• Sonuç bulunamadı

1.5. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ (AİHM) KARARLARINDA

1.5.3. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında İletişimin Denetlenmesi

1.5.3.8. Craxi İtalya Kararı

İletişimin denetlenmesi tedbiri ilgili AİHM’nin vermiş olduğu ve sıkça tartışılan bazı yönleri içermesi nedeniyle önemli kararlardan biri de Craxi-İtalya kararıdır. Davaya konu olayda; İtalya’da Milan Savcılığınca 1993 yılında başlatılan ve İtalya eski Başbakanlarından Bendetto Craxi’nin de aralarında bulunduğu çok sayıda kişi hakkında yürütülen ve “Temiz Eller Operasyonu” olarak adlandırılan soruşturma kapsamında, Bendetto Craxi’nin, özellikle rüşvet, kamu görevlisinin yasa dışı para aklaması, partilere mâli destek hakkındaki yasalara muhalefet, yasa dışı kazancın gizlenmesi gibi suçlardan dolayı yapılan 26 ayrı soruşturma esnasında telefonları dinlenmiştir.

Yargılama aşamasında Craxi’nin, Tunus’taki evinden İtalya ile yaptığı telefon görüşmeleri savcının talebi ve mahkemenin kararı ile dinlenmiş ve mahkemeye delil olarak sunulmuştur. Ardından telefon konuşmaları basında yer almış, ayrıca soruşturma savcısı da telefon görüşmelerinin suça ilişkin kısımlarını açıklamak üzere basına röportaj vermiştir. Mahkemede, basına tüm bu konuşma kayıtlarının nasıl ulaştığı sorgulandığında başvurucunun avukatına bilgilerin iletildiği ifade edilmiştir. Başvurucunun avukatı ise bunun müvekkilinin haklarını korumak için gizli kaydı ile alındığını, belgelerin sadece savunmaya değil, tüm taraflara açık olduğunu ifade etmiştir. Yapılan yargılama sonucunda başvurucu mahkum edilmiştir.

Başvuru sahibi, AİHM’ne yaptığı başvuruda öncelikle açık bir yargılamada, hiçbir sınırlama olmadan bütün metinlerin ortaya konulmasını eleştirmiş, kayıtların pek çoğunun davayla ilgisi olmadığını, hatta bunların çoğunun saygınlığını sarsıcı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca, savcının kanuna aykırı olarak, bu kayıtların içeriği okumadan önce içerik hakkında hâkimleri ve savunmayı haberdar etmediğini ve dava ile ilgisiz kayıtların ayıklanabilmesi için gizli oturum yapılmadığını ifade etmiştir.

Hükümet ise, dava ile yakın ilgili olmayan dokümanların taraf avukatlarına verilerek, kayıtların lehlerine kullanma olanağı sağlandığı, ancak bu noktada gizliliğin kalktığı ve basına sızdırmanın bu aşamada olduğu, dokümanlar taraflara açılmadan önce hiçbir sızmanın olmadığı belirtilmiştir. Ayrıca İtalya hukukuna göre, ilgili olmayan kayıtların ayrımı savcının değil hâkimin görevidir. Yine telefon

görüşmelerinin basında yayımlanması ile, basın organları AİHS md. 10’da teminat altına alınmış haklarını kullanmaktadırlar.

AİHM ise, müdahalenin Sözleşmeye aykırı olup olmadığını, telefon

görüşmelerinin basın tarafından yayımlanması ve bazı bölümlerinin içeriğinin yargılama sırasında açıkça okunması yönlerini incelemiştir.

Telefon görüşmelerinin basın tarafından yayımlanmasını ise iki farklı aşamada incelemiştir. Birinci aşama, yansımanın hukuka uygun olup olmadığıdır. Mahkeme, ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel taşlarından olduğunu ve bu açıdan basına sağlanan serbestilerin önemini vurgulamıştır. Yayınlama ve yorum faaliyetleri, yargılamanın halka açık olması yönündeki, Sözleşme’nin 6’ncı maddesiyle tamamen uyum içindedir. Sadece medyanın değil, halkın da bunları öğrenme hakkı vardır. Özellikle bu davadaki gibi bir politikacı, eski başbakan söz konusu olduğunda, bu kural daha geniş uygulanmalıdır. Zira bu kişiler kamu ve basının yakın ilgisine bilerek ve isteyerek açmışlardır. Ancak kamuya mal olmuş kişiler de diğer vatandaşların yararlandığı korumalardan aynen yararlanırlar. Bu açıdan, basın, bilerek veya bilmeyerek iftira, önyargı içeren yayınlardan kaçınmalı ve suçlanan kişinin özel hayatına ve haberleşmesine haksız müdahalede bulunmamalıdır. Mahkeme bu olayda, basında yer alan konuşmaların bazılarının ciddî anlamda özel hayata ilişkin olduğunu gözlemlemiş ve bunun basına olan sosyal ihtiyaçla bağdaşmadığını, bu nedenle, müdahalenin Sözleşme’nin 8’inci maddesi gereğince demokratik toplum düzeninde gerekli bir şey olmadığını tespit etmiştir(Tüysüz, 2010: 103).

Mahkeme tarafından, ikinci aşama olarak kayıtların basında yer almasında, devletin sorumluluğunun ne olması gerektiği incelenmiştir. AİHM’ne göre, davaya konu olayda yayınlanan görüşmelerin büyük kısmı, ulusal mahkemenin dışındaki kayıtlardır. Buradan bilginin kaynağının savcılık kalemindeki kayıtlı tutanaklar olduğu anlaşılmaktadır. İtalya mevzuatına göre, savcılık kalemindeki kayıtlar kamuya açık değildir ve sadece taraflara ve temsilcilerine açıktır. Bu durumda, metinlerin basına sızmasının savcının doğrudan bir fiili olmadığı, durumun ya

savcılıktaki memurların bir yanlış tutumu ya da taraflar veya vekillerinin ifşası sonucu ortaya çıktığı kanısına varılmıştır.

Ayrıca, Mahkeme kararında; Sözleşme’nin 8’inci maddesi ile korunan hakkın güvence altına alınması için devletin sadece negatif değil, pozitif bir yükümlülüğünün de bulunduğuna işaret edilmiştir. Devletin pozitif yükümlülüğü bakımından ise; özel hayatın gizliliğine ilişkin bilgilerin açıklanmasına engel olmak için uygun koruma sisteminin oluşturulması ve bunun yanında basında açıklamalar yayınlandıktan sonra pozitif yükümlülüğün gereği olarak bu konuyu düzeltmek için etkili bir soruşturma yapılmasının gerektiği ifade edilmiştir. Somut olayda, özel hayata giren konuların Sözleşme’nin 8’inci maddesini ihlal edecek şekilde kamuya açıldığı belirlenmiştir. Bu çözümlerin muhafazasında devlet yeterli güvenliği sağlayamamış; metinlerin basına nasıl sızdığı konusunda etkin bir soruşturma yapmamış ve kusur ya da kabahati bulunan görevliler hakkında hiçbir yaptırım uygulamamış olan devletin yükümlülüklerini yerine getirmediği ve Sözleşme’yi ihlal ettiği belirtilmişti (Yıldırım, 2004: 400).

AİHM’nin bu kararında, kayıtların bazı bölümlerin içeriğinin yargılama sırasında açıkça okunmasının, Sözleşme’nin 8’inci maddesinin ihlal olup olamadığı da incelenmiştir. Mahkeme, iç hukukta CPP md.268’de, “elde edilen kayıtların mahkemede okunmadan evvel ve kayda geçirildikten hemen sonra, savunmanın konudan haberdar edilmesi ve yorumlarının alınması gerektiğini, hatta lüzumsuz kayıtların dava dışı tutulabilmesi için özel ve gizli oturum yapılması gerektiği” şeklinde hüküm bulunmasına rağmen, bu kurala uyulmamasını hukuka uygun bulmamış ve bu bakımdan da Sözleşme’nin 8’inci maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Gümüşay, 2009: 272).