır. Hemşehrilik ilişkileri geleneksel kır kültürü ile değişen modern dünya da göç ettiği kentin kültürünü yaşamasını ve uyum sürecini kolaylaştıran tampon bir kurum niteliği taşımaktadır.

Hemşehriliğin kentlerde özellikle de 1980’ler de yaygın hale gelmesinin nedeni askeri birliklerin siyasete yapmış oldukları müdahale, darbe ile uygulanan sıkıyönetim bireylerin birbirleri ile ideoloji temelli kurulan birliktelikler yerini sosyal kurumlara hatta sivil toplum kuruluşlarına bırakmıştır. Bu anlamda bireylerin sosyalleşme ve birbirlerine danışma niyeti ile hemşehri dernekleri kurulmuştur. Kentte geleneksel kültürlerini devam ettirmek üzere kurulan hemşehrilik örgütlenmeleri yaşanan küreselleşme, modernitenin etkisi ile değişiklikler yaşamıştır. Modernleşme ile birlikte toplumsal yapının her bir öğesi aynı anda değişmemiş bu nedenle toplum hayatını ilgilendiren bu öğeler gündelik yaşama girememiştir.

Türkiye’de görülen hemşehrilik ilişkisi daha çok Türk işçilerin dışarıya göçü ile beraber ortaya çıkan hemşehrilik ilişkisine benzemektedir. Öyle ki, Türkiye’de görülen kırdan kente göçün temel özelliği, Türkiye’den Avrupa’ya doğru yönelen dış göçün temel özelliği ile çoğu bakımdan aynıdır. Zira her iki göç de, ekonomik nedenlere bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla göç sürecinde yaşanılan gelişmeler de birbirine benzemektedir (Yılmaz, 2008: 11). Türkiye’deki duruma genel olarak göçler açısından bakıldığında ise ailesel, yöresel dayanışma ve hemşehrilik örüntüleri sayesinde gerçekleşmiş ve kalifiye olmayan bir iş gücü göçünden söz etmek mümkündür. Zincirleme özelliği taşıyan bu göç, belli bir bölgeden belli bir ülkenin belli bir coğrafi bölgesine ya da Türkiye’de belli bir coğrafi bölgeye doğru gerçekleşmektedir. Önceleri iş bulma maksadıyla göç eden genç erkekler, sonraki dönemlerde ailelerini ve yakınlarını yanlarına almaktadırlar.

Hem iç göçlerde hem de dış göçlerde bazı öncü aileler söz konusudur. Sonraki zamanlarda ise bu öncü aileleri aynı yöreden başka aileler takip etmektedirler. Zincirleme göç, kentlerde yerel kültürden izler taşıyan hemşehri birlikteliklerini oluşturmaktadır (Yılmaz. 2008: 11). Toplumlarda dayanışmayı sağlayan bu tür örgütlenmelere ihtiyaç duyulmuş ve bu ilişkilere her toplumda yaygın şekilde rastlanmıştır.

Kentleşme olgusuna dinamiksel ve devingen bir güç katan şüphesiz ki göçtür. Çünkü nüfusun hareketliliği ve devingenliği, kentsel oluşumda önemli bir etkiye sahiptir (Şentürk, 2012: 134). Kentleşmenin oluşumu ile toplumun tüm yapısında olduğu gibi ailede, aile içi otorite de, kadının statüsünde, rollerinde, çocuğun geleceğinde değişiklikler meydana gelmiştir. Modern olarak addedilen kent yaşamı bireylerin ve ailelerin, ekonomik yapısını değiştirmekle kalmamış, sosyal ilişki biçiminde de yenilikler getirmiştir. Ancak bireylerin kent tipi sosyal ilişki ve yaşam alanları ile geleneksel anlamdaki ilişki ve yaşam alanları arasındaki çatışmalar sürekli yaşanmıştır. Bireylerin veya grupların kent kültürünü özümsemesi demek olan kentlileşme süreci, böylece sancılı bir süreçten geçmektedir (Kaldık, 2017: 35). Giderek küreselleşen ve sınırların kalınlığının azaldığı dünyada ayrıca bu sürece ayak uyduracak teknoloji vb. mekanizmaların yaygınlaşması ile beraber insanlar rahatlıkla hareket etmektedirler. Bunun sonucu olarak şehirler çok etnik yapılı, çok uluslu ve çok kültürlü bir yapıya doğru gitmektedir. Bununla beraber çeşitli gruplar birbiriyle çatışabilmekte, dışlanmakta veya marjinalleşmektedir. Belli yapılara, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel, bunlara karşı kendilerini savunmasız hissedebilirler. Bunu sonucunda bir araya gelerek bu yapılara karşı direnç oluşturabilir (Öksüz, 2018: 89). Bu direnç karşımıza hemşehri birlikteliklerini çıkarırken, kentle bütünleşme sorunları yaşayan göçmen bireye kent hayatını anlamayı, anlamlı kılmayı aşılamakta, kentin yalnızlığına kapılmadan yabancısı olduğunu hissettiği yerde ‘memleketli’ olmanın sıcaklığına, samimiyetine güvenmektedir. Hemşehrilik bağlarının oluşumunda güven duygusunun önemi yadsınamaz.

Kentleşmeyle birlikte aile yapısı işlevini kaybetmiş görünse de; oluşan çekirdek aileler arasındaki birincil ilişkileri sürdürerek, bir dayanışma ağına ve tampon yapıya dönüşmüştür (Gökçe vd., 1993: 16-17). Başlangıçta aile ile oluşan

dayanışma örüntüsü, zamanla aynı memleketten göçenleri de içine alarak genişlemiştir. Bu bağlamda, aileden sonra en sıcak, samimi ilişki kurulacak kişi kente kendinden önce göçmüş olan “öncü aileler” olmuştur (Karaman, 2003: 93-96). Öncü ailelerle oluşan bu cemaatsel birliktelik güçlenerek esasen kırsal bağı anlatan, kentte oluşan ve kentli bir kavram olan hemşehriliği ortaya çıkarmıştır (Kurtoğlu, 2005: 6). Bu yönüyle hemşehrilik, göçüp gelen bireyin kentle bütünleşmesini sağlarken; kırsal, geleneksel kültüründe kentte devam ettirilmesini sağlayan önemli bir tampon mekanizma haline gelmiştir. Öncü aile oluşumundan hemşehrilik ilişkilerine geçiş ise, genelde aynı yöreden göç edenlerin yoğun olarak kümelendikleri gecekondu bölgelerinde filizlenmeye başlamıştır (Gökçe vd., 1993: 13).

Geleneksel yapıdan kente göç edenlerin yerleştikleri mekânlar (kentler) ve kurumlar genellikle yeni kentlilerin sosyal, kültürel ve ekonomik ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktırlar. İnsan ilişkilerinin daha çok yüz yüze yaşandığı, toplumsal dayanışma ve yardımlaşmanın daha sık olduğu, bireyselleşmenin oluşmadığı bir mekânsal ve toplumsal yapıdan, bunların tam tersinin geçerli olduğu bir yapıya kente taşınan kişilerin kendilerini güvende hissetmeleri öncelikle hemşehrileri ile kurdukları yakın ilişkiyle toplumsal mekanizma sağlanmaktadır (Kurtbeyoğlu, 2005: 42). Kentte ilk geldiğinde kalacağı yerin seçilmesinde hemşehrilerinin bulunduğu yeri tercih etmektedir. Bu toplumsal mekanizma, kentte yaşayacağı mekanı seçimi kentlileşme sürecindeki ilk emeklemedir ve adım atmak için yine hemşehri desteğini alması gerekecektir. Kente yeni göç edenler, ilk yerleşmede, genellikle akraba ve hemşehrilerinin oturduğu semtleri seçerek bir gruplaşmaya katılmaktadır. Böylelikle kırsal nüfus, kent çevresinde, kökenindeki topluluğun küçük bir benzerini yaratarak, hemşehrilerinden gördüğünü taklit etmektedir (Sencer, 1979: 306). Hemşehrilik, kentlerde göç kavramı ile ortaya çıkıp kentlileşme süreci ile devam eden bir olgudur. Bireyler, kentlere göç ettiklerinde kendi gibi olanla yani bu süreci daha önce yaşamış hemşehrisi ile yakınlaşmaktadır. Çünkü fiziksel bağlamda memleketinden uzakta, gurbette olduğunu düşünse de aslında kent mekanında hemşehrisi ile bu duyguyu aşabilmektedir (Demirağ, 2012: 77). Akrabalık, hemşehrilik bağları üzerinden oluşturulan bu dayanışma ağları kente yeni göç eden bireylerin toplumsal,

siyasal, kültürel ve ekonomik açıdan kent hayatına tutunmasını, eklemlenmesini kolaylaştırmaktadır (Adıgüzel, 2012: 186).

Genel olarak “geleneksel” toplumlarda kişiler arası güven ilişkisi, kan bağına dayalı akrabalık ya da akrabalık benzeri ilişkiler biçiminde kurumsallaşmış ve daha karmaşıklaşmış “modern” toplumlarda ise güven ilişkisinin daha az kurumsallaşmış bir biçimde ve özel hayatın içine çekilen çeşitli enformel arkadaşlık ilişkileri olarak gerçekleştiği görülür. Ancak Eisenstadt ve Roniger’e göre de, “modern” toplumlarda da kendilerini toplumdaki kurumsallaşmış düzenin dışında tutan ve kendi alanlarında güvene dayalı ilişkilerin sürdürüldüğü gruplara rastlandığını belirtmektedir (Erder, 2002: 33).

Türkiye’nin kentleşme sürecinde güvene dayalı başlayan bu tarz enformel ilişkiler göz ardı edilemeyecek katkılar sağlamıştır. Hemşehrilik, kentte neyi nasıl yapacakları ve nasıl davranacakları hususunda önemli bir bilinç kazanma ilişkisidir. Hemşehri birlikleri, kente yeni göç etmiş yeni kentliler için tampon işlevi görür. Kırsal mekânlardan kopup gelenlerin kentsel mekâna özgü değerleri özümsemek için uğraşırlar. Geldikleri ortamlardan getirdikleri değer örüntüleriyle kültürel kimliklerini korumak isteyen, ancak kültür şokunu yaşayan yeni kentliler bu birlikler içinde eski-yeni değerlerini uzlaştırarak kentlileşmeye çalışırlar. Ancak kentlileşme bağlamında paradoksal bir durumla karşı karşıya kalınmaktadır. Çünkü bu birlikler bireyleri kendi aralarında daha çok kaynaştırıp geleneksel bağların korunmasını sağlarken, kentsel ortamda yaşayan diğer bireylerle olan ilişkilerinde mesafe koymalarına neden olurlar. Yani grup içi ilişkileri yoğunlaştırırken, grup dışı olanlarla sosyal mesafeyi artırır. Bu süreç ‘biz’ ve ‘öteki’ kavramlaştırmasını ortaya çıkarır. (Mazlum, 2010: 51).

“Kentsel yaşam; aynı mekân içinde sürekli bir birlik durumunu yani komşuluğu, kan bağı ve bunlara bağlı olarak ortak bir köken, ilişki ve düşünce durumunun getirdiği ‘biz’ temelinde oluşan ortak yaşam biçiminden, bireylerin ‘ben’ olarak toplumsal ilişkilerde yer aldığı ilişki ve yasam biçimine geçiş anlamına gelmektedir” (Yeşiltuna, 2015: 1).Son zamanlarda ortaya çıkan modernist düşünce, kentteki insanların geleneksel bağlardan, topluluk ilişkilerinden, akrabalık ve

hemşeri dayanışmasından, birincil ilişkilerden uzak durarak özgürleştirmeyi vaat eder. Postmodern kentleşme düşüncesi ise kentteki alt kültürler kente renk ve zenginlik katan kısacası çokkültürlülüğün savunulması gerektiğini belirtmektedir (Adıgüzel, 2012:190). Sanayileşme ile hız kazanan göç süreci paralelinde kentleşmeyi hızlandırmış bu da modern dünya da devletlerin kontrolü dışında gelişen olaylara sahne olmuştur. Nüfus arttıkça var olan kaynaklar azalmış kentlerde oluşan belirsizlikten kurtulmak için bu nüfus yığını ise kendilerine en iyi çıkış yollarından biri de cemaatleşme ve kabileleşme olarak nitelendirilebilir. Bauman’ın ‘postmodern kabileler’ (Akt. Kaya vd., 2008:19) adını verdiği bu kalabalıklar büyük kentlerde karşılaştıkları güvensizlik, belirsizlik gibi sorunlar karşısında çözüm olarak cemaatleşme, hemşehrilik örgütlenmesi (Kaya vd., 2008: 19) gibi yapılanmalarla bu sorunlarını aşmaya, çözmeye çalışmaktadır.

Günümüz kentsel alanları bu tür heterojen kabile tarzı oluşumları ve yaşam biçimlerini bünyesinde barındırmaktadır. Modernist kentlileşme anlayışına göre bireyler geleneksel kültürden gelen samimi birincil ilişki ağlarını, yaşam biçimlerini değiştirerek yeni modern dünyanın gerektirdiği şekilde yaşamayı savunmuştur. Ancak modernist anlayışı temsil eden bu bakış açısı son zamanlarda postmodern anlayışı ile tartışılmaya başlanmış, bunun yerine bireylerin değerlerini koruyarak, modernleşmesi gündeme gelmiştir (Kaldık, 2017: 36). Postmodernizm evrensel olmak yerine yerelliği, teklik yerine çoğulculuğu, heterojenliği öne çıkarmış ve bireylerin değerlerini, kültürünü toplumu oluşturan gökkuşağı olarak görerek hemşehri birliklerini bu zemine konumlandırmaya çalışmıştır.

Hemşehrilik bazen kollamacılık kavramı ile birlikte kullanılarak sanki bir ayrım özelliği taşıyor olabilmektedir. Hemşehrim ve onlar ayrışma anlamında kullanılmaktadır. Hemşehrilik bireylere çok yönlü işlevler yüklemektedir. Kentte aidiyet, ait olma ve tutunabilme sürecinde yardımcı işlev, her koşulda hemşehrisinin korunması gibi kollayıcı bir işlevde yüklenmektedir (Özbay, 2014: 100). Hemşehrilik birliklerinin genel amaçları, faaliyetleri doğrultusunda bakıldığında olumsuz rollerde bulundukları söylenebilir. Özellikle de hemşehriliğin kollamacılık, kayırmacılık yaptığı söylenmekte ancak bu çok yaygın değildir. Daha çok olan durum hemşehri birliklerinin kentleşme, kentlileşme ve kent kimliği kazanma sürecinde kentsel örgütlenmeler kurarak birbirileri ile dayanışma içerisinde olduklarıdır. Ülkemizde

konu üzere yapılmış çalışmalardan da anlaşıldığı üzere; kentsel birliğin ve beraberliğin sağlanmasında önemli etkileri olsa da, esasen kent mekanın da bireyleri ayrımlaştırırken bütünleşme grup içi ilişkiler olarak kalmakta, grubun dışında kalanlar ‘öteki’ olarak nitelendirilmektedir. Bu durumda kentsel anlamda bütünlüğe aykırı bir durumdur. Hemşehri birliklerinin kentsel yaşama etkilerine sürekli olumsuzmuş gibi de bakılmaması gerekir. Çünkü her ne kadar grup içi ilişkiler güçlü gibi görünse de, kente yeni gelen bireylerin kenti tanımak ve kentsel yaşama adapte olabilmesi bu birlikler sayesindedir. Ülkemizde kentsel bütünleşmenin sağlanması sürecinde hemşehrilik bağları paradoksal bir işlev görmektedir. Genelde kente ilk geldiklerinde hemşehrisi ile iletişime geçmesi kendini herhangi bir gruba değil kendi kültüründen, toprağından olan kişileri seçtiğini göstermektedir.

Geleneksel bağlarından, köklerinden kopan, koparılan birey, köksüzleşmekte ve kentsel ortamda bir yere ait olma ihtiyacı hissederek, yeni aidiyetler aramaktadır. Bu yeni aidiyetleri dolduran mekanizmalar cemaat ve tarikatlar veya hemşehri birlikleri olmaktadır. Bu yapılar grup içi bütünleşmeyi artırırken ulusal düzlemde bütünleşmeyi sekteye uğratmakta, farklılaşmayı öne çıkarmaktadır (Köse, 2008: 225, Mazlum, 2010: 118). Hemşehrilik ilişkileri kente uyumu kolaylaştırırken kentlileşmenin de hızlı ilerlemesine neden olmaktadır. Çünkü bu yeni ilişki ağları göçmenlere kent hayatına adapte olması, kente yerleşebilmesi sürecinde yardımcı olmaktadır. Bazen kentle ilgili isteklerini diler getirirken çatışmacı olabiliyorlar. Bazen bu çatışmalar kente yerleşerek kalıcı sorunlar haline gelebilmektedir. Özellikle, hemşehrilik ilişkilerinin kalıcılığı ve geleceğinin nasıl olacağı, kent hayatında farklı gruplar olarak devam edecekleri tartışılmalıdır (Erder, 2002: 44).

Hemşehrilik ve akrabamsı ilişkiler kente ilk göç edildiğinde tutunabilme, ayak uydurabilme sürecinde yaşamsal bir öneme sahiptir. Hemşehrilik bağları göçmen ailelerinin yerleşim yeri seçiminden, çalışacağı iş alanına kadar ki süreçte her zaman etkili olmaktadır (Dedeoğlu, 2000: 156). Belirtmek gerekir ki kentlileşme sürecinde kentsel bütünleşmeyi sağlamak üzere önemli rol oynayan hemşehrilik ilişkileri ve kurumları bireyin kente tutunma sürecinde yeterli değildir. Çünkü birey kendi iradesi ile kentsel ortama uyum göstermesi, kentle bütünleşmeye çalışmak için çabalaması gerekmektedir yoksa kente tutunamaz. Hızlı ve kapsamlı değişim koşullarında ortaya çıkan tampon mekanizmalar, geçiş halindeki topluluklar için can simidi görevi

(Özdemir, 2014: 289) üstlenerek kırsal cemaatinden ayrılıp gelen göçmenlerin yaşadıkları değişim üzere altüst oluşlarını, yalnızlıklarını, çaresizliklerini kolay atlatmalarını sağlamıştır. Tampon mekanizma olarak adlandırılan hemşehri derneklerinin kente yeni göç eden göçmen üzerindeki işlevlerine, kente tutunma sürecinde oynamış oldukları role değinmekte fayda görmekteyiz.