• Sonuç bulunamadı

Göç ve Ötesi: Kent Mekânında Kimlik ve Aidiyet

5.1. GÖÇ GERÇEĞİ VE KENTİN DEĞİŞEN YÜZÜ

5.1.4. Göç ve Ötesi: Kent Mekânında Kimlik ve Aidiyet

Sosyolojide kimlik kavramı, çok yönlü bir kavram olmakla birlikte, bu kavrama değişik açılardan da yaklaşılmaktadır. Ancak genel olarak, kimlik, insanların kim oldukları ve neyin onlar için anlamlı olduğuna ilişkin benimsedikleri anlayışlarla ilişkilidir(Giddens, 2005: 29). Doğduğumuz zaman toplumsallaşma deneyimi ile doğarız ve ortamın kültürel kodları (dili, dini, gelenek-görenekleri vb.) davranışlarımızı etkiler. Ancak özgür irademiz ile toplumsallaşır ve topluma katılarak kimlik oluşturmaya devam ederiz. Bu süreçte bireyin yanında olarak, ona yol gösterecek okul, aile, arkadaş grupları ve dini kurumlar toplumsal bir kimlik oluştururken destek olmaktadır. Kimlik, bireyi toplum içerisinde var eden ve ona belli bir değer atfedilmesine olanak sağlayan özellikler kümesidir (Aşkın, 2014: 25). Görüldüğü üzere doğumdan ölüme kadar sürekli birileriyle veya kurumlarla etkileşim içerisinde olan insanın kimlik oluşumu sona ermemekte aksine sürekli kendini yenileyen ya da değişen bir etkileşim içerisindedir. “Varlık, kimlik ve dil duygumuz, eylem yoluyla deneyimleşir ve eylemden çıkar ve bu eylemden önce var olup ardından da dünyaya katılmaz, “ben” sürekli olarak eylemlerle biçimlenir ve yeniden biçimlenir” (Chambers, 2005: 40). Bu devingenliğin, etkileşimin sürekli oluşu, ”kendilik duygusunu yaratma ve biçimlendirmesine yardımcı olan, dışındaki dünyayla giriştiği sürekli müzakeredir” (Giddens, 2005: 29).

Bireyin davranışlarını belirleyen bir takım ihtiyaçlar vardır. Maslow bu ihtiyaçların neler olduğu ve hangisinin daha önce geldiğini hazırladığı İhtiyaçlar Piramidi2 ile açıklamaktadır. İnsan davranışlarının temelini bu piramit ile açıklarken; ilk sırada fizyolojik gereksinimler, ikinci sırada güvenlik ve üçüncü sırada ise ait olma/aidiyet gereksinimine vurgu yapmıştır. Aidiyet kavramı doğrudan kişinin kim olduğu, kimlerden ve nereli olduğu vb. tanımlamalarla ilişkilidir. Toplum ve bireyin kendini belli bir yere konumlaması ve oraya ait hissetmesi ile gerçekleşen bir duygu durumudur. Zira toplum bireyi belli bir kimlikte tanımlamak istese de birey kendini o

2Maslow,‟un İhtiyaçlar Piramidi:1. Fizyolojik gereksinimler 2. Güvenlik gereksinimi 3. Ait olma

gereksinimi4. Sevgi, sevecenlik gereksinimi 5. Saygınlık gereksinimi 6. Kendini gerçekleştirme gereksinimi.

topluluğa ait hissetmiyorsa o kimliğe sahip olamaz (Solak Güleç, 2014: 100) Anlaşılmaktadır ki bireysel ve toplumsal kimliğinin oluşumu ile aidiyet duygusu karşılıklı etkileşim içerisindedir.

Göç çeşitli nedenlerden dolayı zorunlu ya da gönüllü gerçekleşmeye devam etmektedir. Göç sürecinde bireyler gittikleri yerde heterojen bir toplum yaratarak var olan kültüre eklemlemeler yaparak çok kültürlü toplumların oluşmasına neden olmuştur. Bireyler göç ettikleri yerlerde çeşitli aidiyet duyguları geliştirerek bunun sonucunda kimlikler inşa etmişlerdir. Göçmen bireyin kente tutunma sürecini kolaylaştıran bu kimlikler bireyler ile sosyal etkileşime girmelerine ve topluma sorunsuz bir şekilde adapte olmalarına olanak sağlamaktadır.

Göç sonrasında bireyin kendini nereye ait hissettiği önemlidir. Çünkü aslında onun o kente ne derece tutunabildiğini de göstermektedir. Nuraydın, kendini kente ait hissetmekte zorlandığını dile getirmiş:

“Kendimi Erzurum’a ait hissediyorum. Manevi olarak hala Erzurum da fiziken Yalova’da gibiyim. Burada kendimi memleketimde gibi rahat hissetmiyorum. Hele ki 25’li yaşlardan sonra memleketinizden farklı bir yere göç ettiyseniz oraya ayak uydurmak daha zor gelir insana. Hemşehrileriniz ile olmak, onlarla vakit geçirmek belki sizi kente alıştırır ancak tek başına yeterli bir etken değildir. Kendi özünüze, toprağınıza hep özlem duyarsınız. Çünkü siz o toprakta doğmuş o hamurla yoğrulmuşsunuz manevi anlamda göç ettiğiniz kentin sizi doyurması imkânsızdır. Geri dönmeyi isterim ama atalar ne demiş bir koyundan bir post çıkar. Yani geri dönsek de eski tadı bulamayız.” (Nuraydın)

Göç kararının verilmesinin ardında hemşehrisi ile kurduğu bağ vardır. Bu bağın temelinde ise güven duygusu yatmaktadır. Çünkü insanlar kendilerini yabancı hissettikleri mekânda kendinden olanla güvenli bir bağ kurmak ister. Kentte kendini güvende hissettikten sonra aidiyet duygusunu pekiştirmektedir.

“35 yıldır Yalova’dayız. Hemşehrim iyi günümde kötü günümde hep yanımdadır. Ben kendimi Diyarbakır’a ait hissediyorum ama Yalova’da olmak beni çok rahatlatıyor. Uyum sağladık alıştık buralara memlekette gibiyiz. Özellikle dernek sayesinde bu özlem duygumuzu da dizginliyoruz. Çünkü çarpık olan bizleri dernek

topladı ve bizler şimdi birbirimizi görmeden yapamaz olduk. Dost olduk, insani ilişkiler sizin kendinizi bir yere ait hissetmenizde çok önemlidir. Yalova insanın da olumlu etkileri ile çabuk adapte olduk. Geri dönmeyi hiç düşünmedim inşallah dönmem de rahatım burada.” (Vahit)

“Bir arkadaşın tavsiyesi ile atama yolu ile geldik bu şehre. Çalıştığım yerde tanıştığım hemşehrim sayesinde çevre ilişkilerimiz gelişti. Ortak duyguları paylaşma adına bir araya geldik dernek kurduk. Sayelerinde aktivite, etkinlik ve sivil toplumlara üye olarak uyum sağlama sürecimizi sorunsuz atlattık. Kent hayatı zordur ait olmak ister insan bir yere. Ben kendimi Türkiye’ ye ait hissediyorum. Olumlu bir işte çalışır, kente dair görevlerde bulunur, ilişkilerinizi de iyi tutarsanız her yere bağlanmış, her yer memleketiniz olmuş olur. Akşehirliyim ama Yalova’da kendimi memlekette gibi hissediyorum. Daha önceki yıllarda geri dönmeyi düşündüm ama şimdi hayır bu şehri seviyorum kalmaya devam edeceğim.” (Saffet)

Göçmenlerin göç, kültürleşme, aidiyet ve yeni bir kimlik oluşturma süreçlerindeki tutum ve davranışlarında çeşitli aktörler ve yapıların etkisi göz ardı edilmemelidir. Yer değiştirmek üzere hareket eden insanlar, göçün ardından gerçekleşen kültürleşme süreçlerinin değişik evrelerinde (göç kararı alma ve hedef belirleme, varış yerinde tutunma, varlığı sürdürme, yeni bir yere ve topluma alışma ve kaynaşma vb.), göç ettiği kentsel alanlarla dolayısıyla toplumla ilişkilerinde aile, akraba, arkadaş ve hemşeri gibi göçmen ağlarının temelini oluşturan çeşitli yerel bağlarını kullanmaktadır. Bu anlamda göçmenlerin göç kararında, davranışında ve gittikleri mekânda kültürleşmesinde; diğer yandan da varış mekânının ve içine girilen toplumun özellikleri, göçmenlerin mekânsal ve toplumsal aidiyet ve kimlik oluşturmasında önemli etkilere sahip olmaktadır (Turut ve Özgür, 2018: 154). Birey yaşam mücadelesi verdiği sürece çeşitli kültürel kodlarda kazanarak bir kimlik arayışı içindedir ve kazandıkları ile içerisinde bulunduğu dünyaya aidiyetler oluşturmaktadır.

Geleneksel kır toplumundan göç ederek kente gelen birey zamanla geleneksel aidiyetlerinden, kültürel kodların sıyrılarak yeniden bir kimlik kazanmaya çalışır. Ancak bu çok kolay olabilecek bir durum değildir. Bu durum insan davranışının, sürekli olarak, toplumsal etkileşimler yoluyla biçimlendiği yaşam boyu süren

toplumsallaşma ile gerçekleşebilmektedir. Bireylerin kendilerini ve potansiyellerini geliştirmesine öğrenmelerine ve topluma uyum davranışları gerçekleştirmesi ile mümkün hale gelmektedir. (Giddens, 2005; 27-28). Çünkü göç ötesinde geldiği kent ikisini aynı anda yaşayan insanlar sayesinde bir kaos, çatışma ortamına girmektedir. İnsan ise mekânda bir yer edinerek bir yerlere ait olmak ister.“Memleket aşkı” bitip tükenmek bilmeyen bir hülyadır. Zaten bu durum göçmenin geleneksel değerlerinden uzaklaşmamak için genellikle hemşehrisinin bulunduğu yerde oturmaya çalışması ile gurbet ellerde yabancı olmamak adına izlediği bir yoldur.

Yabancısı olduğu bu kültürde, mekânda ortak kültürel değerlerin, anılarının, memleketinden izlerin yaşandığı hemşehrisi ile kurduğu ilişki toplumsal kimliğini aynı zamanda canlı tutmasını sağlamaktadır. İnsan yaşadığı mekânla anlam kazanmakta ve insan için tasarlanan bu mekân kimlikten ayrı düşünülmemektedir. Mekân ve kimlik birbiri ile sıkı ilişki içerisindedir; birbirlerini inşa eden ve inşa edilendir. Ne mekânlar kimlikten ne de kimlikler mekândan koparılabilir (Alver, 2008: 577, Aktaran, Karakaş, 2018: 31). Mekânın fiziksel dokusundan beslenen insan aynı zamanda rengini de mekânda almaktadır.