• Sonuç bulunamadı

1.2. İLETİŞİMİN DENETLENMESİ TEDBİRİNİN BAĞLANTILI OLDUĞU

1.2.5. İnsan Haysiyetine Saygı ve Dürüst İşlem İlkesi

İnsan haysiyetinin dokunulmazlığı ilkesi hukuk devletinin gereğidir. İnsan haysiyetinin en yüksek değer tutulmadığı toplumların demokratik hukuk devleti olduğu söylenemez. İnsan haysiyeti, insanı canlı ve cansız varlıklardan ayıran kişiliği

olup, bu kişiliği insana, duymak, düşünmek, sorup araştırmak, ahlaka göre davranmak yeteneklerini kazandırır. Temel haklar insan haysiyeti uğruna gerekli görüldükleri için, hepsinin temelinde yatan ortak düşünce nedeniyle insan haysiyetinden kaynaklanmaktadır. Devlet insan haysiyetine dokunmamak biçiminde sadece pasif bir davranışla yetinemez; onu aktif bir şekilde korumalıdır. İnsan haysiyetine yönelik tehditleri hemen önlemeli, gerekli olan tüm tedbirleri almalıdır.

Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bir kararına göre; “…İnsan haysiyeti kavramı, insanın ne durumda, hangi koşullar altında bulunursa bulunsun, salt insan oluşunun kazandırdığı değerin tanınması ve sayılmasını anlatır. Bu öyle bir davranış çizgisidir ki, ondan aşağı düşünce, davranış ona muhatap olan insanı insan olmaktan çıkarır18.”

1982 Anayasası’nda, insan haysiyeti açıkça bir temel hak olarak düzenlenmemiştir. Ancak Anayasanın başlangıç bölümünün 6’ncı paragrafında, “her Türk vatandaşının …onurlu bir hayat sürdürme hak ve yetkisinin bulunduğu…” belirtilmiştir. Yine 1982 Anayasasının 5’inci maddesinde; devletin temel amaç ve görevleri arasında, kişinin temel hak ve özgürlüklerini sosyal hukuk devleti ile bağdaşmayacak surette sınırlayan engelleri ortadan kaldırma ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışma yükümlülüğüne de yer verilmiştir19. Ayrıca, 1982 Anayasası’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” başlıklı 17’nci maddesinde, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza ve muameleye tabi tutulamayacağı da belirtilerek, bir yandan insan haysiyetine verilen önem ifade edilmiş, diğer yandan da ilkenin hukuk devleti ile olan ilişkisi ortaya konulmuştur.

17

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ölçülülük ilkesi kapsamında ele alınan gereklilik kavramına; müdahalenin acil bir sosyal ihtiyaca cevap vermesi ve özellikle ulaşılmaya çalışılan meşru amaçla orantılı olması anlamını yüklemektedir.

18

Anayasa Mahkemesinin 28.06.1966 tarihli ve Esas:1963/1, Karar: 1966/29 sayılı kararı, bkz: AMKD, S.24, s.187 vd.

19

1982 Anayasası’nın “Devletin temel amaç ve görevleri” başlıklı 5’inci maddesi şöyledir: “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

Toplumda yaşayan bireylerin iletişim özgürlüğü de insan onuru ve insanın maddi ve manevi varlığını geliştirmesi hakkından kaynağını almaktadır. CMK’nın 148’inci maddesinde şüpheli veya sanığın iradesini özgür olmaktan çıkaran yani onursuz kılan usuller yasaklanmakta ve insan haysiyetine aykırı bir işlem ve böylece elde edilecek delillerin yargılama aşamasında kullanılmasına gösterilecek rızanın kabul edilmeyip geçersiz sayılacağı öngörülmektedir20.

Türk Ceza Kanunu (TCK) ’nda ise insan haysiyetini ihlal eden işkence, eziyet (TCK md.94, 95, 96) ve hakaret fiilleri (TCK md.125) suç olarak düzenlenmiştir. Bu nedenle, ilk bakışta ahlaki bir değer gibi görünen insan haysiyetinin hukuki bir değere sahip olduğu da anlaşılmaktadır. Bu çalışmanın ilerleyen bölümlerinde iletişimin denetlenmesinde cezai sorumluluk oluşturan durumlar detaylı bir şekilde açıklanacaktır.

Telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi tedbiri ile getirilen sınırlama özel hayat alanına yönelik olduğundan, bu tedbirin insan haysiyetini ihlal ettiği de nazara alındığında sıkı şartlara tabi tutulması, Anayasa ve kanunlar ile öngörülen çerçevede bu tedbire başvurularak her somut olayda obje haline getirme kriterinden ve ölçülülük ilkesinden hareket edilmesi, bu tedbire hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak ancak zorunluluk halinde ve sonuca ulaşmaya elverişli olduğunda başvurulması gerektiği de unutulmamalıdır.

Dürüst işlem ilkesi de ceza muhakemesi işlemlerinin kandırma, yanıltma ve zorlama gibi insan iradesini engelleyen veya savunmayı kısıtlayan yollara başvurmaksızın, hukuk devleti ilkesine uygun ve önceden yasalar tarafından öngörülmüş kurallar çerçevesinde yapılmasıdır (Gümüşay, 2009: 31). Ceza muhakemesinde delil toplama aşamasında şüpheli veya sanık aleyhine hileli ve

20

5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun “İfade alma ve sorguda yasak usuller” başlıklı 148’inci maddesi şöyledir: “(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz. (2) Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez. (3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez. (4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz. (5) Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilir.”

dürüst olmayan yöntemlerin önlenmesi, ancak dürüst işlem ilkesine uyulması ile mümkün olur. Aynı zamanda bu ilke soruşturma makamlarının başta sanığa ve diğer ilgililere karşı insaflı, anlayışlı, savunmayı kolaylaştırıcı biçimde davranmalarını gerektirir (Yüce, 1988: 164 vd). Bu da ancak bağımsız, güvenceli, yansız, adil muhakeme ilkelerinin geçerli olduğu bir adalet organı ile gerçekleştirilebilir(Kaboğlu, 2002: 315)21.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/1’inci maddesinde dürüst yargılanma (fair trail) kuralları açıklanmıştır. Bu ilke, dürüst işlem ilkesinin karşılığıdır. Bu kavrama ilişkin olarak çoğunlukla dürüst dinlenme (fair hearing) terimi yerine dürüst yargılanma terimi kullanılmaktadır. Esasen her iki terim Anglo-Amerikan ceza muhakemesi hukuku kökenlidir ve aynı kavramı ifade etmektedir (Schröder, 1996: 270). Buna göre; davanın kanunla kurulan, bağımsız ve tarafsız mahkeme önünde, makul sürede açık ve aleni duruşma yapılarak görülmesi gerekir. Sözleşme’nin 6/3’üncü maddesinde sayılan sanık hakları ise şunlardır: 1) Anladığı dilde suçlanması ve neden suçlandığını bilmesi22, 2) Savunma hazırlığı için yeterli zamana ve uygun mekana sahip olması, 3) Kendisini bizzat veya seçeceği avukat yoluyla savunması, 4) Tanıkları sorgulaması ve sorgulatması, 5) Duruşmada gerekiyorsa bir çevirmen yardımından ücretsiz yararlanmasıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/1’inci maddesinde yer alan bu haklar 1982 Anayasasında “hak arama özgürlüğü” (md.36), “kanuni hakim güvencesi” (md.37) ve “duruşmanın açık ve kararların gerekçeli olması” (md.141), kenar başlıklı maddeleriyle düzenlemiştir. Makul süre içinde (adil) yargılanma ise Anayasanın 19/7’nci maddesinde ifadesini bulmuştur23.

21

Adil yargılanma hakkı; her sanığın hakim önünde derdini anlatabilmesini, ne istediğini söyleyebilmesini, hiç veya gereği gibi dinlenmeden mahkum edilmemesini, öne sürülen iddiaları ve aleyhine olan delilleri çürütebilmesini ve bu sayede muhakemenin gidişine etki edebilmesini ifade eder. Uyuşmazlıkların gerçekleri yansıtabilmesi için, tarafları arasında fiili ve hukuki bir fark gözetilmeksizin iddia ve savunmalarının eşit ölçülerde ve karşılıklı olarak yapılabildiği yargılama dürüst ve adil yargılamadır.

22

31.01.2013 günlü ve 28545 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 24 Ocak 2013 gün ve 6411 sayılı Kanun ile CMK’nın 202’nci maddesi; “(4) Ayrıca sanık; a) İddianamenin okunması, b) Esas hakkındaki mütalaanın verilmesi, üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir.” şeklinde değiştirilmiş ve AİHS’ne uygun hale getirilmiştir.

23

Adil yargılanma hakkı, ilk kez 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı yasayla Anayasanın 36’ncı maddesinde yapılan değişiklikle Anayasamızda ifadesini bulmuştur. 1982 Anayasasının “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36’nci maddesi şöyledir: MADDE 36- (Değişik: 3/10/2001-4709/14 md.) Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak

Ceza muhakemesinde delillerin toplanmasında başvurulan işlemlerin ve kullanılan yöntemlerin insan haysiyetini, adaletin saygınlığını zedelememesi için başvurulan dürüst işlem ilkesi, telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi tedbiri bakımından da önem taşımaktadır.

Telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi tedbirine başvurulurken insan hakları ihlalleri yaratmamak ve hukuk devleti ilkesini zedelememek için bu tedbirin Anayasa ve kanunlarla öngörülmüş esaslara uygun icra edilmesi gerekmektedir. Kural olarak hakim kararı olmadan iletişimin denetlenmesi faaliyeti icra edilmemeli, gecikmede sakınca olan hallerde kanunla yetkili kılınan mercinin yazılı emri aranmalı, dürüst işlem ilkesine ve kanunlarda öngörülen şartlara dayanmayıp hukuk devleti ilkesine aykırılık teşkil eden denetleme sonucu elde edilen deliller de hukuka aykırı delil sayılarak ceza muhakemesinde kullanılmamalıdır.

1.3. ULUSLARARASI HUKUK BELGELERİNDE İLETİŞİMİN