• Sonuç bulunamadı

İ.Tekeli'nin (1996: 804) belirttiği gibi kentleşme, kentten hareketle açıklanan bir kavramdır(Aktaran, Zeyrek, 2010: 39). Kentleşme terimine geçmeden önce kenti anlamaya, tanımlamaya çalışmak gerekir. Kent sosyal bilimciler tarafından çok farklı şekillerde tanımlanmıştır. Sanayileşme kentlerin hızlı büyümesine neden olmuştur. Kentler nüfusun fazla olduğu, iş bölümünün, sanayileşmenin yoğun yaşandığı yerlerdir. Aslanoğlu’nun (2000: 88), tanımladığı kent, kır yapısını da içine alan, kentin her türlü fonksiyonlar ile bireyin bir günlük yaşam pratiğinin planlandığı ve bunun gerçekleştiği mekânlardır. Ancak kent havasını oluşturan en önemli unsur bireylerin yaşam pratikleridir. Dolayısıyla kenti oluşturan birey gibi kentte nefes alan bir canlı gibi düşünülmelidir. Kent hayatı canlı, eğlenmeyi seven, dinamik bir yapıdır. Kente bu hareketliliği katan şey ise, onu oluşturan bireylerin devinimleri ile sosyo-kültürel ve ekonomik, siyasal eylemleridir (Kurt, 2012: 84-85).

Her iki kavram birbirleri ile karıştırılmış olsa da aslında iki farklı kavramdır. Ancak kentleşme, kent kavramından ayrı düşünülmemelidir. Kentleşme kavramı birçok bilim dalının ilgilendiği bununla birlikte üzerine çok çeşitli anlam ve farklı boyutları ön plana çıkaran tanımlamalar yapılmıştır. Kenti kent yapanın mekansal, mimari anlamda yaşanan gelişmeler dışında kentte var olan insanların yaşam hareketleridir (Güçlü Özen, 2002: 19). Dolayısıyla kenti kent yapanın insan olduğu ve kentte hayatını çok yönlü olarak değiştirmektedir. Çünkü günümüz kent toplumları, kırsal alandaki gibi homojen, davranış kalıplarının önceden kestirildiği kültürel bir bütün olarak tanımlanamaz tam tersine farklı kültürlerin ve kimliklerin birlikte yaşam sürdüğü heterojen-farklılaşmış bir toplum yapısıdır (Aslanoğlu, 2000: 10.

Kentleşme kavramı: “Demografik anlamda kentlerde yaşayan nüfusun toplam nüfus içindeki payının yükselmesi, siyasi anlamda kent sayılan/kabul edilen yerleşim yerlerinin sayısındaki artışı, iktisadi anlamda kent ekonomisinde tarımın

payının azalması buna karşın sanayi, ticaret ve hizmet sektörünün payının artması ve sosyolojik anlamda kente özgü yaşam tarzının hâkim hale gelmesi süreci” dir (Şahin, 2013: 6). Göç sonucu oluşan nüfus hareketleri dışında kentin sosyo-ekonomik ve kültürel değişimi dışında insan hayatında, davranış biçimlerinde de değişimler yaşatmış ve bunun neticesinde kentleşme kavramı ortaya çıkmıştır (Yılmaz ve Çiftçi, 2011: 252). Kentleşme organize edilmiş bir yaşama geçiş demektir (Adıgüzel, 2012: 188). Kentleşme bünyesinde farklı nedenleri barındırsa da her dönemde ekonomik, siyasal ve idari faktörlerle kentleşmeyi insanlar oluşturmaktadır (Görmez, 1997: 12).

Erkan'a göre (2002: 19) kentleşme, “kent ortaya çıktıktan sonra, kentlerdeki büyümeyi, yoğunlaşmayı, farklılaşmayı, bütünleşmeyi, değişmeyi anlatabilmek için kullanılmaktadır”. Kentleşme, dar tanımıyla şehrin oluşumunu anlatmaktadır. Keleş kentleşme hareketini “geniş anlamda; sanayileşmeye ve ekonomik gelişmeye koşut olarak, kent sayısının artması ve kentlerin büyümesi sonucunda, toplum yapısında artan örgütleşme, işbölümü ve uzmanlık yaratan, insanların davranış ve ilişkilerinde kente özgü değişim ve dönüşümlere yol açan bir nüfus birikim süreci olarak tanımlamaktadır” (Keleş, 2014: 20). Kentleşme sürecinin başlangıcı, genel olarak uygarlığın da başlangıcı olarak kabul görmektedir (Es ve Ateş, 2004: 206). Bu bağlamda kurulan en eski şehirlerin geçmişi yaklaşık olarak M.Ö. dördüncü bin yılla kadar götürülmektedir. Orta Çağ'da uzun mesafeler arasında yapılan ticaretin ve kapitalizmin genişlemeye başlaması, özellikle Avrupa’da büyük şehirlerin kurulmasına zemin hazırlamıştır (Marshall, 1999: 399). Bu bağlamda Z.Parlak'ın belirttiği "Kentleşmeyi doğuran Sanayi Devrimi, kendinden başka ikinci bir devrim daha yaratmıştır. Bu da kentsel devrimdir" (Parlak, 1999, Aktaran, Öztürk ve Altuntepe, 2008: 1600). Sanayi devriminden günümüze kadar kentsel devrimin hızı olağanüstü bir şekilde sürekli artış göstermiş ve bugün ki anlamda modern kentler ortaya çıkmıştır.

Kentleşmeye ilişkin yapılan tanımlamalar, araştırmalar kentleşmenin belli başlı öğelerinin olduğunu göstermektedir. En önemli öğe ise kırdan kente yapılan göç sonucunda yaşanan değişim. Bu değişim mekân, davranış, duygu, düşünce, yaşantı gibi çok kapsamlıdır. Kent nüfusu arttıkça bireyler arası farklılaşma da artmaktadır. İş bölümünün kentte yaygın hale gelmesi dolayısıyla bireyleri birbirinden uzaklaştırmaktadır. Sanayileşme ile kentsel nüfus artmış ve büyük bir

ivme kazanmıştır ancak durum yalnızca sanayileşme ile açıklanamayacak kadar derindir. Kentleşme, sadece yeni bir ekonomik örgütlenme ve fiziksel olarak çevre, mekân değişimini belirtmemekte, diğer yandan insanın davranış kalıplarını ve düşünce biçimlerini de etkileyen, değiştirip, dönüştüren yeni bir toplumsal düzeni ifade etmektedir (Güçlü Özen, 2002: 20 ). Modern - post modern süreçlerle birlikte küreselleşmenin de etkisi ile teknoloji ve bilginin sınırlar arasında hızla yayılması kolaylaşmış ve böylelikle göç yoğun bir biçimde sürmüştür. Kentleşme, geleneksel kırsal yapıdan modern kent hayatına geçme eğilimi göstermektedir. Kırsal yaşamı, yüz yüze, samimi, yoğun ilişkilerin yaşandığı, geleneklerin, adet ve ananelerin ağırlıkta olduğu ve farklı olana çok rastlanılmadığı tek düze bir yaşam özelliği göstermektedir. Kent hayatı ise resmi ilişkilerin yoğun olarak yaşandığı, farklı kültürlerin bir arada olduğu, ‘ben’ duygusunun hakimiyet sürdüğü, akılcıl bir yapının mevcut olduğu modern bir yapıdan oluşmaktadır (Kaldık, 2017: 32).

Kentleşme, insanın dünyada iz bırakmak istediği ve bunu yaparken kalıcı dönüşümler bırakmanın somut biçimidir. Kentler medeniyetlerin yansıma alanlarıdır. Kentlerin tarihi medeniyetlerin tarihidir. Kentleri toplumların sahip oldukları temel değer sistemlerinden ve düşünce biçimlerinden bağımsız düşünmek zordur. Kentler, geleneksel ve modern zamanlarda, toplumsal tabakalaşmanın ve değişmenin en dinamik alanları (Bağlı, 2006: 216) olmuştur. Gelişmekte olan ülkelerin kentlerine bakıldığında, kentleşmenin tam anlamıyla başarılı olduğu söylenememektedir. Zira Batıda yaşanan kentleşme ile diğer az gelişmiş ülkelerdeki kentleşme arasında belirgin farklılıklar gözükmektedir. Batıda kentleşme, sanayileşme ile birlikte hız kazanmış ve birbirleri ile paralel ilerlerken; bu ülkelerde sanayileşme ve kentleşme birbirini tamamlayan süreçler yaşayamamaktadır. Genelde sanayileşme tam anlamıyla yaşanmadan önce kırsaldan yapılan yoğun göç sonucu hızlı kentleşme sürecine girmek zorunda kalınmıştır. Bu da hızlı ve çarpık kentleşme denilen kentlerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Modernleşmenin, modernizmin, uygarlığın, medeniyetin zemini olarak görülen kentlerin çekim gücünü arttırdığı bir gerçektir (Kaypak, 2013: 88). Üretim araçları farklılaşarak modern makineler geliştirilmiş bu ise uzmanlaşan bir grubun doğması ile küçük esnaf, zanatkar denen grubun sonunu getirerek üretimin fabrikaların eline geçmesine neden olmuştur. Sanayi Devrimi ve sonrasında yaşananlar gösterir ki kentlerin çekim gücü yalnızca

teknolojik gelişme ve dönüşümlerden kaynaklanmamış devamında ekonomik, toplumsal, kültürel birçok boyutu beraberinde taşıdığıdır (Niray, 2002: 7).

Kent nüfusunun artışı, yaşanan yoğun göç ve kentsel dinamiklerin değişimi ile sosyal ve kültürel değer sistemlerinde de büyük bir sarsıntı yaratmaktadır. Modernitenin ilerlemesinde öncü rol oynayan kentleşme gelenekleri yok etmiş ancak tam anlamıyla geleneksel yapının kentle bütünleşmesini, kaynaşmasını da sağlayamamıştır. Modernizm ve ardından gelen postmodern süreç birçok alanı değiştirdiği gibi kentleşme üzerinde de pek çok değişim dönüşümler yaratmıştır. Modernleşmeci yaklaşıma göre kente gelen bireyler giderek geleneksel davranış kalıplarından çıkarak kente özgü tutum ve davranışları benimsemeye başlamaktadır (Adıgüzel, 2012:190). Modernizm temelinde kentle bütünlük, kentlilik bilinci, kente zamanla kaynaşma, tampon kurumlar zamanla işlevini yitirmiş; yerini postmodern yaklaşımı ışığında farklı, heterojenliğin yaygın hale geldiği kentlerde ise ortak kültür etrafında birleşen örgütlenmeler kurulmuştur (Güçlü Özen, 2002: 14-15).

Kentleşme olgusunun olumsuz etkilerinden biri de toplumu bir arada tutan temel yapı taşlarında (aile, din vb.) çözülmeler meydana gelmiştir (Gökulu, 2010: 214). Kentin anonim ve kozmopolit sosyal dokusu, kente yeni gelenlerin kente taşıdıkları yabancı ve ayrıksı kültürel değerler, kentin kimliğini ve kültürel/sosyal yaşantısını olabildiğine parçalı kılar. Bu durum, kentteki insan ilişkileri, komşuluk, akrabalık, dostluk ve arkadaşlık bağları değiştirirken diğer yandan insan ilişkileri iğreti ve soğuk bir hal alır, güven, içtenlik, sadakat ve ötekine saygı ortadan kalkar. Aile, akraba, din, yurttaşlık vb. denetim kurumlarının işlevselliği azaldıkça da, illegalite kent ilişkilerini çerçeveleyen, onu yeniden üreten bir boyut kazanmış olur (Aytaç, 2018: 6). Kentler gün geçtikçe ülkelerde sorun merkezleri halini almıştır.

Kentleşme konusunda kentlerin yaşadığı değişiklikler devletin sorumluluklarını arttırırken, hizmetlerin ekonomik, sosyal, kültürel ve nüfus anlamında değişiklikleri kapsayıcı nitelikte olmasını gerektirmektedir (Çelebi, 2018: 87). Sanayi ve ekonomik anlamda başlayan bu değişim kendini zamanla mimaride, sanatta, teknik, sosyal, kültürel ve çevresel tüm boyutlarda kendini göstermektedir. Özellikle post modern süreçle birlikte bilgi ve iletişim teknolojisinde, üretim biçimlerinde yaşanan değişim kentin bambaşka dinamiklerini bünyesinde

barındırmaktadır. Kenti anlamaya çalışırken tüm bu dinamikleri, değişim alanlarını gözetmek gerekmektedir.