• Sonuç bulunamadı

2.4. Cinsiyet 50 

2.4.2. Cinsiyet ile Duygusal Farkındalık ve Duyguları İfade Etme 51 

Cinsiyet ile duygu arasındaki ilişkiler incelendiğinde yaygın olan inanç kadınların daha duygusal olduğu, duygularını daha sık ifade ettikleri yönündedir (Lane, Lee ve Riedel, 1998). Duygusal farkındalık konusunda araştırma yapanların ileri gelenlerinden Lane (2000), başlangıçta bu inanca eleştiride bulunarak deneysel olarak ispatlanmış bir sonucun olmadığını ifade etmiştir. Yapılan çalışmaların genel duygu düzeyi için olduğunu, spesifik duygu araştırmalarında ise sonuçların tutarlılık göstermediğini belirtmiştir. Bu tutarlılığa açıklık getirmek için yedi çalışma grubundan (Çalışma grupları, yaş, bölüm, İngilizcenin ana dil olup olmamasına göre oluşturulmuştur.) oluşan bir araştırmasında duygusal farkındalığın cinsiyete göre

değiştiği sonucuna ulaşmıştır. Kadınların duygusal farkındalığı erkeklerden yüksek çıkmıştır. Kadınlar duygularını daha ayırıcı ve kompleks cümlelerle ifade etmiştir. Sonuç olarak duygu ile ilgili cinsiyet farkına ilişkin inancın genellenebileceği kararına O da katılmıştır. Aynı araştırmada kadınların bu becerilerinin sözel zekâlarının yüksek olmasından kaynaklı olabileceği ihtimaline karşı, sözel zekâ kontrol altına alınarak analiz yapıldığında sonucun değişmediği görülmüştür. Duygusal farkındalıkdaki cinsiyet farkı sözel zekâ ile açıklanamamıştır.

Tulving ve Pearlstone’a (1966) göre kadınlar otobiyografik belleğe duygu ile ilgili erkeklerden daha fazla detay bilgi kod etmektedir. Kadınlar kendi duyguları ile diğerlerinin duygularını ilişkilendirip kodlayabilmektedir. Kadınlarla erkekler arasındaki kodlama farkı cinsiyet farkına neden olabilmektedir. Üstelik kadınlar duyguları otobiyografik bellekten erkeklerden daha hızlı geri getirebilmektedirler. Kadınların bilgilerini paylaşma, kullanma eğilimlerinin erkeklerden daha yüksek olduğu bilinmektedir. Bu özellik kadınların duygularını fark etme ve ifade etme düzeyin daha yüksek olmasında etken olabilir (Akt: Strongman, 2003).

Lane’e (2000) göre duygularını fark etme ve ifade etme birbirinden bağımsız özellik olmadığı için duygular hakkında konuşma, duyguları tanıma ve ayırt etme becerisini artırabilir. Kadınların duygularını sözel ya da sözel olmayan her iki biçimde de ifade etme becerisi erkeklerden daha yüksektir. Bu bağlamda düşünüldüğünde duyguya ait bilginin mevcut olması, duyguya ait bilginin erişilebilirliği ve duyguya ait bilginin kullanımına ilişkin motivasyonun yüksek olması duygusal farkındalığın kadınlarda neden daha yüksek olduğunu açıklayabilmektedir.

Markus ve Kitayama (1991) kadın ve erkek arasındaki duygusallık farkını kadınların duygu ile ilgili daha ayrıntılı bilgiye sahip olması ile açıklamanın mümkün olduğunu belirtmiştir. Bunun yanında kadınlar ile erkeklerin sosyalleşme sürecindeki farklılıktan kaynaklı bir durumun olabileceği de düşünülmektedir.

Boyatzis (1992), çocukların yüz ifadelerini anlama becerilerine yönelik bir araştırma yapmışlardır. Okul öncesi eğitimi alan bu çocuklardan 16’sı 3-5 yaş, 16’sı 5 yaşında olup, cinsiyet eşit olarak dağılmıştır. Çocuklara, yedi yaşındaki bir erkek çocuğunun kızgınlık, tiksinti, korku, mutluluk, üzüntü ve şaşkınlık duygularını ifade

eden fotoğrafları gösterilmiştir. Sonuç olarak, kadınların duyguları tanımada erkeklere oranla daha başarılı oldukları görülmüştür. Aynı araştırmada yaş ile duyguları tanıma arasındaki ilişkiye bakıldığında, her iki cinsiyet için olmak üzere duyguları tanıma ve ifade etme yeteneği yaş ilerledikçe artmıştır.

King ve Emmons (1990), üniversite öğrencileri üzerinde yaptığı bir çalışmada duyguları sınırlandırmanın cinsiyet açısından farklı olup olmadığını araştırmıştır. Erkeklerin kadınlara oranla duygularını daha az ifade ettikleri görülmüştür. Brody ve Hall, (1993) ise gençler üzerinde yaptığı bir çalışmada kadınların mimikler ya da kelimelerle duygularını ifade ederken; erkeklerin duygularını davranışları ile ifade etme eğiliminde olduğu sonucuna ulaşmıştır. Polce-Lynch ve arkadaşları (1998; 2001) ergenler üzerinde yaptıkları iki araştırmada da benzer şekilde ergenlik boyunca genç erkeklerin duygularını daha çok sınırlandırdığı görülmüştür.

Duyguların yüzde doksan beşinin sözsüz iletişimle yani beden dili ile ifade edildiği belirtilmektedir. Kadınların erkeklerden daha fazla bu dili kullandığı ortaya konmaktadır. Bunun nedeni olarak da kadının toplumdaki ast olma rolünden kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Bu açıklamaya göre, kadın erkekten daha zorlu ve güç koşullarda mücadele ettiğinden yaşamda varlığını devam ettirebilmek için diğerlerinin davranışlarını yorumlayacak bir yöntem geliştirmek zorunda kalmıştır. Duyguları beden dili ile ifade etme de bunlardan biridir. Çünkü kadınlar, güç ve baskı karşısında zarar görmeden duygularını ifade etme yolunun bu olduğunu düşünmektedir (LaFrance ve Henley, 1997/2005)

Duygusal farkındalığın, maskülen-feminen karakter özelikleri ile oldukça ilişkili olduğunu bilinmektedir (Conway, 2000). Sözel zekanın kontrol altına alındığı bir çalışmada (Barrett ve ark., 2001), kadınların erkeklerden daha fazla duygusal farkındalık sergiledikleri; bunu da hem kendilerinin hem de diğerlerinin farklılaşmış ve karmaşık duygusal deneyimlerini ifade etmek için duygu dili (emotion language) kullanarak yaptıkları ileri sürülmüştür. Bireylerin duygu durum farkındalıklarının incelendiği bir araştırmada (Wismeijer ve ark., 2009), kadınların duygu durumu izleme puanları erkeklerden daha yüksek iken; duygu durumu etiketleme için kadınlar ve erkekler arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır.

Araştırma bulguları, kadınların erkeklere oranla duygularının daha çok farkında olduklarını ancak erkeklere de bir takım müdahalelerle bu farkındalığın kazandırılabileceğine işaret etmektedir (Boden ve Berenbaum, 2007). Üniversite öğrencileri ile yapılan bir çalışmada, duygusal farkındalık ve duyguları ifade etme düzeyleri arasında fark olan kız ve erkek öğrencilerden oluşan kontrol ve deney grubu oluşturulmuştur. Deney grubuna duygusal farkındalığın önemini vurgulayan ve bireyleri motive eden okuma parçaları okutulduktan sonra hem kadınların hem de erkeklerin duygusal farkındalık düzeylerinin anlamlı bir şekilde artmış; cinsiyet arasındaki fark ortadan kalkmıştır. Bu bulgu, motivasyonun duygusal farkındalıkta önemli bir rol oynadığını göstererek, duygusal farkındalığın bütünüyle stabil bir kişilik özelliği olmadığı şeklinde değerlendirilmiştir. Sosyalleşirken kendi duygusal durumlarını fark etmeleri yönünde cesaretlendirilmeyen bireylerin, bu becerilerini geliştirmelerinin mümkün olduğu görülmektedir (Ciarrochi, Hynes ve Crittenden, 2005).

Christopher (1992) Tayvanlı ve Amerikalı üniversite öğrencilerini karşılaştırdığı çalışmasında Amerikalı kadınlarının psikolojik iyi oluşu Amerikalı erkeklerinkinden daha yüksek çıkmıştır. Tayvanlı grup içerisinde grup farkında rastlanmamıştır.

Türk kültüründe, erkeklerin ve otorite rolündeki kişilerin olumlu duygularını genelde ifade etmediği, diğer taraftan öfke gibi olumsuz duygularını ifade etme konusunda çekingenlik yaşamadıkları belirtilmektedir (Dökmen, 1995). Türk üniversite öğrencileri üzerinde yapılan araştırmalarda kız öğrencilerin duygularını ifade etme düzeyinin erkeklere göre daha yüksek olduğunu görüldüğü gibi (Kuzucu, 2006; Bağcı, 2008) çocuk ve ergenlerde duyguları fark etme ve ifade etmede cinsiyet farkının olmadığını gösteren araştırma da (Aydemir, 2010) bulunmaktadır. Öte yandan erkek üniversite öğrencilerinin bazı duygularını (mutluluk, şaşkınlık ve bir ölçüde iğrenme) hissettiklerinden çok daha az; bazı duygusunu (korku) ise hiç göstermeyerek kadınlara oranla daha az ifade ettikleri görülmüştür. Aynı araştırmada hiçbir duygunun olduğundan fazla gösterilmemiş olmasını araştırmacı, Türk toplumunda ifade biçimlerinin genellikle duyguları az göstermeyi vurguladığının işareti olarak sunmuştur (Boratav, Atmaca ve Sunar, 2006)

Literatür ile ilgili genel bir değerlendirme yapılacak olursa, Ryff’in geliştirmiş olduğu psikolojik iyi oluş modelinin kullanıldığı çalışmalar sınırlı olsa da konuyla ilgili

araştırmalar hala devam etmektedir. Bu araştırmanın amacına yakın amaçta olan çalışmalar çoğunlukla yurt dışında yapılmıştır ve elde edilen sonuçlar kendi içerisinde de farklılık gösterebilmiştir.

BÖLÜM III