• Sonuç bulunamadı

İslam Ahlak Eğitimi Bağlamında Tehzîb Geleneği

BÖLÜM 1: AHLAKİ OLGUNLUK KAVRAMININ KURAMSAL ÇERÇEVESİ

1.1. Ahlaki Olgunluğa İlişkin Yaklaşımlar

1.1.1. Erdem Ahlakını Temel Alan Yaklaşımlarda Ahlaki Olgunluk

1.1.1.2. İslam Ahlak Eğitimi Bağlamında Tehzîb Geleneği

Erdem merkezli ahlak anlayışını benimseyen diğer bir yaklaşımının da, özellikle İslam ahlak düşüncesinin ilk dönemlerinde teşekkül eden Tehzîb’ül-ahlâk geleneği olduğu söylenebilir. İslam ahlak düşüncesi çerçevesinde ahlaki olgunluk kavramının ortaya çıkışına bakıldığında, kavramın ilk defa Yahya ibn Adî (ö. 364/975)’nin “Tehzîb’ül-ahlâk” isimli eseri ve İbn Miskeveyh (ö. 421/1030)’in “Tehzîb’ül-ahlâk ve Tathîr’ül-arâk” isimli eserlerinde görülmektedir.*

“Tehzîb” kavram olarak “iyileştirme, temizleme, olgunlaştırma, ıslah etme, eğitme” anlamlarına gelmektedir. İslam ahlak düşüncesinin temelini oluşturan İbn-i Miskeveyh’in “Tehzîb’ül-ahlâk ve Tathîr’ül-arâk” isimli eseri, sonradan genişletilerek yazılan Ahlâk-ı Nâsırî, Ahlâk-ı Celâlî, Ahlâk-ı Adudiyye, Ahlâk-ı Âlâî gibi kitapların; ayrıca İnsân-ı Kâmil ve Ahlâk-ı Kîrâm gibi tasavvuf kitaplarının özünü ihtiva etmektedir. Bahsedilen bu kitapların içerikleri dikkate alındığında, bunlarda kişiyi ahlaki olgunluğa ulaştıracak bir yol olarak nefsin eğitimine yer verilmesi, ahlak eğitimine özellikle atıfta bulunulması bakımından dikkate değerdir.

Esasında Tehzîb’ül-ahlâk ifadesi kavram olarak, Yahya ibn Adî ve İbn-i Miskeveyh’in kitaplarında ortaya çıkmış olsa da kavramın kapsadığı anlam bağlamında çok daha gerilere götürülebilir. Yukarıda da işaret edildiği üzere bu kavram, kişilerin ahlaki yönlerinin güzelleştirilmesi ve bu yönden eğitilmelerine işaret eder. Oysa Kindî’nin Yahya ibn Adî ve İbn-i Miskeveyh’ten daha önce kitabında “Nefsin Islahı ve Üzüntüyü Yenmenin Başlıca Yolları / al-Hîle li Def’il-Ahzân” başlıklarında nefsin eğitimi konusunu ele aldığı görülmektedir (Kindî, 2012: 63-103). Öte yandan tehzîb literatürü incelendiğinde temel itibariyle “Def’il-Ahzân ve Tıbb’ır-Rûhânî”de (Râzî, 2011) ele alınan konuların başta İbn-i Miskeveyh olmak üzere tehzîb geleneğindeki düşünürlerin hemen hepsini etkilediği söylenebilir.

İslam ahlak düşünürleri, ahlakı nefiste yerleşik olan, kendisinden fiillerin herhangi bir düşünmeye ihtiyaç duyulmadan veya herhangi bir zorlanma olmadan kolayca ortaya

* Yahya ibn Adî’nin “Tehzîb’ül-ahlâk”ı, Türkçe’ye “Ahlak Eğitimi (çev. H. Kuşlu,)”, İngilizce’ye “The Reformation of Morals (çev. S. H. Griffith)”, İbn-i Miskeveyh’in “Tehzîb’ül-ahlâk ve Tathîr’ül-arâk”ı 2. baskısında Türkçe’ye “Ahlak Eğitimi (çev. A. Şener, İ. Kayaoğlu, C. Tunç)”; İngilizce’ye ise “Refinement of Character (çev. C. K. Zurayk)” başlığıyla tercüme edilmiştir.

çıkmasını sağlayan meleke şeklinde tanımlamıştır (Gazzâli, 2002, c. III, 125; Cürcâni, 1997: 99 ). Sözlükte “temizlemek, arıtmak, düzeltmek” anlamındaki tehzîb kelimesi ise sözle ilgili kullanımında “belâgat ehli tarafından kusur olarak görülen şeylerden arındırmak” anlamına gelir. Bu iki kavramın birleşimi olan “Tehzîb’ül-ahlâk” tabiri de “ahlakın güzelleştirilmesi” anlamında olup İslâm ahlâk felsefesiyle ilgili bazı eserlere ad olmuş, bu türdeki eserlerde ferdî ahlâkın güzelleştirilmesine dair bölümlere bu isim verilmiştir (Özel, 2011: 325). Bu yaklaşım Hz. Peygamber’in amel-niyet ilişkisini ortaya koyduğu hadisiyle de uyum göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

Tehzîb literatüründe yer alan konuların başında ahlâkın eğitimle değişip değişmeyeceği hususu gelir. Bu konuda düşünürler güzel ahlâkın bazı insanlarda doğuştan bazılarında ise ancak belli bir eğitim ve çaba sonucunda oluştuğu yönünde görüş bildirmektedirler. İbn Adî’nin kısaca değindiği bu konunun halefi İbn-i Miskeveyh tarafından daha ayrıntılı olarak ele alındığı görülür. Zira o ahlakı, doğuştan getirilen ve mizacı oluşturan huylar ile alışkanlık ve eğitimle kişinin tekrarlayarak meleke haline getirebileceği huylar şeklinde iki grupta ele alır (İbn Adî, 2011: XXXVI). Yine Tûsî de tabii olan huyları doğa, kazanılan huyları ise adet olarak tanımlar (Tûsî, 2007: 80-86). Ayrıca o, bu huyların eğitimle değişmesi konusunda Galen, Stoacılar ve Aristoteles’in görüşlerini tartışır. Sonuç olarak da her halükarda kişinin eğitimle ahlakını düzeltmesi, aksi takdirde kötülerin ebediyen kötü ahlaklı kalacakları görüşünü ifade eder.

Îcî (ö. 756/1355) nefsin eğitilmesinin mümkün olduğunu düşünmekle birlikte bu eğitimde insanın mizacının önemli rol oynadığına inanır. Ona göre kötü ya da iyi kişi, kötülük ve iyilikten birinin onun kendine has mizacının gereği olan kimsedir. Onun değişiminde etkin olan, düşünen nefsin yatkınlıklarının farklılaşması, yani bedenlere ilintili olan mizaçların değişikliğine bağlıdır. Zira düşünen nefsin huyları kişiye mahsus mizaca tâbi olan arzu, öfke ve hatta düşünce gücü gibi bedenî güçleri aracılığıyla meydana gelir. Îcî huyların mizaca dayanması durumunda onun değişiminin oldukça zor; mizaçtan kaynaklanmayıp başka bir faktörün etkisiyle edinilmesi durumunda değişimin kolay olacağını belirtir. Binaenaleyh o, bireylerin yatkınlıklarının farklı farklı olmasını, mizaç farklılığına bağlar ve insanların rezilet ve fazilet huyları kapsamındaki melekeleri kabul edebilme noktasında çeşitlilik gösterdiğini düşünür (Taşköprülüzâde, 2014: 40, Kâzerûnî, 2014: 36; İstanbulî, 2014: 40).

İslam ahlak düşüncesinde ahlaken olgunluk düzeyini ve olgun insanı belirtmek için kullanılan önemli kavramlardan birisi insan-ı kâmildir. Genel itibariyle ifade edilecek olursa, tasavvuf literatürüne İbn-i Arabî ile giren insan-ı kâmil anlayışı, nefsini kötülüklerden arındırarak ilahi sıfatları kendisinde taşıyan, arzu ve hevâsından sıyrılarak ruhi olgunluğa erişen kimse olarak özetlenebilir. Diğer taraftan insan-ı kâmil olarak isimlendirilmese de yetkin insan düşüncesinin İslam ahlak düşünürlerinde de etraflıca ele alındığı görülmektedir. Burada insan-ı kâmil anlayışının bütün yönleriyle ele almak bu çalışmanın sınırlarını aşacağından dolayı sadece tehzîb literatürü içerisinde nasıl yer bulduğuna ana hatları ile değinilecektir.

İbn Adî olgun insanın vasıfları başlığı altında kimlerin yetkin olarak vasıflanabileceğini ayrıntılarıyla ele alır. Ona göre insanın varacağı son mertebe ve kendini hazırlayacağı son sınır olan yetkinliği elde etmek nadiren ve zor da olsa mümkündür. Kısaca yetkin insan, herhangi bir fazileti elinden kaçırmayan ve herhangi bir reziletle kirlenmemiş kişidir. Bu amaca ulaşmak insanın doğru niyetli olmasına ve hakkıyla çabalamasına bağlıdır. Binaenaleyh İbn Adî sahip olunması istenen özellikler yönüyle yetkin insanı, bütün huylarını gözeten, kusurları hususunda dikkatli olan, kendisine herhangi bir noksanlığın ilişmesinden sakınan, bütün faziletleri davranış edinen, en yüksek mertebeye ulaşmaya çalışan, yetkinliğin suretine âşık olup güzel ahlâktan haz alan kimse olarak görür. Öte yandan yapılmaması istenen vasıflarla yetkin insan, çirkin alışkanlıklardan hoşlanmayan, nefsini eğitmek isteyen, reziletlerin getireceği faydalara kıymet vermeyen, en yüce gayeye ulaştığında bunu gözünde büyütüp elde ettiği faziletlerle yetinmeyen; olgunluğu kendi mertebesinden, yetkinliği de kendi vasıflarından daha aşağıda gören bir kimsedir (Yahyâ ibn Adî, 2013: 74).

İbn Adî ile benzer görüşlere sahip olan İbn-i Miskeveyh de ahlakın yetkinleşmesinin insanın nazari ve ameli olmak üzere iki yönünü yetkinleştirmekle olacağını belirtir. Bunlardan ilki insanın bilgileri algılamasına ve ilimleri elde etmesine yönelik olan düşünsel-nazari; ikincisi insanın kendisine ait olan güç ve fiillerin birbiri ile uygun olmaları, uyuşmaları, ayrıca birbirine baskın olmamaları gibi hususları ifade eden davranışsal-ameli boyuttur. Böylece ilim ve eylemle birleşmiş olan yetkinlik insanın varlığının amacıdır ve bu da insanı nihai mutluluğa ulaştıracaktır. Bütün bunların sonucunda da kişi bilişsel ve ahlaki olgunlaşma sürecini tamamlayarak Tanrı ile kendi

arasında perdenin olmadığı bir yakınlığa erişir (İbn Miskeveyh, 2013: 59). Adudiddin el-Îcî de ahlak ilminin konusunu övülenlerin, yerilenlerle değiştirilmesi bakımından insan huyları, gayesini ise dünya ve ahiret hayatında iftihar edilecek mutluluklar olduğunu söyler. Ayrıca bu ilmin gayesini ve Peygamberlerin gönderilme amacını insanın yetkinleşmesi olarak ifade eden Îcî, bu yetkinleşmenin insanın nazari ve ameli güçlerinin yetkinleşmesiyle ortaya çıkacağını ifade eder (Taşköprülüzâde, 2014: 26-30, Kâzerûnî, 2014: 32-36; İstanbulî, 2014: 28).

Tehzîb geleneği içerisinde değerlendirilmese de, yetkin insan konusunda benzer fikirlere sahip olan Ebu’l-Hasan el-ʿÂmirî’nin yaptığı saîd (mutlu) ve şakî (mutsuz) insan tanımlaması da dikkat çekicidir. O kendisine gıpta edilecek mutlu insanın, zayıf ya da güçlü olsa da, iffetli ve hakîm olduğunu; mutsuz kimsenin ise zengin ya da fakir olsa da cahil ve açgözlü olduğunu belirtir. Güzel bir hayatın, haysiyetli ve güvenli geçirilen bir hayat olduğunu, hikmeti ve iffeti tercih eden kimsenin ise bu ikisini de tahsil etmiş olacağını; açgözlü ve ahmak kimsenin de bu iki erdemden yoksun kalacağını ifade eder. Hikmeti tercih eden ve onun ziynetiyle şereflenen kimse malı güzel ve yöneticiliği yetkinlik olarak görmez; bir makam-mevkie ulaşmak için bedenî bir hazza boyun eğmez. Aksine bu kimsenin gayreti nefsini temizleme, ahlakını güzelleştirme, bilgisini geliştirme ve edebini mükemmelleştirmeye yönelir. Bu kişi, nefsini yüceltmenin, onu, kibir ve debdebeden arındırma, cehalet ve ruhsal çöküntüden uzaklaştırma, hakka boyun eğmeye alıştırma, insanlara yol göstermek suretiyle onu ulvîleştirmeye bağlı olduğunu bilir. Dolayısıyla Âmirî (2014: 160-166) yetkin insanı, alışkanlıklarını bu şekilde kendisinde kökleştiren ve karakterini bu şekilde muhafaza eden kişi olarak ifade eder.

Buraya kadar ifade edilenlerde de görüldüğü üzere İslam düşüncesinde insan-ı kâmil anlayışı ağırlıklı olarak nefsin kötülüklerden (rezilet) arındırılması, onun bilgi ve amel yönünden geliştirilerek yetkinleştirilmesini ifade eder. Bu durum kişinin akıl ve karakter erdemlerini edinmesi şeklinde de özetlenebilir.

Tehzîb literatürü dikkate alındığında nefsin, üç temel güçle ilişkilendirilen üç kısma sahip olduğu görülmektedir. Bunlardan ilki öfke (gadap) kuvveti ile ilgili olan hayvani nefis, ikincisi arzu (şehvet) kuvveti ile ilgili olan bitkisel nefis, üçüncüsü ise düşünme (nutuk) kuvveti ile ilgili olan insani (nâtık-melekî) nefistir (İbn Adî, 2013: XXXVII; İbn Miskeveyh, 2013: 32; Tûsî, 2007: 35; Kınalızâde, 2012: 62). İslam ahlakındaki bu nefis

tasnifi dikkate alındığında, ahlakın eğitimi ve yetkinleştirilmesi ile ilgili olan ve iyi insan olma bakımından kişinin diğerlerine üstünlük sağladığı yönü insani nefistir.

İslam ahlakında nefsin fiilleri ise iki kısımda ele alınmıştır: Buna göre birbirinden farklı tarzlarda gerçekleşen ve ilkelerine dair bir bilinç bulunanlar nefsani fiiller; ortaya çıkmaları tek tarzda olup da ilkelerine ilişkin bir bilinç olmayanlar ise doğal fiillerdir. Nefsani fiiller arasında hızlı bir şekilde ortadan kalkan ve nefste yerleşik olmayanlara hâl; bunlardan nefsin tekrarları ve böylece onlara boyun eğmesi sayesinde yerleşmiş ve ortadan kalkmaları da daha yavaş gerçekleşenlere meleke denilir. Eğer bu fiiller, nefsten zorlanmadan ve aceleye de getirmeden, aksine kolaylıkla ve düşünüp taşınma olmaksızın çıkıyorsa bunlara da huy denilir. Bundan dolayı huy, nefsani fiillerin kolaylıkla çıktığı meleke olarak tanımlanmıştır (İbn Adî, 2013: 8; İbn Miskeveyh, 2013: 49; Taşköprülüzâde, 2014: 34; Kâzerûnî, 2014: 34; İstanbûlî, 2014: 28). Diğer taraftan yukarıdaki huy kavramını Gazzâlî’nin “hayâ”; İbn Sînâ ve Tûsî’nin ise “meleke” şeklinde adlandırdığı görülmektedir. İbn Miskeveyh’ten sonra Gazzâlî, İbn Sînâ ve Tûsî tarafından benimsenen bu bakış açısı daha sonra Celâleddin Devvânî tarafından da benimsenmiş ve Kınalızâde Ali Çelebi’ye kadar ulaşmıştır (İbn Adî, 2013, XXXIII).

Esasen orta melekelere erdemler denilebilmesi iki şarta bağlıdır. Buna göre birinci şart, sözü edilen kötü bir amacın erdemlere karışmaması, ikinci şart ise erdemin düşünme ve fikir olmaksızın yapılmasıdır. Zira bunlar sadece hayır ve yetkinliktir, dolayısıyla dışsal bir nedenle değil, öyle oldukları için yapılır. Hayr ile yetkinlik arasındaki fark ise şudur: Her bir varlık, haricindeki şeylerden ayrıştığı bir özelliğe sahiptir. Bu özelliğin, o varlıkta mahallin tesirinden dolayı meydana gelmesi dikkate alınıyorsa buna hayır, mahallin tesiri olmaksızın meydana gelmesi dikkate alınıyorsa ise buna da yetkinlik denir (Taşköprülizâde, 2014: 60).

Fiillerin isimlendirilmesinde her ne kadar farklı kavramlar kullanılmış olsa da sonuç itibariyle İslam ahlakında, ahlak eğitimine konu olan fiillerin dikkat çekici özelliği, bilinçli olarak ortaya çıkması, kalıcı olması ve bir beceri gibi düşünmeye ihtiyaç olmadan otomatik bir tepki haline dönüşmüş (melekeleşmiş) olmasıdır. Bu açıdan değerlendirildiğinde İslam ahlak eğitiminde eylemin bilgi temeli vazgeçilmez nitelikte olmakla birlikte onun davranışsal yönü, yani insanda bir güç olarak var olan erdemin kalıcı surette bir melekeye dönüşmesi ön planda yer almaktadır.

Tehzîb literatüründe nefsin güçleri ortaya konulduktan sonra, onun yetkinleşmesini sağlayacak olan özellikler erdem (fazilet) olarak ifade edilmiştir. Erdem, insanın iyilik yapmasını ve kötülükten uzak durmasını sağlayan ruhi yetenekleri ifade eder (Çağrıcı, 1995: 268). İslam ahlak eğitimi bağlamında değerlendirildiğinde erdemler, kişilere kazandırılması gereken hedefler ve kabiliyetler olarak değerlendirilebilir. İslam ahlak düşüncesinde kişileri nihai mutluluğa ulaştıracak övülen huyları kapsayan erdem, ifrat ve tefrit olarak ifade edilen iki aşırı ucun ortası şeklinde değerlendirilmiştir. Aşağıda İslam ahlak düşüncesinde tehzîb literatürü çerçevesinde ortaya çıkan erdemler sınıflandırması sunulmuştur.*

Tablo 1.1.

İslam Ahlak Düşüncesinde Şekillenen Erdemler

İd rak Nazari Güç (kuvvet’un-nazariyye) Hikmet Erdemi a) Zekâ

b) Çabuk anlama (sürʿat’ül-fehm) c) Zihin açıklığı (safâ’uz-zihn)

d) Kolay öğrenme (suhûlet’üt-taʿallüm) e) İyi düşünme (hüsn’üt-taʿakkul) f) Ezberleme (tahaffuz) g) Hatırlama (tezekkür) Ameli Güç (kuvvet’ul-ʿameliyye) Adalet Erdemi a) Sadakat

b) Ülfet / uzlaşma, kaynaşma c) Vefâ

d) Şefkat

e) Yakınlarıyla ilgilenmek (sılat’ur-rahim) f) İyiliğe fazlasıyla karşılık vermek (el-mükâfât)

g) Müşterek işlerde insaf ve itidal üzerine davranmak (hüsnü’s-şirke)

h) Herkese karşı dürüst davranmak (hüsn’ül-kazâ)

i) Yakın ve dostlarının sevgisini kazanmak (et-teveddüd)

j) Teslim / Her şeyi ile ilâhî iradeye dayanmak (et-teslîmiyye)

k) Tevekkül l) İbâdet

* Tabloda, Tehzîbü’l-ahlak geleneği içerisinde son halkayı oluşturan Kınalızâde Ali Efendi’nin sınıflandırması ve bunun Oktay tarafından günümüz Türkçesi’ne aktarılmış şekli dikkate alınmıştır. Aristo’nun Nicomachean Ethics adlı eserinden hareketle yapılan diğer erdemler listesi için bkz. Aristotle, 1955: 104; Gottlieb, 2009: 112.

Tablo 1.1.’in devamı Hare k et Ett iri ci G ü ç Arzu Gücü (kuvvet’uş-şeheviyye) İffet Erdemi a) Hayâ

b) Yumuşaklık / Merhamet (er-rıfk) d) Nefsin güzel ahlâkla donanmaya rağbet etmesi (el-hudâ)

e) Uyumlu ve geçimli olmak (el-müsâleme) f) Arzuları dizginlemek (ed-daʿa)

g) Sabır (Kötülük sebeplerine karşı dirençli olmak/es-sabr ʿan’il-mâsiyye-Musibet ve belaya karşı sabır/es-sabr ʿale’l-mesâʾib ve’l-belâyâ)

h) Kanâat ı) Vakâr j) Verâ’

k) Düzenlilik (el-intizâm)

l) Güzel yollardan kazanma ve iyi amaçlar için harcama iradesi (el-hürriyye)

m) Cömertlik (es-sehâve) Gazap Gücü (kuvvet’ul-gadabiyye) Cesaret Erdemi

a) Olgun nefs (kibr’un-nefs)

b) Olayları cesur karşılama (en-nagda) c) Yüksek gayret (ʿuluv’ul-himme) d) Sebat (es-sebat)

e) Yumuşak huyluluk (el-hilm) f) Ölçülü olmak (es-sükûn)

g) Yüreklilik - Yiğitlik (eş-şehâme) h) Dayanıklılık, katlanmak (et-tahammül) i) Tevâzu’

j) Onur duygusu (el-hamiyye) k) Yufka yüreklilik (er-rikka) Kaynak: Oktay, 2005: 169-188’deki bilgilerden oluşturulmuştur.

İslam ahlak düşüncesi bağlamında kaleme alınan eserlerde erdemler, kuşkusuz Aristoteles’in erdem anlayışı üzerine bina edilmiştir. Bununla birlikte İslam düşünürleri Aristoteles kaynaklı erdemleri İslam kaynakları çerçevesinde yeniden yorumlamış, süreç içerisinde bunlara bazı ilaveler de yapmıştır. Erdemler konusunu İslam düşüncesinde ilk ele alan Kindî Aristoteles’in erdem teorisini büyük oranda benimsemiştir. Ancak Fârâbî’nin Kindî’den farklı bir sistematik izleyerek mutluluğa ulaştıracak meziyetleri nazari faziletler, fikri faziletler, ahlaki faziletler ve pratik maharetler şeklinde sistematize ettiği görülür. Ayrıca İbn Miskeveyh’in de kendisinden önce yapılan erdem tasniflerden farkı bir yol izlediği fark edilir (Çağrıcı, 1995: 270).

Buraya kadar ifade edilenlerde de görüldüğü üzere İslam düşünürleri, ahlaki bakımdan kalıcı, bilinçli ve otomatik davranış değişikliği neticesinde yetkinleşmenin ortaya çıkacağına işaret etmiştir. Bunun ise nefsin hem nazari yönünün hem de ameli yönünün yetkinleştirilmesi ile gerçekleşebileceğini ortaya koymuşlardır.

Tehzîb literatürü bağlamında değerlendirildiğinde İslam ahlak eğitimi, bireylerin düşünme kabiliyetlerinin yetkinleştirilmesi suretiyle ve onlara iyi ve kötü olarak isimlendirilen fiillerin nedenleri ve sonuçlarını öğreterek, duygusal eğilimlerinin kontrol altına alınması ve onlardaki ahlaki huyların kökleşmesini sağlayan faaliyetler süreci şeklinde tanımlanabilir. Bu çerçevede nefiste kötü huyların yerleşmesini engellemek için koruyucu tedbirlerle bir mücadele vermek ve ayrıca bozulan ahlakın düzeltilmesine yardımcı olacak ıslahî yöntemlerle kötülükleri arındırmak bu eğitimin yöntemidir. Bu çerçevede tehzîb literatürünün temel felsefesi, kişinin erdemleri kazanmasını, bunların muhafazasını sağlayarak olgun insan olmasını ve böylece onun yüce mutluluğa ulaşabilmesini temin etmek şeklinde açıklanabilir. Böyle bir eğitim, öncelikle bireylerde iyi-kötüye ilişkin bir bilinç kazandırılmasına, sonra da bu bilinç doğrultusunda iyi davranışların uygulamaya geçirilerek edinilmesine ve yerleşmesine katkı sağlayabilir. Bunun sonucunda da nihai anlamda bu eğitimden gerçek hayatlarında ahlakı yücelten kişilerin ve ahlaklı bir toplumun oluşmasına imkân sunulabilir.

Tehzîb geleneğinde ortaya konulan erdemler, günümüz ahlak eğitiminin hedefleri/kazanımları bağlamında tartışılabilir. Zira Aristoteles’in erdem teorisi ile ilişkili olarak tehzîb geleneğinde de erdemler karakterin güçleri, diğer bir deyişle ahlaki beceriler olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca daha önce de ifade edilen bütüncül ahlak eğitimi (Narvaez, 2006) yaklaşımında ve Lickona’nın (1991a, 1991b) belirlediği ahlaki beceriler sınıflandırmasında kısmen Aristoteles’in ortaya koyduğu erdemlerin, ahlak eğitiminin kazandırmayı amaçladığı beceriler olarak ifade edildiği görülmektedir. Bu anlamda tehzîb geleneği içerisinde yer alan erdemler, İslam ahlak eğitimi bağlamında öğrencilere kazandırılmak istenen kabiliyetler olarak formüle edilebilir. Bu yaklaşımın, günümüzde tartışılan “beceri merkezli eğitim” anlayışıyla da uygunluk gösterecek nitelikte olduğu söylenebilir.

Sonuç olarak, tehzîb literatürü Grek felsefesinden beslenmekle birlikte onu sentezleyerek geliştiren ve bu gelişimin aktarıcılığını yapan bir nitelik arz eder. Bu anlamda İslam ahlak

eğitimi çerçevesinde tehzîb literatürü ağırlıklı olarak teorik alt yapıyı sunan felsefi bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Bu geleneği özgün kılan önemli bir husus, nefsin eğitimi konusunda ortaya koyduğu felsefi-eğitimsel alt yapının tasavvufi gelenek tarafından uygulamaya aktarılmış olmasıdır. Bu yönüyle İslam ahlak düşüncesinin tarihi birikimi içerisinde teori-pratik birlikteliğini ortaya koyan bir nitelik arz ettiği söylenebilir. Dolayısıyla tarihi ve bilimsel birikimine sahip olan tehzîb literatürünün yeni bir bakış açısı ile yorumlanması, bugünün eğitim anlayışına yeni alternatifler sunması bakımından önemlidir.