• Sonuç bulunamadı

2.3. Kültür 33 

2.3.2. Kültür ile Duygusal Farkındalık ve Duyguları İfade Etme Arasındaki İlişk

Kültür, duyguları sözel ya da sözel olmayan ifadelerle aktarmada belirleyicidir (Elfenbein ve ark., 2007). Bazı duyguların ifade edilmesi kültür tarafından engellenebilir ya da onaylanabilir (Matsumoto ve Kupperbusch, 2001).

Duyguları ifade etmede kültürlerarası fark olacağı ilk olarak Ekman tarafından yapılan araştırmalarda açıkça ifade edilmiştir. Ekman, dünyanın çeşitli ülkelerinde (Amerika, Japonya, Papua Yeni Gine, Brezilya, Arjantin, Endonezya, Rusya) yerel kabileleri de içine alacak şekilde 60’lı yıllarda başladığı çalışmalarında, bazı duyguların insanoğlunda doğuştan var olduğunu ve her birinin kendine özgü fizyolojik örüntüleri olduğunu ileri sürmüştür. Bununla birlikte duyguları ifade etmeyi yöneten, hangi duygunun, kime, nasıl ifade edileceğini etkileyen kültüre özgü bazı kuralların olduğunu da yaptığı çalışmalarla ortaya koymuştur (Akt. Strongman, 2003).

Duyguların yoğunluğu; duygu repertuarları (önem verilen duygular); özgün bir duyguya neden olan olay/neden; kültürel değerlere ve sergileme kurallarına bağlı olarak duyguların ifade edilme tarzları ve bu ifade etmelerin topluma uygunluğu kültürden kültüre değişkenlik gösterebilmektedir. Örneğin bireysel kültürde yetişen biri aklından geçen her şeyi söyleyebilmeyi bir beceri olarak değerlendirirken, toplulukçu kültürde yetişen birisi ailede ya da işteki huzuru korumak için sadece bazı şeyleri söylemeyi beceri olarak değerlendirebilir. Benzer şekilde toplulukçu kültürde yetişen birisi nerede nasıl konuşulacağına dikkat etmeyi olgun olmakla açıklarken; bireysel kültürde yetişen biri kendisi ile başkası arasına mesafe koymayı olgun olmakla açıklar (Soloman, 2007).

Kültürün duyguları ifade etme üzerinde beş şekilde etki edebileceği ifade edilmektedir. Bunlardan birincisi ketleme, hissedilen bir duygu ifadesinin bastırılmasıdır. İkincisi mış gibi yapma, herhangi uyarılma hissedilmediği halde bir duyguyu ifade etmedir. Üçüncüsü abartma, bir duyguyu gerçekte hissedilenden çok daha şiddette ifade etmedir. Dördüncüsü hafife alma, bir duyguyu gerçekte hissedilenden çok daha az şiddette ifade etme ve sonuncusu maskeleme, başka bir duygu hissedildiği halde olmayan bir duyguyu ifade etmedir. Duygusunu ifade etmek isteyen

kişi ifade etme biçimini kültürün onayladığı bu beş sergileme kuralına göre düzenlemektedir.

Değer yargılarına göre duygusal olarak kendini açma ya da kendini sınırlama iffet ya da ahlaksızlık olarak görülebilir. Duygusal olarak kendini açma Batı ve Doğu toplumlarında farklı algılandığı için farklılaşmaktadır. Batı toplumları için konuşma isteği, kişiler arası ilişkilerin oluşmasında anahtardır. Bununla birlikte Asyalılar için kendini açmanın derinliği ve miktarıyla, yakın ilişki oluşturma arasında önemli bir ilişki bulunmamıştır. ABD’de kendini açma etkili iletişim üzerinde pozitif etkiye sahip olan unsurlardan birisidir (Cheng, 1993). Mesquita (2001) benzer şekilde, toplulukçu kültürlerde yaşayan bireylerin genel olarak duygu yaşantılarının sosyal ilişkilere göre şekillendiğini; bireysel kültürlerde ise sosyal çevrenin daha az ön planda olduğunu ifade etmiştir. Duygular öncelikle bireyin iç dünyasıyla ilişkilidir.

Doğu toplumlarında duyguları ifade etmek Batılılara oranla daha azdır. Bunun nedeni, Doğu toplumlarında kişiler duygularını bastırmayı öğrenmişlerdir (Mesquita ve Frijda, 1992). Batı toplumlarında, insanların duygularını mutlaka dışa vurmaları gerektiğine dair bir inanç vardır. Aksi takdirde kendilerine fiziksel ya da psikolojik olarak “kötü” şeyler olacağına inanılır. Kişinin, hissettiği duyguları içine atmasından ziyade, dışarıya çıkmasına, görünür olmasına izin vermesi Batı toplumlarında önemlidir (Kennedy-Moore ve Watson, 2001). Toplulukçu toplumlarda kendi duygularını ifade etmeye odaklanmaktan ziyade diğerlerinin duygularına duyarlı olmak daha önemlidir. Bu nedenle bu toplumların üyeleri duygu ifadelerini kontrol etmeyi öğrenerek sosyalleşmektedir (Oyserman ve ark., 2002). Ayrıca bu toplumlarda üyelerin gruba uyumlarını sürdürmeleri bireyci toplumlara oranla daha fazla önemsenmektedir. Bu durumla birlikte, toplulukçu kültürlerde duyguları tanımanın daha önemli olduğu varsayılabilir. Diğer yandan bireyci toplumların üyeleri duygularını ifade etme konusunda daha doğrudan desteklenmektedir, çünkü sosyal etkileşimlerde akıllarından geçenin okunmasını beklememektedirler. Bireyci kültürlerde duyguları ifade etmek, çoğulcu kültürlere oranla ilişkilerin devamında daha önemlidir (Kang ve ark., 2003). Bu temel ilişkisel farklılık nedeniyle bağımsız benlik kurgusuna sahip bireyler değişik durumlarda kendi tutum ve davranışlarını ortaya koymakta sorun yaşamazlar. İlişkisel benlik kurgusundaki bireylerin duruma ve ilişki yapısına göre kendini ayarlama eğilimleri daha yüksektir (Markus ve Kitayama, 1991; Singelis, 1994). Karakteristik

özellikleri gereği (kendini ortaya koyma, özerk davranma, kendi ihtiyaçlarına odaklı ve duyarlı olma gibi) bağımsız benlik kurgusuna sahip kişiler benlik kurgusunu pekiştirmek ve sürdürmek için duyguları ifade etme ve yaşama geçirmede beceri kazanmak zorundadır (Kitayama, Markus ve Kurokawa, 2000).

Ekman ve Friesen (1969) yürüttükleri bir araştırmada Amerikalı ve Japon deneklere yalnız olduklarında ve araştırmacı ile beraber olduklarında olumsuz bir film izletmişlerdir. Amerikalı ve Japon denekler filmi yalnız izlerken yaşadıkları kızgınlık, korku veya üzüntü duygularını ifade etmişlerdir. Fakat filmin araştırmacı ile izlenmesi aşamasında Amerikalılar olumsuz duygularını ifade etmeye devam ederken Japon katılımcılar olumsuz duygularını gizlemeye çalışarak gülümsemişlerdir. Bu sonuçlar araştırmacı tarafından kültürel fark ile açıklanmıştır. Japon toplumu gibi toplulukçu kültürlerde diğerleri ile olumlu ilişkilerde olmak kişinin kendi ihtiyaçlarından daha önemlidir. Amerikan toplumu gibi bireysel kültürlerde böyle bir öğreti bulunmamaktadır. Çünkü bu kültürde kişinin kendi ihtiyaçlarını dile getirmek diğerleri ile arasındaki uyumu devam ettirmekten daha önemlidir. Benzer bir araştırmada Amerikalılar, kişiler arası ilişkilerde duyguların ifade edilmesini Korelilere ya da Çinlilere oranla daha önemli bir faktör olarak değerlendirmişlerdir. Diğer bir ifade ile bireysel kültürün üyeleri için duyguyu ifade etmek önemliyken; toplulukçu kültürün üyelerine göre önemli olan, duyguların ifade edilmesinden önce kişinin hangi özgün duyguyu ifade ettiğidir. Yani toplulukçu kültürün üyeleri hem kendi hem de karşılarındaki kişilerin neşeli mi, mutlu mu, üzgün mü, olduklarına daha fazla dikkat etmektedir. Çünkü bu kültürde gizil anlamı ayırt etme yeteneği vurgulandığı için iletişimde duyguları ifade etme önemini kaybetmektedir (Kang ve ark., 2003).

Kültür, duygunun ifade biçimini etkilemenin yanı sıra hangi duyguların ifade edilebileceğini de etkilemektedir. Markus ve Kitayama (1991), duyguları yaşama ve ifade etmenin kültürün parçası olduğu ve kültürün insanlara duyguları nerede ve ne zaman ifade edilmesi gerektiğinin yanında hangi duyguyu yansıtması gerektiği de belirlediğini vurgulamaktadır. Diğer bir ifadeyle kişilerin duygularını deneyimlemeleri kültür ve kültürün etkisi altında olan benlik sisteminden etkilenmektedir. Öte yandan hangi duyguların nasıl deneyimleneceği de bu etkinin altındadır. “Ego odaklı” olarak adlandırılan duygular (Öfke, gurur, hayal kırıklığı, kendi amaç, istek ve ihtiyaçlarına öncelik verme gibi) Batı toplumlarında rahatlıkla ifade edilebilmektedir. “Diğerleri

odaklı” duygular ise (Sempati, diğerlerinin amaç, istek ve ihtiyaçlarına öncelik verme,

diğerleriyle olumlu ilişkiler kurma, utanma gibi) yaygın olarak doğu toplumlarında ve bu toplumlarda daha yaygın olan ilişkisel benlik kurgusunda ifade edilmektedir. Matsumato (1991) Amerikalı deneklerin ve Japon deneklerin, sekiz farklı sosyal ortamda altı temel duyguyu ifade etme oranlarını karşılaştırmıştır. Sekiz sosyal ortamdan üçü iç grup (yalnızken, yakın arkadaşlarla, aile üyeleri ile) beşi dış gruptur (kamusal alan, rastgele tanışmalar, yüksek ve düşük statüdeki kişiler, çocuklar). Amerikalılar Japonlara göre “iğrenme” ve “üzüntü” duygularını iç gruplarda; “mutluluğu” ise dış gruplarda daha yüksek oranda ifade etmiştir. Japonlar ise Amerikalılarla karşılaştırıldığında “iğrenme” ve “üzüntü” duygularını iç grupta daha az ifade ederken “öfke” ve “korku” duygularını dış gruplarda daha yüksek oranda ifade etmiştir. Bu sonuç araştırmacı tarafından toplumda hiyerarşik yapı ne kadar güçlüyse utanma, suçluluk, korku gibi olumsuz duyguların sözel olmayan bir şekilde dışavurumun o kadar az ortaya konduğu şeklinde yorumlanmıştır.

Stephan ve arkadaşları (1996), Amerikan ve Costa Ricalı katılımcıların duygularını ifade etme düzeylerini karşılaştırdığı çalışmasında, toplulukçu kültürün hâkim olduğu Costa Rica’da ilişkisel duyguların (bir kişiye karşı bağlılık, sadakat) daha sık hissedildiği ve ifade edildiği sonucuna ulaşmışlardır. Bireysel kültürdeki Amerikalı katılımcılar ise bağımsızlığı ifade eden duyguları (gurur, kendine yeterlilik) daha sık ifade etmişlerdir. Aynı çalışmada iç grup (yalnızken, yakın arkadaşlarla, aile üyeleri ile) ve dış grup (kamusal alan, rastgele tanışmalar, yüksek ve düşük statüdeki kişiler, çocuklar) üyelerine karşı duyguları ifade etme davranış şekilleri incelendiğinde, Costa Ricalı katılımcıların Amerikan katılımcılara göre iç gruba karşı olumsuz duygularını daha az yansıtabildikleri ortaya çıkmıştır. Kitayama, Markus ve Kurokawa (2000), Stephan ve arkadaşlarının araştırmasını destekler biçimde Japonların minnettarlık, sadakat gibi ilişkileri kuvvetlendiren duyguları, gurur, öfke gibi ilişkileri bireyselleştiren duygulardan daha sık ifade ettikleri sonucunu bulmuştur.

Araştırmalar göstermektedir ki duyguları fark etmek ve ifade etmek toplumdan topluma farklılık göstermektedir. Temel duygular evrensel olmakla birlikte duyguları tanıma ve ifade etme oranı ve ifade etme biçimi sosyalleşme süreci ile birlikte öğrenilen bir beceridir.