• Sonuç bulunamadı

Kente tutunma sürecinde tampon bir kurum olarak hemşehri dernekleri: Yalova örneği

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kente tutunma sürecinde tampon bir kurum olarak hemşehri dernekleri: Yalova örneği"

Copied!
140
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

SOSYOLOJİ BİLİM DALI

KENTE TUTUNMA SÜRECİNDE TAMPON BİR

KURUM OLARAK HEMŞEHRİ DERNEKLERİ:

YALOVA ÖRNEĞİ

Filiz ÖKAZ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Dr. Öğr. Üy. Özlem ALTUNSU SÖNMEZ

(2)
(3)
(4)
(5)

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ... iv

ÖZET ... Hata! Yer işareti tanımlanmamış. SUMMARY………vi

KISALTMALAR ... x

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM ... 3

GÖÇ OLGUSU KAVRAMI VE TÜRKİYE’ DE İÇ GÖÇ ... 3

1.1. Göç Kavramının Sosyolojik Analizi ... 3

1.1.2. Göç Türleri ... 6

1.1.3. Göçe İlişkin Kuramsal Yaklaşımlar ... 7

1.1.4. Türkiye' de İç Göç ... 8

İKİNCİ BÖLÜM ... 17

KENTLEŞME VE KENTLİLEŞME SÜRECİ ... 17

2.1. Kent - Kentleşme İlişkisi ... 17

2.2. Kentle Bütünleşme: Kentlileşme ... 21

2.3. Sosyolojik Kent Kuramları ... 24

2.4. Türkiye'nin Kentleşme Serüveni ... 27

2.4.2. Türkiye’de Kentleşme Dönemleri ... 29

2.4.2.1. Düşük Kentleşme Dönemi (1923-1950) ... 29

2.4.2.2. Kırsal Çözülme Kaynaklı Kentleşme Dönemi (1950-1960) ... 31

2.4.2.3. Kentsel Gelişme Dönemi (1960-1980) ... 32

2.4.2.4. Kentsel Dönüşüm Dönemi (1980 ve sonrası) ... 33

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ... 36

(6)

3.1. Hemşehri Kimdir? ... 36

3.2. Kentsel Bir Alt Kimlik: Hemşehrilik ... 37

3.3. Kentlileşme Sürecinde Hemşehrilik İlişkileri ... 41

3.4. Tampon Mekanizma: Hemşehri Dernekleri ... 47

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ... 52

YÖNTEM ... 52

4.1. Araştırmanın Konusu ... 52

4.2. Araştırmanın Amacı ve Önemi ... 53

4.3. Varsayımlar ( Sayıltılar) ... 53 4.4. Sınırlılıklar ... 54 4.5. Araştırmanın Yöntemi ... 54 4.6. Evren ve Örneklem ... 55 4.7. Verilerin Analizi ... 57 4.8.Yalova………...57 BEŞİNCİ BÖLÜM ... 62

ARAŞTIRMA BULGULARININ ANALİZİ ... 62

5.1. GÖÇ GERÇEĞİ VE KENTİN DEĞİŞEN YÜZÜ ... 62

5.1.1. Köyü Kentte Yaşamak Kente Yabancı Olmak: Kentlileşememe ... 62

5.1.2. Enformel Sektör: Geçim Derdi ... 66

5.1.3. Göç Sürecinde Kadının Görünürlüğü: Mutfaktan Vitrine ... 70

5.1.4. Göç ve Ötesi: Kent Mekânında Kimlik ve Aidiyet ... 72

5.1.5. Göç Sonrası Kültürel Bütünleşme ... 75

5.2. GÖÇ SONRASI KENTE TUTUNMA: HEMŞEHRİLİĞİ SÜRDÜRME ÇABALARI ... 78

5.2.1. Eski Alışkanlıklar, Yeni Buluşmalar (Özel gün ve geceler) ... 78

(7)

5.2.3. Kentlileşme Pratiğinde Yeni Bir Olgu: Taziye Evi Biraradalığı ... 83

5.2.4.Hemşehrilik Bağlarının Örgütlenmesinde Derneklerin İşlevleri ve Geleceği………..86

5.2.5. Hemşehrilerin Derneğe Üyelik Durumu………...91

5.2.6. Derneklerin Hemşehri Kimliğini Etkileme Durumu………...93

5.2.7. Hemşehrilik Kimliğinin Dünü, Bugünü ve Geleceği………...96

SONUÇ ... 101

KAYNAKÇA ... 105

EK-1 ... 118

EK-2 ... 122

(8)

ÖNSÖZ

Danışmanım sayın Dr. Öğr. Üy. Özlem ALTUNSU SÖNMEZ’ e çalışma boyunca gösterdiği rehberlik, sunduğu çok değerli destek ve katkıları için özellikle teşekkür borçluyum. Akademik desteği, eleştirileri ve yönlendirmeleri ile bu çalışmaya katkı sunan ve çalışmanın son halini almasında büyük katkısı olan Muş Alparslan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Dr. Öğr. Üy. Ejder ULUTAŞ’a ve tezin teknik anlamda düzeltmeleri, kaynak temini konusunda desteğini gördüğüm Bitlis Eren Üniversitesi Mali İşler Memuru Vedat ESER’e sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. Ayrıca lisans ve yüksek lisans eğitimim süresince yalnızca akademik olarak değil hayatımın her yönüne ışık tutan Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ndeki değerli hocalarıma teşekkürlerimi sunmak isterim.

Lisans ve yüksek lisans eğitimim boyunca desteği, akademik bilgisi, katkıları, güzel temennileri ve herşeyden önemlisi güzel dostluğu, şairin ‘önce yol sonra yoldaş’ dediği şiirin vücut bulmuş hali olan sevgili Ümran BAKAR’ a ne kadar teşekkür etsem az kalır. Saha çalışmasında sürekli yanımda olarak mülakat çalışmalarının başarıya ulaşmasında önemli katkısı olan, hayatım boyunca varlığına şükrettiğim, yaşamımı anlamlandıran kardeşim Mesut ÖKAZ’a can-ı gönülden teşekkür ederim. Her konuda olduğu gibi araştırma süresi boyunca tezimin başarıya ulaşması konusunda da bana yardımcı olan, çok defa tezimi okuyup katkı sağlayan, bilgisi ve ileri görüşlülüğü ile desteğini sürekli hissettiğim sevgili eşim Ümit ARSLANARGUN’a sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Yaşamım boyunca, bilhassa eğitime verdikleri değerle benden özverilerini bir an olsun esirgemeyen, bugünlere gelmemde maddi ve manevi emekleri olan, desteklerini hep hissettiğim başımın tacı annem Hatice ÖKAZ’a ve arkamda dimdik duran, koca çınar babam Mehmet Sıddık ÖKAZ’a sevgim, saygım ve minnetim her daim sonsuzdur…

(9)
(10)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ renci ni n

Adı Soyadı Filiz ÖKAZ

Numarası 134205001017

Ana Bilim / Bilim Dalı Sosyoloji/Sosyoloji

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Dr. Öğr. Üye. Özlem ALTUNSU SÖNMEZ

Tezin Adı Kente Tutunma Sürecinde Bir Tampon Kurum Olarak Hemşehri Dernekleri: Yalova Örneği

ÖZET

Kente göç yolu ile gelen insanlar, memleketinden uzakta gurbet elde hemşehrilik ağlarına tutunmuştur. Çünkü kırdan kente göç eden birey, kente tutunabilmek için kentsel dayanışma eksenli ilişkilere ihtiyaç duymuştur. Bireyin kentlileşme sürecinde yabancısı olduğu kentte bir arada olma ihtiyacı hissetmesi ile başlayan hemşehrilik kültürünün Yalova kent kültüründeki etkileri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu araştırmada hemşehri derneklerinin kentleşme sürecinde bir tampon mekanizması olarak nasıl ortaya çıktıkları ve işlevlerinin neler olduğu üzerinde durulmuştur. Bunun için öncelikle göç, kentleşme, hemşehrilik ve hemşehri derneklerinin işlevleri ortaya konulmuştur.

Çalışmada hemşeri derneklerinin üye profili ve hemşeri derneklerinin, üyelerinin sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal yaşama uyarlanmalarına etkileri

(11)

analiz edilmeye çalışılmıştır. Araştırmanın örneklemini, Yalova şehir merkezinde faaliyet gösteren 8 hemşeri derneğinden 40 üye oluşturmaktadır. Yalova Merkezinde bulunan hemşehri derneklerinden daha geçerli ve güvenilir veriler alabilmek için nitel araştırma yöntemi; yarı yapılandırılmış gözlem formu kullanılarak, derinlemesine görüşme tekniğinden yararlanılmıştır.

Hemşehri ilişkilerinin enformel yapısı zamanla formelleşerek hemşehri derneklerini ortaya çıkarmıştır. Analizler sonucunda hemşehrilik ilişkilerinin geçici ve belli bir süre sonra kaybolacağı düşünülmüş olsa da kentlerde bulunan hemşehri dernekleri, faaliyetleri ve üye profillerine bakıldığında bunun tersi olduğu görülmektedir. Hemşeri dernekleri, üyelerinin sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal yaşama uyarlanmalarına önemli derecede etki ettikleri görülmektedir.

Anahtar Kelimeler: Göç, İç Göç, Kentleşme, Kentlileşme, Hemşehri

(12)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ renci ni n

Adı Soyadı Filiz ÖKAZ Numarası 134205001017

Ana Bilim / Bilim Dalı Sosyoloji/Sosyoloji

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora Tez Danışmanı Dr. Öğr. Üye. Özlem ALTUNSU SÖNMEZ

Tezin İngilizce Adı Hometown Association in the Process of City Bond as a Tampon Institution: Yalova Sample

SUMMARY

People who move to the city by migration have held to each others citizenship bond. Because the one who has migrated from countryside needed relations based on urban solidarity in order to stand firm. What kind of effects of Fellow citizenship culture which started with the need of being together forced by not knowing the yalova city well were being tried to put forward. This study is emphasized that how the citizen's associations established as a buffer mechanism and what is the role of it. For this reason in the beginning of study the functions of migration, fellow citizenship and citizen's associations have been put forward.

(13)

In this study it is tried to analyze that the member profile of associations and adaption of their social, cultural, economic and political lives. The sample of this study consists of 8 citizenship associations which is operating in Yalova city center and 40 members. In order to obtain more accurate and valid data from the yalova city association's in depth interview method was used by aid of semi-structured observation form.

The informal structure of fellow citizenship relations has become formal in the time and caused to established citizen associations. Most researches has shown that the fellow citizenship relations would be lost in a certain period of time on the other hand after investigating of citizen associations activities and member profiles showed the opposite. Citizen's associations seem to have significant impact on the members adaptation to social, cultural, economic and political life.

Key words: migration, internal migration, urbanization citizenship associations in Yalova

(14)

KISALTMALAR

ADNKS : Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi a.g. e. : Adı Geçen Eser

AVM : Alışveriş Merkezi Bkz : Bakınız

DPT : Devlet Planlama Teşkilatı ILO : Uluslarası Çalışma Örgütü TÜİK : Türkiye İstatistik Kurumu vb. : ve benzeri

(15)

GİRİŞ

Türkiye’nin 1950’li yıllar sonrası ülke gündemini ilgilendiren önemli hususlarından biri iç göç olgusudur. Özellikle bu yıllarda başlayarak devam eden kırdan kente göç sürecine katılan nüfusun yoğunluğu nedeni ile kentler göç eden nüfusu bünyesinde kolayca eritememiştir. Çünkü gelişmiş ülkelerin aksine Türkiye’nin kentleşme serüveninin temelinde sanayileşme değil; kırdan kente yapılan yoğun göç vardır. Kentin çekimi ve kırın iticiliği nedeni ile yoğunluk kazanan göç süreci sanayileşmenin aksine ülkemizde kentleşmeyi hızlandırmış ve bu durum beraberinde birçok sorun ortaya çıkarmıştır.

Göç eden insanların sayısı hayli fazla olduğundan, kentler bu insanları bir anda bünyelerine kabul edememiştir. Nitekim kırsalın geleneksel kültüründen, samimi ortamından kentin modern, resmi ilişkilerinin yoğunluk kazandığı ortamına giren birey kente çok çabuk adapte olamayacaktır. Kırsal kesimden kente gelen birey doğal olarak bir kültür şoku, kimlik bocalaması, karmaşası yaşayacaktır ve bu durumu aşmak isteyecektir. Bu durumda ise kentle arasında önemli bir tampon mekanizma kurmaktadır. Bu tampon mekanizmalardan biri de hemşehriliktir. Türkiye’ de özellikle göç sonucu kentlileşme sürecinde hemşehri kimliği çok büyük rol oynamaktadır. Zira hemşehrilik zaten gurbette, memleket dışında anlam kazanmaktadır. Birey yabancısı olduğu kentte kendisini değiştirmeye/dönüştürmeye çalışırken bir yandan da kente karşı yerel kültürünü korumaya ve yaşatmaya devam etmektedir.

Kentlerin nüfusu doğal artışının dışında diğer illerden göç süreci ile gelenler nedeniyle kent, farklılıkların (sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi vb.) mekânı olmaktadır. Farklı coğrafi kökenden, farklı kültürel kodlara sahip bireylerin aynı mekânda tutunabilmeleri ilk etapta aynı ortak kökenden geldiği memleketlisi ile daha kolay olmaktadır. Kente uyum, kentte bulunan güçlüklerle mücadele kısacası kentle arasında en önemli bağ hemşehrisidir. Göç edilen yerde, gurbette anlam kazanan hemşehrilik bağı göç, kentleşme, kentlileşme ve tampon mekanizma kavramlarının da analiz edilmesini de gerektirmektedir.

(16)

1950’li yılların başından itibaren hızlanan kentleşme süreci hemşehrilik bağına dayanan ilişkileri ülkemizden hareketle, Yalova deneyimi çerçevesinde ele alınacaktır. Çalışmamız Türkiye’de yaşanan iç göç sonrası süreçte kente tutunma sürecinde hemşehri ilişkilerinin ve derneklerinin rolünü anlamaya yöneliktir

Kentleşme hızının yüksek olduğu ülkemizde özellikle göçler sonucu oluşmuş Yalova, göç edenlerin kendi aralarında dayanışma temelli ilişkiler bağı kurmalarını gerektirmiştir. Bu açıdan Yalova’nın göç yapısı içerisinde hemşehrilik bağlarının ne derece etkin olduğu araştırılmaya çalışılmıştır. Kentte kurulan ilişkilerin anlaşılması için kente uyum sürecinde tampon mekanizmalardan biri olan hemşehri dernekleri analiz edilmeye çalışılmıştır. Çalışma Yalova Merkezinde bulunan hemşehri derneklerinden daha geçerli ve güvenilir veriler alabilmek için nitel yöntem ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmamız da genel bir betimlemeye yönelik olduğu için belli sorulara cevap bulma hedeflenmiştir. Kentin yeni üyelerinin hemşehrilik ilişkilerini başarılı bir şekilde değerlendirmek için bu soruların analizi için yarı yapılandırılmış görüşme formu Yalova araştırma sahasında derinlemesine görüşme tekniği uygulanarak veriler birincil, olayı yaşamış kişilerden alınmıştır.

Araştırma altı bölümden oluşmaktadır: İlk bölüm göç kavramı üzerinde durulmuş. Göç tanımı, türleri ve kuramsal yaklaşımları incelendikten sonra Türkiye’nin İç Göç sürecine değinilmiştir. İkinci bölümde ise kent, kentleşme, kentlileşme gibi kavramlar ve ilgili kuramların ardından Türkiye’de kentleşme nedenleri, dönemleri ve kentleşme serüveni açıklanmaya çalışılmıştır. Üçüncü bölümde ise kente tutunma sürecinde hemşehrilik bağlarının, kimliğinin, kentlileşme ile ilgisi ve tampon mekanizma olarak hemşehri dernekleri üzerine durulmuştur. Dördüncü bölüm araştırmanın metodolojisini oluşturmaktadır. Konusu, amacı, önemi, sayıltıları, sınırlılıkları, araştırmanın yöntemi, araştırmanın evren ve örneklemi, verilerin analizi olarak anlatılmıştır. Beşinci bölümde ise araştırma bulgularının analizi önceden belirlenen başlıklar etrafında sınıflandırılarak sistemli bir hale gelmesi sağlanmıştır. Ardından nitel yöntem ile elde edilen veriler yorumlanmış ve bu bölümde yine literatür desteği de alınarak çalışmanın güvenilirliği yükseltilmek istenmiştir.

(17)

BİRİNCİ BÖLÜM

GÖÇ OLGUSU KAVRAMI VE TÜRKİYE’ DE İÇ GÖÇ

1.1. Göç Kavramının Sosyolojik Analizi

Göç olgusu hiçbir ülke için yabancı bir kavram olmamıştır. Tüm dünya ülkelerinde yaşanan göç olgusu benzerlik göstermektedir. İnsan yaradılış gereği belli bir noktada sabit bir şekilde kalamamaktadır. Bu nedenle insanlar her çağda, medeniyette ve dünyanın her yerinde gerek iradi gerek zorunlu yer değiştirme süreçleri yaşamıştır. Tüm çağlarda yaşanan göç süreci, “insan olmanın bir koşulu”(Ortaylı, 2006: 19) olarak görülmelidir. Göç kavramını değişik tanımlarla açıklamak mümkündür. Gordon Marshall sözlüğünde, “Göç, az veya çok bireylerin ya da grupların sembolik veya coğrafi sınırların ötesine, yeni yerleşim alanları ve toplumlara doğru kalıcı hareketini içerir” olarak ifade edilmiştir (Marshall, 1999: 685). Göç kavramı; temelde coğrafi mekân değiştirme süreci gibi basit bir nüfus hareketi olarak görülse de içerisinde sosyal, kültürel, ekonomik ve politik boyutlarının bulunduğu toplumun temel yapısını ve hatta dokusunu değiştiren süreçler bütünüdür (Özer, 2004: 11). Karpat ise göçü teknik bir tanımlama; “asıl yerinden, ulaşılmak istenen yere hareket” olarak özetlemektedir (Karpat, 2003: 3).

Kapsayıcı bir göç tanımı şöyle olabilir; “ekonomik, sosyal, siyasi, ekolojik ya da bireysel nedenlerle, bir yerden başka bir yere yapılan ve kısa, orta veya uzun vadeli geriye dönüş veya sürekli yerleşim hedefi güden coğrafik, toplumsal ve kültürel bir yer değiştirme hareketidir” (Yalçın, 2004: 13). Göç, insanların kendi isteği ile gerçekleştiği durum iken bazen ise zorunlu bir durum neticesinde gerçekleşebilmektedir. Bazen siyasi ya da ekonomik nedenler bazen de iklim koşulları ve savaşlar insanların göç etmelerinde belirleyici etken oluşturmaktadırlar.

İnsanların gerek bireysel gerek toplumsal olarak başlıca eylemlerindendir (Gürbüz, 2006: 211). Göç, oldukça karmaşık bir yapıyı kapsayan, bünyesinde çok boyutlu süreçleri barındıran, çok değişkenli bir yapıdır. Toplumsal bir olgu olarak insan yaşamında oldukça etkili ve anlamı olan göç; sosyolojik, antropolojik ve

(18)

psikolojik tüm boyutlarıyla düşünce değişimi ile başlayan, yer değiştirme ile hayat bulan ve göç edilen yerle sonuçlanan kentle bütünleşen bir olgudur. Bu sürecin en başından sonuna kadar her türlü değişime bağlı olarak yaşanan tüm olumlu-olumsuz durumu göğüsleyen, göçün en önemli aktörü “insan”dır (Demirel, 2004: 7). Özellikle dikkat edilecek olursa göç üzerine yapılan tanımlamaların hepsinde ortak olan mekânda yer değiştirmedir. Göç olayı bireyin doğduğu yer dışında başka bir yere gitmesi ve kendisine yabancı olan o yerde yaşayıp, adapte olabilmesi uzun bir zaman dilimini gerektirmektedir. Çünkü insan doğası gereği bir yere alışıp, kök salabilmesi için orada uzun bir süre kalması gerekir bu da hali ile uzun, zorlu bir süreci aşmasını gerektirir.

Göç, belli bir süreç alır ve bu süreç bünyesinde neden, sonuç, zaman ve mekân gibi boyutları bulundurmaktadır. Göç etmeye neden olan tüm boyutlar bir bütün içerisinde incelemeyi gerektirmektedir. Çünkü göçün nedenini sadece basit tanımı ile nüfus hareketi ve mekânsal yer değiştirme süreci ile sınırlandırmak eksik bir yaklaşım olacak ve göçün anlamını daraltacaktır. Çünkü göç, bünyesinde birçok boyutu, olguyu ve bireyler arasında ilişki ağlarının değişimini barındıran bir süreçtir.

Birey yaşam mücadelesi devam ettiği sürece güdülerini, ihtiyaçlarını gerçekleştirmek için göç etmek zorunda kalabilir. Göç sonucunda iş gücü ve üretimi daha etkin kılınarak yeniden dağıtılır böylece bireyin mekân organizasyonu içerisinde yeni koşullara uyumunu kolaylaştırır. Bu uyumu gerçekleştirirken bireye toplum içerisinde fırsatlar sunar ve bireye sosyal hayatında canlılık kazandırır (Tekeli ve Erder, 1978: 17). Dolayısıyla göç bireye mesleki ve sosyal hareketlilik kazandırırken göç alan ve göçün sonuçlandığı yerleşim yerinde de belli başlı uyum problemlerinin yaşanmasına neden olmaktadır.

Toplum yapısında büyük değişimlere neden olan göç olgusu yeni sorunlar oluştururken bir yandan da bireylere toplum içerisinde yeni fırsat alanları oluşturabilmektedir. Dünya Sanayi Devriminin ardından yoğun bir göç sürecini yaşamıştır ve buna bağlı olarak kent nüfusunda artış görülmektedir. Kentlerde artan bu hızlı nüfus beraberinde ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal alanlarda farklılaşmaların ortaya çıkmasına neden olmaktadır (Ekici ve Tuncel, 2015: 12). Göçün gerçekleştiği bölgeden büyük kentlere doğru gerçekleşen nüfus hareketi, gelinen yerde işgücü kaybına neden olurken maddi sermayenin ve kaynaklarında

(19)

belli bölgelere kaymasına neden olmaktadır. Bölgeler arasında maddi ve manevi eşitsizliğe neden olan bu durum beraberinde göç alan kentin de ekonomi piyasasını büyüterek göçün sürekli hale gelmesini sağlamaktadır (Kaygalak, 2009: 18). Kentlere doğru yaşanan hızlı göç, tarım alanında yaşanan teknolojik gelişmeler kırsal kesimde hızlı bir değişim sürecini başlatmış özellikle de makineleşmenin yaygınlaşması ile birlikte kırda yaşayan insanlar arasında işgücü açığını meydana getirmiştir. “Kırsal kesimden yapılan göçte ana ‘itici’ etken yoksulluk, düşük gelir, öğrenim ve sağlık hizmetlerinin olmayışı, kentlere yapılan göçte ana ‘çekici’ etken istihdam ve yüksek gelir fırsatı ve öğrenim, sağlık ve diğer hizmetlerin mevcut oluşudur” (Karpat, 2016: 39). Kente gelen insanlar kent yaşamına uyum sağlayamadıklarından kendi olanakları çerçevesinde yaşamak zorunda kalmıştır. İnsanların zaman içerisinde ekonomik, sosyal, kültürel nedenlerle yapmış oldukları yer değiştirme hareketi toplum yapısında birçok anlamda değişikliğe neden olmuştur. Göç, toplumsal yaşamın her bir alanıyla yakından ilgili oluşu ve birçok nedene bağlı olarak ortaya çıkması nedeni ile insan yaşamının vazgeçilmezi olarak görülmektedir (Ortaylı, 2006: 19). Göç kavramı değerlendirilirken sebep ve sonuçlar birlikte değerlendirilmelidir.

Göç hakkında yapılan tüm tanımlar, anlamlandırmalar genelde yer değiştirme, nüfus hareketi, yeni yaşam alanları gibi belirli birtakım kavramlar üzerinden yapılmaktadır. Mesela sanayi toplumlarında bireyler yer değiştirmektedir ancak bilgi toplumunda bu durum sürekli ve daha çok mekân, yer değiştiren insanlar var olacaktır. Bilgi toplumunda her alana kolayca yerleşebilen birey için yer değiştirme; süreklidir ve yaşam eğer anlamlı ise ona anlam veren öğelerden biri haline gelmiştir(Tekeli, 2008: 64).

Kırdan kente doğru yaşanan göç süreci ile bireyler kendi öz kültürü dışında farklı toplumların kültürü ile karşılaşmaktadır. Dolayısıyla yer değiştirmeler bireyler arasında bir ilişki ve etkileşim ağının oluşmasını sağlar. Kültürel ilişki sonucunda bireyler birbirinden etkilenip, değişirken tüm kültürel öğeler de değişikliğe uğramaktadır. Göçlerle birlikte dolayısıyla toplumlar değişirken ortaya farklı devletler, farklı milletler, farklı kültürler ve kimlikler hatta yepyeni kültürler ortaya çıkmasına neden olur. Bu da toplum içerisinde özellikle kentlerde, büyük

(20)

metropollerde birbirine benzemeyen çok kültürlü bir yapının oluşmasına neden olmaktadır.

Göç sosyolojik, antropolojik ve psikolojik tüm boyutları ile değerlendirilip, çözüm üretilmeli ve bu konuda bu alanlardan fayda sağlanmalıdır. Bu boyutları olmadan yapılacak göç konulu çalışmaların bir yanı eksik kalacaktır. Çünkü insanlık tarihinin başında beri var olagelen göç kavramı toplum yapısını her alanda değiştirmektedir. Göç olgusunu daha iyi kavrayabilmek adına göç türlerine değinmek faydalı olacaktır.

1.1.2. Göç Türleri

Göç, dünyanın bütün toplumlarında rastlanılan bir olgu olmakla birlikte her zaman yaşanabilmektedir. Birçok çerçevede tanımlanabilecek olan göç, süreç içerisinde farklılaşmalara bağlı olarak farklı biçimlerde ortaya çıkmaktadır. Bilinen en genel göç türleri iç ve dış göç olarak sınıflandırılır. Aynı ülke sınırları içerisinde bir yere doğru göç edilirse iç göç, bulunduğu ülke sınırları dışına yapılan göç dış göç demektir. Neden ve sonuçları olan göç hareketi göç etme nedenine göç zorunlu ve gönüllü göç, göç edenlerin özelliğine göre ise emek ve beyin göçü, ülke sınırları dâhilinde ise iç, dışında ise dış göç olarak sınıflandırılır. Tüm bu göç süreçlerinin nedenleri farklılık gösterdiği gibi toplum ve birey üzerinde etkileri de farklılık göstermektedir (Öztürk ve Altuntepe, 2008: 1588).

Göçün nedenler, göçü gerçekleştiren aktörler ve mekanizmalar farklı göç tiplerini ortaya çıkarmaktadır. Kaygalak ‘göç etme nedeni’, ‘uzaklık’, ‘göç etme biçimi’ ve ‘göçün yönü’ gibi değişkenler ile açıklamaktadır. ‘Göç etme nedeni’ bağlamında üç değişik tipten bahsedilebilir. Bunlar ilkel, zorlayıcı/zoraki ve serbest/ özgür göçlerdir. İlkel göç, doğa güçleri ile baş edilemediği noktada herhangi bir ekolojik itme gücü ile ortaya çıkan göçtür. Bireyin göç kararı alırken kendi iradesinin hakim olduğu özgürce yer değiştirebildiği göç türü ise serbest göçtür. Siyasi ya da kamusal otoritenin dayatması ile oluşan göç türü ise zorlayıcı veya zoraki göçtür. İlkel göçte fizyolojik sorunlar söz konusu iken zorlayacı/zoraki göçte devlet otoritesi

(21)

söz konusudur ancak serbest göç diğerlerine nazaran farklıdır çünkü burada göçmenin bizzat kendi iradesi söz konusudur (Petersen, 1970: 291, Aktaran, Kaygalak, 2009: 11-12). İlkel ve zoraki göçle gelen kişilerin kente uyum sorunları daha fazla gündeme gelmektedir. Çünkü kendi iradeleri dışında dayatma ile karşı karşıya kalmaları sürecin sancılı ve zor geçmesine neden olmaktadır.

‘Uzaklık’ kriterinin tanımlandığı göç türleri iç ve dış göç olarak iki türdür. Bu ayrımda göç veren ve alan şehirler arasındaki mesafe kriter olarak alınmaktadır. ‘Göç etme biçimi’ bakımındansa bireysel, kitlesel ve zincirleme göçler olarak ayrılmaktadırlar. Göçün akım yönüne bağlı olarak yapılan sınıflandırma ise kırdan-kente, kentten-kırdan-kente, kırdan-kıra ve kentten-kıra göçü içermektedir. Türkiye’ de bilindiği üzere yaygın olarak yaşanan ise akım yönüne göre gerçekleşen kırdan-kente ve kentten-kentte doğru yapılan göç iken biçimine göre ise en çok iç göç türüdür (Kaygalak, 2009: 13).

Türkler ilk çağlarından beri göç olgusunu birebir ve daima yaşamış bir milletir. Göç olgusunun adının anıldığı yerde Türk ismi hep duyulmuştur. Bu nedenle Türkiye tarihinde göç olgusunu incelemek her dönemin kendine has durum ve şartları ile değerlendirilmesini gerektirir. Ülkemiz tüm göç türlerini yaşamış ancak ülkeyi derin anlamda etkileyen göç süreci 1950 sonrası yaşanan iç göç hareketi olmuştur. İç göç olgusu başlangıç aşamasında ve göç sonrasında göç edilen yerde ya da bırakılıp gelinen yerde olumlu-olumsuz durumlar ortaya çıkarmıştır. Bu araştırma içerisinde Türkiye'de en yoğun yaşanan iç göç olgusu, gelişimi ve sonucunda ülkeye etkileri çalışmamızın istenilen amaca ulaşması için araştırılıp incelenmeye alınmış ve açıklanmaya çalışılmıştır.

1.1.3. Göçe İlişkin Kuramsal Yaklaşımlar

Göç olgusu tek boyutlu bir kavram olmadığı için teorik olarak tek bir teoriden bahsedilemez. Göçün çeşitli teorileri bulunmaktadır. Göçe ilişkin kuramlar nedenleri, sonuçları ve geçirmiş olduğu evreler göz önünde bulundurularak değerlendirilmiştir.

Göçe ilişkin kuramlar incelendiğinden; Ravenstein’ in Göç Kanunları, Kesişen Fırsatlar Teorisi, İtme – Çekme Teorisi, Merkez Çevre Teorisi, İlişkiler Ağı (Network) Teorisi, Marxist Teori ve Parekh’in Göç Gruplandırması bulunmaktadır.

(22)

Çalışmamızla ilişkili olduğu düşünülen İlişkiler Ağı Teorisi, detaylı bir şekilde açıklanarak çalışmanın kuramla bağdaşan yönleri detaylandırılmaya çalışılmıştır.

İlişkiler Ağı (Network) Teorisi: Hem göçmen hem de göçe yaklaşımı ile diğer kuramlardan ayrılmaktadır. Bu kuram göçmenlerin gittikleri kent hayatında kurduğu ilişkilerle ilgilenmektedir. Göç sonucunda kentlerde kurulan bu bağlar ile göçmenler ilk önce enformel yollarla örgütlenirken zamanla kentte söz sahibi olmak adına formelleşerek dernekler kurmuşlardır. Göçmen birey hemşehri örgütlenmeleri sayesinde kendini yabancı hissettiği kente tutunabilmektedir. Hatta geldiği yer ile de bağını koparmayarak kurdukları iletişim ağı ile her iki kültürü birlikte yaşatabilmektedir. Kente ilk göç ederek gelenin sonradan gelen hemşehrisine yardım etmesi, yol yordam göstermesi ile bu göç ağı böle sürüp gidecektir.

Göçmen ağların göçmenleri bulundukları kent ortamında yerel kültürleri ile olan bağları koruma gibi bir görevi vardır. Göçmen bireyin geleneksel kültürel kodlarını ve kimliklerini kent hayatında yaşatabildiği için olumlu etkileri olurken bir yandan da kentte var olan kültüre uyum sağlayarak, kent hayatına entegrasyon sürecini engelleyici gibi olumsuz etkileri bulunmaktadır (Serhat Kalkınma Ajansı, 2012: 18).

Tüm bu işlevlerden de anlaşıldığı üzere göçmen ağları göçle alakalı olarak olumlu veya olumsuz katkılar sağlamaktadır. Araştırma evreni olarak kabul edilen Yalova’daki hemşehri dernekleri incelendiğinde göçmen ağlarının teorisinin desteklendiği görülmektedir. Çalışmamıza temel oluşturan ilişkiler ağı teorisinin de üzerinde durduğu gibi çalışmamız Yalova’da bulunan göçmen bireylerin kent hayatında kurmuş olduğu ilişkilerle ilgilenmektedir. Kentte kurulan iletişim ağları içerisinde uzun yıllardır etkisini gösteren hemşehri birliktelikleri göç ağı sürdükçe de devam edecektir.

1.1.4. Türkiye' de İç Göç

Göç üzerine yapılan tanımlamalardan anlaşılan göçün bir süreç olduğu neden-sonuç, zaman-mekân boyutlarının bulunduğudur. Ancak değerlendirme yapılırken tüm bu boyutların, bireylerin birbirleri ile etkileşimleri nedeni ile eksiksiz

(23)

değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır. Göçün farklı biçimlerinin oluşu ve bunun birbirleri ile iç içe geçmiş bir olgu olduğu unutulmamalıdır. İç göç, belli bir zaman aralığı içerisinde bireyin yaşadığı yerleşim alanından aynı ülke sınırları içinde kalmak üzere farklı bir yerleşim alanına yapılan göçleri kapsamaktadır. Bu konuda Tekeli’nin iç göç üzerine yapılmış göçün zaman, mekân ve iradi olarak belirten kapsayıcı bir tanım olması açısından önemlidir: “İçgöç, belli bir zaman dilimi içinde belli bir yerleşme alanında yaşayanların, kendi iradeleriyle yaşam yerlerinin söz konusu yerleşme alanı dışına taşıyanların miktarı olarak tanımlanmaktadır” (Tekeli, 2008: 173). Çünkü göçü tanımlarken zaman, mekân ve bireyin irade gücünden ayrı tanımlayamayız.

Türkiye’nin modern anlamda göç deneyimiyle tanışması 1950’li yıllara dayanmaktadır (Yalçın, 2004: 109). Türkiye’de yaşanan göçün yönüne bakıldığında ilk başlarda genellikle kırdan kente, daha sonraları ise sanayileşmenin tüm ülkede yaygınlaşarak gelişmesiyle birlikte hızlı bir kentleşme yaşanmış bu durum ise göçün yönünün bazı zaman dilimlerinde kentten kente olmasına neden olmuştur. Ülkede sanayi faaliyetlerinin başlaması sonrası kırsalda yaşanan topraktan kopmalar, tarımda teknolojik yöntemler sonucunda oluşan modernleşme, doğal ve hızlı nüfus artışı iç göçlere yeni bir boyut kazandırmıştır. Tarımda yaşanan teknolojik değişim sonucunda oluşan tarım modernizasyonu üç dönemde incelenebilmektedir. 1948-1956 Dönemi: Tarımda modernleşmenin başladığı ilk dönem Marshall programının uygulanması ile gerçekleşmiştir. Bununla birlikte traktör sayımız 1.800'den 44.000'e çıkmıştır. Bu dönemde ekim alanları 13.768 bin hektardan 19.173 bin hektara çıkarak hızla artmış ve bununla birlikte tarımsal üretim çoğalmıştır. 1957-63 Dönemi: 1956 yılından sonra problem baş göstermiş dış ödemeler konusunda sıkıntı yaşanınca ülkeye traktör ithaline son verilmiştir. Ülkedeki traktör sayısı ise 44.000 civarında sabit kalmıştır. 1964-70 Dönemi: 1963 sonrasında ülke içinde büyük ölçüde montaj dahi olsa traktör üretilmiştir (Tekeli ve Erder, 1978: 301). Bu üç dönem sanayileşme ile beraber gelişen tarımda modernleşmenin kırsalda yaratmış olduğu değişim sürecini göstermektedir.

Görmez (1997: 15) iç göçün nedenlerini; yoğunluk kazanan nüfus artışı, 1940’ lı yıllarda tarımda makine ve traktör kullanımına geçilmesi, iletişim araçlarının

(24)

geliştirilmesi ve sanayileşmenin hız kazanması olarak belirtmiştir. Türkiye’de göç hareketleri konusu incelendiğinde ve yapılmış birçok araştırmaya bakıldığında 1950 yılının milat olduğudur. 1950 ve sonrasında izlenen yol gereği ekonominin ithal ikameci büyüme yönünde ilerlemesi, dışa açılma politikasına önem verilmesi ve en önemlisi de tarıma makinelerin girmiş olması nüfusun hareketliliğini arttırmıştır. Kentlerde yaşayan nüfusta bu tarihten sonra hızlı bir artış yaşanmasında etkili olan bir diğer etmen ise, 1950’den başlayarak kentlerin çekim gücünü arttıran gelişmelerdir. Bu gelişmeler arasında en önemli olanı, kır-kent gelir farklılıklarını ikincisi lehine arttıran, 1950’li yılların ikinci yarısından başlayarak sanayi kesiminin tarıma oranla daha hızlı bir büyümeyi gerçekleştirmesi ve özellikle 1960’larla birlikte hızlanan biçimde, kentsel hizmet sektörünün gelişmesidir. Bu gelişmelerle bağlantılı biçimde ulaşım ve iletişimde kaydedilen gelişmeler de bu göç akımını besleyen etkenler olmuştur (Kaygalak, 2009: 83).

Ülkemizde yaşanan iç göçlerin toplumsal yapı üzerinde etkilerini daha iyi anlayabilmek için birçok araştırmada iç göçler; 1923-1950, 1950-1960, 1960-1980, 1980-2000 ve 2000 yılı gibi belirli tarihsel gruplara ayrılmıştır. Bu sınıflandırmanın konuya açıklık getirmek adına faydalı olduğunu düşündüğümüzden aynı yolu kullandık.

Birinci iç göç dönemi 1923-1950 yılları arasındaki dönemdir. 1923 yılı ile başlayan ilk dönem henüz iç göçün söz konusu olmadığı zamanlardır. Ancak küçük grupların evlilik, memuriyet, eğitim amaçlı yaşamış olduğu göçleri bu dönemde tanımlamak mümkündür (Tüfekçi, 2002, Akt. Özdemir, 2008: 67).

Söz konusu dönemi kapsayan verilere dikkat edildiğinde somut anlamda ortaya konacak bir göç süreci yaşanmamıştır. Göç istatistiki verileri incelenerek konu somut bir şekilde desteklenmiş nüfus, kent ve kır nüfusu incelenmiştir.

Tablo 1: Türkiye’ de Sayım Yıllarına Göre Nüfus, Kent ve Kır Nüfusu

Yıllar Genel Nüfus

İl-İlçe Merkezleri (Kent Nüfusu) Belde ve Köyler (Kır Nüfusu) Kent % Kır % 1927 13 648 270 3 305 879 10 342 391 24,2 75,8 1935 16 158 018 3 802 642 12 355 376 23,5 76,5

(25)

1940 17 820 950 4 346 249 13 474 701 24,4 75,6 1945 18 790 174 4 687 102 14 103 072 24,9 75,1 1950 20 947 188 5 244 337 15 702 851 25,0 75,0 1955 24 064 763 6 927 343 17 137 420 28,8 71,2 1960 27 754 820 8 859 731 18 895 089 31,9 68,1 1965 31 391 421 10 805 817 20 585 604 34,4 65,6 1970 35 605 176 13 691 101 21 914 075 38,5 61,5 1975 40 347 719 16 869 068 23 478 651 41,8 58,2 1980 44 736 957 19 645 007 25 091 950 43,9 56,1 1985 50 664 458 26 865 757 23 798 701 53,0 47,0 1990 56 473 035 33 326 351 23 146 684 59,0 41,0 2000 67 803 927 44 006 274 23 797 653 64,9 35,1 2007 70 586 256 49 747 859 20 838 397 70,5 29,5 2008 71 517 100 53 611 723 17 905 377 75,0 25,0 2009 72 561 312 54 807 219 17 754 093 75,5 24,5 2010 73 722 988 56 222 356 17 500 632 76,3 23,7 2011 74 724 269 57 385 706 17 338 563 76,8 23,2 2012 75 627 384 58 448 431 17 178 953 77,3 22,7 2013 76 667 864 70 034 413 6 633 451 91,3 8,7 2014 77 695 904 71 286 182 6 409 722 91,8 8,2 2015 78 741 053 72 523 134 6 217 919 92,1 7,9 2016 79 814 871 73 671 748 6 143 123 92,3 7,7 2017 80 810 525 74 761 132 6 049 393 92,5 7,5 2018 82 003 882 75 666 497 6 337 385 92,3 7,7

Kaynak: Genel Nüfus Sayımı sonuçları, 1927-2000 ve Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçları, 2007-2018, TÜİK, 2019.

Cumhuriyet'in kurulduğu ilk yılarda ülke nüfusunun %75'i gibi büyük bir bölümünün kırsal kesim olarak bilinen belde ve köylerde ikamet ettiği görülmektedir. Tablo 1'e bakıldığında 1927 ile 1950 arasındaki dönemde ülke nüfusu ve bu nüfusun

(26)

kır ve kent dağılımına bakıldığında kentli nüfusun yalnızca % 0.72 oranında artmış olduğu görülmektedir. Henüz köyden kente gerçekleşecek göç süreci başlamamıştır.

İkinci iç göç dönemini kapsayan yıllar 1950-1960 dönemidir. 1950' li yıllara kadar ülkemizde iç göç hareketleri düşük olduğu gibi kentlerin nüfus artışı da düşüktür. Tablo 1' incelendiğinde 1950'li yıllar sanayileşme faaliyetlerinin ve kırsalda yaşanan tarımda makineleşmenin arttığı, tarım alanın yaşanan modernleşme ile iç göçler hız kazandığı dönemlerdir. Özellikle tarımda yaşanan makineleşme ziraat hayatına canlılık kazandırmış, topraktan gelen verimi arttırmış, en önemlisi traktörün de kullanılması ile güç kaynağı insandan makinelere geçmiş böylece insan ve hayvan gücünün etkisi azalmıştır (Doğan, 2005: 68). Kırsal nüfusta yaşanan doğal artışı, tarımda makineleşme mevcut topraklar parçalanmasına neden olmuş ve bu parçalanan toprakların belli ailelerde toplanmasıyla toprak sahipliği yapısında değişikliklere neden olmuştur. Toprak sahibi olma konusunda yaşanan denge değişimleri insanların geçinememesine böylece işsiz kalmasına neden olmuştur. (Yenigül, 2005: 273).

Batı’dan gelen Marshall yardımları kırsal alanda birçok değişime neden olurken, tarımda makineleşmenin artması, insanların değişen tüketim olgusu, modernleşme olgusu, kırsal alanlarda topraktan geçim sağlamanın artık zor oluşu, kırsaldan kopuşu hızlandırmıştır. Tüm bu gelişmelerin ise en önemli sonucu kırsal nüfus artık çözülmeye başlamış beraberinde kentlere doğru yoğun bir nüfus akımı başlamıştır. Yoğunlaşan nüfus sanayinin gelişmesi, ekonominin iyileşmesi ile kentsel alanlarda nüfusun yoğunlaşmasına ve bunun sonucunda kentlerde iş imkânlarının çeşitliliğine neden olmuştur. Ülkemizde 1950' li yıllar ile başlayan bu iç göç süreci günümüze kadar devam etmiştir. Türkiye, İkinci Dünya Savaş’ı sonrası yaşanan Sanayi İnkılâbı ile hızlı bir “kentleşme” süreci başlamış ve ülkedeki kent sayısı artmıştır.

Üçüncü iç göç dönemini kapsayan yıllar 1960-1980 dönemidir. Bu dönemlerde kırdan gelen yoğun göç akımı kentlerin nüfusunun artmasına ve kentlerin sayısının artmasına neden olmuştur. Tablo 1' deki veriler incelendiğinde bir önceki dönemle benzerlik göstererek kent nüfusunun giderek arttığı görülmektedir. Hızlı kentleşme ile beraber buna hazırlıklı ol(a)mayan kentlerde birtakım sorunlar ortaya çıkmaya

(27)

başlamış. Türkiye sanayileşme açısında Batı kadar çabuk gelişme gösterememiş olması nedeni ile kırsaldan gelen nüfusu aynı hızda kendi bünyesinde eritememiştir. Hızla eritilemeyen bu nüfus kentsel alanlarda işgücünü istihdam edecek sanayi oluşmadığı için barınacak gerekli konut oluşumu da sağlanamamıştır. Bu durum da gecekondularda yaşayan ve enformel sektörlerde geçimini sağlayan göçmenler kent nüfusunun ağırlıklı bir parçası haline gelmiştir (İçduygu vd., 2014: 180). Bu göçler beraberinde, kentlerde çarpık yerleşmeler ve istihdam sorunu yaşayan yoğun bir nüfusun oluşmasına neden olmuştur (Doğan, 2011: 97). Ülkemizde yaşanan iç göçler genellikle kırın itici nedenlerinden kaynaklanmaktadır. Yoğunlaşarak artan göçler kentlerde barınma ihtiyacını karşılayamamış ve bu durum göçmen nüfusun kendi başının çaresine bakma ihtiyacı sonucunda gecekonduları doğurmuştur. Yapılan bu plansız ve yersiz dönüşüm kentlerin gelişimini tahrip ederken gerek mekân da gerek kültürel anlamda kentler bir kaotik ortam oluşturmuştur.

1960-1970 döneminde kır-kent göçü önemli bir ağırlığa sahip iken; 1970-1980 arasında ise kent-kent göçü önemli hale gelmeye başlamıştır (Öztürk, 2007: 255). Tablo 2'e bakıldığında özellikle kentten kente yapılan göç türünün 1975 yılında sonra kayda değer oranda arttığı ve artmaya da devam ettiği görülmektedir

Ülkede göç eden nüfusun yönünde diğerlerinin aksine belirgin farklılıklar gözlenmektedir.

Tablo 2: Türkiye’de Yerleşim Yerlerine Göre Göç Eden Nüfus (1975- 2000) Yerleşim Yeri 1975-1980 1980-1985 1985-1990 1995-2000 Toplam % 100,00 100,00 100,00 100,00 Şehirden Şehire % 48,90 56,18 62,18 57,80 Köyden Şehire % 17,02 22,53 17,95 17,46 Şehirden Köye % 19,33 12,84 12,60 20,06 Köyden Köye % 14,75 8,45 7,27 4,68

Kaynak: Genel Nüfus Sayımları, 1980-2000, TÜİK, 2018

(28)

Dördüncü iç göç dönemi, 1980-2000' li yılları kapsayan dönemdir. 1950 ve 1970 yılları arasında göçün yönü genelde kırsaldan başlayıp kentte biterken 1980' li ve takip eden yıllarda hâkim olan iç göç kentler arasında yapılmaktadır. Tablo 1 incelendiğinde 1980 sonrasında genel nüfusta artış yaşandığı ve kent nüfusunun oranının kır nüfusuna oranla daha fazla olduğu görülmektedir.

1980 sonrasında Türkiye ekonomi politikalarında değişikliğe giderek ihracata dayalı büyüme modelini hayat geçirerek ithal ikame modelini terk etmiştir. Liberal düşüncenin egemen olması ve özelleştirmenin de başlamasıyla birlikte devletin ekonomideki payı azalmıştır. Ekonominin uluslararası boyut kazanması ile yabancı sermaye yatırımları özendirilmiş ve ihracata dayalı büyüme hedeflenmiştir. Tüm bu değişim ve dönüşümler iş gücü piyasası açısından da önemli adımların atılmasına imkân sağlamıştır. 1980 yılı ekonominin yeniden örgütlenilmesine tanıklık ederken küreselleşme sözcüğü de bu dönemde tanışılan yeni bir kavram olarak ülke gündemindeki yerini almaya başlamıştır. 1980 sonrası yıllar modernleşme ile bunun algılanış biçiminde değişiklikler yaratırken bireyin ön plana çıktığı bir dönem oluşmaya başlamıştır. Ulaşım ve iletişim konusunda yaşanan teknolojik gelişmeler, yenilikler, toplumsal yaşam içerisinde bireyin önem kazanması sivil toplum ve gönüllü kuruluşlarının önem kazanması ile insanların daha rahat ve özgürce hareket etmeye başlamıştır (İçduygu ve Sirkeci, 1999: 253 Aktaran, Zeyrek, 2010: 36).

1960 ve 1970 yılında yaşanan göçler genellikle kentlerin çekici gücünden kaynaklanmaktadır. 1980 ve 1990 yıllarında yaşanan krizler, küresel-modern değişim veya dönüşümler, ulaşım ve iletişim kaynaklarının gelişiminin yanında, ülkenin Doğusu’nda yaşanan çatışmalar da kırın iticiliğine hız kazandıran nedenlerdendir. 1990’lı yıllar Türkiye' de iç göç ekonomik, politik ve özellikle de siyasal etkenlerin de artışı ile yoğunlaşarak devam etmiştir. Bu göç çerçevesinde can ve mal güvenliğinin olmadığını düşünen Doğu ve Güneydoğu' dan birçok insan Batı bölgelerine göç ederek yeni bir düzen kurmaya çalışmışlardır. Göç ederek hayatlarına burada devam etmiş ve kentin var olan sorunlarını daha da yoğunlaştırmıştır” (İçduygu ve Sirkeci, 1999:253, Aktaran, Şen, 2010: 26). Denetlenmesi zor bulunan köylerin boşaltılması ile göç edenler için zorunlu bir yer değiştirme süreci başlatılmıştır. Zorunlu yaşanan bu yer değiştirişin göç edenlerin üzerinde yarattığı ağır tahribatlar kadar göç edilen kentlerin yaşadığı sorunlara da bir

(29)

yenisini eklemiştir (Kaygalak, 2009: 6). Zorunlu göç bireyin isteği dışında, rızası olmadan gerçekleştiği için birey üzerinde başta psikolojik olmak üzere çok büyük olumsuz etkiler yaratmakta ve bu yönüyle de gönüllü, bireyin kendi iradesi yaptığı göçten ayrılmaktadır.

1980’li yıllar için artık Türkiye nüfusunun çoğunluğu kentlidir diyebiliriz. Tablo 1’e bakıldığında nüfusun % 60’a kentlerde ikamet etmektedir. Yine Tablo 2’ de ise kırdan kente göçün toplam göç içindeki payı giderek artarken, 1985-90 döneminde ise, iç göçün % 62’si kentlerden kentlere yönelmiştir. 2000 yılında ise, nüfusun %70’e yakını kentlerde yaşamaktadır. 1995-2000 yılları arasında ise yine köyden kente ve kentten kente göç yoğunluk kazanmıştır. Göçün yönünün nadirde olsa kentten köye doğru olduğu görülmektedir (TÜİK, 2018).

Beşinci ve son iç göç dönemi 2000 yılı ve sonrasını kapsayan dönemdir. Küreselleşmenin etkilerinin daha belirgin bir biçimde gözlemlendiği 2000’li yılların artık bilgi toplumu olarak anılmanın verdiği düşünceler ile halk artık eğitim ve nitelikli iş gücüne duyulan ihtiyaçtan dolayı göç etmektedir. 2000‘li yıllara gelindiğinde yaşanan ekonomik kriz göç hareketlerini yavaşlatsa da ilerleyen yıllarda yeniden işlerlik kazanmış ve uygulanan devlet politikaları sayesinde Türkiye ekonomisi %7,4 oranında büyüme ile kriz dönemini başından savurmuş ekonomide yaşanan canlılık tüm verilerde artışa neden olmuştur (Koyuncu, 2011: 136).

(30)

Kaynak: Nüfus ve Konut Araştırması, 2 Ekim 2011, TÜİK, 2018.

Şekil 1’ de TÜİK’ in “Nüfus ve Konut” araştırmasında; iller arasında göç eden 4.788.193 kişinin, kentler arası göç etme nedenlerinin yüzdesel dağılımı belirtilmiştir. Göç eden nüfusun % 26’sı ile aileden birine bağımlı olarak göç birinci, iş arayışı amaçlı göç % 20 ile ikinci, tayin/atama nedenli göç oranı ise % 13 ile üçüncü sırada yer almaktadır.

Cumhuriyet'in kurulduğu ilk yıllarda nüfusun % 24,2' si kentlerde yaşarken bu oran 2018 yılında ise % 92,3’ ü oluşturmaktadır. Küreselleşmenin etkilerinin hızla yayıldığı bu dönemlerde ekonomi, siyaset, kültür alanlarında yaşanan kökten dönüşümün kentlerde ortaya çıkardığı yeni dinamikler, göç edenlerin yaşadıkları sorunlar, kentin dokusunda meydana gelen değişim, göçmenlerin kente tutunma yolları, kentli kültürü, kentlilik, göçmenlik gibi kavramların üzerinde değişiklikler yaşatmıştır. Yaşanan iç göçler temelli oluşan kentleşme kavramı üzerinde durmak ve Türkiye' nin kentli kültürünü çözümlemeye çalışmak araştırmamız açısından faydalı olacaktır. 26% 20% 13% 17% 12% 7% 3% 1%1%

Aile üyelerinden birine bağımlı yapılan göç İş arama/bulma Tayin/atama Diğer Eğitim Evlilik Deprem Güvenlik Bilinmeyen

(31)

İKİNCİ BÖLÜM

KENTLEŞME VE KENTLİLEŞME SÜRECİ

2.1. Kent - Kentleşme İlişkisi

İ.Tekeli'nin (1996: 804) belirttiği gibi kentleşme, kentten hareketle açıklanan bir kavramdır(Aktaran, Zeyrek, 2010: 39). Kentleşme terimine geçmeden önce kenti anlamaya, tanımlamaya çalışmak gerekir. Kent sosyal bilimciler tarafından çok farklı şekillerde tanımlanmıştır. Sanayileşme kentlerin hızlı büyümesine neden olmuştur. Kentler nüfusun fazla olduğu, iş bölümünün, sanayileşmenin yoğun yaşandığı yerlerdir. Aslanoğlu’nun (2000: 88), tanımladığı kent, kır yapısını da içine alan, kentin her türlü fonksiyonlar ile bireyin bir günlük yaşam pratiğinin planlandığı ve bunun gerçekleştiği mekânlardır. Ancak kent havasını oluşturan en önemli unsur bireylerin yaşam pratikleridir. Dolayısıyla kenti oluşturan birey gibi kentte nefes alan bir canlı gibi düşünülmelidir. Kent hayatı canlı, eğlenmeyi seven, dinamik bir yapıdır. Kente bu hareketliliği katan şey ise, onu oluşturan bireylerin devinimleri ile sosyo-kültürel ve ekonomik, siyasal eylemleridir (Kurt, 2012: 84-85).

Her iki kavram birbirleri ile karıştırılmış olsa da aslında iki farklı kavramdır. Ancak kentleşme, kent kavramından ayrı düşünülmemelidir. Kentleşme kavramı birçok bilim dalının ilgilendiği bununla birlikte üzerine çok çeşitli anlam ve farklı boyutları ön plana çıkaran tanımlamalar yapılmıştır. Kenti kent yapanın mekansal, mimari anlamda yaşanan gelişmeler dışında kentte var olan insanların yaşam hareketleridir (Güçlü Özen, 2002: 19). Dolayısıyla kenti kent yapanın insan olduğu ve kentte hayatını çok yönlü olarak değiştirmektedir. Çünkü günümüz kent toplumları, kırsal alandaki gibi homojen, davranış kalıplarının önceden kestirildiği kültürel bir bütün olarak tanımlanamaz tam tersine farklı kültürlerin ve kimliklerin birlikte yaşam sürdüğü heterojen-farklılaşmış bir toplum yapısıdır (Aslanoğlu, 2000: 10.

Kentleşme kavramı: “Demografik anlamda kentlerde yaşayan nüfusun toplam nüfus içindeki payının yükselmesi, siyasi anlamda kent sayılan/kabul edilen yerleşim yerlerinin sayısındaki artışı, iktisadi anlamda kent ekonomisinde tarımın

(32)

payının azalması buna karşın sanayi, ticaret ve hizmet sektörünün payının artması ve sosyolojik anlamda kente özgü yaşam tarzının hâkim hale gelmesi süreci” dir (Şahin, 2013: 6). Göç sonucu oluşan nüfus hareketleri dışında kentin sosyo-ekonomik ve kültürel değişimi dışında insan hayatında, davranış biçimlerinde de değişimler yaşatmış ve bunun neticesinde kentleşme kavramı ortaya çıkmıştır (Yılmaz ve Çiftçi, 2011: 252). Kentleşme organize edilmiş bir yaşama geçiş demektir (Adıgüzel, 2012: 188). Kentleşme bünyesinde farklı nedenleri barındırsa da her dönemde ekonomik, siyasal ve idari faktörlerle kentleşmeyi insanlar oluşturmaktadır (Görmez, 1997: 12).

Erkan'a göre (2002: 19) kentleşme, “kent ortaya çıktıktan sonra, kentlerdeki büyümeyi, yoğunlaşmayı, farklılaşmayı, bütünleşmeyi, değişmeyi anlatabilmek için kullanılmaktadır”. Kentleşme, dar tanımıyla şehrin oluşumunu anlatmaktadır. Keleş kentleşme hareketini “geniş anlamda; sanayileşmeye ve ekonomik gelişmeye koşut olarak, kent sayısının artması ve kentlerin büyümesi sonucunda, toplum yapısında artan örgütleşme, işbölümü ve uzmanlık yaratan, insanların davranış ve ilişkilerinde kente özgü değişim ve dönüşümlere yol açan bir nüfus birikim süreci olarak tanımlamaktadır” (Keleş, 2014: 20). Kentleşme sürecinin başlangıcı, genel olarak uygarlığın da başlangıcı olarak kabul görmektedir (Es ve Ateş, 2004: 206). Bu bağlamda kurulan en eski şehirlerin geçmişi yaklaşık olarak M.Ö. dördüncü bin yılla kadar götürülmektedir. Orta Çağ'da uzun mesafeler arasında yapılan ticaretin ve kapitalizmin genişlemeye başlaması, özellikle Avrupa’da büyük şehirlerin kurulmasına zemin hazırlamıştır (Marshall, 1999: 399). Bu bağlamda Z.Parlak'ın belirttiği "Kentleşmeyi doğuran Sanayi Devrimi, kendinden başka ikinci bir devrim daha yaratmıştır. Bu da kentsel devrimdir" (Parlak, 1999, Aktaran, Öztürk ve Altuntepe, 2008: 1600). Sanayi devriminden günümüze kadar kentsel devrimin hızı olağanüstü bir şekilde sürekli artış göstermiş ve bugün ki anlamda modern kentler ortaya çıkmıştır.

Kentleşmeye ilişkin yapılan tanımlamalar, araştırmalar kentleşmenin belli başlı öğelerinin olduğunu göstermektedir. En önemli öğe ise kırdan kente yapılan göç sonucunda yaşanan değişim. Bu değişim mekân, davranış, duygu, düşünce, yaşantı gibi çok kapsamlıdır. Kent nüfusu arttıkça bireyler arası farklılaşma da artmaktadır. İş bölümünün kentte yaygın hale gelmesi dolayısıyla bireyleri birbirinden uzaklaştırmaktadır. Sanayileşme ile kentsel nüfus artmış ve büyük bir

(33)

ivme kazanmıştır ancak durum yalnızca sanayileşme ile açıklanamayacak kadar derindir. Kentleşme, sadece yeni bir ekonomik örgütlenme ve fiziksel olarak çevre, mekân değişimini belirtmemekte, diğer yandan insanın davranış kalıplarını ve düşünce biçimlerini de etkileyen, değiştirip, dönüştüren yeni bir toplumsal düzeni ifade etmektedir (Güçlü Özen, 2002: 20 ). Modern - post modern süreçlerle birlikte küreselleşmenin de etkisi ile teknoloji ve bilginin sınırlar arasında hızla yayılması kolaylaşmış ve böylelikle göç yoğun bir biçimde sürmüştür. Kentleşme, geleneksel kırsal yapıdan modern kent hayatına geçme eğilimi göstermektedir. Kırsal yaşamı, yüz yüze, samimi, yoğun ilişkilerin yaşandığı, geleneklerin, adet ve ananelerin ağırlıkta olduğu ve farklı olana çok rastlanılmadığı tek düze bir yaşam özelliği göstermektedir. Kent hayatı ise resmi ilişkilerin yoğun olarak yaşandığı, farklı kültürlerin bir arada olduğu, ‘ben’ duygusunun hakimiyet sürdüğü, akılcıl bir yapının mevcut olduğu modern bir yapıdan oluşmaktadır (Kaldık, 2017: 32).

Kentleşme, insanın dünyada iz bırakmak istediği ve bunu yaparken kalıcı dönüşümler bırakmanın somut biçimidir. Kentler medeniyetlerin yansıma alanlarıdır. Kentlerin tarihi medeniyetlerin tarihidir. Kentleri toplumların sahip oldukları temel değer sistemlerinden ve düşünce biçimlerinden bağımsız düşünmek zordur. Kentler, geleneksel ve modern zamanlarda, toplumsal tabakalaşmanın ve değişmenin en dinamik alanları (Bağlı, 2006: 216) olmuştur. Gelişmekte olan ülkelerin kentlerine bakıldığında, kentleşmenin tam anlamıyla başarılı olduğu söylenememektedir. Zira Batıda yaşanan kentleşme ile diğer az gelişmiş ülkelerdeki kentleşme arasında belirgin farklılıklar gözükmektedir. Batıda kentleşme, sanayileşme ile birlikte hız kazanmış ve birbirleri ile paralel ilerlerken; bu ülkelerde sanayileşme ve kentleşme birbirini tamamlayan süreçler yaşayamamaktadır. Genelde sanayileşme tam anlamıyla yaşanmadan önce kırsaldan yapılan yoğun göç sonucu hızlı kentleşme sürecine girmek zorunda kalınmıştır. Bu da hızlı ve çarpık kentleşme denilen kentlerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Modernleşmenin, modernizmin, uygarlığın, medeniyetin zemini olarak görülen kentlerin çekim gücünü arttırdığı bir gerçektir (Kaypak, 2013: 88). Üretim araçları farklılaşarak modern makineler geliştirilmiş bu ise uzmanlaşan bir grubun doğması ile küçük esnaf, zanatkar denen grubun sonunu getirerek üretimin fabrikaların eline geçmesine neden olmuştur. Sanayi Devrimi ve sonrasında yaşananlar gösterir ki kentlerin çekim gücü yalnızca

(34)

teknolojik gelişme ve dönüşümlerden kaynaklanmamış devamında ekonomik, toplumsal, kültürel birçok boyutu beraberinde taşıdığıdır (Niray, 2002: 7).

Kent nüfusunun artışı, yaşanan yoğun göç ve kentsel dinamiklerin değişimi ile sosyal ve kültürel değer sistemlerinde de büyük bir sarsıntı yaratmaktadır. Modernitenin ilerlemesinde öncü rol oynayan kentleşme gelenekleri yok etmiş ancak tam anlamıyla geleneksel yapının kentle bütünleşmesini, kaynaşmasını da sağlayamamıştır. Modernizm ve ardından gelen postmodern süreç birçok alanı değiştirdiği gibi kentleşme üzerinde de pek çok değişim dönüşümler yaratmıştır. Modernleşmeci yaklaşıma göre kente gelen bireyler giderek geleneksel davranış kalıplarından çıkarak kente özgü tutum ve davranışları benimsemeye başlamaktadır (Adıgüzel, 2012:190). Modernizm temelinde kentle bütünlük, kentlilik bilinci, kente zamanla kaynaşma, tampon kurumlar zamanla işlevini yitirmiş; yerini postmodern yaklaşımı ışığında farklı, heterojenliğin yaygın hale geldiği kentlerde ise ortak kültür etrafında birleşen örgütlenmeler kurulmuştur (Güçlü Özen, 2002: 14-15).

Kentleşme olgusunun olumsuz etkilerinden biri de toplumu bir arada tutan temel yapı taşlarında (aile, din vb.) çözülmeler meydana gelmiştir (Gökulu, 2010: 214). Kentin anonim ve kozmopolit sosyal dokusu, kente yeni gelenlerin kente taşıdıkları yabancı ve ayrıksı kültürel değerler, kentin kimliğini ve kültürel/sosyal yaşantısını olabildiğine parçalı kılar. Bu durum, kentteki insan ilişkileri, komşuluk, akrabalık, dostluk ve arkadaşlık bağları değiştirirken diğer yandan insan ilişkileri iğreti ve soğuk bir hal alır, güven, içtenlik, sadakat ve ötekine saygı ortadan kalkar. Aile, akraba, din, yurttaşlık vb. denetim kurumlarının işlevselliği azaldıkça da, illegalite kent ilişkilerini çerçeveleyen, onu yeniden üreten bir boyut kazanmış olur (Aytaç, 2018: 6). Kentler gün geçtikçe ülkelerde sorun merkezleri halini almıştır.

Kentleşme konusunda kentlerin yaşadığı değişiklikler devletin sorumluluklarını arttırırken, hizmetlerin ekonomik, sosyal, kültürel ve nüfus anlamında değişiklikleri kapsayıcı nitelikte olmasını gerektirmektedir (Çelebi, 2018: 87). Sanayi ve ekonomik anlamda başlayan bu değişim kendini zamanla mimaride, sanatta, teknik, sosyal, kültürel ve çevresel tüm boyutlarda kendini göstermektedir. Özellikle post modern süreçle birlikte bilgi ve iletişim teknolojisinde, üretim biçimlerinde yaşanan değişim kentin bambaşka dinamiklerini bünyesinde

(35)

barındırmaktadır. Kenti anlamaya çalışırken tüm bu dinamikleri, değişim alanlarını gözetmek gerekmektedir.

2.2. Kentle Bütünleşme: Kentlileşme

Kentleşme daha çok ekonomik, siyasal, sanayi ve teknolojik alanlardaki değişimin üzerinde dururken, kentlileşme ise kentleşmenin yaratmış olduğu toplumsal değişimin, değerler sisteminin, yaşam biçimlerinin, kentteki algı, davranış ve tutumlardaki değişimin üzerinde durmaktadır. Kentleşme toplum içerisinde yapısal bir dönüşümü, evrimleştirmeyi meydana getirirken, kentlileşme ise değer, davranış ve yaşam biçimlerindeki değişmeyi içermektedir. Bu süreçte göçmenler kentin yabancı dünyası ile karşılaşmakta ve kent yaşamında tutunabilmek için sosyalleşmektedir (Özer, 2004: 97). Kentlileşme kentleşmeye nazaran daha zor gerçekleşen bir süreçtir. Çünkü kişinin kırsaldan kente gelerek mekânsal değişiklik yapması onu kentli yapmaya yetmez. Zira yapmış olduğu yalnızca köyden kente göç etmek değildir. “Kente bir bütün olarak yaklaşıldığında kentin, toplumsal ve kültürel anlam haritasının hayli derin, kışkırtıcı ve etkileyici olduğu söylenebilir” (Alver, 2010: 36). Dolayısıyla kendine özgü kültürü, yaşam tarzı, bir duruşu olan kentin belli bir duruşu vardır. Ve bu kent orada yaşayan insanların yaşamlarından izler taşır. Kentlileşmeyi geniş bir perspektif ile tanımlamak gerekirse; fiziksel bir yer değiştirme süreci olarak başlayan ve toplumun temel yapısında değişimlere neden olarak bireyin bu değişim sürecine gösterdiğim uyum ilişkisidir. Kentlileşme bireyin göç sonrasında kente yerleşmesi ile anlamlaşır. Kentlileşme sürecinde yaşanan evreler, kente tutunma, adaptasyon sürecinde farklı gelişme durumlarını simgelemektedir (Sencer, 1979: 292). Kırsal mekânlarda toprağa bağlı, bağımlı çalışan ve kendi geleneksel kültürel kodlarını yaşayan köylüler, zincirleme bir şekilde kentlere doğru göç ederken kendi emekleri ile geçinmek zorunda kalmışlardır. Kırın sakin, durağan hayatının aksine modern kentin canlı, hareketli durmak bilmeyen dünyasından içeri girmişlerdir (Özcan, 2012: 107). Böylelikle kentlerde kır ve kent kültürünün birbiri ile harmanlandığı bir karışım ortaya çıkmaktadır. Göç olgusu sonucunda, göç edilen yerde, göçle gidilen yerde artık

(36)

eskisi gibi kalmamakta, farklılaşmaktadır. Sonuçta tamamen farklı biçimlerde, farklı hayatları olan yeni bir kent kültürü formu doğmaktadır (Taşçı, 2012:173).

Kente gelmek ile başlayan kentlileşme süreci, kentsel değerlerin egemen olduğu yaşam biçimi kazanılıncaya dek sürecektir. Bu süreçte kente göç eden birey kentsel tutum ve davranışları özümsediğinde kentlileşecek ve 'kentli' olacaktır (Özer, 1988: 165). Kentlileşme bir sosyalizasyon sürecidir ve bu süreçte bireyin kente gelmeden önceki yaşam biçiminin, geleneksel davranış kalıplarının değişimi kaçınılmazdır. Kentleşme olgusu çok yönlü bir olgu olması nedeni ile kentlileşme sürecinde ise bu boyutların en önemlisi olan sosyal ve kültürel boyut ile değerlendirerek ele almak gerekir. Kentlileşme kent hayatına uyum içerisinde adaptasyon süreci olarak ifade edilmektedir (Niray, 2002: 4). Kent insanın ürettiği bir yapıdır. Dolayısıyla insanın elinin değdiği, ürettiği her şey kültürün parçasıdır. Kent kültürünü oluşturan bireyler evlerden, arabalara, ideolojiden, yaşam biçimine, demokrasi anlayışına kadar her şey kentin doğasını, kültürünü anlatır. Kentlileşme de bu kültürün benimsenip, o kente aitmiş gibi yaşanmasını tanımlar (Güçlü Özen, 2002: 15).

Kentlileşme, yaşanan toplumsal değişimin belli bir uyum içerisinde atlatılmasını anlatır. Kısaca, kente göç eden bireyin yeni hayata, yaşam alanına uygun ilişkiler kurarak kentli olabilme sürecidir (Erkan, 2002: 20). Kentlileşme sürecinde bireyin tutum ve davranışlarındaki değişim iki aşamada gerçekleşmektedir; bireyin geleneksel tutum ve davranışları kaybolur, daha sonra değişik bir kültür ortamı içerisinde kentsel davranış kalıpları benimsenmektedir (Özer, 1988: 166). Bu süreçte kır kültürünün etkisi altında kalan bireyler zamanla kentlileşmekte, kente özgü davranış kalıplarına uymaya çalışmakta bazen de kentlileşmenin temeli olan değişim konusunda çatışmalar yaşamaktadır. Temelde iki aşama olarak belirtilen uyum süreci şüphesiz ki hemen gerçekleşmemekte uzun bir süre sonra kentle bütünleşebilmektedir. Bu durum belki birkaç kuşağın kent içerisinde yoğrulup, tecrübe kazanması ile gerçekleşebilmektedir. Bu süreç dâhilinde sivil bir örgütlenme olan hemşehri dernekleri oluşturmak, aynı memleketten olanların kurduğu bu örgütlenmelere dâhil olmak kent yaşamına hazırlanma ve uyum sürecini bir nebze kolaylaştırmaktadır. Çünkü hemşehrisi ile kurmuş olduğu yakınlaşmalar, gruplaşmalar kentle tam olarak bütünleşememe gibi günümüz kentlerinin özellikle

(37)

Türkiye'nin yaşamış olduğu sorunlara da neden olmaktadır. Dolayısıyla kentlileşme, köyünden geldiği mekâna yani kente kendini ait ve sorumlu hissedebilmesidir.

Kent insanı; kentte olduğunun farkında olarak nasıl davranması gerektiğinin bilincinde; kent yaşamını içselleştirerek, kent içerisinde belli görevlerde bulunan, okuyan, çalışan insandır (Güçlü Özen, 2002: 32, Keskin vd. , 2015: 28). İlginçtir ki; yetmişli yıllarda göçmenlerin kentlilerle yakın ilişki kurmak istemesi kentlinin bilgisinden yararlanmak ve medeni olma isteği olarak vurgulanırken, hayatı güzel yaşama fikri etkisini göstermiştir (Erman, 1996: 293). Kent hayatı deyince farklılığın egemen olduğu, heterojen bir yapı, kentsel fırsat ve kır toplumunda bulunmayan olanakları içinde barındıran kendine has bir kültür birikimi olan mozaik bir yapı akla gelmektedir. Kırdan kente göç eden birey kendini köylü olarak değil kentli olarak hissedebildiği ölçüde kentlileşebilmektedir. Bu da kentlilik bilinci denilen kentte yaşarken edinilen bilgi, tutum, değer, tavır, davranış, sosyal ve dinsel değerlerin benimsenmesi ile mümkün olabilmektedir. Kentlilik kent yaşamında yer alanlara çoğu zaman belli ayrıcalıklar sağlar. Bu ayrıcalıklar; kent yaşamının, bireye köyün "kaba doğa ve iş koşullarından ve geleneksel yapılardan" "özgürleşme" ve "uygarlaşma" fırsatı sunar (Kaygalak, 2009: 39).

Wirth göçmenlerin kentle olan ilişkilerini yani kentlileşmeyi farklı köken ve altyapıdan gelen üyeleri barındıran bu yığın içinde akrabalık bağları, komşuluk ilişkileri ve geleneksel bağlılık ve dayanışma duygularını muhtemelen yok olacağı ya da en iyi olasılıkla zayıflayacağı dönüştürücü bir süreç olarak tanımlamaktadır (Wirth, 2002: 83). Yapılan tanımlarda da görüldüğü gibi kentlileşme birçok faktörü içerisinde barındırmaktadır. Kentli olmanın bünyesinde bilinç, sorumluluk, aidiyet, kentte yaşama, kent kültürü gibi kavramları barındırmaktadır. Fiziksel olarak kentte yaşayan herkes kentlidir diyemeyiz. Kente aidiyet duygusu ile bağlı olmak kent kültürünün ana damarını oluştururken; kentsel birlik ve beraberlikten, ulusal bilince kadar kent kültürünü oluşturan ana dinamiklerin şekillenmesine katkı sağlamaktadır (Kurt, 2012: 87). Kentlileşmenin oluşması bir süreçtir. İnsanın hemhal olduğu herşey aslında içerisinde uzun süreçleri barındırmakta çünkü insanın kenti yaşaması, yaşamak istemesi, kente birşeyler katmaya çalışması hemen olabilecek bir durum değildir. Şüphesiz kentlilik bilinci dediğimiz kendini kente ait hissetme, kentle

(38)

bütünleşme hemen kente gelmiş olmak ile başlamamakta uzun soluklu, durağan olmayan devingen bir süreci kapsamaktadır.

2.3. Sosyolojik Kent Kuramları

Kent ve kentleşme konuları aktarılırken, kent adı verilen yerleşim birimlerinin nasıl ve hangi sebeplerle var olduğu, kenti meydana getiren temel yapı taşlarının neler olduğu, kentlerin nasıl bu kadar hızlı büyüdüğü ve kentlerde hangi tür ilişki ağlarının ve hayat biçimlerinin olduğu mantık kuralları içerisinde açıklanmasını gerekli kılmaktadır (Keleş, 1976: 51)

Chicago Okulu

Kapitalizmin günden güne gelişmesi ile ortaya çıkan kapitalist kentler, sosyal kuramcıların, izleme alanı halini almıştır. Chicago okulu kenti tek başına ele almaktadır. Kenti ele almalarındaki asıl neden ise Chicago kentinin içerisinde bulunduğu durumdur. Çünkü hızlı kentleşme ve sanayileşmenin etkisi ile kente göç eden ve kentin yerlileri arasında ikili bir yapı ortaya çıkmıştır. Kentte önceden var olanlar ile yeni gelenler arasında bütünleşme süreci sorun haline gelmiştir. Chicago Okulu da sorunlara çözüm bulmak ve kentin kültürel, ekonomik ve sosyal sorunlarının anlaşılabilmesi için kenti inceleyerek, şehir kuramı haline getirmişlerdir. Chicago Okulu kenti ve kentleşmeyi 20.yüzyılın temel özelliği ve 20.yüzyılı belirleyen toplumsal dönüşümlerinde başında geldiğini savunmuştur. Chicago Okulu, hem yerel topluluğun oturduğu alanı, kültürel yaşamlarını incelemiştir. İncelediği toplumu fiziksel alanı ele alırken sadece insanları değil, kenti mekanı ile beraber değerlendirmiştir (Duru-Alkan, 2002: 11).

Chicago okulu iki açıdan ele almak mümkündür. İlk grubun temsilcileri Burgess, Park ve McKenzie kentsel mekan üzerinde çalışmalar yaparken, İkinci grubun temsilcisi Wirth daha çok kentsel mekanın insanlar üzerindeki etkisini ele alarak, kenti kentlileşme kavramından hareketle açıklamaktadır. İlk grup daha çok kentin fiziksel özellikleri üzerine yoğunlaşırken, ikincisi sayıların ölçüt alınarak yapılan kent tanımının tam anlamıyla yeterli olmayacağını savunmaktadır Üzerinde

Şekil

Tablo 1: Türkiye’ de Sayım Yıllarına Göre Nüfus, Kent ve Kır Nüfusu
Tablo 2: Türkiye’de Yerleşim Yerlerine Göre Göç Eden Nüfus (1975- 2000)
Şekil  5’de  görüldüğü  üzere,  1980  yılında  toplam  nüfus  içerisinde  19.645.007  yani % 43,91’i; 2000 yılında ise 44.006.274 yani % 64,90’ı kentlerde yaşamaktaydı
Tablo 3: Yalova Göç Hareketleri

Referanslar

Benzer Belgeler

This acute-angle imagery is consolidated of the reverberated value of the dazzling-gap level by the consciousness take shape that is secured a mandala-free dot of the gap

Fetihden sonra bir hâkimiyet alâ­ meti olarak Galata surlarının bir kısmı ile beraber kulenin üstünden on arşmlık bir kısmının yıkıldığı hakkmdaki

Kırdan kente göç etmiş bireylerin kendilerini Đstanbullu olarak hissetmeleri için uzun bir zaman dilimine ihtiyaç duyulsa da onların sosyo-ekonomik

olağan genel kurulu çalışma raporuna da bu şekilde geçse de biz, yani Ankara Barosu Kent ve çevre Kurulu’nun 8.10.2010 tarihi itibariyle müstafi üyeleri, sadece ülke içinde

Abidin Dino'nun cenaze törenine sanatçının eşi Güzin Dino ve aile ya­ kınlan aynca SHP onursal başkanı ve İzmir milletvekili Erdal İnönü, Kültür Bakam

Bu şekilde düz yolda hareket eden bisiklet kullanıcısı kendi gücüyle hem bisikleti hareket ettirmiş oluyor hem de bisikletin bataryasını doldurmuş oluyor.. Eğer

“Padişah hazretlerinin tahsisi ve ihsanı olan aylık 2 bin 800 kuruş tutarındaki âciz maaşımı, 1880 yılı Mart ve Nisan aylarına mahsuben Hazine’den aldığımı

Çalışmalar hem sosyal hem de kültürel bütünleşme düzeyi yüksek olan kültürel azınlık üyelerinin psikolojik ve sosyo-kültürel uyum düzeylerinin de